GÖRÜNTÜLÜ

Prof. Bozarslan: Türkiye'nin Rojava’ya dönük bütün hipotezleri çöktü

Türkiye’nin Rojava’ya yönelik tüm hipotezlerinin çöktüğünü belirten Prof. Hamit Bozarslan, “Eğer bu antlaşmanın ilkeleri hayata geçirilirse, Kürtler için büyük bir kazanım olacak” dedi.

HAMİT BOZARSLAN

8 Aralık 2024 yılında Esad rejiminin düşmesiyle birlikte, Suriye’deki siyasi ve askeri dengeler başka bir aşamaya taşındı. Rejimin çöküşü, ülkedeki çatışma ve gerginlikleri tamamen sona erdirmese de, uluslararası toplum, iktidarı ele geçiren Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) ile hızlı bir şekilde temas kurarak yeni Suriye’nin inşasına yönelik tartışmaları başlattı.


Geçiş sürecinin başına getirilen HTŞ lideri Ebu Muhammed el-Colani, hala silahlı bir grubun lideri olarak görülse de, uluslararası aktörler onun dönüşüm geçirmesini ve Suriye’nin yeniden inşa sürecinde siyasi bir figüre evrilmesini bekliyor. Ancak bu süreç, ülkenin kıyı bölgelerinden gelen Alevi katliamları haberleriyle gölgelendi ve uluslararası kamuoyunda büyük yankı uyandırdı.

Ülkedeki belirsizlik sürerken, geçtiğimiz günlerde Şam’da dikkat çekici bir diplomatik gelişme yaşandı. Geçiş hükümeti başkanı sıfatıyla HTŞ lideri Colani ile Demokratik Suriye Güçleri (QSD) Genel Komutanı Mazlum Abdi, sekiz maddelik bir anlaşmaya imza attı. Bu anlaşma, Kürtlerin anayasal haklarının tanınmasını da içeren kritik maddeler barındırıyor. Ancak, bu anlaşma, Kuzey-Doğu Özerk Yönetimi açısından ne anlama geliyor? Taraflar arasındaki bu uzlaşma, Kürtlerin yeni inşa edilecek Suriye’deki geleceğini nasıl şekillendirecek? Kürtler bu antlaşmanın bir kazananı mı? Türkiye’nin Suriye politikası çöktü mü?

Paris Sosyal Bilimler Yüksek Okulu Ortadoğu uzmanlarından Prof. Hamit Bozarslan, Suriye’de yaşanan bu gelişmelere ilişkin ANF’nin sorularını yanıtladı. 

ADEMİ MERKEZİYETÇİLİK KABUL EDİLMİŞ GİBİ DURUYOR

Esad rejiminin düşmesinin ardından ülkedeki dengeler hızla değişmeye devam ediyor. Bu süreçte, QSD Genel Komutanı Mazlum Abdi ile Suriye’de iktidarı elinde bulunduran cihatçı grup HTŞ lideri Ebu Muhammed el-Colani arasında, bir yol haritası niteliğinde 8 maddelik bir anlaşma imzalandı. Bu antlaşmayı nasıl okuyorsunuz veya bu antlaşma ne anlama geliyor?

Bu anlaşma oldukça yeni ve tarihi bir gelişmeyle karşı karşıyayız. Bu nedenle şimdiden kesin yorumlar yapmak zor. Ancak, anlaşma bağlamında Mazlum Abdi’nin vurguladığı noktaları hatırlamak önemli. Bunlardan en dikkat çekeni, ademi merkeziyetçilik (desantralizasyon) ilkesinin kabul edilmesi. Bugünkü mevcut Özerk Yönetimin değişeceği herkesin malumu. Ancak bu değişimin sınırları nasıl çizilecek? Gelecekte, daha çok Kürt vilayetlerini içeren bir Özerk Yönetimi mi olacak, yoksa Kürt bölgesini aşan daha geniş bir Özerk Yönetim mi inşa edilecek? Bu Özerk Yönetimin kurumsal yapısı ne olacak? Şu an için bu soruların net bir cevabı yok. Ancak en büyük gerilim noktası, bir milis rejimi olarak tanımlayabileceğimiz HTŞ ile Kürtler arasındaki desantralizasyon meselesiydi. Mazlum Abdi’nin açıklamalarından anlaşıldığı kadarıyla, bu konuda taraflar arasında bir ortak görüş ortaya çıkmış durumda.

Anlaşmada dikkat çeken bir diğer önemli madde ise "mevcut kurumların devlete devredilmesi" meselesi. Bu madde, mevcut yapıların tamamen ortadan kaldırılması anlamına gelmiyor. Eğer devlete devredilme süreci desantralizasyon çerçevesinde gerçekleşirse, bu aynı zamanda belirli bir özerkliğin korunması ya da kabul edilmesi anlamına gelmekte. Ancak dediğim gibi, bu süreci kesin olarak değerlendirmek için henüz çok erken. Anlaşma metni oldukça kısa; Kürt meselesini ve Kürtlerin Suriye'deki statüsünü, Kürt varlığını kabul eden, bunların anayasal bir çerçevede güvence altına alınması gerektiğini belirten bir metin. Bunun ötesinde şu an için daha ileri yorum yapmak mümkün değil. Ancak eğer desantralizasyon gerçekten kabul edildiyse bu, Kürt kurumlarının bir şekilde korunacağı anlamına gelmekte. Bu yapının isminin ne olacağı şu an için belirsiz.

Öte yandan, son derece dikkatli olunması gerekiyor. Lazkiye’de yaşananları gördük. Burada yaşananlar büyük bir kırım. Beşar Esad yanlılarının harekete geçmesi, bin sivilin öldürülmesini hiçbir şekilde meşrulaştırılamaz. Bu, Osmanlı ve Türk tarihindeki büyük katliamları ve Alevi kırımını hatırlatıyor. Daha da önemlisi, HTŞ bu katliamın sorumluluğunu üstlenmiyor. Bu tutum, ya HTŞ’nin diğer milis güçler üzerinde kontrol sağlayamadığını ya da bu konuda son derece ikiyüzlü bir tutum sergilediğini gösteriyor. Önümüzdeki süreçte güçlenen bir rejimin Kürtlere yönelik farklı bir strateji izleyip izleyemeyeceğini bilemiyoruz. Bu yüzden Kürtlerin son derece dikkatli olması gerekiyor. ABD’nin bölgedeki varlığı ise Kürtler açısından önemli bir güvence oluşturuyor en azından şimdilik. Ancak bunun ne kadar süreceği belirsiz. Yine de şu an için ABD’nin bölgede kalmaya devam etmesi, Kürtler açısından bir garanti.

KÜRTLER İÇİN BÜYÜK KAZANIMA DÖNÜŞEBİLİR

Kürt varlığının yok sayıldığı bir dönemden, Kürtlerin tüm haklarının anayasal güvence altına alınmasının tartışıldığı bir sürece girmiş bulunuyoruz. Anlaşmanın önemli maddelerinden biri şöyle ifade ediliyor: “Kürt toplumu, Suriye devletinin yerli bir topluluğudur ve Suriye devleti, onların vatandaşlık hakkını ve tüm anayasal haklarını garanti altına almaktadır.” Özellikle bu madde başta olmak üzere, üzerinde mutabık kalınan metnin bütününe baktığımızda, bu anlaşma Kürtler açısından bir kazanım olarak değerlendirilebilir mi?

Eğer bu prensipler hayata geçirilirse, Kürtler açısından büyük bir kazanım olacaktır. Çünkü bu madde, Kürtlerin Suriye’nin yüzyıllık tarihinde ilk kez ülkenin temel unsurlarından biri olarak kabul edilmesi anlamına geliyor. Bu da Suriye'deki Kürt entelektüellerinin ve siyasi hareketlerinin uzun yıllardır hedeflediği bir olguydu. Tarihsel perspektiften bakıldığında, özellikle 1920'ler ve sonrasında 1950'lere ve 60'lardaki radikalizmler göz önüne alındığında Kürtler, ikili bir radikalizm içinde yer aldı: Bir yandan Suriye toplumunun bir parçası olmayı hedefleyen bir Suriye radikalizmi, diğer yandan Kürdistan’ın bir parçası olmayı amaçlayan bir Kürt radikalizmi. Bu durum çok önemli. Yani Kürtlerin Suriye’nin bir parçası olarak kabul edilmesi, fakat aynı zamanda Kürt olarak kabul edilmeleri. Kürt olarak kabul edilmek aynı zamanda Kürdistani olarak kabul edilme anlamına da gelmekte.

Benzer bir süreci Irak’ta da görmek mümkün. 2000’li yıllarda Irak’ta hem “yeniden Iraklılaşma” hem de “yeniden Kürdistanileşme” süreci yaşandı ve bu iki süreç birbiriyle bağlantılıydı. Eğer Kürtler anayasal haklarla Suriye’nin bir parçası olarak görülürse, bu durum onlar açısından tarihi bir gelişme olacaktır. Ancak dikkatli olmak gerekiyor. HTŞ şu an oldukça zayıf ve bir milis gücünün tam anlamıyla bir devlete dönüşmesi oldukça zor görünüyor. HTŞ’nin laik, demokratik ve çoğulcu bir Suriye hedefi olup olmadığı belirsiz. Dahası, HTŞ’nin diğer milis güçleri kontrol altına alıp alamayacağı da şüpheli. Basında yer alan bilgilere göre, Alevi katliamlarını gerçekleştiren bazı milisler aynı zamanda Efrin’deki etnik temizlikte rol oynayan gruplardan oluşuyor. Bu milislerin bir kısmı Türkiye destekli. Ankara tarafından beslenen, silahlandırılan paralı askerlerden oluşuyor.

HTŞ’nin bu grupların varlığına son vermesi gerekiyor. Sadece silahları yok etmekten bahsetmiyorum, bu grupların varlığına son vermesi gerekir. Bunu başarabilecek mi, belirsiz. Bu yüzden Kürtlerin, mümkün olduğunca anayasal süreci ilerletmeye ve ademi merkeziyetçi bir Suriye’nin oluşmasını sağlamaya odaklanmaları gerekiyor. Ancak bunu yaparken geleceğin belirsizliğini göz önünde bulundurup, son derece dikkatli hareket etmeleri şart.

ANAYASAL PRENSİPLER ÜZERİNDEN ŞEKİLLENECEK BİR SURİYE OLMAYACAK

QSD Genel Komutanı Mazlum Abdi’nin, Şam’a gitmeden önce Özerk Yönetim içindeki farklı etnik ve dini gruplarla bir görüşme gerçekleştirdiği belirtiliyor. Anlaşmanın maddelerinden biri ise, dini ve etnik köken gözetmeksizin tüm Suriyelilerin yetki ve sorumluluk temelinde siyasi sürece ve devlet kurumlarına katılım hakkını garanti altına alıyor. Aslında, bu madde Rojava’daki sistemin özeti niteliğinde. Peki, bu maddenin hayata geçirilmesi mümkün mü? Rojava modeli, Suriye’nin tamamına yayılmak mı isteniyor?

Sanıyorum ki geleceğin Suriye’si yalnızca anayasal prensipler üzerinden şekillenen bir ülke olmayacak. Farklı bölgelerde, farklı toplumsal ve siyasi formüllerin uygulanabileceği çok katmanlı bir yapı söz konusu olabilir. Örneğin, Hıristiyanlara baktığımızda, belirli bir toprak zeminine sahip olmadıklarını görüyoruz. Yoğunlaşmış bir Hıristiyan nüfus bölgesinden söz etmek mümkün değil. Ancak, onların haklarının korunması ve temsiliyet haklarına sahip olması gerekiyor. Dürzüler ise çok farklı bir konumda. Sınır bölgesinde yaşayan, tamamen Arap kimliğine sahip olmalarına rağmen hem teritoryal hem de dini özgünlüğe sahip bir topluluk. Alevilere geldiğimizde ise, onların belirli bir bölgesel tabana sahip olduğunu ancak bu bölgede aynı zamanda yoğun bir Sünni nüfusun da yaşadığını görüyoruz.

Kürdistan’a, yani mevcut Rojava’ya baktığımızda ise ikili bir Rojava’dan söz edebiliriz. Birincisi, büyük ölçüde Kürt nüfusun yaşadığı Rojava; ikincisi ise Kürt güçlerinin kontrolü altındaki, ancak Kürdistan’ın sınırlarını aşan geniş Özerk Bölge. Kürtler, başlangıçta Rakka’ya gitmek istemezlerdi ancak DAİŞ’in ikinci başkenti olması nedeniyle kentin ele geçirilmesi kaçınılmazdı. DAİŞ’in ortadan kaldırılması için Rakka’yı ele geçirmek gerekti.  Peki, Kürt hareketi gelecekte Rakka’yı elinde tutmak ister mi? Ya da eğer oradaki Arap toplumu Özerk Yönetimin devam etmesini talep ederse, Kürtler bölgeden çekilir mi? Şu an için bu soruların net bir yanıtı yok.

Bu nedenle temsil meselesi, tek bir formülle çözülebilecek bir konu değil. Eğer Lazkiye’de olduğu gibi şiddetle sabote edilmezse, farklı bölgelerde farklı formüllerin uygulanabileceği uzun vadeli bir sürece tanıklık edeceğiz. Bu formüllerin hemen hayata geçirilmesi mümkün değil. Büyük ihtimalle 2030’ları, hatta 2035’leri düşünmek gerekecek. Kürtlerin en büyük avantajı, 12 yıldır kendi kendilerini yönetiyor olmaları. Kurumsallaşma açısından diğer gruplara kıyasla çok daha ileri bir noktadalar. Belediyeler, okullar, hastaneler mevcut ve eğitimde Kürtçe öğretiliyor. Kürdistan’da üç üniversite bulunuyor. Ancak, tüm bu gelişmelere rağmen geleceğin Suriye’sinin nihai haritasının belirlenmesi zaman alacak.

ABDULLAH ÖCALAN ŞAM’I İŞARET ETMİŞTİ

Özerk Yönetim yetkilileri, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Rojava’ya gönderdiği mektupla yapılan anlaşmanın uyumlu olduğunu belirterek, bu anlaşmanın Kürtlerin artık Suriye devletine ortak olduğu anlamına geldiğini ifade etti. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Öcalan’ın mektubunun içeriğini tam olarak bilmediğimiz için doğrudan bir yorum yapmak zor. Ancak edindiğim bilgilere göre, Öcalan'ın “Kürtlerin kalkıp güçlerini Tişrin Barajı’nda tüketmeleri için bir neden yok. Kürtlerin Şam’a gitmesi gerekiyor” şeklinde bir ifadesi olduğu söyleniyor. Yani birçok sorunun yalnızca silahlı mücadele yoluyla değil, doğrudan Şam’da temas kurarak ve müzakere ederek çözülmesi gerektiğini işaret etmiş olabilir. Sanıyorum bu noktada görüş belirtmiş olabilir. Bu nedenle, yaşanan gelişmelerin Öcalan’ın beklentileri ya da dilekleri doğrultusunda şekillenmiş olabileceği düşünülebilir.

Kürtlerin “devlete ortak olması” söylemi ise büyük ihtimalle Kürtlerin anayasal olarak Suriye’nin bir bileşeni haline geldiği anlamına geliyor. Üstelik bu bileşenlik oldukça yüksek bir düzeyde de olabilir. Örneğin, Mazlum Abdi’nin gelecekte önemli bir Suriye generali olup olmayacağını kesin olarak bilemiyoruz. Mazlum Abdi, Suriye ordusunda Kürt kimliğini inkar etmeden hatta Kürt birliklerini de koruyarak bir konuma sahip olursa bu oldukça önemli bir gelişme olur.

Benzer bir durumu Irak Kürdistanı’nda da görüyoruz. Elbette orada da ciddi sorunlar yaşandı ve hala çözüm bekleyen meseleler var, özellikle Kerkük meselesini unutmamak gerekiyor. Ancak öte yandan, Kürtlerin Irak siyasetindeki rolü belirleyici. Bugün Irak’ta bir hükümetin kurulabilmesi için Kürtlerin desteği kritik önemde. Kürtler hem kendi parlamentolarına sahipler hem de Irak parlamentosunda önemli bir ağırlıkları var.

TÜRKİYE’NİN BÜTÜN HİPOTEZLERİ ÇÖKTÜ

Kürt tarafı, Rojava’nın statüsüne ne kadar sahip çıkıyorsa, Türk devleti de Suriye savaşının başından bu yana bölgedeki Kürt varlığını ortadan kaldırmaya yönelik bir siyaset izledi. Son gelişmelerde de Rojava’daki askeri yapı sürekli bir gerekçe olarak öne sürüldü. Ancak yapılan bu anlaşmayla, bir anlamda Türk devletinin bu gerekçeleri boşa çıkarılmış oldu. Bu durum, Türkiye’nin Rojava ve Suriye politikasının çöküşü anlamına mı geliyor?

Evet, bu noktada haklısınız. Türkiye’nin Suriye’de Kürt meselesinin olmadığı yönündeki hipotezleri çöktü. Elimizde, El-Şahra’nın imzasını taşıyan 8 maddelik bir anlaşma var. Bir anlaşmanın varlığı, Suriye’de bir Kürt olgusunun kabul edildiği anlamına gelir. Üstelik bu anlaşmayı imzalayan kişi Türkiye’nin “terörist başı” olarak tanımladığı Mazlum Abdi. Bu durum, aynı zamanda Mazlum Abdi’nin meşru bir Suriye siyasi aktörü olarak tanındığını gösteriyor. Mazlum Abdi, hem meşru bir Kürt aktörü, yani Kürtleri temsil eden bir aktör hem de mevcut haliyle Özerk Yönetimi temsil eden bir aktör konumunda. Ancak bu, yalnızca Kürdistan ile sınırlı bir durum değil; aynı zamanda Suriye'nin genelinde de meşru bir aktör olarak kabul edilmesi anlamına geliyor.

Bu noktadan bakıldığında, sizin de belirttiğiniz gibi, Türkiye’nin bölgeye dair okuması, dayatmaları ve şiddet stratejisini meşrulaştırma çabaları çöktü. Öte yandan, Türkiye’de köklü fikri sabitler ve radikal milliyetçi bir anlayış var. Bu anlayış, nasıl bir tepki verecek, bunu kestirmek zor. Eğer Türkiye rasyonel bir tutum sergileseydi, bu gelişmeleri olumlu karşılar ve selamlardı, hatta Rojava’nın varlığını kabul ederdi. Rojava’yı kazanarak Suriye’yi kazanmaya çalışırdı. Çünkü Suriye’de etkili olmak isteyen bir güç -etik kaygıları bir kenara bırakarak tamamen jeostratejik açıdan değerlendirdiğimizde- gidip Rojava’yı kabul ederdi. Rojava’nın meşruiyetini kabul eden bir dış güç Suriye’de çok daha önemli bir konuma sahip olabilir. Fakat burada bir rasyonalite meselesi var. Türkiye’deki mevcut iktidar bu rasyonalite erkine varabilecek mi? Bunu kestirmek güç.

HUKUKİ STATÜYE DÖNÜŞMESİ GEREKİR

QSD Genel Komutanı Mazlum Abdi ile geçiş hükümetinin başındaki HTŞ Lideri Colani arasında imzalanan anlaşmada ABD ve bazı uluslararası güçlerin de rol aldığı belirtiliyor. Bu güçlerin anlaşmaya ön ayak olması, Rojava’nın statüsünün uluslararası düzeyde tanınmaya başladığını göstermez mi?

Evet, şimdilik böyle bir noktadayız, ancak bu tanınma henüz resmi bir boyuta ulaşmış değil. Anlaşmanın imzalanmasından iki gün önce, Amerikan temsilcisinin Mazlum Abdi ile görüştüğü ve önemli müzakerelerin yapıldığı biliniyor. Büyük ihtimalle bu görüşmeler, ABD’nin bölgedeki nüfuzunun devam edip etmeyeceği ve Şam’la ilişkilerle ilgiliydi. Ayrıca, Mazlum Abdi'nin bir ABD helikopteriyle Şam’a giderek bu belgeyi imzaladığı belirtiliyor. Tüm bunlar, şimdilik bir tanınma olgusunu göstermekte. Ancak esas mesele bu de facto (fiili) tanınma olgusunun de hukuki bir statüye dönüşmesi. Yani devleti, devletleri ve uluslararası toplumu angaje eden bir hukuki formül olarak kabul edilmesi. Çünkü yalnızca fiili bir tanınma olduğunda, geleceği belirsiz kalabiliyor. Bu nedenle Kürtlerin burada da oldukça dikkatli hareket etmesi gerekiyor.

Gelecek hala belirsiz; nasıl şekilleneceğini kestirmek zor. ABD’nin bölgedeki varlığı bu yüzden büyük bir stratejik önem taşıyor. Bu süreçte dikkatli ve temkinli olunması gerekiyor. Öte yandan, Türkiye’nin son on yıldır dile getirdiği söylemler büyük ölçüde çöktü. Eğer Türkiye’nin desteklediği Şam yönetimi Mazlum Abdi’yi muhatap alıyor, onunla bir anlaşma imzalıyor ve onu Suriye’nin meşru aktörlerinden biri olarak kabul ediyorsa, Türkiye’nin bu durumu “teröristle müzakere” olarak nitelendirme şansı kalmıyor.