“Kongre yapılsın, silahlı mücadele durdurulsun” yerine asıl tartışılması gerekenin, “Hükümet hangi adımları atacak? Meclisi devreye sokup siyasi ve hukuki zemini nasıl yaratacak” soruları olduğunu belirten Karasu, “Böyle bir sürecin belirli aşamalara varması, gelişmesi açısından Meclis’in devreye girmesi şarttır. Meclis devreye girmeden, önemli kararlar almadan nasıl olacak? Herhangi bir bakanın sözünün, herhangi birinin sözünün ne anlamı olacak?” dedi.
İktidarın muhalefete yaklaşımının ise bu süreci daha baştan sakatladığına işaret eden Karasu, “AKP iktidarının, AKP-MHP koalisyonunun gerçekten Kürt sorununu çözmek gibi bir niyeti varsa, Türk-Kürt kardeşliği temelinde çözmek istiyorsa, yapması gereken nedir? Teşekkür edip, muhalefeti bu sürece katmaktır. Dünyada böyle bir şey olsa, herhangi bir iktidarın yapacağı budur. Dünyadaki bütün örneklerinin tersine muhalefet bitirilmek isteniyor” diye konuştu.
Mustafa Karasu, dört gün önce gerçekleştirilen Kürt Ulusal Birlik ve Ortak Tutum Konferansı’nı olumlu değerlendirdi. Öte yandan Kürt halkını savunmanın, Kürtlerin birliğini yaratmanın yanı sıra Suriye’nin demokratikleşmesi konusunda da rollerini oynamalarının önemini vurguladı.
Karasu, yarın kutlanacak 1 Mayıs İşçi Bayramı için bütün Kürtleri alanlara çağırdı. 1 Mayıs’ın toplumsal zemininin daha da genişlediğine işaret eden Karasu, “Çünkü kapitalist modernite artık tüm toplumun düşmanı hâline gelmiştir. Sadece işçileri değil, bütün toplumu, kültürü çürüten, yok eden, hiçbir insani ve toplumsal değer bırakmayan bir kapitalist modernite gerçeği, insanlık düşmanı bir kapitalist sistem var. Kapitalizme karşı mücadele, sadece işçilerin mücadelesi değil, bütün insanların mücadelesidir. Bu yılki 1 Mayıs’ı kapitalist moderniteye karşı halkların, emekçilerin, kadınların demokrasi mücadelesi olarak görmek lazım” dedi ve 1 Mayıs’ı Önder Apo’nun Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nın da yükseldiği alanlar hâline getirmek gerektiğinin altını çizdi.
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, Medya Haber TV’de yayınlanan özel bir programa katılarak, gündemi değerlendirdi.
Mustafa Karasu’nun konuşması şöyle:
“İlk önce değerli dostumuz Sırrı Süreyya Önder’e acil şifalar diliyoruz. Gerçekten üzüldük. Önemli bir görev üstleniyordu. Bu görevini de iyi yapıyor, hakkını veriyordu. Böyle önemli bir görevin yoğunluğu içinde böyle bir durumla karşılaştı. Sırrı Süreyya Önder’in ameliyatı sonrasında bütün Türkiye ve Kürdistan’da toplum sahiplendi. Önemliydi.
Bir yönüyle bu kadar sahiplenme, Önder Apo’nun inisiyatif aldığı Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’na verilen bir destek oluyor. Yani bu kadar desteğin nedeni, onun yürüttüğü barış ve demokratik toplum çabasıdır. Bunu böyle görmek gerekiyor. Tamam, Sırrı Süreyya tanınan, sevilen bir insandır, bir sanatçıdır. Ama bildiğiniz gibi birçok değerli sanatçı, siyasetçi de böyle durumlar yaşıyor ama hiçbirinde bu kadar bir sahiplenme olmadı. Bu, hem onun kişiliğiyle ilgili hem de yürüttüğü çabayla, üstlendiği tarihi görevle ilgili. Çünkü bu görev, bir nevi Türkiye halklarının demokrasiye ulaşma çabası, Kürt halkının özgürlüğüne ulaşma çabasıdır.
Yani çok önemli bir görev yürütüyor, büyük bir görev yürütüyor. Bu bakımdan sahiplenildi. Bu yönüyle Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nın çabasının aslında büyük bir toplumsal destek aldığını ortaya koyuyor.
Sırrı Süreyya iyi bir sanatçıdır, sinemacıdır, yönetmendir. Yine iyi bir yazardır. Zaten dilini çok iyi, etkili kullanan bir yazardır. Konuşmaları da öyledir, etkilidir. Yani her kesime yönelik nasıl konuşacağını bilen, nerede nasıl davranacağını bilen, olgun bir kişiliğe sahip devrimciydi, demokrattı, siyasetçiydi. Çok yönlü birisiydi. İmralı görüşmelerine 2013’ten sonra da katıldı. Önderlikle önemli diyalogları vardır. Bir-iki defa Önderliğe, "Ben siyasete çok istekli değilim" dediğinde Önderlik, Sırrı Süreyya’yı eleştirmiştir. Evet, sanat yapmak önemlidir. Türkiye’de siyaset de önemlidir. Türkiye gerçeği dikkate alındığında, demokratik bir Türkiye olmadan, özgür düşüncenin olacağı bir Türkiye olmadan, doğru bir sanatın da yapılamayacağını; bu yönüyle sanatın en iyi, güçlü biçimde yapılması açısından Türkiye’deki bu ağır sorunların çözülmesi gerektiğini belirterek, Önderlik siyasette kalmasını teşvik etti. Yoksa Sırrı Süreyya’nın siyasetten uzak durup sadece sanatıyla uğraşma yaklaşımı vardı.
Eğer Sırrı Süreyya Önder siyasette kaldıysa, cezaevine düştükten sonra tekrar siyasi alana geldiyse, Önderliğin telkinleri, Önderlikle yaptığı diyalogların sonucu gerçekleşmiştir. Önderliğin sözlerine değer veriyordu. Önderliğe gerçekten saygı duyuyor, değer veriyordu. Önderliğin düşüncelerinin kendisini çok geliştirdiğini, ufkunu çok genişlettiğini her zaman söyleyen bir dostumuzdu.
Bu yönüyle Türkiye halklarının iyi bir evladı şu anda ağır bir hastalık geçiriyor. Tabii ki Kürtlerin de çok iyi bir dostudur. Kürt halkının özgürlük mücadelesine katkı sunuyordu. Bütün beklentimiz, umudumuz onun sağlığına kavuşması, yeniden Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümünde siyasal mücadelesine bıraktığı yerden devam etmesidir. Tabii ki bu sorunun çözülmesiyle birlikte de Türkiye’deki sanata, edebiyata da güçlü katkılar sunacağına inanıyoruz.
ROMA’DAKİ KONFERANS ÖNEMLİYDİ
Roma Konferansı, uzun yıllara dayanan Önderliğe Özgürlük Kampanyasının yarattığı bir sonuçtur. Önderlikle ilgili birçok konferans yapılıyor. Konserler yapıldı, bundan sonra da yapılacaktır. Bu yönüyle Önder Apo’ya özgürlük kampanyası bütün dünya halklarının, demokratlarının, sosyalistlerin bir mücadelesi, bir çabası haline geldi. Önderliğe Özgürlük Kampanyası, bugün çok geniş kesimlerin sahiplendiği bir mücadeledir. Bu mücadelenin bu düzeyde gelişmesinde özellikle İngiltere’deki sendikalar çok önemli bir rol oynamıştır. Onun sorumlularından değerli Dubins de (Unite the Union Sendikası Uluslararası Direktörü Simon Dubins) gerçekten çok büyük çaba göstermiştir. Onların bu çabalarını her zaman takdir ediyoruz, selamlıyoruz.
Roma’daki konferans önemliydi. Şimdiye kadar yürütülen kampanyanın sonuçları değerlendirildi. Bu yönüyle Önder Apo’ya yönelik kampanyanın daha da geliştirilmesi yönünde bir irade, bir kararlılık ortaya çıktı. Hatta Önder Apo’nun hem özgürleştirilmesi mücadelesinin yürütülmesi hem de Önder Apo’nun Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilmesi yönünde de tartışmalar oldu. Biz bu yönüyle bu kampanyada emeği olan herkesi selamlıyoruz. Onlar gerçekten çok değerli dostlardır, ilkeli, değerleri olan insanlardır. Önder Apo’nun nasıl bir toplumcu olduğunu, nasıl bir sosyalist olduğunu, kadın özgürlük mücadelesine, ekoloji mücadelesine nasıl büyük destek verdiğini, sadece Kürtlerin değil bütün Ortadoğu halklarının özgürlüğü ve demokrasisi için mücadele ettiğini görerek, bilerek böyle bir devrimciyi destekliyorlar. Böyle bir devrimciye sahip çıkıyorlar.
Çünkü Önder Apo, artık bütün insanlığın özgürlüğü için mücadele eden bir devrimci. Hatta insanlığın özgürlüğü için doğru düşünceleri ortaya koyan, düşüncede, duyguda öncülük eden bir önderlik gerçeği var. Bu bakımdan artık Önder Apo sadece Kürtlerin değil, bütün insanlığın özgürlük ve demokrasi önderi haline gelmiştir. Bu, ileride daha da anlaşılacaktır. Önderliğin bu etkisi anlaşılacaktır. Aslında hala da yeterince Önderliğin bu düşünce gücüne sahiplenme eksikliği var.
Bunu derken büyük sahiplenmeyi göz ardı etmiyoruz ama daha etkili olabilirdi. Biraz da Türk devletinin sürekli baskı yapması, özgürlük mücadelesini sürekli bir terörist hareket olarak göstermesi, sürekli bir basınç yapması nedeniyle çeşitli çevreler daha açık destek vermekten -belli oranlarda- çekiniyorlar. Yoksa Önderliğin şu andaki düşünceleri gerçekten çok değerlendirilmesi, tartışılması gereken bir düşüncedir, bir paradigmadır.
TÜRKİYE’DEKİ SOLUN İLGİSİZLİĞİ KÜRTLERE EKSİK, YANLIŞ BAKIŞIN SONUCUDUR
Bu konuda özellikle Türkiye’deki sol güçlerin, Türkiye’deki demokratların bu yönlü bir eksikliği var. Önder Apo’nun paradigmasını daha iyi okuyup anlamaları, değerlendirmeleri gerekir. Bir Kürt önderin ortaya koyduğu paradigma, bir ideoloji var. Bu yönüyle Kürt önderi olmasından kaynaklı da belli çevrelerin gerekli, yeterli ilgiyi göstermediğini söyleyebiliriz. Bunu tabii bir eleştiri olarak belirtmek istiyorum. Bütün dünyada, Ortadoğu’da bu kadar ilgi görürken, Türkiye’deki sol ve demokratların bu zayıflığı, aslında Türk devletinin ya da Türkiye’deki Kürtlere eksik bakışın, yanlış bakışın bir sonucudur.
Ama dünyada böyle değil. Dünyada, Avrupa’da, Batı'dan Amerika’ya kadar her yerde, Hindistan’dan Çin’e kadar, Avustralya’ya kadar her yerde Önderliğin paradigmasını tanıyanlar, sahipleniyor. Yani şunu demek istiyorum; en uzak yerdekiler öğrenmeye çalışıyor, sahipleniyor. Önderliğin bütün savunmaları Türkçedir. Yani Türkçe bilenler, Önderliğin paradigmasını daha iyi öğrenip daha hakim olabilirler.
Tabii ki biz bu konferansları değerlendirirken, bu konferansları bir de Önderliğin paradigmasını yaygınlaştırma konferansları olarak, onun aşamaları olarak görüyoruz. O yönlü çabaların bütün dünyaya yayılmasını önemli araçlar olarak görüyoruz. Bu vesileyle bir daha o konferansı hazırlayanları, konferansı sahiplenenleri, konferansı gerçekleştirenleri bir daha saygıyla selamlıyorum.
ÖNDER APO SÖYLEYECEĞİNİ SÖYLEDİ
Başlatılan süreç çok önemli. Türkiye’nin geleceğini ilgilendiriyor. Ortadoğu’nun geleceğini ilgilendiriyor. Bunun ne kadar önemli olduğunu bizzat kendileri ortaya koydular. “Meclise gelsin konuşsun. Ondan sonra umut hakkı devreye girsin” dediler.
Konuşsun derken; örgütü feshedeceğini, silahlı mücadeleyi bırakacağını söylerse umut hakkı devreye girecek, dediler. Yani bu yönüyle bir taahhüt altına girdiler, söz verdiler. Bu sadece Devlet Bahçeli değil, bu aynı zamanda iktidarın sözüdür. Çünkü iktidar da Devlet Bahçeli’nin tutumunu destekledi, sahiplendi. Zaten Devlet Bahçeli ile Erdoğan’ın birlikte planladığı, hazırladığı bir çağrıydı o. Önder Apo da gereken cevabı kısa sürede verdi. “Fırsat tanırsanız süreci hukuki ve siyasi zemine taşıyabilirim” dedi.
Tabii burada anahtar sözcüktür hukuki ve siyasi zemine taşıma. Önder Apo bu süreci böyle anlıyor. Yani silahlı mücadelenin bırakılması çağrısını o zaman hukuki ve siyasi sürece taşıma, o sürece getirme olarak anlıyor ve Önderlik bunu vurgulayarak söyledi. Daha sonra görüşmeler oldu. Önder Apo 27 Şubat’ta Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nı yaptı. Şimdi Önder Apo söyleyeceğini söyledi. Önder Apo’dan beklenen her şeyi Önder Apo açıkça ortaya koydu. Demokratik Toplum Çağrısı’yla ortaya koydu.
BİR GÖRÜŞME 40 GÜN SONRA MI YAPTIRILIR?
Hemen arkasından örgütümüz PKK de Önder Apo’nun bu çağrısının gereklerini yerine getireceğini çok açık biçimde ortaya koydu. Hiçbir tereddüde, yorumlamaya mahal vermeden o çağrının gereklerini yerine getireceğini söyledi, kabul etti. Arkasından da HPG de ateşkes çağrısını pratikleştireceğini ilan etti. Şimdi bu durum karşısında yapılması gereken neydi? Önder Apo üzerindeki tecridin derhal kaldırılmasıydı. Ne oldu? Bir aydan fazla, kırk gün sonra bir görüşme oldu. Önderlikle İmralı Heyeti’nin görüşmesi 20 Nisan’da oldu. Böyle önemli bir süreç, tartışma, kamuoyu da bunu sürekli bekliyor, Kürt halkı da bekliyor. Bir görüşme 40 gün sonra mı yaptırılır? Bu zaten bu konuda hükümetin yetersiz yaklaşımını, tereddüdünü gösteriyor. Gerçekten ne düzeyde Önder Apo’nun belirttiği gibi siyasi ve hukuki sürece girecekler? Bu sorunun siyasi ve hukuki süreç temelinde çözümünün zeminini hazırlayacaklar mı? Bu konuda tabii bir kuşku yaratıyor. Nitekim kamuoyu da, halkımız da, demokrasi güçleri de, herkes de bu kuşkuları dile getiriyor.
HERKESİN ADIM ATILIP ATILMAYACAĞI KONUSUNDA TEREDDÜTLERİ VAR
Öte yandan İstanbul Belediye Başkanı, birçok insan tutuklandı. Bu kadar tutuklama, bu kadar baskı varken nasıl bir süreç gelişecek? Böyle olunca insanlar doğal olarak, haklı olarak kaygılarını, kuşkularını dile getiriyorlar.
Ama diğer taraftan yine de uzun zaman geçse de bir görüşme yaptırıldı. Cumhurbaşkanı’yla zaten görüşme olmuştu. En son Adalet Bakanlığı’yla görüşme oldu. Bu da bir şeyler yapılmak istendiğini gösteriyor. Tabii ki hala pratik yok. Bunu sadece o görüşmelerin varlığına dayanarak söylüyoruz. Ama hala herhangi bir pratik ortaya çıkmış değil. İşte Adalet Bakanlığı’yla görüşüldü. Ne sonuç çıkacak belli değil.
Sadece Adalet Bakanı, “Üzerinde duracağız” demiş. Zaten en son Gülistan Koçyiğit de bu görüşmeye çok fazla anlam vermemek gerektiğini, “Bir başlangıçtı” diyerek değerlendirdi. Onların da aslında hükümetin, Adalet Bakanı’nın adım atıp atmayacağı konusunda tereddütleri var. Öyle anlaşılıyor. Ama diğer taraftan da tabii bir görüşme olduysa gereklerini yerine getirmesini istiyorlar. Çünkü birçok talep ileri sürmüşler. Kamuoyuna yansıdı, açıkladılar. Evet, uygundur. Ama bu gözlem heyetlerinin değişmesi, yeni bir biçime kavuşturulması gibi bir öneri vardı. Biz doğru bulmuyoruz. Ne 12 Mart zamanında, ne 12 Eylül zamanında ne de başka zamanlarda, Türkiye’de en faşist askeri diktatörlüklerin olduğu bir dönemde böyle bir uygulama olmamıştır. Mahkemeler ceza vermiştir; 15 yıl mı, ne kadar yatacak; doldurdu mu çıkarıyorlardı. Zaten mahkeme olduğu zaman iyi hâl gerektiğinde uyguluyorlardı ya da iyi hâl uygulamıyorlardı. Zaten bunu mahkemeler, mahkeme sürecinde kendilerine göre değerlendiriyordu.
ÖNEMLİ OLAN ADIMLARIN SÜRECE YAYILMADAN ATILMASIDIR
Şimdi bu görüşmeler oldu. Biz bu görüşmelerin sonucunu bekliyoruz. Ne sonuç çıkacak; onu bekliyoruz. Bu yönüyle bütün kamuoyu bekliyor, merak ediyor. Bu açıdan rahatlıkla şunu söyleyebiliriz. Görüşme oluyor, oldu. Bizim için de, halkımız için de önemli olan adımdan atılmasıdır. Bunun öyle sürece yayılmadan yapılması gerekiyor. Çünkü Önderlik söyleyeceğini söyledi. Örgüt de söyleyeceğini söyledi. Kamuoyu da bu süreci sahipleniyor.
Türkiye’nin en büyük muhalif partisi CHP, hatta son seçimde en büyük partisi de bu süreci açıktan sahipleniyor; destek vereceğini, Meclis’e getirilmesi gerektiğini söylüyor. Meclise gelmesi gerekiyor. Bu yönüyle Kürt sorunu veya herhangi bir sorun çözülecekse bunun meclise getirilmesi gerekiyor. Eğer ana muhalefet partisi ve diğer partiler bunu kabul ediyorsa, “Meclis’e getirelim, konuşalım” diyorsa, o zaman hükümetin bunu yapması gerekiyor. Ama şimdiye kadar bunu görmedik.
ÖNDERLİĞİN KONGREYE AKTİF KATILMASI GEREKİYOR
Bu anlamda süreçte gelinen aşama nedir? Ya da bir aşamaya ulaşıldı diyebilir miyiz? Aşama denirken; devlet açısından çağrılar vardı. Bu çağrılara biz cevap verdik. En önemli vurguladıkları çağrı nedir? “PKK kongresini toplasın, kendini feshetsin” çağrısıydı. Buna cevap verildi. Önderlik çağrı yaptı bu yönlü. Biz de gereklerini yerine getireceğimizi söyledik. Ama bu kongrenin sağlıklı yapılmasını sağlayacak koşulların oluşması gerekiyor. Daha önce de söyledik. Bu partinin kurucusu Önder Apo’dur. Zaten kendileri de söylediler, “kurucu önder” dediler. Bu yönüyle kongre toplanmadan PKK öyle kararlar alamaz. PKK kongresi toplansa, Önderlik katılmasa yine öyle kararlar alamaz.
Bu açıdan Önderliğin aktif olarak katılması gerekiyor. Bu kongre de öyle bir-iki gün sürecek bir kongre olmaz. Önder Apo’nun katılımının çeşitli biçimlerde gerçekleşmesi gerekiyor. Doğrudan katılmayabilir ama şu anda katılma imkânları fazlasıyla vardır. Teknik o kadar gelişmiştir. Önderlik birkaç defa böyle yapılacak bir kongreye katılabilir.
Bu yönüyle PKK ya da Hareketin kongre yapmama gibi bir iradesi, bir yaklaşımı yok. Burada bir sorun çıktıysa, gecikme olduysa, oluyorsa bunun nedeni; böyle bir kongrenin gereklerini hükümetin zamanında yerine getirmemesidir. Bunun böyle anlaşılması gerekiyor. Bütün kamuoyunun da böyle bilmesi gerekiyor. Evet, herkes bilmeli. Önder Apo aktif biçimde, etkin biçimde katılmazsa öyle bir kongre gerçekleşmez. Önder Apo’nun çağrıda belirttiği kararlar alınamaz yani. O, Önder’in katılımıyla olabilir.
SİYASİ VE HUKUKİ ZEMİNE TAŞINMAMASININ SORUMLUSU HÜKÜMETTİR
Şimdi, tabii ki biz hâlâ bu sürecin gelişmesini, derinleşmesini istiyoruz. Önder Apo’dan gelen yaklaşımlar da böyle. Bu yönüyle bizim yaklaşımlarımızda da Önder Apo’nun yaklaşımlarında da, kamuoyunun, Kürt toplumunun yaklaşımlarında süreci akamete uğratacak herhangi bir şey yoktur. Aksine bu sürecin hukuki ve siyasi zemine kaydırılması, hukuki ve siyasi zemine taşırılması konusunda çok güçlü bir destek var. Kamuoyu desteği, toplum desteği, siyasi partilerin, demokratik güçlerin desteği var. Hatta uluslararası güçlerden bile, Almanya’dan Amerika’ya kadar birçok kesim böyle bir süreci destekledi. İç koşullar da uygun, dış koşullar da uygun. O zaman eğer Kürt sorunu, Türkiye’nin demokratikleşmesi sorunu, siyasi ve hukuki zemine taşınmıyorsa, siyasi ve hukuki zemine taşıyacak kararlar alınmıyorsa, siyasi ve hukuki zemine taşınmak için Meclis devreye sokulmuyorsa, bunun sorumlusu tabii ki hükümettir.
Böyle bir sürecin belirli aşamalara varması, gelişmesi açısından Meclis’in devreye girmesi şarttır. Meclis devreye girmeden, önemli kararlar almadan nasıl olacak? Herhangi bir bakanın sözünün, herhangi birinin sözünün ne anlamı olacak? Bu bakımdan Meclis’in devreye sokulması, kararların oradan çıkması gerekiyor. Meclisin içinde olmadığı bir çözüm, çözüm olamaz. Bu bakımdan evet, bizim de bir niyetimiz, yaklaşımımız var. Koşullar sağlanırsa gerekli adımları atacağımızı söyledik. Bu konuda bir sorun yok. Sorun, bu hükümet hangi adımları atacak? Meclisi devreye sokup siyasi ve hukuki zemini nasıl yaratacak? Asıl tartışılması gereken budur. Yoksa “kongre yapılsın, silahlı mücadele durdurulsun” deniyor. Böyle olmaz. Ne yapılacak? Böyle olduğu zaman ne olacak?
Önder Apo böyle bir çağrı yaptıysa o zaman onlar da gereklerini yapması gerekiyor. Zaten Önder Apo’nun Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nın okunmasından sonra değerli dostumuz Sırrı Süreyya Önder, Önder Apo’nun özellikle bütün bunların hukuki ve siyasi zemini sağlanırsa gerçekleşebileceğine vurgu yaptı. Bunu açıkça ifade etti.
Öyle ifade edilmesine İmralı’da devlet heyeti de onay verdi. Sırrı Süreyya Önder, “devlet heyetinin bilgisi ve onayı dahilinde”, “Önder Apo söyledi ama onlar da onaylamış” dedi. Bu bakımdan tabii ki bu sürecin gelişmesi açısından iktidarın gereklerini yerine getirmesi gerekiyor.
GERİLLAYA YÖNELİK SALDIRILAR NİYE DURDURULMUYOR?
Bizim ateşkes çağrımızdan sonra gerillaya yönelik saldırıların durdurulması gerekiyordu. 2013’te aslında önemle üzerinde durulmuştu. 2013’te süreç başlayınca çatışmalar durulmuştu, saldırılar durulmuştu. Şimdi yeni, daha ileri bir aşamaya taşınmak isteniyor süreç. O zaman niye durdurulmuyor? Bu, aslında bir ucuz zafer peşinde olan bazı çevrelerin yaklaşımıdır. Siz yıllardır zaten savaştınız. 2017’de diyordunuz, “esamesi okunmayacak”, 2018’de “okunmayacak”, 2019’da “okunmayacak” diyordunuz. Sonuç? Sonuç hedeflerinize ulaşamadınız, başaramadınız.
Şimdi kendisini ucuz bir kahraman yapmak için, “işte biz bitirdik, şöyle yaptık, böyle yaptık” demek için bu saldırıları sürdürüyorlar. Önderlik çağrı yaptı. Hâlâ helikopterlerden, uçaklardan gerilla alanlarına “teslim ol” çağrısı yapıyorlar. Şu utanmazlığa bak! Nerede samimiyet? Ya bu gerilla size teslim olur mu? Bu gerilla fedai. Sanıyorlar ki Önderlik süreç başlattı, çağrı yaptı; bu ortamda biz böyle yaparsak gerillalar teslim olabilir. Zaten bu anlayış nedeniyle, elli yıla yakındır bu savaş sürüyor. Bu anlayış nedeniyle Kürt sorunu zaten bir türlü çözülemiyor. Yine çağrı yapıyor, “teslim ol” diyor. Kime? Fedailere... Bu ucuz kahramanlık!
Bu aynı zamanda böyle bir süreci sabote etmektir. Sabotajdır. Böyle bir durumda biz de “ne yapıyorsunuz?” diyebiliriz. HPG merkezinde gerilla komutan “ne yapılıyor?” diyebilir. Tutum alabilir. Daha farklı bir tutuma girebilir.
Bu açıdan tabii ki gerilla onlara şunu söylüyor: “Siz böyle yaparsanız, buna karşı fedailer savaşır. Sonuna kadar savaşır. Böyle saldırarak sonuç alacağınız bir toplum yok, bir mücadele yok.” Bu yönüyle tabii ki gerilla onlara cevabını veriyor. Gerekirse böyle devam ederse -açık söylüyorum- daha sert cevaplar alırlar.
Öyle olmaz ki! Biz ateşkes ilan ediyoruz, planlı eylem yapmıyoruz. Sen bu ortamda gel, bütün gerilla alanlarına her türlü saldırıyı yap. Böyle olabilir mi? Biz ateşkes yapmışız ama sen yok etmek istiyorsun. Böyle olursa gerilla daha sert karşılık verir. Çünkü ateşkes ortamında böyle saldırmak aslında imha planıdır. İmha planına da tabii gerilla boyun eğecek değildir. Gereken cevabı verir.
AKP-MHP KOALİSYONU MUHALEFETİ SÜRECE KATMALI
Bizce muhalefetin büyük çoğunluğunun tutumu olumludur. Evet, geçmişte CHP’nin çok büyük hataları oldu. Suçları oldu. Bu kayyumların önünü açtılar. Şimdi kendileri uğraşıyorlar. Bu yönüyle geçmişte çok eleştirilerimiz oldu. Ama bu süreçten itibaren CHP yönetiminin tutumu olumludur. “Biz bu sürece destek vereceğiz” diyor. “Eğer Kürtlerin sorunu varsa, demokrasi içinde çözülmeli” diyor. Sorunun demokrasi içinde çözüleceğini de söylüyor. “Meclise getirsinler, destek vereceğiz” diyor.
Şimdi eğer AKP iktidarının, AKP-MHP koalisyonunun gerçekten Kürt sorununu çözmek gibi bir niyeti varsa, Türk-Kürt kardeşliği temelinde çözmek istiyorsa, yapması gereken nedir? Teşekkür edip muhalefeti bu sürece katmaktır. Dünyada böyle bir şey olsa, herhangi bir iktidarın yapacağı budur.
Dünyanın herhangi bir yerinde “çatışma çözümü” diyorlar ya, böyle bir durum ortaya çıksa, mevcut iktidar bu konuda bir süreç başlasa, muhalefet de onu desteklese, bundan daha değerli, anlamlı bir şey olabilir mi? Şimdi dünyadaki bütün örneklerinin tersine muhalefet bitirilmek isteniyor. Neredeyse muhalefete “sen bu işe karışma” deniyor. Bu yönüyle muhalefete yönelik yaklaşım, zaten bu süreci daha baştan sakatlıyor.
Eğer bu süreç gerçekten istenen sonuca ulaşmazsa, biraz da bu anlayışın sonucu olur. Çünkü bu tür sorunlarda kamuoyu desteği, bütün toplumun desteğini almak önemli. Toplumsal destek alınarak bu süreç ilerletilir. Diyorlar ya; “2013’te yoktu toplumsal destek, siyaset desteği yoktu, CHP de karşıydı, MHP de karşıydı, olmadı.” Şimdi en büyük muhalif güç destekliyorsa o zaman buna gereken değer vermek gerekiyor. Bu yönüyle gerçekten AKP iktidarının bu tutumunu eleştirmek lazım.
Nasıl oluyor? Türkiye’nin en temel sorunu bu değil mi? Bundan daha büyük sorun mu var? Eğer muhalefeti bu kadar itiyorsan, katmak istemiyorsan, bundan daha büyük sorun benim iktidarımın bekası olur; Türkiye’nin bekası değil. Şimdiye kadar Erdoğan da, Bahçeli de, “Türkiye’nin bekası, devletin bekası” diyordu. Beka sorunuysa, o zaman bu toplumsal mutabakatla çözülür. Toplumsal konsensus bu konuda çok önemli.
Bu yapılmıyorsa tabii ki ciddi biçimde eleştirilmesi gerekiyor. Bu yönüyle tabii ki muhalefetin erken seçim istemesi haklıdır, meşrudur. Biz zaten 31 Mart 2019 yerel seçimlerinden sonra hemen seçim olmasını istedik. Şunun için istedik. Toplumsal tabanın tercihi kaymıştı. İktidarlar toplumsal tercihe dayanarak ayakta kalırlar, hükümette olurlar. Ama 31 Mart’ta hükümetin toplumsal tabanı daralmış, muhalefetinki ise çok yükselmişti. Buna dayanarak tabii ki demokrasinin gereği, seçimlerin gereği böyle bir sonuç ortaya çıkmıştı. Dünyada başka bir yerde olsa gerçekten erken seçime hemen gidilirdi. Biz de o zaman çağrı yaptık, fakat CHP dikkate almadı. İşte ne dedi? “Normalleşme” falan dedi. Ama iktidar öyle bir normalleşme eğiliminde değil. Öyle bir yaklaşım içinde olmadı, üzerine gitti.
Bu yönüyle seçimler olursa, hangi yönetimse toplumsal desteği daha fazla alır. Bu tür sorunlar daha rahat çözülebilir. Fakat bu tabii bizim söylememizle olacak şey değil. Geçen gün Eren Keskin, “Kürtler iktidarın değişimini mi bekleyecek?” diyordu. Haklı olarak, doğru söylüyor yani.
Şimdi mevcut bir hükümet var. Böyle bir süreç gelişecek. Eğer gelişecekse ya da adım atacağım diyorsa, bir şeyler yapacağım diyorsa, tabii ki biz “yok, yapmıyoruz” diyemeyiz. Biz doğru yaklaşım gösteririz. Hükümet doğru tutum göstermezse zaten gerçekliği ortaya çıkar, teşhir olur. Bizim yaklaşımımız bu.
Bu vesileyle şunu da söyleyeyim. Bazı muhalif kesimler de doğruya yaklaşmıyorlar. Ya da bazı muhalif televizyonlarda da konuşanlar oluyor. “İşte DEM Parti ne yapıyor? DEM Parti AKP ile ittifak mı yapmış?” Böyle nasıl diyelim, -kuşku da demeyelim- bir paranoyayı dile getiren yaklaşımlar var. Ya bu durumda yapılması gereken şudur. İktidarın ne söyleyip söylemediği önemli bir demokrasi sorunu mudur? Demokratikleşme sorunu mudur? O zaman sen daha fazla buna sahip çık. Öncelik al, program sun, inisiyatif al. Bu konuda iktidar adım atmıyor; daha fazla eleştir. “Niye şu adımları atmıyorsunuz? Niye oyalıyorsunuz? Niye çözmüyorsunuz?” diye bütün muhalif basının, siyasi partilerin iktidar üzerinde baskı kurması gerekiyor. Çünkü bu sorun demokratikleşme sorunudur. Demokratikleşme mücadelesi sorunudur. Biz böyle görüyoruz. Kürt halkı da böyle görüyor.
Demokratikleşme olmazsa zaten sorun çözülmez. Biz bu tutumumuzla demokratikleşme için adım atılmasını zorluyoruz. O zaman muhalefetin de bunu zorlaması gerekiyor. Onların da bu tutumun içinde olması gerekiyor.
TÜRKİYE, İSRAİL’İN ÇIKARI TEMELİNDE BİR UZLAŞMA İÇİNE GİRECEK
Türkiye’de sözde İsrail karşıtlığı yapıyor. İsrail de sık sık Türkiye aleyhine değerlendirme yapıyor. Fakat Türkiye’nin İsrail’e karşı yaptığı değerlendirmeleri çok ciddiye almıyorum. Çünkü gerçeklik o değil. Kendi kamuoyunu tatmin etmek için yapıyor. Çünkü Türkiye’de kamuoyu Filistin konusunda, Gazze konusunda hassas. Filistin’de gerçekleşen katliamlara tepkili. Bu nedenle İsrail karşıtlığı yapıyor. Sözde arada sırada açıklamalar yapıyor. Ama gerçek öyle değil. Yakın zamanda bunu göreceğiz. Herkes görecek. Türkiye ile İsrail bir uzlaşma içine girecek. Zaten Netanyahu ile Trump’ın görüşmesinde bu ortaya çıktı. Trump, “yapacağım” dedi. Netanyahu’ya “Sen de biraz çok katı olma” dedi.
Trump’ın iktidara gelmesiyle birlikte Türkiye ile İsrail arasında bir uzlaşma olacaktır. Fakat bu biraz ABD’nin baskısıyla olacaktır. Fakat İsrail ile Türkiye arasında bundan sonra sorunlar belli düzeyde devam eder. Çünkü İsrail Türkiye’ye güvenmiyor. Türkiye de İsrail ile uzlaşsa bile politikA gereği, belli ABD baskısı gereği uzlaşıyor. Bu açıdan İsrail Türkiye’ye güvenmiyor. Zaten Türkiye’nin yerleşeceği yerleri vurdu. Türk mühendisleri öldürüldü. Bu düzeyde İsrail, Türkiye’ye sert çıkış yaptı.
Bu yönüyle şu açık. Ortadoğu’da ABD, İsrail’in dedikleri doğrultusunda hareket edecek, yapacak. Türkiye’yi karşısına almayacak, uzlaştıracak. Ama bu uzlaşma esas olarak biraz da İsrail’in çıkarına olan, yani İsrail’i gözeten bir uzlaşma olacak. Trump böyle bir uzlaşma yapacak.
Türkiye de şu anda çok zor durumda, çok sıkışmış durumda. Rahat değil. Siyasi olarak rahat değil. Ekonomik olarak rahat değil. Bu açıdan Türkiye’de bu kadar işsizlik, sorunların ağırlaştığı, rahat olunmadığı ortamda, Kürtlerle karşı karşıya geldiği, çatışma içine girdiği ortamda Türkiye böyle bir uzlaşmaya boyun eğecek. Başka şansı yok.
HTŞ’NİN ZİHNİYETİYLE SURİYE’DE İSTİKRAR OLMAZ
Evet, HTŞ geldi, Şam’a yerleşti. Ama HTŞ’nin anlayışıyla, zihniyetiyle Suriye’de ne istikrar ne bir çözüm olur. Bu yönüyle şu anda HTŞ’nin ortaya koyduğu yaklaşım hiç de bir çözüm yaklaşımı değildir. Yani ortaya koyduğu yaklaşım, bırakalım çözüm yaklaşımı olmasını, çatışma zeminlerini döşeyen bir yaklaşım, istikrarsızlığı yaratacak bir yaklaşımdır. Buradan bakıldığında Kuzey ve Doğu Suriye’deki Özerk Yönetim’in yaklaşımı, ortaya koyduğu program Suriye için tek çözüm yoludur.
Bu bakımdan Suriye’de bir çözüm olacaksa, Suriye gerçek anlamda demokratikleşecekse, tabii ki Kuzey ve Doğu Suriye’nin etkisi olacaktır. Rojava Devrimi’nin etkisi olacaktır. Bunu böyle söyleyebiliriz.
Bu açıdan gerçekten herkes aslında bunu görüyor. Sadece Dürzi ve Aleviler değil, Sünni Arapların büyük bölümü de HTŞ’nin bir çözüm olmayacağını görüyor. Öyle HTŞ, Sünni Arapların desteklediği bir örgüt olarak görülmemeli. Sünni Arapların en fazla yüzde 30’unun desteğini alır. Zaten diğerlerinin desteğini almıyor. Sünni Arapların da yüzde 70’i HTŞ’yi kabul etmez. HTŞ’nin o tekçi, baskıcı, her şeyi kendine göre ayarlama yaklaşımını Arap halkı kabul etmez. Zaten Suriye’nin doğusu her zaman Şam’dan biraz daha özerk yaşamak istemiştir. Bu eskiden de böyleydi, şimdi de böyle.
KARŞITLIK YAPAN ENKS’NİN BAŞKA ÇARESİ KALMADI
Bu yönüyle tabii ki Kuzey ve Doğu Suriye’nin, Rojava Devrimi’nin, Suriye’nin gelecekte şekillenmesine rol oynayacak. Kadın özgürlük anlayışı, diğer halklara yaklaşımı, demokratik anlayışı... Bunların hepsi yeni Suriye’nin şekillenmesine etkide bulunacaktır. Bu yönüyle yapılan konferans da tabii ki önemlidir.
Kürt Birliği, Kürt Ulusal Tutum Konferansı deniyor, tamam. Ama şu bakımdan önemli. Önceden ENKS çetelerle birdi, Türk devletinin işgal saldırılarıyla birdi. Yani bir nevi Rojava Devrimi karşıtlığı yapıyorlardı. Kuzey ve Doğu Suriye karşıtlığı yapıyorlardı. Ama işte Koalisyon Şam’a gidince, içinde oldukları ittifak dağıldı ENKS’nin. Başka çareleri kalmadı. Geldiler, Kuzey ve Doğu Suriye’deki Özerk Yönetim’le, PYD ve diğer partilerle bir uzlaşma içine girmeye çalıştılar. Bunu böyle anlamak lazım. Bu yönüyle PYD de, Kuzey ve Doğu Suriye halkları da gerçekten olgun bir yaklaşım gösterdiler. Düne kadar karşıtlık yapıyorlardı, işgalcileri destekliyorlardı. Efrîn’in işgalini de, Serêkaniyê’nin işgalini de desteklediler. Türk devletinden, çetelerden yana oldular. Zaten o işgal içinde yer alan çetelerle bir koalisyon içindeydiler.
Ama o süreç bitince baktılar ki olmuyor; Kuzey ve Doğu Suriye’de Rojava’yla, PYD’yle, diğer partilerle bir uzlaşma içine girmek zorunda kaldılar. Kuzey ve Doğu Suriye halkları da, Kürtler de bunlara “yok” demedi.
“Madem ittifaktan çıktılar, madem eski tutumlarını devam ettirmeyecekler, eskisi gibi Türk devletinin işgalleri yanında yer almayacaklar, o çetelerin yanında yer almayacaklar, Kürtlerin yanına geleceklerse bu iyi bir şey” dediler. Kürtler de kucak açtı. Evet, bu konferansı biraz öyle görmek gerekiyor.
İyidir. Yani böyle birlik olmaları, Kürtlerin bir kesiminin buradaki mücadeleye, Rojava’daki kazanımlara karşı savaşan güçlerin yanında yer almaktan vazgeçip Kürtlerin yanında yer alması iyi bir şeydir. Bu yönüyle biz de bu konferansı önemli gördük. Zaten eşbaşkanlık da bir mesaj gönderdi, desteklediğini söyledi.
KÜRTLERİN SURİYE’NİN DEMOKRATİKLEŞMESİ KONUSUNDA DA ROL OYNAMALARI LAZIM
Tabii bu konferans bir de Önder Apo’nun başlattığı süreçle ilgili. Önder Apo da Kürtler arası böyle ilişkinin düzelmesini, hatta bir ulusal konferans çalışmalarının sürdürülmesini de istedi. Bu yönlü bir yaklaşım içinde. Hatırlanırsa, 2014’te de Önderlik böyle bir süreç başlattığında Kürt konferansı çağrısı yapmıştı. Bu süreçte de böyle.
Tabii bir de şu önemli. Kürt konferansına, Kürtlerin birliğine en fazla düşman olan şey, Türk devletidir. Bu yönüyle Önder Apo’nun bu çağrısı, Türkiye ile ilişkilerin yumuşatılması, böyle bir birlik konferansının, Kürtler arasında ortak konferansın yapılmasını kolaylaştırdı.
Bu bakımdan gerçekleşen konferansı biz de olumlu gördük. Ortak bir heyet de oluşturmuşlar. Olumludur. Bunu yaparken bütün Suriye’nin demokratikleşmesini düşünmeleri gerekir. Evet, Kürt halkını savunmak lazım ama Suriye’nin demokratikleşmesi konusunda da Kürtlerin rolünü oynaması lazım.
Yoksa sadece “işte Kürtler, şu benim halkımdır” derse ya da Suriye demokratikleşmezse, bunun da pek anlamı olmaz. Yarın demokratik olmayan bu rejim, şununla bununla bir ittifaka girer, yine Kürtlere saldırır. Bu açıdan bu konferans hem Kürtlerin birliğini yaratmalı hem de Suriye’nin demokratikleşmesi konusunu da önemsemelidir. Bu konuda rolünü oynamalıdır.
KAPİTALİZME KARŞI MÜCADELE SADECE İŞÇİLERİN DEĞİL TÜM İNSANLARIN MÜCADELESİDİR
1 Mayıs’ı değerlendirmeden önce; 1 Mayıs’ın anlamı, temeli olan, 4 işçi devrimcinin Amerika’da idam edilmesinden bugüne 1 Mayıs kutlamalarında, işçi mücadelelerinde şehit düşen tüm şehitleri minnetle, saygıyla anıyorum. Türkiye’de 1977 1 Mayıs’ında 34 devrimci ve yurtsever katledilmişti. Onları da saygı ve minnetle anıyorum.
Ben de o çatışmanın içindeydim. 1 Mayıs olayının içindeydim, göbeğindeydim tam. Hatta birçok yaralıyı, şehit düşenleri taksilere, kamyonetlere koyduk, hastanelere göndermeye çalıştık. Onun canlı tanığıyım. Ondan sonra yine 1 Mayıs günlerinde şehadetler oldu.
1 Mayıs’a bugüne kadar geldiysek, 1 Mayıs hep var olduysa, hep kutlandıysa, her yıl daha güçlü biçimde kutlandıysa, bunda tabii mücadele veren emekçilerin ve bu mücadele içinde şehit düşenlerin büyük desteği, katkısı, emeği vardır. Bunu böyle bilmek gerekiyor. Bu 1 Mayıs’ta şehitleri anarken, 2 Mayıs’ta İbrahim Bilgin ve Mehmet Karasungur’un şehadeti var; onları da saygıyla, minnetle anıyorum.
1 Mayıs bizim için önemli. 1 Mayıs’ı biz artık sadece bir İşçi Emekçi Bayramı olarak görmüyoruz. Evet, emekçilerin dayanışma günüdür. Ama aynı zamanda bir toplumculuk günüdür, bir sosyalizm günüdür. Böyle görmek lazım. Sosyalizm bayramıdır 1 Mayıs. Zaten işçilerin dayanışma günü derken, emekçilerin, o 1 Mayısları ortaya çıkaran mücadelelerin hepsi sosyalisttir. Sosyalist düşünceli oldukları için bu emekçi mücadelesinde öncülük yapıyorlardı ve şehit düşüyorlardı.
Bugün de dayanışma günü olarak 1 Mayıs’ın toplumsal zemini daha da genişlemiştir. Çünkü kapitalist modernite artık tüm toplumun düşmanı hâline gelmiştir. Sadece işçileri değil, bütün toplumu yok eden, ortadan kaldıran bir kapitalist modernite gerçeği var. Toplumu çürüten, ortadan kaldıran, kültürü çürüten, hiçbir insani ve toplumsal değer bırakmayan bir kapitalist modernite gerçeği, insanlık düşmanı bir kapitalist sistem var. Bu açıdan toplumsal zemini genişlemiştir.
Aslında bir nevi kapitalizme karşı mücadele, sadece işçilerin mücadelesi değil, bütün insanların mücadelesidir. Özellikle başta kadınlar olmak üzere bütün insanların mücadelesi sahneye gelmiştir. Yine ekolojik toplum isteyenlerin mücadelesi sahneye gelmiştir.
Bu yönüyle 1 Mayıs’ı değerlendirirken daha kapsamlı, daha geniş boyutta değerlendirmek gerekiyor. Bütün toplumun özgürlük mücadelesi, demokrasi mücadelesi, kapitalist moderniteye karşı demokratik sosyal mücadele olarak ele alınmalıdır. Sadece bir dayanışma günüyle sınırlamak yetmez.
BU 1 MAYIS’IN BİR HEDEFİ DE OLMALI
Bir hedefi de olması gerekiyor. Evet, emekçilerin dayanışma günüdür, doğru. Ama artık bugünün bir hedefi olması gerekiyor. Çünkü bugün de şehit düşenler, bugünleri, 1 Mayıs’ları bugünlere kadar getirenler hep kapitalizmin bu kötülüğünü ortadan kaldırıp daha toplumcu bir dünya, yani demokratik sosyalist bir dünya yaratmak için mücadele verdiler. Bir defa bunu gerçekten belirtmek gerekiyor.
Türkiye’de de 1 Mayıs’lar gerçekten büyük mücadele günleri oldu. Belki de dünyada 1 Mayıs’ı en fazla sahiplenen ülkelerin başında Türkiye gelir. Türkiye derken, Kürtler ve diğer bütün halkları kastediyorum. Kürtler de 1 Mayıslara her zaman sahip çıktılar, 1 Mayıs mücadelesinin hep içinde yer aldılar.
Bu yönüyle bu yılki 1 Mayıs’ı da daha anlamlı yürütmek lazım. Nasıl? Bugünkü 1 Mayıs’ı gerçekten kapitalist moderniteye karşı büyük bir halkların, emekçilerin, kadınların bir ittifakının mücadelesi olarak, demokrasi mücadelesi olarak görmek lazım. Bu yönüyle demokrasi mücadelesi aynı zamanda mevcut iktidara karşı da bir mücadeledir. İktidara karşı bir ittifak mücadelesidir. Çünkü mevcut iktidar hâlâ demokrasiye karşı direniyor. Demokratik olmayan yaklaşımları var. Yeni tutuklamalar var. Antidemokratik uygulamalar var. Bu bakımdan 1 Mayıs aynı zamanda bu antidemokratik uygulamalara karşı da bir mücadele oluyor.
1 MAYIS’TA ÖNDER APO’NUN ÇAĞRISI GÜÇLENDİRİLMELİDİR
Diğer yandan bu 1 Mayıs’ı Önderliğin Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nın da yükseldiği alanlar hâline getirmek gerekiyor. Çünkü barış ve demokratik toplum sadece Kürtlerin çabasıyla gerçekleşecek bir durum değildir. Bütün Türkiye halklarının, emekçilerin, kadınların mücadelesiyle demokratik toplum yaratabiliriz. Demokratik toplum demek, demokratik Türkiye demektir. Örgütlü topluma dayalı bir demokratik Türkiye yaratmak demektir.
Demokratik toplum böyledir. Örgütlü toplum, mücadele eden toplum demektir. Aslında kapitalist moderniteye karşı alternatif bir demokratik toplum yaratmadır.
Demokratik toplum yaratmanın en temel hedeflerinden biri kapitalist moderniteye karşı mücadeledir. Bunun da böyle görülmesi lazım. Bu yönüyle 1 Mayıs’ta Kürt halkı her yerde 1 Mayıs kutlamalarına çok güçlü biçimde katılmalı.
Demokratik toplumu yaratmak açısından Türkiye’deki emekçilerle, kadınlarla ortak bir duruş göstermeli. Ortak bir tutum ortaya koymalı. Böylelikle Önder Apo’nun Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nı güçlendirmelidir.
Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı, ancak demokratik güçlerin çabasıyla, desteğiyle güçlenebilir, sonuca ulaşabilir. Sadece iktidardan beklemek yanlıştır. En fazla da demokratik güçlerden, sosyalistlerden, emekçilerden destek alarak, onlarla birlikte demokratik toplum mücadelesini büyütmek ve bu süreci başarıya ulaştırmak gerekiyor.
Bu yönüyle ben tüm Kürt halkını 1 Mayıs meydanlarına çağırıyorum. Şimdiden herkesin 1 Mayıs’ını kutluyorum, mücadelelerinde başarılar diliyorum."