GÖRÜNTÜLÜ

Kalkan: Özgürlük ve demokratik entegrasyon yasaları çıkarılmalı

Duran Kalkan, gerillanın önünün açılması durumunda demokratik siyasi mücadeleyi de en etkili bir biçimde yürütmeye hazır olduğunu vurgulayarak, özgürlük ve demokratik entegrasyon yasalarının çıkarılması gerektiğini söyledi.

DURAN KALKAN

Duran Kalkan, mecliste kurulması öngörülen komisyona ilişkin şunların altını çizdi: “Komisyon adımlar atarsa, biz onu kat kat karşılarız. Bu konuda şimdiye kadar yaptıklarımız, sözümüzün gereğini yerine getireceğimizin kanıtı oluyor. Ama komisyon gerçekten de bu anlamda ciddi, temel konuları gündeme alan, tartışan, çözüm bulan bir komisyon olmalı. Geçmişi yüzleştirme, demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümüne ilişkin çözüm yasalarını ortaya çıkarmalı. Özgürlük ve demokratik entegrasyon yasalarını…”

Abdullah Öcalan Sosyal Bilimler Akademisi Üyesi Duran Kalkan, katıldığı Medya Haber TV’nin özel programında, Önder Apo’nun 9 Temmuz’da yayınlanan görüntülü çağrısını ve Barış ve Demokratik Toplum Grubu’nun silah imha töreninin etkilerini; Türk Meclisi’nde kurulması öngörülen komisyonu, güncel siyaseti, 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi’ni ve 13. yılına giren Rojava Devrimi’ni değerlendirdi.

Duran Kalkan’ın değerlendirmelerinin tamamı şöyle:

Öncelikle Önder Apo’yu saygıyla selamlıyorum. Gerçekten de 9 Temmuz, tarihi bir gün oldu. 26 yıl 10 gün sonra Önder Apo’nun sesini bir kere daha doğrudan duymak, bir kamera çekimiyle de olsa izlemek heyecan vericiydi. Hepimizi heyecanlandırdı.

Biz de heyecanlandık. Coşku vericiydi, önemliydi. 26-27 yıldır yürütülen mücadelenin bir tür sonucuydu. Çeşitli sonuçları oldu. Bu da güncel olarak önemli bir zirveleşmeyi ifade etti.

ÖNDER APO’NUN FİZİKİ ÖNDERLİĞİNE HER ZAMAN İNANDIK

Tabii, kat edilecek yol çok. Mücadelenin durmaması, devam etmesi gerekiyor. Ama önemli bir sonuç oldu. Önder Apo’nun fizikî özgürlüğü için yürütülen mücadele hamlesinin bir sonucu oldu. Hem hamle düzeyinde hem de 27 yıldır uluslararası komploya karşı yürütülen mücadelenin sonuç verdiğini bir kere daha kanıtladı. Herkes bundan mutlu olmalı. Emekleri boşa gitmemiştir, çabası boşa gitmemiştir. Sonuç veriyor; bu, net biçimde ortaya çıktı.

Şunu söyleyebilirim: Biz, Hareket olarak, halk olarak; ben ve tüm kadın-erkek yoldaşlarım, Önder Apo’nun fizikî özgürlüğüne her zaman inandık. Hiçbir zaman İmralı işkence sisteminin kalıcılığına, katılığına ve bazılarının çok abartılı bakışlarına bakarak aldanmadık. Kuşkusuz, etkileyiciydi; ama bizde hiçbir zaman bir umutsuzluk ve güvensizlik yaratmadı.

En çok da bu konuda şehitlerimiz, Önder Apo’nun fizikî özgürlüğüne inandı. Her zaman yürekten inandık. Böyle olmasaydı, bu koşullarda böyle bir mücadele yürütülemezdi. Ne Önder Apo böyle bir direnişi yürütebilirdi, ne de dışarıdakiler – bizler, gerilla – yürütebilirdi. Böyle olmasaydı, bu kadar genç insan her şeyi bırakıp dağlara çıkmazdı, gerillaya katılmazdı. Böyle bir inanç olmasaydı, şehadet çizgisinde mücadeleye yürünmezdi. Bu kadar cesaret ve fedakârlık olmazdı. Bunu bu vesileyle bir kere daha ifade etmek isterim.

İnancımız boşa gitmemiştir. Mücadele ederek kazanacağımıza ve Önder Apo’nun mücadelesinin kazanacağına dair umudumuz, inancımız boşa gitmemiştir. Ki bunu bize zindan direnişçileri öğretti. Hakiler’den başlayan bütün şehitlerimiz öğrettiler. Bundan sonra da esas büyük başarıların ortaya çıkacağını söyleyebilirim. Yani şimdiye kadar olanlar, diyelim ki, daha başlangıç gelişmeleriydi. Esas büyük gelişmeler bundan sonra olacak.

Şunu da ifade edelim bu vesileyle: Önder Apo, “2 Ağustos Gül Bayramı olarak kutlanabilir” demişti. 9 Temmuz’u da öyle algılamak lazım. Zaten halkımız, sevinç gözyaşlarıyla gösterdi tepkisini ve hâlâ etkisi sürüyor. Herkes onlarca, yüzlerce kez tekrar tekrar izliyor.

İlginç olan şu: Ben de çok izledim. Yeniden izledikçe, sanki yeni izliyormuş gibi heyecana giriyor insan. Öyle bir izlenim oluşturuyor.

KOMÜNALİZM GELİŞECEK!

İçerik olarak, 27 Şubat çağrısının ve daha sonraki açıklamaların bir devamıdır. Bu yönüyle içerik olarak da değerlendirmek lazım. Dolu doludur. Ne yaptığımızı, neden yaptığımızı ve neler yapmamız gerektiğini çok özlü ve anlaşılır bir biçimde ortaya koyuyor. Apocu Hareket’in gücünü yansıtıyor.

“Komünalist Yoldaşlık Hareketi” diyor Önder Apo. Bu zaten herkesi etkilemiş. Komünalizm gelişecek. Bunun üzerinden yaygın olarak bu anlaşılıyor.

Diğer yandan şunu da söylemem gerekiyor, bu vesileyle: Evet, İmralı’da bunlar oldu; küçümsememek gerekiyor. Gerçekten de heyecan verici, tarihî öneme sahip gelişmeler ve adımlar bunlar. Herkes itiraf etsin: 27 yıl önce, 26 yıl önce, 29 Haziran 1999’da İmralı Mahkemesi ceza verirken ne düşünüyorlardı? Şimdi nereye gelindi? O zaman kimsede ne umut vardı ne de beklenti.

SÜREÇ İLERLEYECEKSE KESİNLİKLE ÖNDER APO’YLA OLACAK

Hatta ‘99 yılını hiç unutmam ben. Özellikle de mahkeme ceza verdikten sonra, bizim İmralı direnişi etrafında yeni bir sürece girişimiz karşısında bizi delilikle suçlayanlar, itham edenler vardı. Bazıları hayıflanıyordu. Çok iyi niyetliydiler aslında. “Her şeyi kaybedeceksiniz” diyorlardı.

Ama neyin kaybettirdiği, neyin kazandırdığı; kimin kaybettiği, kimin kazandığı şimdi açığa çıkıyor, meyvelerini veriyor. Çok net görülüyor. Bu bakımdan çok çok önemli.

Fakat şunlar da bir gerçek: Yani, bu kadar gelişme oldu, süreci Önder Apo yürütüyor. Önder Apo’nun düşünceleri ve iradesi süreci yürütüyor. Süreç ilerleyecek ve sonuca gidecekse, bu kesinlikle Önder Apo’yla olacak. Ancak Önder Apo bunu sonuca götürebilir. Bu 8-9 aylık süreç, bir kere daha bunu kanıtladı.

Fakat İmralı koşullarına bakınca insan bunu göremiyor. Önder Apo bu kadar önemli bir süreci ortaya çıkardı, herkesi bu kadar umutlandırdı, heyecanlandırdı. Ama bunu yapan kişiye karşı devletin yaklaşımı, tutumu hâlâ anlaşılır gibi değil. Çok ciddi bir değişiklik yok. İmralı sistemi devam ediyor, rehinelik koşulları sürüyor.

Evet, işte bir o görüntü çıktı. Ama bütün bunların bir yasal güvencesi yok; sürekliliği, yeterliliği yok. Yani, Önder Apo çalışamıyor. Halbuki biraz imkânı, fırsatı olsa, bunların yüz katı fazlasını yapabilir. Ama hep önüne engel konuluyor.

Adalet Bakanı… Evet, yarın diyorlar, yeniden İmralı heyetiyle görüşecek. Yani umutlanalım mı? Ama geçen gün bir açıklama yaptı: “Bizim gündemimizde umut hakkı yok, öyle bir şey düşünmüyoruz.” diye konuştu. Avrupa Konseyi’ne rapor sunmuş.

Mevzuatında zaten yok Türkiye’nin. Onu söylemek ayıp oluyor biraz. Bir şey değil ki. Zaten yok da… Ama bunlar değişiyor. Yeni süreçteyiz. Bunun adı değişim süreci. Yani, en çok da bu mevzuat değişecek. Mevzuat değişecek mi, değişmeyecek mi? Onun üzerinde düşünmek, kafa yormak yerine, “Bunlar mevzuatta yok.” diyorlar, böylece iş orada kalıyor.

SON KAZANIMI DA MÜCADELEYLE SAĞLAYACAĞIZ

Bu bakımdan, Önder Apo’nun durumu ve koşulları eskisi gibi devam ediyor. Özünde ciddi bir değişiklik olmadı. Kabul edilmemesi gereken durum da budur.

Bu konuda -haddime değil ama söylemek isterim- o görüntüye bakıp da her şey hallolmuş sanmamalıyız. Özellikle yurtsever halkımız, kadınlar, gençler, dostlarımız zaten böyle düşünmezler; ama ben yine de söylemiş olayım:

Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için mücadeleyi, tüm mücadelelerimizin başına koyarak, onu temel yaparak ve daha da yol ve yöntem bakımından zenginleştirerek sürdürmeliyiz. Çünkü ancak mücadele kazandırıyor. Dikkat edersek, son kazanımı da ancak mücadeleyle sağlayacağız.

Önder Apo, son videonun mesajında da birey özgürlüğüyle toplum özgürlüğünü iç içe ele alıyor. Biz bu görüşe katılıyoruz. Bu, felsefi bir yaklaşımdır. Önder Apo her zaman böyle yaklaştı.

Ama şimdi, bu koşullarda, o formülasyonun birinci kısmı hayata geçsin istiyoruz. Birinci kısmı hayata geçerse, ikincisinin önü açılır. Yani: Birey özgür olursa, toplum da özgür olur. Bireyin fiziki özgürlüğünün önü açılsın, adımları atılsın ki toplumsal özgürlük gelişebilsin. Ancak böyle olur.

Bireyin kim olduğu da ortada, değil mi? Söylemeye gerek yok. Bu, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü ifade ediyor.

ÖNDER APO’NUN ÖZGÜRLÜĞÜ TÜM ÖZGÜRLÜKLERİN ODAK NOKTASI

Herkes her türlü talepte bulunuyor. Bastırılmış bir süreç var. On yıllardır -hatta yüz yıldır diyelim- Kürtler açısından en acılı yüzyıl oldu geçen yüzyıl. En ağır yüzyıl oldu. Kürt tarihinde böyle bir yüzyıl görülmemiştir, yani. Nihayetinde, bu devlet bunu da yaşattı Kürt toplumuna.

Ama Türkiye’deki toplum da bundan farklı bir şey yaşamadı, Kürtlere bunu yaşatacağız diye. Benzerinin etkisi Türkiye üzerinde de oldu. Türkiye toplumu da her zaman baskı yaşadı. Ağır askeri istihbarat ve polis etkinliğini yaşadı. Yani, ağır bir baskı ve sömürü altında oldu. Hep faşizan eğilimler ağır bastı Türkiye yönetiminde de.

Yani şimdi bu toplumun özgürleşmesi gerekli. Bunun için birçok talep var, istek var. Fakat onların hepsinin çözümünün önünü açacak, gerçekleşmesini sağlayacak bir odak nokta var: Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü.

Bazıları diyor, “Böyle olur mu? Bir kişinin özgürlüğüne indirgeniyor.” Ama bazen bir kişi, bir toplumu temsil edebilir. Bir toplum bir kişinin beyninde ve yüreğinde dile gelebilir. Önder Apo gerçekliği de baştan beri böyle zaten.

Şimdi de Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü, Kürdistan ve Türkiye’deki tüm özgürlüklerin odak noktasıdır. Diğer taleplerin hepsi ona bağlı olarak gerçekleşecek.

O nedenle, çözümü herkes iyi görmeli. Taleplerini ifade etsin herkes; ama taleplerinin başına bir madde olarak Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü koysunlar.

9 TEMMUZ BİR MİLAT, 11 TEMMUZ ONU TAMAMLADI

9 Temmuz bir milat gibi oldu. Bizim için önemli bir tarih. Ardından 11 Temmuz onu tamamladı.

Ben öncelikle şunu belirteyim bu noktada: Önder Apo’nun çağrısının gereklerini başarıyla yerine getiren tüm kadın ve erkek yoldaşları kutluyorum. Yani, oldukça başarılı, disiplinli, tam da Apocu fedai militana yakışır bir tutum, tavır ve çalışma içinde oldular.

İkincisi; bu çalışmada emeği geçen herkese de teşekkür etmek istiyorum. Zor bir işti gerçekten de. Herkes takdir ediyor. Başka bir yerde oluyordu. Henüz daha hiçbir yasal güvence yok. Herkes her türlü şeyle karışıyor işin içine. Korkutucu şeyler çoktu. Onlara rağmen disiplinli, örgütlü, önemli bir çalışma yapıldı. Bunda emeği geçen herkes iyi bir rol oynadı, katkı sundu.

Başta ev sahibi olarak YNK yönetimi ve çalışanları, KDP de katkı sundu. Teşekkür ediyorum onlara.

Bir de şunu söylemek istiyorum; özellikle basın için: Hareketimiz açıklama yaptı; elimizde olmayan, bizden kaynaklanmayan nedenlerle tam yansıtamadık. Katılımcıları tam yansıtamadık; geldiler, katıldılar. Bazı çağırdıklarımız hiç katılamadı. Özellikle basın mensupları.

Böyle olmayacaktı. Çağrılar bizden yana gitti çoğunlukla. Ve bizim çağrımız üzerine onlarca da değil, yüzlerce insan; basın mensubu, siyasetçi, yurt dışından ve ülke içinden geldiler. Ama yeterince katılamadılar, bunu sağlayamadık.

Onlardan bir kere daha, Hareketimiz adına özür diliyorum. Bizden kaynaklanmadı. Bağışlasınlar bizi; biz istiyorduk ki katılsınlar ama belli ki koşullar buna el vermedi. Mevcut durum henüz o düzeyde değil, öyle diyelim. Yani engel çıkartıldı, ancak bu düzeyde yapabildik. Çünkü tek taraflı yapılan bir şey değildi.

Aslında katılan herkese güç verecek bir işti. Biz başlangıçta bu gündeme gelince buna inandık. Dedik ki buna katılan, katkı sunan, emek harcayan, taraftarlık yapan herkes kazanır aslında. Çünkü hayırlı bir iş, olumlu bir iş, pozitif bir iş. Bundan kimseye zarar gelmez.

Ama buna rağmen endişeler, tereddütler, kaygılar çok fazla oldu. Özellikle karşıtlarımız tarafından. Bu tutumu gösterdiler, çok titiz yaklaştılar.

Bunun önemini, pozitif etkisini yeterince göremediler mi diyelim? Yoksa henüz o pozitif etkiye, anlayış ve politika olarak açık değiller mi diyelim? Ama yeterli olmasını sağlayamadık o düzeyde. Herkes bunu bilsin ve böyle anlayışla karşılasın.

TÖREN, GERİLLANIN NİTELİĞİNİ, GERÇEĞİNİ YANSITTI

Gerilla neyi gösterdi? Herkes değerlendiriyor, açık. Herhangi bir zorlama yok, etki yok. Herkes orada inisiyatifiyle katılıyor. Örgütlülük, disiplin, tutum ve tavır ortada. Onları tek hareket ettiren, Önder Apo’nun çağrısı. Ve Önder Apo’nun Kürt özgürlüğü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi temelinde verdiği bilinç.

Kürt özgürlüğüne ve Türkiye demokrasisine inançları, bağlılıkları nedeniyle o insanlar öyle davrandılar. Büyük fedakarlık yaptılar, feragatta bulundular. Yani bunu herkes takdir edebilmeli.

Bazı çevreler değerlendiriyor, hakkını veriyorlar. Ama tam yeterli de değil. Aslında tam verilmeli. Bu oldukça önemliydi. Tarihi bir gündü, tarihe geçti.

Kürt gerillasının, Apocu gerillanın tutumunu, niteliğini, gerçeğini yansıttı, gösterdi. Örgütlüdür. O örgütlülük bilincinden ileri geliyor. Bazılarının dediği gibi aldatılmış, zorla oraya götürülmüş falan değiller. Tam bir bilinç ve inançla hareket ediyorlar.

Törene katılacak arkadaşlar seçilmedi. Bir kısmı birlik düzeyindedir. Yönetim ve bazı arkadaşlar eklendi. Çok özel olarak seçilmiş değiller. Her oraya gidecek gerilla gücü, dağdaki güç aynı tutumu gösterebilir, aynı durumda hareket edebilir.

Sadece orada kendilerini temsil etmediler arkadaşlarımız. O birlik kendisini temsil etmedi. Onlar Kürdistan Özgürlük Gerillası’nı temsil ettiler. PKK gerillasını temsil ettiler, Apocu gerillayı... Zaten onun temsilcisi olarak ortaya çıktılar.

Şu görüldü: Bir bilinç ve inanç var. Hem de böyle en üst düzeyde.

Diğer yandan ise, bazılarının yansıtmaya çalıştığı gibi körü körüne silaha sarılmış değiller. Silah aşığı da değiller. Silaha aşık oldukları için kuşanmışlar, canları istediği için dağa çıkmışlar değil.

Tam tersine, büyük bir amaç için her ikisini de yapmışlar. Önder Apo şunu söyledi: “Eğer büyük bir amaç için olmasa, bir damla kan akıtmak bizim için cinayet işlemektir.” Bu felsefeye sahipler. Tamamen zihniyetleri bu anlayışla oluşmuş. Bunun bilinmesi lazım. Bunu net gösterdiler herkese.

Yani PKK, Kürt gençleri, kızları, oğulları dağa çıkıp silah kuşanırken, böyle birilerine körü körüne düşmanlık yapmak için, bol bol kan akıtmak için ya da canları sıkıldığı için değildi; yüce bir amaç için, büyük bir amaç için bunu zorunlu gördüler ve hep kendilerinden fedakarlıkta bulunarak bunları yaptılar. İşte bu amacı anlamak lazım. Onu anlatmak istiyorum.

ÖNDER APO VE PKK TÜRKİYE’NİN DEMOKRATİKLEŞME MÜCADELESİNİ YÜRÜTTÜ

Bu insanları 47 yıl silah kuşanmaya, dağa çıkmaya, en zor koşullarda, en cesur ve fedakar bir mücadele yaşamı içinde olmaya ne götürdü? Eğer kendiliğinden oluyorsa ya da basit şeyler için bunlar oluyorsa, buyursun başkaları da yapsınlar, denesinler, görelim. Yoktur! Yapamaz kimse bunu.

O halde bunu ortaya çıkartan yüce amacı görmek lazım. Bu gerillanın hakkını vermek gerekiyor. 41 yıllık kesintisiz gerilla savaşının, 47 yıllık PKK direnişinin hakkını vermek lazım tarihsel olarak. Bu işte Kürt özgürlüğü, Türkiye’nin demokratikleşmesiydi.

Yine burada ifade edelim: İmralı Mahkemesi, “İdam cezası veriyorum.” dediği zaman, Önder Apo ne söyledi? “Cezaya bir şey demiyorum ama vatan hainliğini reddediyorum. Biz demokrasi mücadelesi yürüttük” dedi. Öyle dedi ve çıktı mahkeme salonundan.

Gerçekten de Önder Apo ve PKK, Türkiye’nin demokratikleşme mücadelesini yürüttü. Bunu herkes bilmeli. “Eğer oylamayla halklar karar verirse, Kürtler ayrı devlet kurarsa, bundan yana da olurum,” dedi. Ama ayrı devlet şeyini öngörmedi.

Türkiye’ye ve Türkiye toplumuna hiçbir zaman düşmanlık yapmadı. Tam tersine, Türkiye gerçeğini, Türkmen gerçeğini en çok inceleyen, açığa çıkaran, bunu Türkiye düşüncesine katmaya çalışan Önder Apo oldu. Bu gerçeği görmek lazım. Bu gerilla, bu zihniyetin ve mücadelenin ürünü. Onu bilmek gerekiyor.

ÖNÜ AÇIK OLURSA BU GERİLLA DEMOKRATİK SİYASİ MÜCADELEYİ DE ETKİLİ YÜRÜTÜR

Sonuç? Şunu söyleyebiliriz: Bununla ne olduğu sorulacak. Gerilla bir gerçeği kanıtladı. Herkes diyordu, “Önder Apo etkisiz de, bir şey yapamaz.” Etkisiz mi, etkili mi olduğu görüldü.

Ne oldu? Geçen yıl Ekim’den bu yana gelişmeler... 27 Şubat’tan bu yana gelişmeler...

“PKK, Önder Apo’yu dinlemez” denildi. Onun öyle olmadığı ortaya çıktı. İşte, “Gerilla silah bırakmaz” diyenler vardı. Bir kısmı diyordu;, “Taktik yapıyorlar; tekrar fırsat bulurlarsa geriye dönecekler.” Ama silahlı mücadele aşığı olmadıkları, silaha aşık olmadıkları, zorunlu olarak buna başvurduklarını bu olay gösterdi. Önü açık olursa, fırsat olursa, bu gerilla demokratik siyasi mücadeleyi de en etkili bir biçimde yürütür. Buna hazırdır. Silahlı mücadeleyi sona erdirmiştir. Silahı da bırakmıştır aslında.

Yani o 11 Temmuz’daki tören, gerillanın silah bırakmasının netleşmiş olması oluyor. Artık, yani bu tür şüphelerin hepsi ortadan kalkmış olmalı.

O zaman geriye bunun gereklerinin yapılması kalıyor. Onun da adresinin kim olduğu ortada. Bazıları diyor, “Top artık devlette herhalde.”

KÜRT SORUNU PAZARLIKLARLA ASLA ÇÖZÜLEMEZ

Törende üçüncü güç, yani gözlemciler vardı. Siyaset temsilcileri de vardı. Türkiye’den, Kuzey Kürdistan’dan gelmişlerdi. Irak’tan, Güney Kürdistan’dan gelmişlerdi. Hatta yurt dışından gelenler de vardı.

Biz daha çok insan hakları kuruluşlarının da olmasını istedik. Olsaydı, mesela bir komisyon yönlendirseydi. Baştan beri Önder Apo ısrar etti. Neyin eksik olduğu ortada. Yani bunu yapmayan mevcut devlet yönetimi, AKP iktidarı oldu. Bu bilinmeli.

Kürt sorunu ve buna PKK’nın, Önder Apo’nun yaklaşımı bir iktidar paylaşması, imkân paylaşması yaklaşımı değildir. Böyle bir şey olsaydı, pazarlık yapardı. Al gülüm ver gülüm, ticaret şeyi yapardı. Onun için bir üçüncü aracıya ihtiyaç olurdu. Böyle değil.

Bir halkın varlık ve özgürlük sorunu, hayati sorunu. Yani bütün dünya birleşmiş, “Kürt yoktur” diyorlar. Yok etmek istiyorlar. Kürtler de “Ben varım” diye yüz yıldır direndi. Elli yıldır da PKK bu varlığı kaybettirmemek için mücadele etti. Savaştı, bu kadar şehit vererek.

Yani şunu söylemek istiyorum: Böyle hayati bir mücadele var. Bunu gidermek, birileriyle pazarlık etmeyi gerektirmiyor. Bunun önünde engel olan, bu gerçeği görüp hakkaniyeti, adaleti biraz işletirse, sorun ortadan kalkar, çözülür.

Bu bakımdan, eğer zihniyet ve siyaset değişikliği olmazsa, Kürt sorunu en ağır bir sorundur. Asla çözülemez. Onu net söyleyebilirim.

Böyle pazarlıklarla, dünyanın başka yerlerinde yapılanlarla Kürt sorunu gerçekten çözülmez. Zaten herkes deniyor. Biz değil, bizim dışımızda da bu kadar çok deneyenler oldu. Hiçbirisi çözüm bulamadılar.

Fakat zihniyet ve siyaset değişikliği olursa… Yani bir halkın varlığı, hakları… İşte Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan dedi ki, “Türkler, Kürtler, Araplar bir olunca ne kadar şeyler yaptıklarını tarih gösterdi. Gelecekte de görülecek.” Çok güzel. Başımız gözümüz üstüne.

Ama bu Kürtlerin yüz yıldır Türkiye’de adı bile yok.

Sen Araplar ve Türklerle ittifak yapınca, kardeşleşince bu kadar gelişmeye yol açan Kürt’e nasıl yaklaştın? Bu Kürt’ün durumu nedir? Yani bunu da ortaya koyalım.

Bu inkar ve imha zihniyeti ve siyaseti çok tehlikeliydi. Türkiye’ye çok şey kaybettirdi.

Maddi açıdan hesaplıyorlar, “Trilyonlarımız gitti,” diye. Hayır; etik olarak kaybettirdi, ruhsal olarak kaybettirdi, demokrasi olarak kaybettirdi. Güven duygusu olarak kaybettirdi. Bunları görsünler.

Bu çok daha önemli kayıplar, ağır kayıplar. Türkiye’yi sevenler aslında bunu görmeliler.

Bu bakımdan biz istiyoruz ki… Yani gerçekten çözüm görüyoruz. Sadece istemiyoruz. Bu anlayış değişsin, siyaset değişsin; bunlar olursa hemen çözüm olur.

SİLAHLA HİÇBİR ALAKASI YOK, ‘KÜRT VARDIR’ DEMEYİ TERÖRİSTLİK GÖRÜYORLAR

Türkiye cephesinden de böyle bir talep, teklif geldi. Tam ikna edici değil. Onların toplumları ikna etmesi gerekiyor. Gerçekten bir zihniyet ve siyaset değişikliği mi yapıyorlar, yoksa başka bir şey mi var işin arkasında? O, onların işi. Herkes değerlendiriyor.

Fakat şu oldu; onu söyleyeceğim. Onlardan da böyle bir şey gelince biz çok ısrar etmedik. Değerli buluyoruz onu. Çözebilir taraflar, anlayış değişikliği yaparak. Savaşanlar barışabilirler de. Hem de en güçlü barışı yaratabilirler. Gerçekten kendi iradeleriyle savaşmışlarsa.

Biz hareket olarak buna yürekten inanıyoruz. Önder Apo da bu tutumu net olarak ortaya koydu. İstiyoruz ki karşımızdaki güç de böyle olsun.

Bugüne kadar Önder Apo’ya ve PKK’ye her türlü hakaret, haksızlık yapıldı silah nedeniyle.

Ben Almanya’da 6 sene hapis yattım. Orada çok net gördüm. PKK’yi suçlamanın silahla hiçbir alakası yok.

Biz “Silahımız yoktur, şudur budur,” diye o kadar çok izah yapmaya çalıştık. Bir baktık ki silahtan dolayı bize “terörist” filan diyorlar.

Düşüncelerimize “terörist” diyorlar. “Kürt vardır” demeyi teröristlik görüyorlar.

Yani silahla bir alakası yok bu işin. Dolayısıyla çok haksızlık yapıldı PKK’ye.

BİZİM ELİMİZDEYKEN ‘TERÖRİSTLİK’ DE, BAŞKASININ ELİNDE DEMOKRASİ OLARAK MI KULLANILIYOR?

Bir; yani böyle olmadığını, PKK’nin silah aşığı olmadığını, zorunlu olarak bunu yaptığını herkes görsün. Bir de silahı başkasına niye verelim? Alır, başka yere de kullanabilir. Onu da hesap ettik tabii. Yani niye gömelim? Yine onlar kullanılırsa…

Yani bizim elimizde teröristlik olarak kullanılacak da, bir başkasının elinde demokrasi olarak mı kullanılır? Daha şey yapılır. Doğrusu oydu. Kürt mitolojisine uygundu.

Yani bir de günümüz dünyasına ve Ortadoğu’suna uygundu. Ne diyelim? NATO’ya cevap verdik diyelim. Hollanda’daki toplantıda gayrisafi milli hasılaların, bütçenin savunmaya, silaha yatırılmasını yüzde beşe çıkardılar.

Yani artık bu kadar gözü dönmüşçesine bir militaristleşme var. Ne olacak, güvenlik böyle sağlanacakmış.

Dün akşam Fransa Cumhurbaşkanı diyordu: “Avrupa büyük bir güvenlik tehlikesi altında. Onun için şu kadar harcama yapmalıyız, silaha yatırmalıyız.”

Ben şu cevabı vermek isterim: On kat daha artırsa da silahla Fransa’nın güvenliğini sağlayamaz. Fransa’nın güvenliğini özgürlükle, demokrasiyle, akılla, doğru zihniyet ve siyasetle sağlar Fransa’nın yöneticileri.

Bütün dünya öyle. Ama o kararı aldılar. NATO bizi terörist ilan etmişti.

Kendileri bu kadar silahlanıyorlar, Ortadoğu’yu kan gölüne çevirdiler, Kürdistan’ı kan gölüne çevirdiler.

Biz istiyoruz ki bu kan tümden ortadan kalksın. Bu çatışmalı durum tümden yok olsun.

Bunların hepsi iktidar ve devlet sistemlerinin çıkarları gereği oluyor. Onların ürünüdür. Bunu da göstermiş olduk. Anlayanlar için tabii.

ENTEGRASYONUN YASAL DÜZEYDE İLKELERİNİN NETLEŞTİRİLMESİ LAZIM

Şimdi bu “entegrasyon” kelime olarak söyleniyor, yani duyuyoruz. Biz de bir kavram öğrendik yani. Fakat benim dikkatimi en çok Tayyip Erdoğan’ın -5–6 yıl önceydi- Almanya’daki Türk toplumunun haklarına dair konuşmaları sırasında çekti.

Bu kavram, Alman devletiyle mücadele ediyordu. Almanya’ya gitmiş, Türklerin haklarının savunulması anlamında o zaman bunu kullanıyordu. Aklımda oradan kaldı. “Entegrasyon” diyordu. Şöyle diyordu: “Asimilasyona karşıyız, entegrasyon istiyoruz.” Alman devletini uyarıyordu. Avrupa’daki Türklere de, Almanya’daki Türklere de çağrı yapıyordu:

“Asimilasyona karşı çıkın ama entegrasyondan yana olun. Entegrasyon tanınmalı Türkler için,” diye Alman devletine diyordu.

Aynı Tayyip Erdoğan, Almanya’daki Türkler için istediği entegrasyonu Türkiye’deki Kürtlere tanıyacak mı, tanımayacak mı? Biz isteriz, tanısın. İsteriz, aklına gelsin.

Asimilasyona karşı çıkmaya, entegrasyon istemeye Türk’ün hakkı var da Kürt’ün yok mu? Kürt’ün de olmalı. Ama şimdi Kürtler de aynı Tayyip Erdoğan’dan —kendisi nasıl Almanya’dan istediyse— entegrasyon istiyorlar.

Önder Apo dedi: “Demokratik entegrasyon.”

Entegrasyonu çok çeşitli kullanıyorlar. Ekonomik entegrasyon, toplumsal entegrasyon, iş birliği yapan birimlerin birbiriyle ilişkilenme tarzı. Yani farklı iki birim, aralarındaki sorunları çözecek, iş birliği yapacaklar.

Nasıl iş birliği yapacaklar? Onun belirlenmesi... Bunun için tabii birbirlerini tanımaları, kabul etmeleri gerekiyor.

Diğer yandan bir de uyum… Pozitif bir kavram yani. Entegrasyonda birbirini reddetme yok, birbiri üzerinde egemenlik sağlama, asimilasyon yok. Bazı çevreler çok fazla asimilasyonla karıştırıyor.

Asimilasyon ayrı bir şey. Entegrasyon, yani kendi varlığını koruma temelinde uyumlu hale gelme, diğer bir birimle iş birliği yapabilme.

Önder Apo, devletle toplum ilişkilerini önce savunmalarda da dile getirdi; “Devlet + demokratik toplum ilişkileri” dedi. Devlet artı demokratik toplum olarak tanımladı. Bunlar bir arada; yani birlikte ilişki ve mücadele diyalektiği içerisinde nasıl yaşarlar gibi konuları ele aldı.

Şimdi bu ilişki tarzının tabii hukuka, ilkelere bağlanması lazım. Aslında toplumsal olursa bu yasalar gerektiriyor, anayasa gerektiriyor.

Örneğin bir Türkiye Anayasası demokratik olacaksa, esasın da bunları içermesi lazım. Öyle doldurmuşlar bir sürü madde; hiç anayasayı ilgilendirmeyen konular… Öyle değil. Temel konular bunlardır. Bunları içermesi gerekiyordu.

Yani entegrasyonu böyle anladık biz. Tartıştık.

Şimdi bunun gerçekleşebilmesi; dedim ya, ilişki tarzının yasal ilkelere bağlanması gerekiyor. Yasal düzeyde ilkelerinin netleştirilmesi lazım. Bunun için yasalarının ortaya çıkartılması gerekiyor.

Önder Apo bunu da net koydu: Demokratik entegrasyon yasaları. Bir de özgürlük yasaları tabii. Nasıl? Halkların özgürlüğü, ifade özgürlüğü, diğer bütün özgürlüklerin güvence altına alınması.

Özgürlük yasaları önemli. İfade ve örgütlenme özgürlüğü aslında en temel demokratik özgürlük. Demokratikleşmenin temeli. Örgütlenme özgürlüğünün yasaklanması, ortadan kaldırılması… Böyle durum olursa, Önder Apo diyor: “Zaten isyan olunur.” Çünkü demokrasi olmaz. Demokrasinin temel ölçüleri, ilkeleri de bu.

Demek ki demokratik entegrasyon yasaları Türkiye’nin temel demokratikleşme yasaları. Türk-Kürt ilişkilerini kardeşlik temelinde belirleyecek yasalar. Yani haklarını, hukuklarını güvence altına alacak yasal hukuki düzenlemeler. Bunların olması gerekiyor.

Zaten işte bir başlangıç oldu diyelim. Bunun için bazı çevreler dediler: “Görmeliyiz, güven duymuyoruz. Güvence olsun.”

Önder Apo yapacağını hep yaptı. Gerilla da işte silahını da bıraktı. Silah bırakıyor.

Artık bu adımlar kalıyor yani. Özgürlük ve entegrasyon yasalarının çıkartılması. Giderek bu bir anayasaya götürüyor tabii. Yeni bir anayasa değerlendiriliyor. Bir anayasa da son halini alır.

Ama tabii öyle bir anayasa birdenbire ortaya çıkmıyor. Türkiye gibi bir ortamda çok zor. Böyle adım adım gerçekleşmesi lazım. Benzer yasalar çıktıkça, —bütün bu hükümleri içeren— bir demokratik anayasaya götürür.

ASLİ GÜNDEMDEN KORKMAMAK LAZIM

Geçmişteki yargı paketleri başarılı olmadı, olmaz. Çünkü o düzenlemeler basit, yüzeysel şeylerdi; temel sorunları çözmekten uzaktılar. Neden? Çünkü şu an Türkiye’nin gündemi değiller. Getirilen yasalar da buna uygun şekildeydi. Onların düzeltilmesi gereken esas temel sorunlar ise gündeme tam olarak konamadı. Benzer maddeler konuldu sadece. “Tek taraflı olmasın, çok taraflı olsun. Bir taraf yararlansın, ötekiler de yararlansın” gibi basit yaklaşımlar vardı. Ama bu nasıl bir yarar? Türkiye’nin esas gündemi nedir, temel sorunları nelerdir? İşte bu sorunların hukukla doğrudan bağı vardır.

Hukuksal sorunlar temel sorunlardır. Bu nedenle Önder Apo, “Temel mücadele tarzımız hukuk olacak.” diyor bu dönemde. Yani değişim ve yeniden yapılanmanın en önemli yöntemi, tarzı, taktiği hukuki mücadeledir.

Çünkü elimizde paramparça olmuş bir hukuk var. Demokratik ilkelerden çok uzaklaşmış bir hukuki yapı mevcut. Asli gündemden korkmamak lazım. Herkes buna dikkat etmeli. Demin dediğim gibi, herkes kendisinin hakkını talep edebilir. Ancak o hakkının gerçekleşmesinin Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünden geçtiğini bilerek talepte bulunmalı. Basın da bunu sürekli gündemde tutabilmeli, propagandasını yapabilmeli.

Aynı şey, komisyon için de geçerlidir. Bu nedenle bunu ifade etmek istedim. Eleştiri amacıyla değil. Komisyon kurulması iyidir, önemli bir adımdır. Ancak geçmişte de 2013’te böyle bir girişim oldu ama işe yaramadı. O dönemde oluşturulan komisyonlar farklı işler için tasarlanmıştı ve tartışmalar o yöndeydi. Şimdi ise bir komisyon kuruluyor ama o da işlevli olmazsa, geçmişteki hatalar tekrarlanır.

Çünkü o komisyonlar hakkıyla, hukukuyla kurulmadı. Önder Apo’nun istekleri ve savunduğu görüşleryle komisyonlara yüklenen anlam ve çalışma tarzı farklı oldu. Boşa gitti. İşlevsiz kaldı.

Biz umut ediyoruz ki bu seferki komisyon, 2013–2014 deneyiminden ders çıkarır. Yoksa her şey tekrar olur. Temel gündem de tekrar olur.

PKK diyor ki: “Her şey tekrar oldu, o halde tekrarcı olmamalıyız.” Eğer 10 yıl önce olanı bir daha tekrarlayacaksak, bu tarihten ders çıkarmadığımız, ileriye gitmediğimiz anlamına gelir.

O halde bu komisyon ne yapmalı, gündemi ne olmalı? Biz akıl vermek istemiyoruz. Ancak bu komisyonu Önder Apo istedi, bu sürecin doğal bir gereğidir.

Biz de bu komisyonun çalışmaları temelinde, PKK Hareketi olarak daha önce kimsenin hayal edemediği adımları attık. Bazen ben bile düşünürdüm: Acaba PKK feshedilse dünyanın hali ne olur?

Yansımalarla bunu görüyorduk. Herkes bir yerinden bundan fayda sağlamak istiyordu. Öyle bir durum oluşmuştu ki, sanki PKK’nin üzerinden kazanç sağlıyorlar gibiydi. PKK bu yapıdan çekilirse kıyamet kopar diye düşünülüyordu.

Gerçekten de Önder Apo çekildiğinde, “Bütün dengeler alt üst oldu.” dedi. Olması da doğal. Çünkü bu denge sadece PKK’ye dayanmıyor. Kürt inkarı ve imhası üzerine kurulu, yüzyıllık bir dünya dengesi var.

Kapitalist modernite sistemi denilen küresel sistem böyle oluştu. Son 50 yılda da bu çelişki ve çatışma, PKK’nın temsil ettiği Kürt tarafı üzerinden şekillendi. Dolayısıyla bu denge PKK’ye dayalıydı. PKK çekilince bütün dengeler alt üst oluyor.

Bazıları zannediyor ki, biz bu işi böyle sürdürür, PKK çekilir, biz çıkar sağlarız. PKK buna fırsat vermedi.

KOMİSYON TARİHİ GÖREV VE SORUMLULUĞUNA SAHİP ÇIKMALI

Şimdi söylemek istediğim şu: Yani bu komisyonun rolü, işleri ne olacak? Böyle sıradan bir komisyon olmayacak, olmamalı. 2013’tekine benzer olmamalı. Tarihi görev ve sorumluluğuna sahip çıkmalı.

Bunun iki boyutu var:
Birincisi, evet, Kürt sorununun çözümü üzerinde olacak. Kürt gerçeğini kabul edecek, yani Kürt sorununu anlayacak ve çözümün nasıl olacağı üzerinde çalışacak.
İkincisi ise Türkiye’nin demokratikleşmesi üzerinde olacak. Gerçekten de insan “ayıp” diyor. AKP’liler de bazen bunu dile getiriyorlar. İyi de, rojbaş! 23 senedir siz Kenan Evren’in anayasasıyla yönetmeye çalışıyorsunuz bu ülkeyi. Ondan sonra da demokrasiden, şundan bundan söz ediyorsunuz. “Türkiye’de demokrasi var. Niye PKK buna karşı çıkıyor? Gerilla niye dağda var?” Kenan Evren’in anayasasından sonra PKK dağa çıktı. Çok iyi hatırlıyorum, 7 Kasım 1982’de anayasa oylanırken, bizim Serxwebûn gazetesinin anayasa değerlendirmesinin başlığı şuydu: “Anayasa değil, devrim.” Biz o ilkeyle yola çıktık.

YÜZLEŞMEK GEREKİYOR

Çünkü o anayasa gerillayı ortaya çıkardı, PKK’yi gerilla yaptı. Sen hâlâ o anayasayla yönetiyorsun. Bunun demokrasiyle ne alakası var? Dolayısıyla şunlar olmalı: Gerçekten geçmişle yüzleşen bir yaklaşım ortaya konabilmeli. 100 yıllık, 30 yıllık, 50 yıllık geçmişle yüzleşmeli.

Tayyip Erdoğan da bazı şeylere dikkat çekti Cumhurbaşkanı olarak. 12 Temmuz’daki konuşmalarında “Beyaz Toroslar…” dedi, “Diyarbakır’da yapılanlar…” dedi. Diyarbakır zindanının kapısına gitti, “Burada büyük direniş oldu” dedi, hatta gözyaşı döktü. Şimdi Temmuz ayındayız; 14 Temmuz direnişini kutladık, şehitlerini andık. İşte bu gerçeklerle yüzleşmek gerekiyor, açığa çıkarmak lazım.

Kimseyi asmak, kesmek demiyorum. Ama hak neydi, hukuk neydi? Doğru olan neydi, yanlış neydi, suç neydi? Bunlar belirlenmeli. Kemal Kılıçdaroğlu da sürekli “helalleşme olsun” dedi ama siyasetten gitti. “Helalleşme olabilir” diyorum; olabilir. Fakat ben AKP basınını izledim, Tayyip Erdoğan’ın bu konuşmalarını öne çıkarmadılar, kimse manşet yapmadı, televizyonlarda tartışma konusu bile olmadı.

Basın hâlâ -hepsi değil ama bir kısmı- ırkçı, şoven bir yaklaşım sergiliyor. Gerilla, Önder Apo ve PKK şahsında Kürtlere hakaret ediyor, aşağılıyor, zehirliyor. Demokratik değil bu tavır. Siyasetin önünü açmak yerine kapatıyorlar. Eskiden onlara milliyetçi diyorduk, ama Devlet Bahçeli diyor “öyle milliyetçilik olmaz.” O zaman daha doğru tanımlasınlar. Biz de düzeltelim; bu ırkçı, şoven bir yaklaşım. Böyle olmaz.

Bu anlamda:
Birincisi, elbette o geçmiş açığa çıkarılacak.
İkincisi, içinde bulunulan durum iyi tespit edilecek.

Önder Apo, PKK ve gerilla iradesini ortaya koydu. Önder Apo çözüm gücü olduğunu herkese kanıtladı. PKK kendisini tarihin siyaset sahnesinden çekti, tarihe mal etti. “PKK engel oluşturuyor” diyorlardı; o engel kalktı. “Gerilla silah engeli” deniyordu; gerilla da silahını yaktı. Demokratik siyasete, özgürlük ve demokratik entegrasyon yasaları temelinde demokratik siyasi mücadeleye açık ve hazır olduğunu kanıtladı. Zaten açık çağrılar da yapıldı. Arkadaşlar geri yerlerine gönderildi. Bu bizim kararımız değildi; Türkiye buna hazır değildi.

BU KADAR DAR BİR TÜRKİYE’YE PKK, KÜRTLER SIĞMAZ

PKK şöyle olsun, böyle olsun diyorlar ama Türkiye, PKK’yi içine almaya hazır mı? Değil. Bu haliyle alamaz. Bu kadar dar bir Türkiye’ye PKK girmez, sığmaz. Kürtler sığmaz. Bunu anlamaları gerekiyor. Zaten alamıyorlar da.

Bazen iyi şeyler söylüyor Bülent Arınç. Bunu eleştirmek için söylemiyorum ama hatırlatayım: Bir zamanlar “Cehennemin dibine gitsinler” demişti. Ayıp yani. Biz bu topraklardan, bu memleketten buharlaşmayacağız. Cehennemin dibine de gidemeyiz. Hepimizin Bülent Arınç kadar bu topraklarda, bu memlekette hakkı var. Biz de oraların çocuğuyuz. Kendisinin babasının malıysa, bizimki de malı. Üstelik biz baba malıyla hareket etmiyoruz. Yani kimse kimseye böyle söylememeli, böyle yaklaşmamalı.

Herkes karşılıklı özgürlük ve demokratikleşme, demokratik birlik ve demokratik entegrasyon temelinde bütünleşmek için elinden gelen fedakarlığı gösterebilmeli. İşte gerçek demokratik olmanın, yiğit olmanın, cesur olmanın ölçüsü bu. Bunu gösterebilmeliler. Komisyon bunun önünü açmalı, bu talepleri ifade etmeli.

Komisyon öyle basit şeylerle uğraşmamalı. Tabii her şeyi tek başına yapamaz ama Meclis’i harekete geçirmeli. Meclis, Türkiye’nin demokratikleşmesinin, Kürt sorununun çözümünün ve geçmişle yüzleşmenin yasalarını, ilkelerini çıkarmalı, pratiklerini geliştirmeli. Biz komisyondan bunu bekliyoruz. Böyle olursa komisyon doğru, anlamlı ve sonuç üretici olur. Böyle olursa biz o komisyonla her türlü çalışmaya açık oluruz.

KOMİSYON ADIM ATARSA BİZ ONU KATBEKAT KARŞILARIZ

Böyle bir komisyon olursa; Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın da dediği gibi, “Bir adım atana biz koşar gideriz.” Gerçekten de bir değil, kaç adım attı Kürt tarafı, Önder Apo? Görelim onun karşılığını.

Bu konuda şimdiye kadar yaptıklarımız, sözümüzün gereğini yerine getireceğimizin kanıtı oluyor. Ama komisyon gerçekten de ciddi, temel konuları gündeme alan, tartışan, çözüm bulan bir komisyon olmalı. Geçmişi yüzleştirme, demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümüne ilişkin çözüm yasalarını ortaya çıkarmalı. Özgürlük ve demokratik entegrasyon yasalarını…

Özellikle Türkiye’de geliştirilen ırkçı ve şoven yaklaşımların yarattığı Kürt karşıtlığını ortadan kaldırmak için de etkin bir mücadele yürütülmeli. İnsanlar linç ediliyor, bir Kürtçe müzik dinlemek yüzünden bir kadın ve bebeği nasıl mağdur ediliyor, devlet buna karşı çıkmalı. Bu durumu Kürtlükle bağdaştırmak mümkün değil; bu tamamen kültürel bir mesele.

Bu kadar yoğun şovenizm ve insan düşmanlığı nasıl yaratıldı? Hrant Dink’in eşi çok doğru söylemişti: “Bir çocuktan bir katil nasıl yaratılıyor?” İşte bu sorunun cevabı bulunmalı, çözülmeli. Türkiye’de böyle düşmanlaştırılmış çok insan var. Bunlara karşı kapsamlı bir mücadele geliştirilmelidir. İşte tüm bunlar, bu komisyonun en önemli gündem maddeleri olmalıdır.

BİRLİĞİN DİĞER HALKLARA KARŞIT OLMASI SÖZ KONUSU OLAMAZ

Bizim açımızdan Kürt Özgürlük Hareketi ve Kürt siyaseti, ki bunların hepsi PKK ile doğrudan ya da dolaylı ilişkilidir, kesinlikle şu yanlışa düşülmemelidir: Kürtlerin birliği, diğer halklara karşıtlık olarak algılanamaz. Örneğin Tayyip Erdoğan’ın “Türklerin, Kürtlerin, Arapların birliği” sözüne biz evet diyoruz, ancak bu birlik diğer halklara karşı olamaz. Ermeniler, Süryaniler, demokratik Yahudiler, Farslar ve Ortadoğu’nun tüm halkları bu birliğin içinde yer almalıdır. Bu, temel bir demokrasi ilkesidir.

İkinci olarak, örgütlerle ilişkilerimizde; PKK olarak herhangi bir örgüte karşı diğerine ittifak yapmadık. Ortak çalışma, birlikte iş yapma temelinde ittifaklar kurduk ama birilerini ötekine karşı geriletmek ya da bastırmak amacıyla değil. Örneğin KDP ile kurduğumuz ilişki ortak çalışmaya yöneliktir, YNK’ye karşı değildir. Türkiye solundan birçok örgütle de ortak cepheler kurduk, ancak bunlar karşıtlık üzerinden değil, amaç birliğiyle gerçekleşti. Bu anlayış ve çizgi, Önder Apo’nun siyasetinin temelidir.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın açıklamalarında da bu çizgiye atıfta bulunulmuştur. Bazı çevreler bu duruma farklı tepkiler verse de, esas önemli olan Kürt sorununu çözmek için anlayış ve siyaset değişimini gerçekleştirmektir. Bu mesele sadece Kürtleri değil, tüm Türkiye toplumunu ilgilendiren, aynı zamanda Türkiye’nin demokratikleşme süreciyle doğrudan bağlantılı çok önemli bir sorundur.

BİRLEŞTİRİCİ OLMAYAN YAKLAŞIMLAR ÇÖZÜM ÜRETMEZ

Bu iş birilerinin tek başına başaracağı bir şey değil. Demokrasi de olmaz, Kürt sorunu da çözülmez, eğer herkes aynı zihniyette olmazsa. Baskı çıkar, çatışma olur, bu süreç herkesi kapsamalı, birleştirici olmalı. Birleştirici olmayan yaklaşımlar çözüm üretmez; aksine, dar partisel veya örgütsel çıkar peşinde koşanlar kısa vadede kazanıyor gibi görünse de, orta ve uzun vadede kaybeder.

Kesinlikle şunu söylemek lazım: “AKP düzeltiyor” diye düşünmek doğru değil. Eğer AKP bu şekilde yaklaşırsa, ne DEM Parti ne başka bir güç bunu kabul eder. AKP böyle davranırsa kendisi kaybeder. Muhalefet—özellikle CHP—daha güçlü, kararlı ve kapsayıcı olmalı. İktidar ya da muhalefet fark etmez, herkes bu sürece sahip çıkmalı. Türkiye’deki siyaset çok kirlenmiş durumda, sadece bir partinin değil, pek çok aktörün içinde bulunduğu bir kirlilik var. Temizlemek gerekiyor; ama sadece bir tarafı temizlemek değil, tüm sistemi adalet ve hakkaniyet temelinde yeniden inşa etmek şart.

Ben özellikle muhalefete sesleniyorum: Evet, haksızlıklar var, yanlışlar var. Ama önemli olan, Kürt vatandaşların “Kürt sorunu vardır” demesi ve çözümün onların iradesiyle olmasıdır. Bizim hareketimizin temeli budur ve buna büyük değer veriyoruz.

Ancak maalesef CHP’nin bazı çevrelerinde hala “PKK, kendi çıkarları için hareket ediyor, muhalefeti zayıflatmak istiyor” gibi haksız ve gerçek dışı suçlamalar yapılıyor. Bunlar akla, mantığa, gerçeklere aykırıdır. Bu kadar haksızlık ve hukuksuzluk, demokratik olmayan rejimin ürünüdür; bu rejim ise Kürtlerin varlığını ve haklarını inkar ve imha etmeye dayanır.

O zaman Kürt özgürlüğü, bu zulme yol açar mı? Kesinlikle hayır. Kürt özgürlüğü yolunda atılacak her adım Türkiye’nin demokratikleşmesine katkı sağlar, haksızlıkların ve hukuksuzlukların azalmasına vesile olur. Kürdistan’da özgürlük ve demokrasi yükselirse, Türkiye’de de demokrasi gelişir; tam tersi olamaz.

Bunu çarpıtanlar, bilinci karartanlar hem Kürtlere hem Türkiye’ye büyük zarar verir. Muhalefet bu durumdan rahatsızsa, o zaman daha fazla sahip çıkmalı, daha aktif olmalı, ortak Türkiye için demokrasi ve barış mücadelesini büyütmeli. Dar iktidar hesapları peşinde koşanlar ise kaybeder, bu büyük tehlikedir.

BİR BAŞARISIZLIK KOMPLEKSİ VAR BAZI GENERALLERDE

Maalesef gerilla alanlarına saldırılar var. HPG’nin açıklamaları ne yazık ki doğru. Biz öyle olsun istemiyorduk. Bu tür şeylerden sonra bunlar kesilir diye de bekliyorduk. 1 Mart’ta ateşkes ilan ettik, 7 Mayıs’ta silahlı mücadeleye son verdik. Gerilla silahını bıraktı. Şimdi böyle olmuş bir güce saldırılar var. İlginç bir durum. Evet, bunun üzerine düşündük. Bir başarısızlık kompleksi mi diyelim; öyle bir şey var bazı generallerde.

Arkadaşlar “rantçılar” olarak tanımladılar. Süreci provoke etmek isteyenler olarak da tanımlıyorlar. Tabii, yapılan süreci provoke ediyor. Gerçekten de rantçılığa hizmet ediyor. Bunların hepsi doğru. Fakat gerçekten tümden öyle mi? Niye bunda bu kadar ısrar eden bazı çevreler var? Yani bir başarısızlık kompleksi. Kendini büyüklüğe inandırmış. Özellikle de halklar karşısında… Ezmiş başkalarını, Kürtleri de ezerim diye… Onu sonuca götürememiş, gerçekleştirememiş. Şimdi böyle yaparak, “Ben bunu gerçekleştirdim, herkes kabul etsin” diyor. Yapamadığını toplumun, siyasetin yapılmış olarak kabul etmesini istiyor. Böyle bir kompleks. Kimyasal silah kullanıyorlar. Taktik mühimmatlar, patlayıcılar kullanıyorlar. Teslim ol çağrıları yapıyorlar. Yani giriyorlar o tür şeylere.

Gerilla zaten silah bıraktı. Hepsi de bıraksın diyorlar. Çağrı yapıyorlar, güya PKK’yi böyle çözecekler. Teslim olunacak, kaçanlar olacak. Ucuz başarı elde edecekler. Tam bir kompleks. Gerçekten de aşağılık kompleksi. Öyle demek lazım.

HALA TESLİM ALMAYI HAYAL EDİYORLAR

Askerler cenazelerini yaktıklarında, “kültürsüzler” demişti kadın arkadaşlar. Kültürsüz bir yapı var, yani aşağılık kompleksi var. Şunu söylemek istiyorum bu tür çevrelere: Bu yöntemlerle örgüt dağıtacak, gerillayı tasfiye edecek, kaçırtacak beklentisi boş bir beklentidir. Aylardır bunun için her türlü çabayı harcıyorlar. Bir kişiyi bile sökemediler yani. Kırk yıldır saldırıyorlar, sökemediler. Zindanda o kadar saldırdı; durdurabildi mi? Teslim alabildi mi? Hatırlasınlar.

Sanki böyleleri Esat Oktay’ın kalıntıları gibidir. Temmuz ayını yaşıyoruz yine. 14 Temmuz direnişi neye karşı gelişti? Esat Oktay Yıldıran diye biri vardı. O da bir askerdi. Nasıl bir askerdi? İyi gördük Amed zindanındaki durumu. Şimdi onun sanki ardılları var. Güya böyle şey yapacaklar, bununla korkutacaklar, ürkütecekler, teslim alacaklar, dağıtacaklar. Bunu umut ediyorlar, bekliyorlar. Hala hayal ediyorlar. Gerçekten boş bir çaba, boş bir hayal… Onu söyleyebilirim. Tarihten ders çıkartmayan, PKK’yi, gerillayı, kültür-özgürlük mücadelesinin özelliklerini anlamamış bir yaklaşım. Böyle çok aşırı kendini abartan, beğenen, büyük gören, ırkçı, şoven bir yaklaşım. Bu çok net. Karşıdakini hakir görüyor çünkü. Onu kendine sadece “teslim olun” görüyor. Öbür türlü aklının ucundan geçmiyor. Yani böyle olmaz. Bununla başarı elde edemezler.

Ve biz şimdiye kadar bunları mesele yapmadık. Ama basına yansıyor, herkes duyuyor. Kamuoyunda, Kürt halkında, kadınlarda büyük kuşkular var. Herkes de diyor: “Bunlar saldırıyorlarsa PKK, gerilla nasıl silah bıraktı? Ne olacak bu durum?” Çok haklılar yani. Bu kaygıların hepsi yerinde. Ben hiçbir şey demiyorum onlara. Doğrudur kaygıları.

NORM DIŞI GÜÇLERE KARŞI MÜCADELE ETMELİYİZ

Fakat sadece kaygı duymakla işin içinden çıkamıyoruz. Mesele burada. Yani onunla yetinmeyeceğiz. Mücadele ederek bu sorunları ortadan kaldıracağız. Amed Zindanı’ndaki yoldaşlar ne yaptılar? Tarih nasıl yazıldı? Kazanım neyle oldu? Ölüm orucu direnişiyle… Direnerek oldu yani. Mücadele ederek kazanıldı. Mücadele edeceğiz.

Hazır bir şey yok. Diğer yaklaşım sanki hazır beklemek gibi oluyor. Birisi rantçıdır, birisi bilmem nedir… Bir provokatördür. Kime hizmet ettiği belli olmayanlar. Gerçekten de böyle güçler var. Belli ki temizlenememiş. Onlar var diye, norm dışı güçler var. Evet, onlar var diye biz onları esas alıp geri durmayız. Mücadele etmemiz lazım onlara karşı.

Gerilla da bu haliyle mücadele ediyor. Anladığı dilden cevap verir. Kendi mücadelesini de sürdürür. Kararlılık var. Bütün toplum da mücadele etmeli. Bunların hepsini mücadeleyle ortadan kaldırabiliriz. Dolayısıyla sadece kaygıyla yetinmemeliyiz. Mücadele etmeliyiz.

Ben o Türk askerlerine şunu da demek istiyorum: Bazıları “PKK nasıl silahı bırakıyor?” diyor. Bu savaş ne oldu? Yani biz 93’te ateşkes ilan ettik. 98 Ağustos’unda Önder Apo aynen şu değerlendirmeyi yaptı: “Bu savaş patadır” dedi. Yani kazananı da kaybedeni yok. Biz de planlarımızı başarıya götüremiyoruz, devlet de götüremiyor. Değişiklik yaratmamız gerekir. Yani 1 Eylül ateşkesi, Avrupa’ya çıkış bu değerlendirme üzerineydi. Buna uluslararası komplo dayattı, Kürt sorununun çözümünü istemeyen karşıt güçler…

PKK bunu kabul etti. Bu durumdayız. Belli bir yere kadar gelişmeler oldu. Şimdi odun kafalı gibidir o bazı generaller. Diyorlardı ya, “NATO mermer, NATO kafa…” Yani böyle, bu NATO’ya mal edildi ama bu asker kafasını bazı siyasetçiler biraz denetime almalılar. Gerçekten 2008’de Zap’a nasıl saldırdıklarını da gördük. O zaman siyaset bir tavır almıştı mesela. Şimdi daha fazlasını alabilir. Dolayısıyla sadece onlardan diyemiyoruz, onlara bağlayanlar…

Şunu söyleyebilirim en son: O tür şeyler hiç etki yapmaz ama süreç üzerinde tehlikelidir. Yani her şeyin üzerinde tehlike arz ediyor. Siyasi çevreler buna sahip çıkmalılar.

Nasıl ki bazı basının ırkçı, şoven yaklaşımları, dili, içeriği Türkiye toplumunu zehirliyor, bu barışçı çabaların önünü kapatıyorsa, bu da aynısını yapıyor. Aynı şeyi yapıyor.

Şimdiye kadar direndi. Zap hattında oluyor. Direnişleri hâlâ vardır. Büyük şehitler verdik. Gerilla da kahramanca direniş yürüttü ve bugüne kadar getirdi bizi. Yani büyük bir miras çıkardı.

Şimdi siyasette bazıları -dün insan hakları yöneticileri değerlendiriyordu- “O gerillalar silahı yakarken, barış ve demokrasi mücadelesini de bize devrettiler. Biz öyle anladık” diyorlardı. Doğru anlamışlar. Toplumun hepsi öyle anlamalı.

Gerilla bu duruma getirdi işi. Hala böyle şiddetle, şununla bununla çözeceğini söyleyenlerin üzerine herkes gidebilmeli.

ROJAVA DEVRİMİ OLMASAYDI ORTADOĞU’NUN GELECEĞİ DAHA KARANLIK OLABİLİRDİ

19 Temmuz 2012 Devrimi, gerçekten de büyük bir devrimdi, hamleydi. Gerilla direnişimizin de bir sonucuydu. Dört parça Kürdistan’da yürütülen mücadeleydi. Rojava’daki sonuçlarıydı. Bir ufuk açtı. Bir umut oldu insanlığa. Önemli bir çıkış oldu. Herkes de bunu böyle tanımladı. Rojava günleri, Kobanê günleri oldu. Karartılmış bu faşist, çeteci saldırıların boğduğu insanlık, bu direniş ve devrimle biraz rahatladı, canlandı, yeniden umut kazandı.

Bu temelde, 13. yıldönümünde 19 Temmuz Özgürlük Devrimi’ni selamlıyorum. Bu devrimi gerçekleştiren tüm güçleri, Rojava’nın özgürlük savaşçılarını, Rojava, Kuzey ve Doğu Suriye Kürdistan halklarını – başta Kürtler olmak üzere Araplar, Ermeniler, Süryaniler, Türkmenler, Çerkesler – birçok halkı kutluyorum. Demokratik umut da yarattılar gerçekten.

Büyük bir girişimdi, ruhtu, çıkıştı. Yani ışık oldu aslında insanlık için. Ortadoğu ışığı… O olmasaydı Suriye’nin geleceği, bugünleri daha karanlık olabilirdi. Onlara fırsat vermedi. 13 yıldır da büyük zorluklara karşı binlerce şehit vererek mücadele ediyor Kuzey ve Doğu Suriye halkları.

ABD AFGANİSTAN’I, SURİYE’Yİ İKİZ KULELERE SALDIRAN EL-KAİDE’YE TESLİM ETTİ

Bir demokratik ulus sistemi yarattılar. Kardeşçe, iç içe bir yaşam ortaya çıkardılar. Kadın özgürlüğünü geliştirdiler. Herkes oraya bir örnek olarak bakıyor. Gerçekten bir nefeslenme, umut kazanma yeri oldu. Biz hep böyle olmasını umut ediyoruz. Tabii, bazı şeyler oluyor; tehditler sürekli var. Amerikalıların ikide bir tehditleri oluyor.

Biz inanıyoruz ki Kuzey ve Doğu Suriye halkları bu konuda güçlendiler ve bu tehditlere çok itibar etmeyecekler. ABD'nin de ikide bir “şunu yaparım, bunu yaparım” diye herkesi tehdit etmekten vazgeçmesi iyi olur. Ama yaptıklarını görüyoruz. Afganistan’ı El-Kaide’ye teslim ettiler, Suriye’yi El-Kaide’ye teslim ettiler. Taliban da El-Kaide’ydi, HTŞ de El-Kaide’dir. Colani, El-Kaide üyesidir. Usame Bin Ladin’le güya saldırıyorlardı. Bu El-Kaide, İkiz Kulelere saldıran güç değil miydi?

ABD böyle yaparsa kirli çamaşırlar ortaya çıkarılır. Bu işlerin altında kimlerin olduğu, ne tür oyunların döndüğü daha fazla tartışılır hale gelir. Öyle olmamalı. O temsilcinin tam ne yaptığı da belli değil. Bugün de bu tartışılıyordu, bu vesileyle söylemek istedim. Basına çok yansıtılıyor.

Kuzey ve Doğu Suriye halkları, özellikle Kürtler, yeterince bilinçlendi ve örgütlendi. Savunma güçleri var. Her türlü saldırı karşısında direnip kazanırlar. Biz buna inanıyoruz. Her zaman umutlarını korusunlar, uyanık ve örgütlü olsunlar. Dayanışmalarını ve birliklerini kaybetmesinler; kazanacaklar.

Başarıları, başkalarının ne yapacağına bağlı değil, kendi ne yapacaklarına bağlıdır. Tekrar 19 Temmuz Devrimi’nin yıldönümünde emeği geçen herkesi kutluyor, selamlıyorum. Çok teşekkür ediyorum.

14 TEMMUZ’DA ULUSAL ONUR DİRENİŞİ VERİLDİ

14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi’nin 43. yıl dönümünü yaşıyoruz. Bu büyük direniş, Ulusal Onur Günü olarak tanımlandı. Gerçekten de Ulusal Onur Direnişi verilmişti. Bütün bu direniş kararı orada alınmıştı. Şunu özellikle söylemek isterim: “PKK’yi, Kürtleri kandırır ya da bastırırız” diyenler var. Bazıları çağrılar yapıyor; “kandırır, korkutur, teslim alırız” diyorlar. Bu tür peşinde koşanlara 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi’ni ve esas olarak Diyarbakır Zindan Direnişi gerçeğini hatırlatırız.

Orada ne yaptınız, yöntemleriniz ne getirdi, buna bakın. Buradan çıkacak sonucu da görün. Bayatlamış, başarısız kalmış yöntemleri tekrar tekrar etmekle hiçbir şey kazanamazlar. Bunu görmeliler. O zindanda, o kadar baskı altında tutulan insanları etkisiz kılamadılar, umutsuz kılamadılar, direnişsiz bırakamadılar. Şimdi ise bu kadar bilinçlenmiş, örgütlenmiş Kürt toplumunun gençlerini, kadınlarını örgütsüz, bilinçsiz kılmaya, teslim almaya çalışıyorlar.

Bunlar boş çabalardır. Gerçeğin ne olduğunu Diyarbakır Zindan Direnişi gerçeği ve 14 Temmuz Direnişi ortaya koymaktadır. Her şey, o direniş ruhu, bilinci ve yarattığı değerler ile kazandığı ideolojik zafer üzerinden bugüne geldi.

Bugün de o bilinç, o ideolojik duruş, çok daha etkili bir biçimde tüm toplumu sarmış, insanlığa yayılarak gelişme göstermektedir. Bu temel üzerinde 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi’ni 43. yıl dönümünde bir kez daha selamlıyorum.

Bu direnişin büyük kahramanları Hayri, Kemal, Akif ve Ali yoldaşlardır. Onların şahsında tüm şehitlerimizi saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. Gerilla bu direnişle doğdu. Kürt halkı bu direniş ruhuyla var oldu. Bunun üzerinde demokratik uluslaştı; bugün rahatlıkla herkes bunu söylüyor.

Şimdi bu yeni süreç, yeni hamle olan Barış ve Demokratik Toplum Hamlesi de tamamen bu direnişi karşılama ve daha da ileriye taşıma biçiminde sürmektedir. Yani şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Demokratik toplum çizgisinde değişiyoruz ve değiştiriyoruz. Bu süreç böyle devam edecek. Demokratik değişim ve dönüşüm sürecek. Ve Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı mutlaka başarı kazanacaktır.