GÖRÜNTÜLÜ

Hozat: Pratikleşme Önder Apo’nun özgürlüğüne bağlı

 KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Besê Hozat, PKK’nin 12. Kongresi kararlarının ancak Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğüyle hayata geçebileceğini belirterek, “Savaşçıların elinden silahı ancak Önder Apo alır” dedi.

Sürecin bir diğer parçası olarak da demokratik siyaset hakkının tanınması, yasal ve hukuki düzenlemelerin yapılması gerektiğini belirten Besê Hozat, “Demokratik siyaset hakkı tanınmadan, yasal ve hukuki düzenlemeler yapılmadan, Önder Apo’nun özgür çalışır ve yaşar koşulları oluşturulmadan bu sürecin sağlıklı bir biçimde yürütülmesi, yönlendirilmesi ve kararların uygulanması mümkün değildir” vurgusunda bulundu.

 KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Besê Hozat, Medya Haber Televizyonunda yayınlanan özel bir programda gündeme dair şu değerlendirmelerde bulundu:  

Ben öncelikle Haki Karer yoldaş şahsında tüm Mayıs Ayı Şehitleri’ni ve özgürlük devriminin şehitlerini saygı ve minnetle anıyorum. 

Mayıs ayı, şehitler ayıdır, ismini de Haki Karer arkadaşın şehadet tarihinden alıyor. Heval Haki, Rêber Apo’nun ilk yol arkadaşıdır. Önderlik özellikleri önde olan, Önder Apo’yu en iyi ve en güçlü kavrayan arkadaşlardan biridir. Önder Apo da kendisini “gizli ruhum” olarak Haki Karer arkadaşı tanımladı. Bu anlamda partileşme de Haki Karer arkadaşın anısına geliştirildi ve onun çizgisinde mücadele bugünlere geldi. Mücadele tarihimizde apayrı bir yeri var gerçekten.

Aynı gün, 18 Mayıs İbrahim Kaypakkaya’nın da şehadet yıl dönümüdür. Amed zindanında çok büyük bir direniş geliştirdi ve vahşi bir biçimde katledildi, şehit düştü. Bu anlamda, ben tekrar Haki arkadaş ve İbrahim Kaypakkaya şahsında tüm Kürdistan, Türkiye ve dünya devrim şehitlerini saygı ve minnetle anıyorum.

DEMOKRATİK TOPLUM SOSYALİZMİNİN ESİNLEYİCİ GÜCÜ OLACAKLAR

PKK’nin 12. Kongresi’nde Fuat arkadaşın ve Rıza arkadaşın şehadeti ilan edildi. Bu yoldaşlar da Önder Apo’nun ilk yol arkadaşlarıdır. Büyük hakikat arayışçılarıdır, yolcularıdır, hakikatin kendisidir.

Mücadeleye çok çok büyük emekleri oldu. Çok büyük değerler yarattılar. Gerçekten bu yoldaşların çizgisinde mücadele çok büyük gelişmeler kaydetti. Önder Apo’nun da ifadesiyle, yeni süreçte barış ve demokratik toplum sürecinde, demokratik toplum sosyalizminin de arkadaşlar esinleyici gücü olacaktır. Arkadaşların çizgisinde bu mücadele mutlaka başarıya ulaşacaktır. Bu yoldaşların o büyük hayallerini, demokratik toplum sosyalizmini gerçekleştirerek, bunu yaratarak, oluşturarak mutlaka sağlayacağız. Hayallerine, özlemlerine, anılarına bağlı kalacağız. 

Tabii ilanı da halkımız tarafından gerçekten çok güçlü karşılandı. Tüm Kürdistan’da ve ülke dışında çok büyük anmalar oldu. Kitlesel katılımlar gelişti. Halkımız büyük bir saygı, sevgi ve minnetle andı, yad etti. Bu çok anlamlıydı. Anmalarda da gördük ki, halkımızın yüreğinde yoldaşlarımız taht kurmuş. Halkımız, yoldaşların yarattığı değerlerin hem kendi açısından hem halkımız açısından hem de insanlık açısından ne anlama geldiğini çok derinliğine kavramış. Bunu çok güzel bir şekilde ifade ettiler.

Anmalar sonrası her iki arkadaşın aileleri de halkımızın bu katılımını kutlayan, selamlayan bir açıklama yaptı. Bu konuda teşekkürlerini ifade ettiler. Aileler adına verilen kutlama ve selamlama mesajı da gerçekten çok anlamlıydı ve son derece içerikliydi.

FUAT ARKADAŞ YAŞAM VE ANLAM GÜCÜYDÜ

Fuat arkadaş, 3 Temmuz 2018’de şehit düştü. Bir eğitim akademisinde eğitim verirken hava saldırısına uğradı. Eğitim yerinde bir grup arkadaşla birlikte şehit düştü. Önderliğimizin ilk yol arkadaşlarındandır. Mücadeleye emeği gerçekten çok çok fazladır.

Heval Fuat, insanlığın ve Kürt halkının vicdanıdır. Öyle de ifade edebiliriz. Gerçekten hakikatin kendisidir. Bu anlamda Heval Fuat’ı nasıl anlatmak lazım? Yanlışa, kötüye öfkesi büyük; doğruya, iyiye, güzele de sevgisi derin olan bir arkadaştı. Her gelişme karşısında “Acaba Fuat arkadaş nasıl düşünür, nasıl değerlendirir?” derdik. Hep değerlendirmelerini, görüşlerini merak ederdik, özlerdik. Yeri hep aranan bir arkadaştı. Hep gözlerin aradığı bir arkadaştı. En zor süreçlerde büyük bir moraldi, hayat enerjisiydi, güçtü. Bu anlamda bilinçti, anlamdı. Gerçekten yaşam gücüydü, anlam gücüydü. Mücadele tarihimizde bambaşka bir yeri var.

Bazı şehadetler var ki gerçekten yerleri doldurulamaz. Bu arkadaşlar da öyle arkadaşlardır. Bu anlamda bu arkadaşların anılarını, özlemlerini, hayallerini gerçekleştirmek için çok büyük çalışmamız, çok büyük mücadele etmemiz gerekiyor. Ancak öyle onlara bağlılığımızı, gerçek yoldaşlığımızı ifade edebiliriz.

RIZA ARKADAŞ DEHA DİYEBİLECEĞİMİZ BİR YOLDAŞTI

Rıza arkadaş da çok değerli bir yoldaştı. Gerçekten çok kıvrak bir zekâsı vardı. Hep satır aralarını okuyan, kimsenin görmediğini gören; son derece zeki, neredeyse “deha” diyebileceğimiz bir yoldaştı.

Örgütleme gücü, etkileme gücü çok yüksekti. İkna kabiliyeti çok gelişmişti. Her şart ve koşulda moral vermeyi, motive etmeyi bilen, harekete geçirmeyi başarabilen bir yoldaştı.

Fuat arkadaş ve Rıza arkadaş açısından da entelektüel düzeyleri, ideolojik ve örgütsel düzeyleri çok derindi. Bu anlamda çok sayıda arkadaş eğittiler. Gerçekten derin anlamda büyük değerler yarattılar bu yoldaşlar. Anılarına bağlı kalacağız ve mutlaka hayallerini, özlemlerini gerçekleştirmenin mücadelesini vereceğiz.

Birçok arkadaş da çok anlamlı değerlendirmeler yaptı. Gerçekten bütün o değerlendirmelerde arkadaşları çok güzel ifade ettiler. Tam da öyleler. Bunu belirtebilirim.

Yine PKK 12. Kongresi’nde Sırrı Süreyya Önder’i de saygı ve minnetle andık. Biliyorsunuz, 3 Mayıs’ta yaşamını yitirdi. O da çok değerli bir insandı. Halkların özgürlük ve eşitlik temelinde kardeşliğine inanan, bu uğurda canını veren, canını ortaya koyan bir insandı. Gerçekten barış ve demokratik toplum sürecinin fedaisiydi, öncüsüydü. Çok büyük bir emeği var. Onu da tekrar saygı ve minnetle anmak istiyorum. 

ORTADOĞU’DAKİ GELİŞMELER TÜRK DEVLETİNİ ÜRKÜTTÜ

2025 yılıyla birlikte, aslında 2024’ün sonunda başlayan gelişmeler oldu. 2025’te bu gelişmeler devam etti. Gerçekten çok tarihi bir sürece girdik. Bölgede, Ortadoğu’da Üçüncü Dünya Savaşı yoğunlaştı. Bölgenin dizaynı çok ciddi biçimde gündemde. Bütün bu gelişmeleri, süreci elbette bu gelişmelerden kopuk ele alamayız. Üçüncü Dünya Savaşı’nın geldiği düzeyden, dünyada ve bölgedeki gelişmelerden, hegemonik güçlerin birbiriyle savaşından, çatışmasından, çelişkisinden, bölgedeki statükocu güçlerle yaşanan çatışmalardan ve halkların verdiği mücadeleden bağımsız ele alamayız.

Bu anlamda, kapitalist-emperyalist sistem gerçekten çok köklü bir kriz yaşıyor. Sistem sarsılıyor. Bu anlamda sistem kendisini yeniden dizayn etme sürecindedir ve bu dizayn bölge üzerinden geliştiriliyor.

Gelinen aşamada 21. yüzyılın dengeleri, siyasi sistemi yeniden dizayn ediliyor. Bu bağlamda bölge dizaynı da İsrail’in güvenliği ve çıkarları temelinde ele alınıyor ve o temelde yeniden düzenleniyor. İsrail, bölgede giderek temel hegemonik güç haline geliyor. Tüm bölge üzerinde de etkisi giderek artıyor. ABD, İngiltere ve Batı’nın da ciddi desteğiyle bu gerçekleşiyor.

Bu gelişmeler doğrudan Kürtleri de ilgilendiriyor. Çünkü Kürtler de tüm bu dizaynın içindedir. Bu gelişmelerin, savaşın tam merkezindedir. İsrail, ABD başta olmak üzere bütün bu güçlerin de Kürtler üzerinde ciddi hesapları ve planları var. Bu dizaynda, kendi menfaatleri, çıkarları temelinde, İsrail’in güvenliği temelinde Kürtlere de bir yer vermek isteyen bir politika izleniyor. Bir strateji izleniyor.

Tüm bu gelişmeler elbette Türk devletini de çok ciddi anlamda etkiledi, ürküttü. Özellikle devletin beka kaygısını ciddi şekilde yaşayan kesimler içinde, devlet içindeki bazı çevreler içinde çok ciddi bir kaygıya yol açtı. Çünkü 52 yılı bulan özgürlük mücadelesi çok büyük değerler ortaya çıkarmıştı. Tüm Kürdistan’da ve bölgede insanlık açısından, tüm halklar ve toplumlar açısından çok önemli değerler ortaya çıkarmıştı. Ve tüm saldırılara rağmen, Türk devletinin yürüttüğü tüm imha saldırılarına, soykırım savaşına rağmen Özgürlük Hareketi tasfiye edilememişti. İmha planları boşa çıkmıştı. Bu anlamda çok ciddi bir darbe de yemişti Türk devleti. Hareket dimdik ayaktaydı.

Bu gelişmelerle birlikte Hareket’in mevcut dik duruşu, kendisini ayakta tutan ve dinamik bir biçimde güçlü olarak mücadeleyi sürdüren tutumu, kaygıları daha da derinleştirdi ve korkuları artırdı. Bu anlamda bütün bu gelişmeler, elbette yeniden Önder Apo’yla diyalog kurmalarına yol açtı. İmralı’da Önder Apo’yla devlet heyetinin tekrar diyaloğa geçmesi süreci başladı.

ÖNDER APO KÜRTLERİN YARATTIĞI DEĞERLERİN DİĞER HALKLARIN ALEYHİNE KULLANILMASINI İSTEMİYOR

Önder Apo, bu durumu kıymetli buldu. Devlet Bahçeli’nin yaptığı çağrılar vardı. Devlet Bahçeli de devletin aklını ifade ediyor. Yüz yıllık inkâr ve imha politikası Devlet Bahçeli’nin çizgisinde, zihniyetinde yürütülüyor. Şimdi böyle bir kişiden – ki aslında yalnızca bir kişi değil, yüz yıllık devlet aklını temsil ediyor, devletin kuruluş felsefesini, resmi ideolojisini temsil ediyor – böyle bir çağrının gelmesini, Önderlik önemli buldu ve buna bir cevap verdi.

Kürtler üzerinde birçok hesap, birçok plan var. Herkes kendi çıkarı temelinde bir politika, bir strateji yürütüyor. Önderlik ise elbette Kürtlerin yarattığı bunca değerin bu güçler tarafından, halkların ve bölge halklarının, Türkiye halklarının aleyhine kullanılmasını istemiyor. Önder Apo büyük bir Kürdistan ve Türkiye yurtseveridir.

Bu anlamda halkların çıkarları, özgürlük temeli, bölgenin ve Türkiye’nin demokrasisi temelinde hareket eden, bu konuda yüksek bir duyarlılığı ve hassasiyeti olan bir liderdir. Bu nedenle bu süreci Önder Apo değerlendirdi ve bir inisiyatif geliştirdi. Hareket’e çağrı yaptı.

Hareket de bu çağrıya olumlu cevap verdi. Önder Apo, Hareket’i çok köklü bir değişim ve dönüşüm süreci içerisine koymak istedi. Hareket’in bu sürece yaklaşımı da olumlu oldu. Bu temel üzerinden kongre toplandı: 5-7 Mayıs tarihleri arasında PKK’nin 12. Kongresi gerçekleştirildi. Bu kongreye Önder Apo’nun önemli perspektifleri damgasını vurdu. Kongreyi bir bakıma Önder Apo’nun perspektifleri yönetti ve yürüttü diyebiliriz. Bizim de zaten kongre öncesinde temel talebimiz buydu. Demiştik ki; “Önder Apo olmadan bu kongreyi toplayamayız. Bu kongreyi ancak Önder Apo toplayabilir, yürütebilir ve yönlendirebilir.” Bu çağrı karşılık buldu. Bu anlamda Önder Apo yeterli düzeyde kongreye katıldı, kongreyi yürüttü ve yönlendirdi diyebiliriz. O temelde kongre bu perspektifler temelinde çok kapsamlı tartışmalar yürüttü. Ve zaten kongrenin en temel kararı, PKK’nin feshi, silahlı mücadele döneminin sonlandırılması oldu. Bu konuda da kapsamlı tartışmalar yürütüldü. Bu sürecin yürütülmesi de PKK’nin feshi, silahlı mücadeleyi durdurma kararının uygulanması, pratikleşmesi de ancak Önder Apo’nun fiziki özgürlüğüne bağlı.

Önder Apo’nun özgür çalışır ve yaşar koşullarının sağlanmasına, bu anlamda bu süreci Önder Apo’nun yürütmesine bağlı ve ancak bununla elbette o kararların pratikleşmesi, uygulanması mümkün olabilir. Bir de tabii ki bu da bu sürecin bir parçasıdır, gereğidir. Bu olmazsa olmaz bir koşuldur.

Elbette demokratik siyaset hakkının tanınması gerekiyor ve bu temelde de yasal ve hukuki düzenlemelerin yapılması gerekiyor. Demokratik siyaset hakkı tanınmadan, yasal ve hukuki düzenlemeler olmadan, Önder Apo’nun özgür çalışır ve yaşar koşulları oluşturulmadan, bu süreci Önder Apo özgürce yürütmeden, yönlendirmeden PKK’nin feshi, silahlı mücadeleyi durdurma kararının pratikleşmesi ve uygulanması mümkün değil. 

Kongre sonrası iktidar medyasında, özel savaş medyasında birçok tartışma var. Çok iştahlı iştahlı da birçok tartışma yürütüyorlar, silah üzerinden. PKK’nin aldığı bütün bu kararların uygulanması—tekrar önemle ben altını çiziyorum, önemle vurguluyorum—Önder Apo’nun fiziki özgürlüğüne, özgür çalışır ve yaşar koşullarının sağlanmasına, demokratik siyaset hakkının tanınmasına, yasal ve hukuki düzenlemelerin sağlanmasına bağlı. Bunu da elbette demokratik, özgürlükçü, halkların eşitliğini garanti altına alan, güvence altına alan bir anayasa mümkün kılar. Kimliğini, Kürt halkının da, Türkiye’de yaşayan tüm kesimlerin de… Belki bu hemen bugün-yarın olmaz ama bu da adım adım gelişmelidir. Demokratik, özgürlükçü elbette bir anayasayla bu da mümkün olur. Onun garantisi de budur. Temelde kongrenin kararıyla bütünlüklü. Zira sağlam bir hukuki güvence dedi kongre, böyle de bir karar aldı. Bu, bunu da elbette ifade ediyor. Önderliğimiz de toplumsal sözleşme olarak dile getiriyor. Çünkü Türkiye’de de böyle bir gündem var.

Elbette iktidar bunu kendine göre yontmaya çalışıyor hep. Bu konuda AKP’nin, iktidarın yaklaşımı son derece ciddiyetsiz, oyalayan yaklaşımlar. Ayak direten… İpe un seren denilir ya, adeta arabayı atın önüne koyan. Aslında bu deyimlerin hepsi aynı anlama geliyor. Fakat işin vahametini, AKP’nin yaklaşımlarını ortaya koymak açısından aynı şeyleri ifade etmek istedim.

Oyalayan, zamana yayan bir yaklaşım var AKP ve iktidar açısından. Ayak direten bir yaklaşım söz konusudur. Bu konuda kongre sonrası tartışmalarda bu sürece ne kadar gayri ciddi yaklaştığını da, zamana oynadığını da, o oyalama içerisinde olduğunu da ortaya koyuyor. Kongrenin kararı son derece nettir.

Fesih ve silahlı mücadele yöntemi sonlandırılmıştır. Silahlı mücadele dönemine kongre karar alarak son vermiştir. Fakat bunun uygulanması Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü, demokratik siyaset hakkının tanınması, yasal ve hukuki düzenlemelerin yapılmasıyla mümkün olur. Bunun pratikleşmesi bununla mümkün olur.

Kongre sonrası iktidar tarafından bu konuda hemen ciddi adımlar atılması gerekirken, -Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünden tutalım, demokratik siyaset hakkının tanınmasına, yasal hukuki düzenlemelere kadar- böyle çok gereksiz, yersiz bir biçimde bir silah tartışmasıdır, almış başını gidiyor. Kongre zaten yaklaşımını ortaya koymuş. Karar ne? Dünyaya deklare etti bunu. Ortadadır. İrade beyanında bulundu bu konuda. Şimdi bu konuda da böyle sağlıklı bir tartışmanın, doğru bir gündemin yaratılmadığı ortaya çıkıyor. Bunu elbette hızla aşmak gerekiyor.

Şu çok nettir, bunu açık ifade ediyoruz. Savaşçıların elinden silahı ancak Önder Apo alır. Bu da ancak Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünün sağlanması, özgür çalışır koşullarının sağlanmasıyla mümkün olur. bu insanlar gelip ne yapacak? Evet, bu insanlar silahlı mücadele yöntemine son verdi, PKK bunun kararını aldı, son verecek, silahlı mücadele yürütmeyecek. Ama silahlı mücadelenin yerine demokratik siyaset geçecek. Bu insanlar gelecek, demokratik siyaset yapacak, demokratik toplum örgütleyecek. Demokratik toplum çalışmasında yer alacak. Herhalde bu insanlar gelip kurbanlık koyun gibi kendilerini imhaya yatırmayacak. Zindanlara doldurulmayacak.

SİYASETİN DE BASININ DA DİLİ TOPLUMU ZEHİRLEYEN BİR DİLDİR

Yani bu konuda yaklaşım son derece gayri ciddidir. Gerçekten gündemi bu konuda doğru belirlemek ve tartışmak gerekiyor. Bu da böyle zamanın harcanması anlamına geliyor, oyalama anlamına geliyor. Bundan kurtulmak lazım.

Yine bu zehirli dilden kurtulmak lazım. Bu kadar ciddi bir sürecin içindeyiz. Bir bütünen Türkiye değişecek. Sadece Kürtler’de bir değişim olmayacak. Bu bir bütünen Türkiye’de bir değişim dönüşüm süreci anlamına geliyor. Türkiye’nin demokratikleşmesi anlamına geliyor. Toplumu buna hazırlamak, buna katmak lazım. Toplumda çok güçlü bir sahiplenme yaratmak lazım. Bunu kim yapacak? Bunu siyaset yapacak, basın yapacak.

Şimdi siyasetin dili de dil değil. Basının dili de dil değil. Basının dili savaş propagandasıdır. Sürekli savaşı kışkırtan bir dildir. Toplumu zehirleyen bir dildir. Milliyetçiliği, ırkçılığı harlatan bir dildir. Kürt düşmanlığı geliştiren bir dildir. Bu dilin eşit, özgür temelde Türk ve Kürt halkının kardeşliğiyle ne alakası var? Bu dille Türkiye’nin demokratikleşmesi sağlanamaz. Toplum, barış ve demokratik toplum sürecine hazırlanamaz. Toplumu bu biçimde hazırlamak mümkün değil. Yirmi dört saat toplumu zehirliyorlar. O özel savaş kalemleri, bir de konuşan o ekipler de hiç değişmedi.

Yani yıllarca Kürt düşmanlığı, savaş rantçılığı yapan kişiler bugüne kadar da sürekli televizyonlarda tartışmalar yürütüyorlar. Özel savaş yapıyorlar, toplumu zehirliyorlar. Bu konuda bile bir düzenleme yoktur mesela. Basında bile bir dizayn, bir düzenleme yoktur. Bu da halkta büyük bir öfke yaratıyor. Herkes de bu duruma büyük bir öfke duyuyor gerçekten. Bunun da aşılması, bu gayri ciddi yaklaşımın da hızla giderilmesi gerekiyor. 

Bu süreç Türkiye’de ne kadar çok rantçı olduğunu ortaya çıkardı. Gerçekten Türkiye’de sürülerce rantçı varmış. Meğerse bu savaştan beslenen o kadar çok kişi ve kesim varmış ki; şimdi bu süreç onları son derece rahatsız ediyor. Çünkü bu barış ve demokratik toplum süreci gelişirse, halkların özgürlüğü ve eşitliği temelinde bir kardeşlik hukuku geliştirilirse, gerçekten bu rantçıların cepleri boşalacak. Bu rantçıların şatafatlı yaşamları ortadan kalkacak. Bu rantçılar böyle ekranların karşısında o çubukları eline alarak, savaş kışkırtıcılığı yapıp, egolarını o çirkin egolarını konuşturup kariyer yapamayacak. Tüm bu süreç onlar açısından bitecek.

Şimdi bunun için çok böyle son derece hırçınlar, süreç karşıtılar. Halkların, halkın evlatlarının kanı üzerinden besleniyor. Bu sürecin gelişmesinden yana bir siyaset, nasıl günün yirmi dört saati bu rantçıları konuşturuyor bu televizyonlardan? Ağızlarından salya saçan, zehir saçan bu rantçı kesimleri, bu çeteleri, savaş baronlarını, kandan beslenen bu güruhları nasıl böyle konuşturuyor? Televizyon televizyon gezdiriyor. Bu da ciddi öfke yaratıyor.

Anladık ki, bu elli yıllık savaş; özellikle kırk bir yıllık bu savaş süreci Türkiye’de çok ciddi bir çürümeye yol açmış. Ahlaki çürüme, siyasette çürüme, bir bütünen yaşamın her alanında çürüme ciddi bir yıkım yaratmış. Ve bunun içerisinden de sürülerce savaştan, kandan, kaostan beslenen, kendini yaşatan, ceplerini dolduran, vicdanı, ahlakı, duygusu olmayan, doğru çalışan bir beyni de olmayan bir güruh ortaya çıkarmış. Bu süreç bunu da ortaya çıkardı. Kimin gerçekten halkların kardeşliğinden, barıştan, demokrasiden, eşitlikten, adaletten yana olduğunu ama kimin de kan emici olduğunu, kandan beslendiğini, savaştan beslendiğini, hiçbir ahlakının ve değer yargısının olmadığını ortaya çıkardı. Aslında gerçek demokratla faşisti, ırkçıyı ortaya çıkardı.

Buna karşı da elbette ciddi eleştiriler var tabii. Özellikle demokratik kesimlerde, özgürlükçü medyada bunları daha da yoğunlaştırmak lazım. Bu kesimleri hep teşhir etmek ve bunlara karşı ciddi bir mücadele yürütmek lazım. Bunlar süreci çok zehirliyor. Çok ciddi bozucu bir rol oynuyor. Barış ve demokratik toplum sürecinin toplumsallaşmasının önünde en büyük engeli oluşturuyor. 

Öyle Zafer Partisi’dir, İYİ Parti’dir ve benzeri—böyle birkaç öyle kendisine muhalif olarak tanımlıyorlar. Bunların öyle muhalefetle de alakası yok. Ve bunlar dışında gerçekten CHP başta olmak üzere diğer muhalefet olumlu yaklaştı. Bu sürece destek verdi. Olumlu açıklamalarda bulundu. Bu konuda yaklaşımları bugüne kadar da çok kötü değil. Fakat yeterli midir? Yeterli değil. Mesela muhalefet içinde de rahatsızlığı olanlar var. Bu süreci eleştirenler var. Bir kesim diyor; işte Kürtlerle AKP anlaştı, cumhuriyeti tasfiye edecekler, laikliği tasfiye edecekler. Gerçekten bu değerlendirmeler çok akıl dışıdır.

Böyle düşünenlere insan hayretle bakıyor. Eğer bunların niyeti kötü değilse, farklı hesap kitap peşinde değillerse, gerçekten tam bir cahiller o zaman. Nasıl böyle düşünebiliyorlar? Önder Apo’nun verdiği mücadele, geliştirdiği inisiyatif, barış ve demokratik toplum çağrısı bir bütünen Türkiye’nin demokratikleşmesini hedefliyor. Demokratik cumhuriyetin inşasını hedefliyor. Kürtler ve Türklerin eşit ve özgür temelde bir arada kardeşçe yaşamasını hedefliyor. Halkların ortak yaşamını, demokratik ortak yaşamını hedefliyor.

CHP ve diğer muhalefetin de özgürce muhalefet yapacakları, mücadele edecekleri hatta gerçekten bu iktidar mücadelesinde büyük başarılar kaydedecekleri zeminini, köşe taşlarını döşüyor. Bunun zeminini, atmosferini, iklimini oluşturuyor. Aslında en büyük katkı, özgürlük, demokrasi, adalet, hukuk mücadelesi verenlere oluyor bu süreç.

CHP’nin de programı bu yöndedir. Bu süreci adeta köşe taşlarıyla destekleyen bir tutumu vardır. Şimdi CHP kendisini bir demokrasi havarisi gibi lanse etmeye çalışıyor. Ahkam kesiliyor. Ne alakası var? Bugün CHP cesurca konuşabiliyorsa, eylem, miting, yürüyüş yapabiliyorsa, çeşitli politikaları protesto edebiliyorsa, bu Kürtlerin demokrasi güçlerinin her türlü faşist saldırı karşısında yılmaz direnişi ve mücadelesi sonucudur. Bunu görmek, hakkını teslim etmek lazım. O anlamda elbette muhalefetin yaklaşımları çok olumsuz değil. Fakat bu konuda çok daha cesur olabilir. Daha radikal bir siyaset yürütebilir. Gerçekten Türkiye’nin demokratikleşmesine dönük çok güçlü bir program ortaya koyabilir. Kürt sorunun demokratik çözümüne, demokratik cumhuriyetin inşasına dönük daha güçlü bir yaklaşım ortaya koyabilir ve pratik adım atabilir. Mesela mecliste bir komisyonun kurulması için yetkilendirilmiş, inisiyatifli, bu sorunu gündeme alan bir komisyonun örgütlenmesi, kurulması için daha güçlü pratik adımlar atabilir. Evet, sözde destekliyor, bu konuda yaklaşımları olumludur. Fakat bu, pratik adımlara dönüşebilir. Yine Önder Apo konusunda; tecridin tamamen ortadan kalkması, İmralı işkence tecrit sisteminin lağvedilmesi, Önder Apo’nun özgür çalışır koşullarının sağlanması, bu sürecin yürütülmesinde özgürce hareket edebilmesi, her kesimle görüşebilmesi konusunda CHP ve muhalefet daha cesur yaklaşabilir. Önder Apo’nun muhataplığını kabul edebilir. Kabul etmeli. Bu süreç, ancak bununla gelişir çünkü.

Kürtler Önder Apo’yu baş müzakereci olarak kabul etmiş. Kürtlerin baş müzakereci kabul ettiği Önder Apo’yu CHP muhatap olarak kabul etmezse, Önder Apo’nun özgür çalışır koşullarına destek vermezse, bu süreci yürütmesine destek vermezse, CHP bu süreci ne kadar doğru sahiplenir, ne kadar doğru katılır?

O açıdan eksiktir diyorum. Mesela katılımı eksiktir. Açıklamalar, tutum olumlu ama çok yetersizdir. Mesela daha cesur şey yapabilir. Bu sürecin gelişmesi, en fazla CHP’ye, muhalefete fayda sağlar. Demokratikleşen Türkiye, işte CHP’nin de çokça ifade ettiği ve savunduğu demokratik hukuk üstünlüğünü, güçler ayrılığını, adaleti, özgürlüğü, eşitliği getirir. Eğer içten ve samimice bu değerleri savunuyorlarsa, bu süreç bütün bunları sonuçlarıyla ortaya çıkarır.

O zaman muhalefetin çok daha güçlü katılması gerekiyor. İk­tidarın muhalefet üzerinde geliştirdiği bu planı, bu politikayı da bu tarzda boşa çıkartması gerekiyor. Bu konuda son derece bilinçli, politik ve ufku geniş yaklaşması gerekiyor. İktidarın tuzağına, oyunlarına düşmemesi gerekiyor. Bu oldukça önemlidir muhalefet açısından.

DEMOKRATİK TOPLUM KADIN TOPLUMUDUR

Gerçekten bu süreç kadınların sürecidir. Barış ve demokratik toplum süreci bir bütünen kadının kendisini özgürce ifade ettiği, özgürce yaşadığı, yaşattığı, kendi yaşamını, kendi sistemini kurduğu bir süreçtir. Binlerce, on binlerce yıllık kadının yarattığı tüm komünal toplumcu değerlerin günümüzde ifade bulmuş halidir demokratik toplum. Demokratik toplum, kadın toplumudur.

Kadınların binlerce, on binlerce yılda yarattığı tüm değerlerin toplamıdır, birikimidir. Bunun sistemidir, yaşamıdır. Dolayısıyla kadın bir bütünen bu sürecin kesinlikle tam merkezindedir, içindedir, kalbindedir, yüreğindedir. Bu sürecin öznesidir, bu sürecin motor gücüdür. Önderliğimizin ifadesiyle, bu sürecin öncüsüdür. O yüzden kadınlar bu süreci çok güçlü sahiplenmelidir. Bu sürece çok güçlü katılmalıdır. Çok güçlü öncülük yapmalıdır ve seferber olmalıdır her yerde. Bu önemlidir. Bu konuda belli bir duyarlılık var. Özellikle Kürt kadınları da Türkiyeli kadınlar da… Fakat bunu daha da güçlendirmek gerekiyor.

Bir bütünen bu süreci Türkiyeli kadınlara anlatmak, Türkiye Kadın Hareketi’ne anlatmak, kavratmak, güçlü bir biçimde bu sürecin sahiplenmesini yaratmak, katılımını yaratmak oldukça önemlidir.

Bu konuda Kürt Kadın Hareketi daha güçlü çalışmalıdır. Daha güçlü mücadele etmelidir. Her yerde çok güçlü örgütlenmelidir. Yine dünyanın dört bir yanında, bölgenin, Ortadoğu’nun genelinde Kürt özgürlük, Kürt Kadın Hareketi bu yönlü çalışmaları yoğunlaştırmalıdır, güçlendirmelidir. Bölgede de dünyada da bütün kadınların bu sürece sahiplenmesini ve katılımını yaratabilmelidir. Bu ne ile olur? Bu daha güçlü çalışmakla olur. Mücadele etmekle olur. Demokratik toplum ve barış sürecini tüm kadınlara güçlü bir biçimde kavratıcı, anlaşılır bir biçimde aktarmakla olur. Onları örgütlemekle, etkilemekle ve sürece katmakla olur. Bunu geliştirmek gerekiyor.

Yoksa gerçekten mevcut dünya kadınlar açısından bir cehennem dünyasıdır. Her yerde savaş, şiddet, kaos bu erkek egemenlikli uygarlık, maddi uygarlık, erkek egemen kültür ve zihniyet gerçekten gezegenimizi adeta yıktı, yok etti. Yaşamı yok etti, çölleştirdi. Kadını kendisine yabancılaşır hale getirdi. Toplumu kendisine yabancılaşır hale getirdi.

Kuruttu, çölleştirdi yaşamı. Demokratik toplum da bir bütünen yeniden bir inşayı, özgür bir inşayı, demokratik, özgür, eşit bir inşayı, özgür bir yaşam kuruluşunu, özgür bir örgütlenmeyi, siyaseti, mücadeleyi ifade ediyor. Bu konuda da kadınlar, gençler, Aleviler, işçi emekçiler, tüm demokrasi güçleri demokratik toplumun en temel bileşenleridir. Öz neslidir, öncüsüdür. Bu yaşam onların yaşamıdır. Halkların yaşamıdır.

Kadınların, gençlerin, işçi emekçilerin ve Alevilerin yaşamıdır. Ve bunun için de bu sürece tüm bu kesimler çok güçlü sahip çıkmalı. En başta da elbette kadınlar, gençler... Ve bu sürecin başarıya ulaşması için de herkes seferber olmalıdır. Öyle iktidardan beklemek, devletten beklemekle bu olmaz. Oyun peşindeler onlar. Gerçekten oyalama peşindedir. Bu süreç Kürtler, halklar, kadınlar, işçi emekçiler açısından, Aleviler açısından bu iktidara bırakılmayacak kadar kıymetli, değerli bir süreçtir. İktidara bırakılırsa bu süreç heba olup gidecek. Sonucu yine şiddet, savaş olacak, kaos olacak, kan olacak, acı olacak, gözyaşı olacak. Buna yol vermemek için de bir bütünen toplumun bu sürece sahip çıkması, tüm toplumsal dinamiklerin harekete geçmesi, çok güçlü çalışması, her yerde örgütlenmesi, mücadele etmesi ve bu iktidarı sürece çekmesi gerekiyor. Bu örgütlü mücadeleyle olur, çalışmakla olur. Hem de büyük çalışmakla, büyük mücadeleyle olur.

SALDIRILAR SÜRDÜKÇE BU KARŞI DA MEŞRU SAVUNMA GELİŞTİRİLİYOR

Medya Savunma Alanları’nda iç içe olunan yerlerde çatışmalar devam ediyor. Saldırılar da sürüyor. Bu da ısrarla bir savaş durumu olduğunu gösteriyor. Tabii bunu yapmamak lazım. Bu saldırılar sürdükçe elbette buna karşı da meşru savunma geliştiriliyor. Öz savunmasını yapacak. Bu da giderek savaşı, çatışmayı yoğunlaştırır.

Zaten biz baştan itibaren bu sürece ateşkesle cevap verdik. Bu konuda da o duyarlılık gösteriliyor, gösterilmeye de devam edilecek. Kongreden sonra da PKK’nin feshi ve silahlı mücadeleyi durdurma kararından sonra savaşta, saldırılarda ısrarı biz kamuoyuna, halkımıza bırakıyoruz.

Yani herkes bu durumu değerlendirmelidir. Kim ne istiyor? Kim savaş istiyor, kim barış istiyor? Kim demokratik Türkiye’yi istiyor; kim savaştan, kaostan ranttan beslenen, rantçı bir Türkiye, rantçı bir cumhuriyet istiyor. Bunu herkes de değerlendirmelidir.

Gözler önündedir; saldırılar oldukça da elbette buna karşı da meşru savunma geliştiriliyor. Çatışmalar oluyor. Eskisi gibi böyle yoğun bir saldırı, bir savaş durumu yok. Bu konuda önemli oranda bir düşüş söz konusudur. Fakat halen böyle iç içe olunan yerlerde, ön cephelerde oluyor. Keşif de oluyor. Keşif tüm alanlar üzerinde oluyor.

IRAK’IN MAXMUR’LA ALIP VEREMEDİĞİ NE VAR?

Qendîl üzerinde de çok sık, yoğun olmasa da keşifler var. Farklı alanlarda Kürt siyaseti üzerine yönelimler devam ediyor. Bunlardan biri Maxmur Kampı’na Irak’ın saldırıları devam ediyor. Maxmur’a yönelik bu yaklaşımlar, özellikle Sudan–Erdoğan görüşmesinden sonra gelişti. Bu çok dikkat çekici bir durum. Türkiye hâlâ böyle saldırılarda, savaşta ısrar içerisindedir. Her gücü buna katmaya çalışıyor. Her gücü kendi politikasına getirmeye çalışıyor. Irak’ın bu yaklaşımını da baştan itibaren biz hep eleştirdik.

Kendi çıkarları, halkının çıkarları temelinde hareket etmiyor. Gerçekten böyle savaştan, ranttan beslenen Türkiye’deki çeşitli çıkarcı çevreler, Türkiye’deki iktidarın çıkarları temelinde hareket ediyor. Türkiye’nin çıkarları temelinde de bir hareket etme durumu söz konusu değil; iktidarın çıkarları temelinde yaklaşma, hareket etme durumu söz konusudur. Bunu hep söyledik. Bunun Irak’a bir faydası yoktur.

Biz açıklama yaptıktan sonra da Irak bu süreci desteklediğini açıkladı. Önder Apo’nun çağrısına çok büyük anlam verdiğini, önem verdiğini, bu sürece gerekli katkıyı sunacaklarını Irak yetkilileri söyledi. E bu sürece katkı sunacaksa, o zaman Irak’ın bu tür oyunlara alet olmaması gerekiyor.

Bu sürece destek olmasının yolu Maxmur’a baskı uygulamak, Maxmur yönetiminden üç kişiyi tutuklamak, gözaltına almak değildir. Bu süreci desteklemek, tam tersine tüm bu baskılara son vermektir. Türkiye’nin baskılarına da, bu kirli çıkarlarına, kirli politikalarına da alet olmamaktır. Çünkü bu kirli politikalar, bu süreci sabote etmeye yol açıyor. Bu süreç açısından bir sabotaj rolü oynuyor. Irak bunun bir parçası olmamalıdır. Irak çözümün bir parçası olmalıdır. Barışın bir parçası olmalıdır. Barış ve demokratik toplum sürecinin bir parçası olmalıdır. Onun parçası olmak için de tüm bu baskıları ortadan kaldırması ve bu tür şeylere alet olmaması gerekiyor. Bunlar önemlidir.

Maxmur’la alıp veremediğin ne var? BM’nin sorumluluğunda, statüsü olan bir mülteci kampıdır. Şimdi bu kamp üzerinde sürekli bir baskı var. Türkiye eskiden de yoğun bombalamalar yaptı. Bir sürü sivil insan yaşamını yitirdi. DAİŞ’in ciddi saldırıları oldu. 2014’te DAİŞ saldırdı, Maxmur komple boşaldı. Çok ciddi kayıplar verdi. Şimdi halen DAİŞ tehlikesi, saldırı tehdidi ortadadır. Elbette Maxmur halkı kendi tedbirini alacak. Bir saldırı karşısında kendi sığınağı olacak. Olası bir DAİŞ saldırısı karşısında elbette kendisinin bir tüneli, bir sığınağı olacak. Şimdi bu saldırılar karşısında Maxmur halkının geliştirdiği tedbir niye bir sorun oluyor? Neden bu bir gerekçe yapılarak Maxmur adeta kriminalize edilmeye çalışılıyor? Bunu reddediyoruz, doğru bulmuyoruz ve Irak devletinin, hükümetinin bu politikasını da çok ciddi eleştiriyoruz. Bunun yeni sürece hiçbir faydası yoktur. Zarar veriyor. Gerçekten bu sürecin Irak tarafından gelişmesini istiyorsa bundan vazgeçmesi lazım.

ALMANYA BU SAVAŞTAN BESLENİYOR, BU SÜRECİN GELİŞMESİNİ İSTEMİYOR

Almanya’nın politikası da benzerdir. Ama Almanya baştan itibaren zaten NATO’nun temel gücüdür ve bu savaşta da Kürtlere karşı, Türkiye, Türk devletinin verdiği savaşta da Türkiye’nin yanında baştan itibaren yer aldı. Her türlü desteği sağladı.

Rojava’ya işgal saldırılarında da Almanya’nın çok ciddi desteği oldu. Almanya’nın tankları Efrîn’e girdi, Serêkaniyê’ye girdi. Her türlü desteği sağladı. Başûr’da da Bakur’da da aynı biçimde. Almanya böyle baştan itibaren son derece kirli ve kötü bir şey yürütüyor Kürtlere karşı. Almanya bundan vazgeçmelidir.

Şimdi böyle bir süreç gelişmişken Yüksel Koç’un alınması, sivil-demokratik bir yapının eş başkanlığını yapan, demokratik mücadele veren, demokratik haklar için yaşamını ortaya koyan bir insanı tutuklamak, Kürt yurtseverlerini tutuklamak ne anlama geliyor? Ve bu da sürece yaklaşımını ortaya koyuyor. Demek ki Almanya da Avrupa’da bu sürecin çok gelişmesini istemiyorlar. Onlar da savaştan besleniyor. Sürekli Türkiye’yi istikrarsızlık içinde tutarak, savaş içinde tutarak, zayıflatarak kendi politikalarını Türkiye’ye kabul ettiriyorlar. Türkiye’den sürekli taviz alarak kendilerini ayakta tutuyorlar. Bunu görmek gerekiyor ve bu konuda da bu tür yaklaşımlara karşı mücadele etmek lazım. 

SURİYE İSRAİL’İN GÜDÜMÜNDE OLACAK, TÜRKİYE’NİN SURİYE’DE YERİ OLMAZ

Suudi Arabistan’da da Trump–Prens Selman’ın görüşmesi olmuştu. Erdoğan da herhalde çerçeve için katılmıştı. Sonra Macron’la görüşmesi oldu Şara’nın. Şimdi hemen Suudi görüşmesinden sonra Türkiye’ye gitti. Türkiye’yle görüşmeler var. ABD karar aldı. Suriye-Şam üzerindeki yaptırımları altı aylığına kaldırdı, hafifletti.

Mevcut Şam hükümetini meşrulaştırmaya, güçlendirmeye dönük uluslararası bir politika var. Bu ve giderek Şam yönetimini de İsrail’e yakınlaştırma, İsrail’le de ilişkileri normalleştirme, İsrail’in güdümünde Şam’da bir yönetim, bir Suriye şekillendirme, dizayn etme stratejisi politikası şu anda yürüyor. İsrail ve Suudi Arabistan’ın etkisi giderek Suriye’de artıyor. Bu yönüyle de bir politika yürütülüyor. Türkiye de bu dizayna hâlâ katılmak istiyor. Suriye’de etkisini korumaya ve etkisini arttırmaya çalışıyor. 

Şunu açık belirtelim; Türkiye Kürtlere karşı bu Kürt düşmanı politikasını sürdürdükçe, Suriye’de de Kürt düşmanlığı politikasını sürdürdükçe Türkiye’nin Suriye’de yeri olmaz. Türkiye Suriye’de etkili olmak istiyorsa, bir yer almak istiyorsa bu dizaynın bir parçası olmak istiyorsa, bu etkinin de kalıcı olmasını istiyorsa Kürtlerle barışmak zorundadır. Yolu oradan geçer. Bu Türkiye’yi Kürt karşıtlığı yüzünden Türkiye’yi Suriye’de kalıcı kılmaz. Mümkün değil bu. İstediği kadar çırpınsın, çabalasın, istediği kadar Şara’yla görüşsün ama sonuç değişmez. Suriye İsrail’in hegemonyası altında olacak, güdümünde olacak.