Türkiye İnsan Hakları Dava Destek Projesi (Turkey Human Rights Litigation Support Project - TLSP), Avrupa Demokrasi ve Dünya İnsan Hakları Avukatları Derneği (European Association of Lawyers for Democracy and the World Human Rights - ELDH), Demokrasi ve Uluslararası Hukuk Derneği e.V. (Association for Democracy and International Law e.V. - MAF-DAD) ile Londra Hukuk Grubu (London Legal Group - LLG) adlı uluslararası hukuk örgütleri, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne Gurban Dava Grubu ile ilgili hukuki görüş sundu.
Hukuk örgütleri tarafından Bakanlar Komitesi’ne sunulan bu görüşün, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin, Gurban grubuna ilişkin (Hayati Kaytan, Civan Boltan, Emin Gurban ve Önder Apo) verdiği kararların uygulanmasıyla ilgili olduğu basına yansımıştı.
Hukuki bildirimin hazırlanmasında yer alan MAF-DAD üyesi, hukukçu Rengin Ergül, Türkiye’nin problemli argümanları ile hukuk örgütlerinin karşı argümanlarına ilişkin ajansımıza değerlendirmelerde bulundu.
‘HÜKÜMET, İSTİSNAYI AÇIKLAYAMIYOR’
MAF-DAD, ELDH, TLSP ve LLG gibi uluslararası hukuk örgütleri, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne geçtiğimiz hafta hukuksal bildirimde bulundu. Siz de bu bildirimin hazırlanmasında emek sarf ettiniz. Türkiye’nin Bakanlar Komitesi’ne sunduğu Eylem Planı’nda ne tür problemler vardı?
Türkiye’nin eylem planı, geçmiş yıllarda verdiği eylem planlarından farklı değildi. Aynı argümanları yine sıralamıştı. Türkiye, şartlı tahliye mekanizmasının olduğunu, şartlı tahliyenin yasada düzenlediğini iddia ediyor. Evet, bu doğru. Biz zaten, ağırlaştırılmış müebbettin belli suçlar -devletin “terör suçları” dediği kapsam içinde- “ölünceye kadar infaz” olduğunu her bildirimde yazıyoruz.
Bunun da infazda ayrımcılık olduğunu ve infazda eşitlik ilkesini ihlal ettiğini her bildirimde yazıyoruz. O yüzden Türkiye, bir şartlı tahliye sisteminin olduğunu iddia etti bu bildirimde. Ve tabii bu iddianın altında, yeniden istisnaları sayarak istisna kanun maddelerini sayarak sadece bu maddeler bağlamında ağırlaştırılmış müebbettin ölünceye değin infaz edildiğini ifade etti.
Bunu da yine aynı argümanlara bağlayarak, istisna bir rejim olduğunu iddia etti. Daha önceki bildirimlerde de sivil toplum örgütleri ifade etmişlerdi. Yani Türkiye’nin daha önce Birleşmiş Milletler toplantısında, Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Komite toplantısında, muğlak da olsa verdiği bir rakam vardı; ağırlaştırılmış müebbet hükümlülerinin cezaevi oranının yüzde 1,24 olduğunu iddia etmişti Adalet Bakanlığı temsilcisi.
O günün koşullarıyla bu sayı, dört bini aşkın ağırlaştırılmış müebbet hapis hükümlüsüne tekabül ediyor. Bu dört bini aşkın ağırlaştırılmış müebbet hükümlüsünün hepsinin infazı ölünceye değin değil; ancak bunun ne kadarının “ölünceye kadar infaz” olduğuna dair bir istatistik paylaşılmadığı için, biz bu rakamı kullanmak zorundayız.
Dolayısıyla bu rakamın kendisi, istisna olmadığını ortaya koyuyor. Kaldı ki hükümet, istisna olduğunu iddia ediyorsa, kendisi aslında bunun istisna olduğunu rakamlarla ifade edebilir. Sadece kanun maddeleriyle ortaya koyması, zaten bilgiyi ortaya çıkarmak istemediğini gösteriyor.
Bir diğer nokta ise, hükümet yargı stratejisi, yargı reformundan bahsediyor; ancak bu yargı stratejisi, yargı reformunda ağırlaştırılmış müebbete, umut hakkına dair bir düzenleme olmadığını biliyorsunuz. Hatta yakın zamanda hasta mahpuslarla ilgili bir “iyileştirme” iddiası altında yapılan bir düzenleme vardı; orda bile madde “ağırlaştırılmış müebbet hariç” cümlesiyle başlıyordu.
Dolayısıyla bu noktada da hükümetin eylem planını iç kamuoyunda uygulamadığı ortaya çıkıyor.
‘ANAYASA MAHKEMESİ KARAR VERMEDİ’
Bu Eylem Planı’nda hükümet, Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yolu olduğunu tekrar etmişti. ‘Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolu var ve bu etkili yoldur. Ağırlaştırılmış müebbet alanlar da bu yol üzerinden başvurabilir’ diyor hükümet.
Ancak biliyoruz ki Anayasa Mahkemesi, bugüne kadar ağırlaştırılmış müebbet ile ilgili bir hüküm kurmadı. Umut hakkına dair bir hüküm kurmadı ve özellikle Öcalan, Gurban ve bu dava grubundaki kişilerin Anayasa Mahkemesi başvuruları derdest; hâlâ mahkeme önünde. Karar verilmedi.
Yani hükümetin aslında genel olarak argümanları bunlardı: Bir şartlı tahliye sistemi olduğu, ölünceye değin infazın istisna olduğu, yargı stratejisi ve yargı reformu olduğu, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yolu olduğu gibi kendini yinelediği ve aslında adım atmadığını da diplomatik bir dille manipüle etmeye çalıştığını görüyoruz.
‘TÜRKİYEDEKİ YASALAR AİHM İÇTİHATLARIYLA UYUMLU DEĞİL’
Avrupalı kurumlar olarak hukuki bildirimde bulundunuz. Henüz bildirim metni kamuoyuna açıklanmadı ancak komitenin sitesinde içeriğini görme imkânımız olacak. Ancak bize, bildirimde hangi başlıkların öne çıktığı hakkında biraz bilgi verebilir misiniz?
Biz bu noktada Avrupalı kurumların dahiliyetini şöyle önemli görüyoruz. Az önce de söylediğim gibi, devletlerin Bakanlar Komitesi’ni manipüle etme pratikleri var. Ve böylesi bir yetenekleri de var. O yüzden, sivil toplum örgütlerinin dahiliyeti, devletlerin kurduğu argümanların aslında doğruluğunu veya yanlışlığını ispatlama şansı veriyor. Bu noktada bütün sivil toplum örgütlerinin dahiliyeti önemli.
Türkiyeli örgütlerle uzun süredir bildirimde bulunuyorduk. Bu sefer Avrupalı hukuk örgütleriyle bir bildirim sunduk. Ve burada şunu, ‘AİHM’in içtihadını yineleyerek, AİHM’in koyduğu kriteri yineleyerek Türkiye’deki mevcut yasal düzenlemelerin ve pratiğin bununla uyumlu olmadığını’ ifade ettik.
Özellikle gerçekçi bir tahliye umudu, yani tahliye imkanının hem yasal hem de filli olarak mümkün olduğunu sağlayan koşulların olmadığını; 25 yıl gibi bir süreye uyulmadığını, sadece ölünceye değin infaz edilen ağırlaştırılmış müebbet cezaları değil, tahliye imkânı olan ağırlaştırılmış müebbet hapis ve müebbet hapis cezaları da infaz süreleri bakımından 25 yılın üzerinde aslında. Türkiye bu doktrini de ihlal ediyor.
Ve yine, usuli güvencelerin bulunmadığını, Türkiye’de özellikle yargısal denetime tabi periyodik bir usuli güvencenin bulunmadığını ve cezaevine ilişkin koşulların hem ağır tecrit, izolasyon koşulları hem de bilgiye erişim noktasında koşulların şeffaf olmadığını ifade ederek, aslında Türkiye’nin kararla uyumlu olmadığını, Türkiye’deki yasaların kararların çatısıyla hiçbir şekilde uyumlu olmadığını ifade ettik.
Sonrasında ise, diğer Avrupa ülkelerinde şartlı tahliye sistemlerinden örnekler oluşturduk, bunların nasıl olduğunu ortaya koyduk.
Türkiye’nin Eylem Planı’nda şöyle bir argüman da vardı bir maddede: Başka ülkelerde de ağırlaştırılmış müebbet ve ölünceye değin hapis cezasının olduğunu iddia ediyordu. Ancak başka ülkelerde, yani Avrupa Konseyine üye ülkeler, AİHM içtihatlarıyla uyumlu hale getirdi mevzuatlarını.
Tabii ki bir insan hakları hukukçusu olarak benim, hiçbir ülkenin şartlı tahliye sistemine yüzde yüz sahip çıkabileceğim bir pozisyon yok. Ancak bu ülkelerde, Avrupa ülkelerinde kategorik koşullu salıverme yasaklarının olmadığını söyleyebiliriz. O yüzden bunları Türkiye açısından iyi örnek olarak, yani iyi ya da kıyaslamalı örnekler olarak sunduk bu bildirimde.
‘AVRUPA KONSEYİ’NE BAĞLI TÜM İNSAN HAKLARI MEKANİZMALARINI KULLANMAK GEREK’
Türkiye’nin, Komite’yi manipüle ettiğini belirttiniz. Türkiye, Komite’yi nasıl manipüle ediyor? Hukuk örgütleri buna karşı nasıl bir yol izlemeli?
Bu mesele sadece Bakanlar Komitesi önündeki bir mesele değil. Bakanlar Komitesi, aslında diplomatik olarak çok da bağlayıcı bir mekanizma organı değil. Evet, AİHM kararlarının icrasını denetliyor; ancak pratiğine baktığımızda, örneğin Kavala ile ilgili ihlal prosedürü var. Bu, en yüksek prosedür, en yüksek yaptırım; ama Türkiye’ye bir şey yapılmıyor.
O yüzden tüm yapıları kullanmak gerekiyor. Avrupa Konseyi çatısı altındaki tüm insan hakları mekanizmalarını kullanmak gerekiyor. Ve Bakanlar Komitesi’nde de bir göz olarak bulunmak gerekiyor. Hem Türkiyeli örgütler hem de Avrupalı örgütler açısından.
Türk devletinin, Türkiyeli örgütleri “terörle” ilişkilendirme olasılığı çok mümkün. Birçok kararlarında, bizim sunduğumuz bilirkişi raporları eğer Türkiyeli bir hukuk örgütüyse, çoğu zaman Türkiye o kişinin “terörle ilişkili olduğu” bu nedenle bilirkişilik raporunun esas alınamayacağı yönünde argümanlar kuruyor.
Bu yüzden Türkiye’deki örgütleri de koruyarak, Avrupalı örgütlerin de bu sürece dahil olması önemli hem üçüncü göz olarak hem de bu manipülasyonu engellemek için. Ama sadece burası değil; Avrupa Konseyi’ndeki bütün mekanizmalara, İnsan Hakları Komiseri’nden, Venedik Komisyonu’na, parlamenterlere kadar bütün mekanizmaları kullanmak gerekiyor.
‘TBMM YASADAKİ KATEGORİK YASAKLARI KALDIRMALI’
Ve yine Türkiye iç kamuoyunda da Meclis’in işlevsel hale getirilmesi gerekiyor aslında. Bu meselenin asıl çözüleceği yer Türkiye Büyük Millet Meclisi. Meclis’in bu yasadaki kategorik yasakları kaldırması gerekiyor. Ve demokratik bir müzakere sürecinden bahsediyorsa, Türkiye’nin öncelikle var olan yasalarına da uyması gerekir. Sonrasında ise yasalarını uluslararası sözleşmelere uyumlu hale getirmesi gerekiyor.
Bu noktada da Türkiye kamuoyuna çok ciddi iş düşüyor. Kürtlerin kendi halk önderini savunması için infaz hukukunda uzmanlık yapmasına gerek yok. Kürtler şu an demokratik müzakere sürecinde; bu müzakere sürecini dünya nezdinde yürüten Öcalan’ın özgürlüğünü talep etmeleri hukuken meşru bir taleptir, haklı bir taleptir. Ama aynı zamanda Kürt halkının talebi olarak daha da yükseltilebilir.
Hukuksal argümanları biz buradan kuruyoruz, gerekli diğer yerlerde de kuruyoruz. Sanatçısından siyasetçisine herkesin bu talebe sahip çıkması gerekiyor. Sadece Sayın Öcalan için değil; aynı zamanda Kürt halkının birçok gencinin de ağırlaştırılmış müebbet hükümlüsü olduğunu göz önünde bulundurarak, eğer demokratik bir müzakere sürecinden bahsedeceksek, bütün bu insanların infaz koşullarının düzeltilmesi ve bir an önce tahliyelerinin, fiziki özgürlüklerinin önünün açılması gerekiyor.