Gültan Kışanak: Sürecin bekletilmeye tahammülü yok, adım atılmalı
Siyasetçi Gültan Kışanak, Önder Apo’nun özgürlüğü başta olmak üzere, Kürt sorunun çözümü için yasal ve hukuki düzenlemeler için adım atılması gerektiğini vurguladı.
Siyasetçi Gültan Kışanak, Önder Apo’nun özgürlüğü başta olmak üzere, Kürt sorunun çözümü için yasal ve hukuki düzenlemeler için adım atılması gerektiğini vurguladı.
Önder Apo’nun 27 Şubat’ta yaptığı “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”nın ardından başlayan süreç, önemli gelişmelerle ilerliyor. PKK’nin 5-7- Mayıs tarihlerinde gerçekleştirdiği 12. kongresinde “çalışmalarını sonlandırma” kararı almasının ardından bir grup gerilla, Önder Apo’nun 19 Haziran’daki çağrısı üzerine, Federe Kürdistan Bölgesi’nin Süleymaniye kentinde bulunan Şikefta Casenê'de silahları imha töreni düzenledi.
15’i kadın, 30 gerilladan oluşan "Barış ve Demokratik Toplum Grubu", burada silahlarını ateşe verdi.
Tarihi merasimi yerinde izleyenlerden Kürt siyasetçi Gültan Kışanak süreci ANF’ye değerlendirdi.
TANIK OLMANIN BÜYÜK SORUMLULUĞU
Silah yakma eyleminin, geleceğe dair sorumluluğun ve umutların buluştuğu bir an olduğunu ifade eden Gültan Kışanak, duygularını şu sözlerle aktardı: "Benim bireysel olarak hissettiklerimle orada bulunan topluluğun hissettikleri neredeyse birbirine benzer duygulardı. Herkes çok büyük bir duygu yoğunluğu yaşadı. Hem hüzün hem de geleceğe dair umut ve sorumluluk duygusu vardı. Gerçekten tarihsel bir andı. Bundan sonraki tarihsel gelişmelere, güçlü bir şekilde etki edecek bir andı.
O nedenle, anın kendisi çok tarihsel ve görkemliydi. O anı yaşamak, merdivenlerden inip gelişlerini ve kararlılıklarını görmek herkesi çok etkiledi. Eminim bu eylem, yüzyıllar boyunca tarihte hak ettiği yeri bulacaktır. Tarih boyunca bu an hatırlanacaktır. Bunun toplumsal ve siyasal gelişmelere olan etkisi bütün geleceğimize bir şekilde yön verecek kadar etkiliydi.
Duygu yoğunluğunun bir diğer nedeni ise geçmişin hatıralarıydı. Anın görkemi ve tarihselliği, geçmişin hatıralarıyla buluştu. Kürtlerin tarihi açısından bakarsak, sadece son 50 yıl değil, son 200 yılın acıları, travmaları, isyanları, katliamları, kayıpları ve kahramanlıkları herkesin gözleri önünden bir film şeridi gibi geçti. Duygusal olmamızın en önemli nedenlerden biri de bu geçmişin hatıralarıydı.
Oradaki insanlar, bu tarihsel çıkışa ve ana tanık oldular. Bir anlamda, o anın bir parçası oldular. Önemli tarihsel bir ana tanık olmak, büyük bir sorumluluk yüklüyor insana. Duygu yoğunluğunun en önemli nedenlerinden biri de bu sorumluluk duygusuydu. Sayın Besê Hozat’ın, Barış ve Demokratik Toplum Grubu adına okuduğu metinde, ‘Sizlerin şahitliğinde, silahlarımızı yakıyoruz’ deniliyordu. Şahit olmak, sorumluluk yüklüyor insana.
Silahları devreden çıkarma ve demokratik siyaset konusunda eylemsel bir kararlılık sergilendi hepimizin gözleri önünde. Sadece sözle değil, aynı zamanda pratikle, bir eylemle bu kararlılık gösterildi. Kolay kolay tarif edilemeyen bir atmosfer vardı. Anın tarihselliği ile geçmişin hatıralarının ve geleceğin sorumluluğunun buluştuğu büyük bir duygu ve düşünce yoğunluğu yaşadık. Geldikten sonra gördük ki, ekranlardan izleyen herkes de aynı duygu yoğunluğunu yaşamış.
O nedenle 11 Temmuz 2025, bir tarihsel dönüm noktasıdır. Toplumların, halkların hayatında bazı dönüm noktaları vardır; yeni bir duruma geçilir. Artık o gün, o andan sonra yepyeni bir duruma geçtik. Bu yeni duruma alışmak, hazırlıklı olmak, sorumlulukların gereğini yerine getirmek gibi bir durumla karşı karşıyayız."
KİMSE, SİLAHI BAHANE EDEMEZ ARTIK
Geçmişte gerçekleşen barış süreçlerini değerlendiren Gültan Kışanak, "En yakın zamanda, 2013-2015 süreci var. Ondan önce, 2009 Oslo süreci var. Bu süreçler birebir benim de tanık olduğum ve katıldığım süreçlerdi. Buradan bakarsak, 2009'da Habur'dan barış grupları geldiğinde, bu bir güven geliştirici adımdı. Toplumu barışa hazırlamak ve taraflara güven vermek, barışın mümkün olabileceğini, silahlara veda etmenin mümkün olabileceğini göstermekti.
Maalesef bu adım, hak ettiği karşılığı bulmadı ve barış için gelenleri bir süre sonra tutuklamaya başladılar. Onlar Habur'dan geldiklerinde, halk sokaklara dökülmüştü. Nedeni de şuydu: Onlar barış için gelmişlerdi, oraya gelen hakimler ise bunlara 'pişmanlık yasasından yararlanırsanız ancak tahliye kararı verebilirim, barış için geldim derseniz sizi tutuklayacağım' diyordu.
Oysa görüşmelerde, üzerinde mutabık kalınan durum böyle değildi. Silahını bırakmaya gelenler, 'Sayın Öcalan’ın çağırısı üzerine, barışa katkı sunmak için geldik' diyecekler ve onları alıp gelecektik. Demokratik yaşama, sivil hayata katılacaklardı. Böyle bir tutuklanma riski çıkınca halk, büyük bir telaşla sokaklara dökülerek bu olası tutuklamayı engellemeye çalıştı.
Bugün, 11 Temmuz’da yapılan silah yakma eylemi, tutumu aslında Habur'da yaşanan krizleri aşmak için alınmış bir karardır. Çünkü yasal bir güvence olmadan, barış için büyük bir samimiyetle geldiğinizde tutuklanabiliyorsunuz. Bunu yaşadık, önceki barış gruplarının gelişinde. Bütün bunlar deneyimlendi ve şu görüldü ki; evet kararlılık, sorumluluğun gereğini yapmak ama yasal güvencelerin de bir şekilde gündeme gelmesi gerekiyor. Bu nedenle, bu kez silahlarını bırakıp gelmek değil, silahlarını bırakıp dağa döndüler. Bu durum bile, iki süreç arasında ne kadar büyük bir fark olduğunu gösteriyor.
Bundan sonra bizim, daha çok demokratik siyasetin, güçlü bir mücadele yürüterek, o dağa dönenlerin gelip sivil, siyasal hayata katılmalarının imkanlarını yaratacak yasal düzenlemeler çıkarmamız gerekiyor. Bu örnek çok çarpıcıdır, silahlarını bırakıp buraya gelenler cezaevine girdi ve süreç bozuldu. Şimdi ise silahlar yakıldı ve yeniden dağa gittiler. Bizim, o insanların yasal ve demokratik siyasal hayata dahil olabilmesi için bir çaba ve mücadele içerisinde olup, bunun önünü açmak gibi bir sorumluluğumuz var. Böylesine farklı bir süreç olduğunu çarpıcı bir şekilde ifade edebilirim.
İzlenen yöntem itibariyle geçmişteki çözüm süreçleri, daha çok klasik dünya örneklerinde gördüğümüz çatışma çözümü modellerine uygun bir şekilde ilerliyordu. Önce bir takım güven geliştirici adımlar atılır, müzakere edilir, bir anlaşmaya varıldıktan sonra silahlar bırakılır. Ama şimdi bambaşka bir şey yaşıyoruz. En sonda yapılması gereken şeyi, Sayın Öcalan en başa aldı. Bu anlamıyla, 'neden' sorusuna hala bazı kesimlerin doğru cevap veremediğini ve anlam veremediğini görüyoruz.
Sayın Öcalan şunu gördü: Geçmiş süreçlerde her ne kadar diyalog olsa da demokratik gelişmelerin, yasal düzenlemelerin önüne, silahlar engel olarak getirilip konuluyordu. Sayın Öcalan, bu bahaneyi ortadan kaldırdı.
Sayın Öcalan, bütün tarihsel sorumluluğunu üzerine alarak çağırısını yaptı ve PKK de bu çağrıya uygun olarak hareket edip, kararlı bir duruş sergiledi. Bu süreç, sadece devletle müzakere ve barış süreci değil, aynı zamanda tüm taraflar için bir demokratik değişim ve dönüşüm sürecidir. Bu yöntem farklılığı, bu sürecin en temel karakteridir. Sayın Öcalan, bu büyük süreci yönetiyor ve yürütüyor" diye konuştu.
‘ARTIK NEDENLERİ KONUŞMALIYIZ’
Kürt halkının barış ve eşitlik talebinin iktidar tarafından sürekli 'terör' adı altında kriminalize edilmesinin yanlış bir yaklaşım olduğuna vurgu yapan Gültan Kışanak, "Hem halk açısından hem kamuoyu açısından hem de siyasal analistler açısından ortaya çıkan durum şudur: Yıllarca çok tartışıldı. PKK bir neden mi yoksa bir sonuç mudur? Devlet hep, 'Kürt sorunu yoktur, PKK sorunu vardır' dedi.
Bu argümanla, Kürtlerin temel hak ve özgürlüklerine, siyasal taleplerine dair her sözü, her eylemi, her duruşu kriminalize edildi. Dünya kamuoyunda da bu propaganda yapıldı. Aslında bu adımın en önemli nedeni de Kürtlerin üzerine yapıştırılmak istenen bu 'terörist' yaftasının çıkarılıp atılmasıdır. Ve bir daha kimsenin bunu söyleyemeyecek duruma gelmesidir. Bu da yeni sürecin temel karakteridir. Geline noktada, Türkiye'deki yaşayan halklar, hepimiz ve devlet, artık Kürt sorununu çıplak bir halde, tarihsel nedenleriyle, hukuksal ve siyasal nedenleriyle konuşmak, tartışmak ve çözmek durumundayız.
Demek ki PKK, neden değil, bir sonuçtur. Ortada bir Kürt sorunu var. Atılan bu adımla herkes şunu gördük ki, aslında PKK bir sonuç. Kürt halkının varlığının inkâr edilmesi, hak ve özgürlüklerinin tanınmaması, kendisini bir halk olarak tarih boyunca yaşatabilecek imkanlardan yoksun olması, dilini, kimliğini, kültürünü gelecek nesillere aktarabilme imkanlarından yoksun olması, katliam, inkar ve asimilasyon kıskacında olması derin bir sorundu. Ve PKK bu koşullarda ortaya çıktı.
Bu nedenle geçen süre içerisinde her ne kadar bizlere, yürütmek istediğimiz özgürlük mücadelesine, demokratik siyaset mücadelesine 'terörist' yaftası sürmek isteseler de hakikat bir kez daha tüm yalın haliyle ortaya çıkmıştır. PKK ve silahlar, Kürt sorununun ortaya çıkardığı bir sonuçtur. Kürt sorunu orta yerde durduğu sürece, bu riskin her zaman var olabileceğini de bilmek gerekiyor. Çünkü çözülmeyen sorunlar, yeni sorunlar üretir.
11 Temmuz silah yakma töreninden sonra Erdoğan'ın yaptığı açıklamada, her ne kadar kendi döneminde yapılan hak ihlallerine dikkat çekmese de Kürtlere yapılan ağır hak ihlallerini sıraladı. Şimdi bizim, bu nedenleri daha açık bir şekilde konuşup tartışmamız gerekiyor" ifadelerini kullandı.
‘YASAL DÜZENLEMELER YAPILMALI’
Bundan sonraki süreçte devletin atacağı adımlara dikkat çeken Gülten Kışanak, konuşmasına şu sözlerle devam etti: "Yapılacak çok iş var. Bunların hepsi bir anda tabii ki yapılamaz. Ama acil olarak yapılması gereken ve mümkün olan üç şey var:
Biri, 11 Temmuz’daki atılan adımla birlikte, gerilla “silahları devreden çıkarmak konusunda bizim hiç tereddüdümüz yok” dedi. Yeter ki siyasi ve hukuki gereklilikler yerine getirilsin. Ayrıca sadece dağdakiler de değil; on binlerce insan, bir mitinge, bir yürüyüşe, bir basın açıklamasına, anadille ilgili bir eyleme katıldığı veya Newroz’a gittiği için ‘PKK üyesi olmak ya da PKK propagandası yapmaktan’ tutuklu veya yargılanıyor. Bir o kadarı da yurt dışına gitmek zorunda kaldı.
PKK, kararlılığını ortaya koydu. Sadece söz vererek değil, bir eylemle silahları yakarak da bunu ortaya koydu. Artık burada hiçbir bahaneye sığınma imkânları yok. Acilen herkesi legalleştirecek, demokratik siyasal hayata katacak yasal bir düzenleme yapılmak durumundadır. Bu konuda, Meclis’te kurulacak yeni komisyon çok önemli, ama Meclis’in mevcut komisyonları da çalıştırılarak bu yasa çıkarılabilir.
Sürecin bekletilmeye, uzatılmaya tahammülü yok. Çok net bir şekilde sözler, eyleme dönüşmüştür. Sayın Besê Hozat'ın öncülüğünde silahlar yakılmıştır. Bu bir siyasal eylemdir, siyasal bir duruş ortaya konulmuştur. Bunun karşılığı, bir yasal düzenlemedir. Silahlarını getirip kamuoyunun gözü önünde yakıp yeniden dağa gitmek zorunda kalan insanlara “biz de hazırız” diyen bir devlet aklının ortaya çıkıp yasal düzenleme yapması ve bu insanların gelip demokratik, sivil siyasal hayata dahil olmasının imkanlarının yaratılması gerekir.
İkincisi, Kürtlerin temel hak ve özgürlükleri önündeki engellerin kaldırılması gerekiyor. Bu mesele, sadece silahtan ibaret değildir. Demokratik bir dönüşüme ihtiyaç var. Anadil önündeki bütün engellerin kaldırılması, Kürtlerin siyasal yönetime katılmalarının önündeki engellerin kaldırılması, artık acil bir ihtiyaç halindedir. Kayyum politikası, Kürtlerin iradesine yönelik ağır bir saldırıdır. Bu saldırı ortadan kaldırılmalı ve halkın yönetime katılma hakkı yasal güvenceye alınmalı.
Üçüncü ve en önemli adım, büyük bir tarihi sorumluluk üstlenerek süreci yöneten Sayın Öcalan’ın durumuna ilişkin olmalıdır. Sayın Öcalan’ın bu koşullarda kalması artık kabul edilebilecek bir durum değildir. Şu anda mevcut Türkiye’nin yasaları açısından bile bakarsak, isteseler Sayın Öcalan’ın durumunu değiştirebilirler. Yasalar buna müsait. Kaldı ki, “umut hakkı” konusunda yasal düzenleme yapmak da Türkiye’nin iç hukukunun bir gereğidir.
Ortada AİHM kararları var. Bu sürece öncülük eden Sayın Öcalan’ın tecrit altında tutulması ne hukuken ne ahlaken ne de vicdanen kabul edilebilir bir durum değildir."
‘HERKES SÜRECE DÂHİL OLMALI, SAHİPLENMELİ’
Son olarak, çözüm sürecinin barışla sonuçlanması için bütün kesimleri sorumluluk almaya çağıran Gülten Kışanak, sözlerini şöyle sonlandırdı: "Şu çağrıyı her zaman yapıyorum ve bir kez de sizin aracılığınızla tekrardan yapmak istiyorum:
Bu bir demokratik dönüşüm sürecidir. Hepimiz değişeceğiz, dönüşeceğiz. Kendimizden başlayarak bu değişimi sağlayacağız. Sayın Öcalan, son videolu çağrıda net olarak bir eleştiri ve özeleştiri sürecinden bahsetti. Bu süreçte herkesin geri dönüp, 'Ne yaptık? Ne yapmadık? Neyi eksik yaptık? Neyi yanlış yaptık? Bundan sonra neyi daha iyi yapabiliriz?' diye sorgulaması gerekiyor. Böyle bir süreç içerisindeyiz.
Bu sürecin beklemeye tahammülü yok. Herkesin kendisini bu sürece dahil edip çalışması gerekiyor. Herkes bu sürecin bir parçası olmalı. Sayın Öcalan’ın açtığı bu yolda, herkesin sorumluluk alıp irade ortaya koyması lazım. Bu sürecin bir parçası olmamız lazım. Herkesi barış ve demokratik toplum sürecine kendisini katmaya, bir parçası olmaya, varsa soruları tartışmaya, konuşmaya, anlamaya ve tarihsel sorumluluğunu yerine getirmeye davet ediyorum."