Yeni Yaşam Gazetesi’nden Nezahat Doğan; PKK’yi, Önder Apo’nun stratejisini, siyasetini, mesajlarını, bundan sonra ne yapacaklarını, anayasa ve yasadan beklentileri, iktidarı, muhalefeti ve halkın beklentilerine ilişkin KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık ile konuştu.
PKK’nin 1978’de kuruluşundan itibaren Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile birlikte bu mücadele hattında inkâr ve imha politikalarına karşı varlık mücadelesi yürüttünüz. İdam sehpalarından, darağaçlarından masaya gelinen noktada nasıl bir yol ve hat vardı?
Önder Apo dağılmış bir ailenin ve dağılmış bir toplumun evladı. Köken olarak da oldukça yoksul bir aileden geliyor. Önder Apo dağılan her şeyini yitiren bir toplumun ve kendi açısından her şeyin bittiği bir düşünceye kapılan, umudunu yitiren bir halka sahip çıkıyor. Dağılan ve her şeyini yitiren bir toplumu nasıl canlandırabilirim, nasıl ayağa kaldırabilirim, nasıl güç haline getirebilirim, nasıl kendine ait hale getirebilirim? Bu soruları kendine sordu ve bunun cevabını geliştirdi. Bütün çabası, nasıl her şart altında iradesine, özgürlüğüne sahip çıkacak bir halkı yaratma oldu ve bu temelde bu mücadeleyi başlattı ve yürüttü. Gerçekten dünyada eşine benzer bir örnek yoktur. Belki birçok ülke işgale uğramış, sömürge statüsünü almış ‘tamam’ ama Kürdistan çok farklı bir ülke. Sadece işgal edilmemiş, her şeyi elinden alınmış. Tamamen yok olmanın eşiğine gelmiş. Umutlarını tümden kaybetmiş. Kendine ait bir yaşamı kalmamış. Böyle bir halka sahip çıkmak herkesin yapabileceği bir şey değil. İşte Önder Apo böyle bir halka sahip çıktı. Böyle bir halkın özgürlük davasını üstlendi. Böyle bir halkın özgürlük davasını geliştirebilmek için buna uygun bir önderlik, buna uygun örgütlenme, kadrolaşma, üslup ve tarz geliştirdi. Ve bunun sonucunda örgütsüz, dağılmış, kimsenin artık kabul etmediği, ciddiye almadığı bir halkı toparlayıp ulus düzeyine getirdi.
Şimdi aynı şeyi kadında da geliştirdi. Çünkü kadının durumu Kürt toplumunun durumundan daha da olumsuzdu. Gerçekten adı vardı ama kendisi yoktu.
O yüzden mi Kürt sorunundan daha temel bir sorun olarak kadın sorunu diyor?
Evet! Çünkü Önder Apo’nun amacında özgürlük var. Kürt toplumuna sahip çıkmak, o gidişata müdahale etmek yetmiyordu. Özgürlüğe ulaşabilmesi için bunun kadın özgürlüğünden geçtiğini gördü. Onun için giderek kadın özgürlüğünü esas aldı.
Abdullah Öcalan kendi ailesel ve feodal kodlardan çıkararak çözümlediği bir esas mıydı?
Elbette ki hem aile ve çevre gerçeğinden hem de Kürt toplumunun içine düştüğü durumdan kalkarak kadın özgürlüğünü kendisine temel aldı. Ve bu temelde özgürlük mücadelesini geliştirdi. Onun için PKK’yi tanımlarken dedi ki: ‘Bir kadın partisidir, bir özgürlük partisidir.’
PKK kurulurken kongresini 2 kadın ile gerçekleştirdi, bugün ise fesih ederken binlerce, milyonlarca kadın var. Kadını mücadeleye katmak nasıl gelişti o yıllarda?
İlk kongrede ikidir. İlk yurtdışına çıktığımızda ise hatırladığım kadarıyla toplam 30 civarıdır, yurtdışına çıkardığımız, eğitim aldığımız. Kadını bu mücadeleye katmak kolay olmadı. Nasıl ki Kürt toplumunu ayağa kaldırmak kolay değildi ise Kürt kadınını ayağa kaldırmak da kolay değildi. Bu da Önder Apo’nun bir gerçeğidir. Hiçbir zaman kolay yolu seçmedi. Herkesin zor dediğine sahip çıkıyor, zoru başarmak istiyor. Bu Önder Apo’nun nasıl bir önderliğe sahip olduğunu da ortaya koyuyor. Şimdi Kürt toplumunu toparladı, güç haline getirdi hatta günümüzde dünyanın en sevilen halkı haline getirdi. Kadını toparladı ve irade ile kimlik sahibi kıldı ve dünya kadın özgürlük hareketine öncülük yapar hale getirdi. Aynı şeyi sosyalist harekete de yapıyor. Çünkü reel sosyalizmden sonra sosyalizm de dağıldı. Hatta sosyalizme saldırılar ileri düzeye vardı. Önder Apo tam da reel sosyalizmin dağıldığı, komplonun geliştiği bir ortamda sosyalizme sahip çıktı.
Reel sosyalizmin dağılmasını kadın kırımı ve şiddetin temeline oturtuyor?
Şimdi Önder Apo sosyalizmi dağınıklıktan kurtarmak ve sosyalizmi de güç haline getirmeye çalışıyor, bunun mücadelesini yürütüyor. Bunlar birden ve sonradan ortaya çıkan amaçlar değil. Önder Apo Ankara’da adımlarını atarken amacı özgürlük ve demokrasidir ve yaşamını buna bağladı ve armağan etti. Bunun dışındaki bir yaşamı yaşam olarak kabul etmedi. Bütün çabası Kürt toplumunu, Kürt kadınını ayağa kaldırmaktı. Çünkü hem Kürt toplumu hem Kürt kadını kabul edilmiyor, üzerinde inkâr ve imha siyaseti yürütülüyordu. Önder Apo buna tarihi bir müdahalede bulundu. Daha Ankara’dayken, henüz grup oluşmamışken Önderliğin var olan sosyalizme ihtiyatlı yaklaşımı oldu.
Neden?
O dönemde Sovyet-Çin-Arnavutluk merkezleri vardı. Hemen hemen Türkiye’deki örgütler de bu merkezlerden birini seçmişti. Sadece seçtiği merkeze sosyalist diyordu, diğerlerini sosyalist olarak kabul etmiyordu. Bütün bu örgütler de Önder Apo’ya şunu dayatıyordu: ‘Bu merkezlerden birini seç.’ Hatta buna mecbur kılmaya çalışıyorlardı ama Önder Apo farklılığını orada ortaya koydu. Dedi ki: ‘Biz bilimsel sosyalizmi esas alıyoruz, bu merkezlerden hiçbirini esas almıyoruz.’
Eğer başta bu tutumu takınmasaydı Önder Apo farklı yeni bir sosyalist anlayışı geliştiremezdi. Eğer geliştirdiyse bunun bir temeli var, oraya dayanıyor. Önder Apo her ne kadar PKK reel sosyalizmin etkisinde kurulduysa da – ki o zaman reel sosyalizm bir çekim merkeziydi- özgürlük ve demokrasi mücadelesi yürüten herkes orayı esas alıyordu. PKK de o şartlarda kurulmuştu. Dolayısıyla etkisi vardı ama Önder Apo öyle olsa da ihtiyatlı yaklaştı. Sosyalizmdeki parçalanmalar, birbirini kabul etmemeler hatta birbirini ret etmeler olunca Önder Apo bunun sosyalizmin amacıyla ve özüyle bağdaşmadığını gördü, onun için farklı bir tutum takındı, pratikte de bunu geliştirdi. Baktı ki gerçekten reel sosyalizm, sosyalizmin amaçlarından çok kopmuş. Hatta reel sosyalizm Sovyetler dağılmadan Önder Apo şöyle bir değerlendirme yaptı merkez toplantısında: ‘Var olan partilerin sosyalizmle bir alakası yok, partilerin kendilerini tasfiye etmeleri, yeniden kendilerini örgütlemeleri gerekiyor.’
Biz bunu Ortadoğu’ya bir bildiri ile dağıttığımızda, reel sosyalizmi esas alan partiler bize saldırıda bulundu.
Nasıl bir karşı saldırı?
Bu hareket sosyalizme saldırıyor dediler. Fakat Önder Apo’nun bu değerlendirmeleri 90’larda pratikte gerçekleşti. Ondan sonra esas PKK gelişmeye başladı. O zamana kadar reel sosyalizm PKK’nin gelişimi önünde engel yaratıyordu. Bu ortadan kalkınca PKK daha güçlü, daha hızlı gelişmeye başladı ve başlangıçtaki o ihtiyatlı yaklaşım giderek kendine güvene yol açtı, sosyalist anlayışını daha fazla şekillendirmeye ve güçlendirmeye başladı. Başlangıç temeli önemlidir. ‘Her şey kökleri üzerinde yeşerir.’ PKK’nin de bu temelde kurulması söz konusu. Bu temelde kurulduğu için giderek kendi sosyalist ve özgürlük anlayışını geliştirmeye başladı. Özellikle 3. Kongremizde Önder Apo ‘Burada yargılanan kişi değil toplumdur, an değil tarihtir’ adlı tarihi değerlendirmesini yaptı. Önder Apo’nun amacı özgürlük olduğu için tarihin başlangıcına doğru gitti. Baktı ki, tarihteki sapma kadın köleliği üzerinden gelişmiş. Onun özgürlük amacına kadını oturttu, onu temel aldı ve hareketi geliştirmeye başladı. Kadın ordulaşmasını, partileşmesini ayrı olarak geliştirdi ve Kürt kadınını ortaya çıkardı.
ADYÖD kurulduğunda bizde daha kadın arkadaş yoktu. Küçük bir gruptu ama militan bir gruptu. O ADYÖD’ün kuruluş sürecinde Fatma (Kesire Öcalan) Türk solundaydı, bize geçmek istedi. Tabii yaklaşımlarımız kabul etmeme yönündeydi ama Önder Apo farklı yaklaştı ve Kürdistan’da özgürlük amacı olanların, özgürlük amaçlarını geliştirip gerçekleştirebilmeleri için kadını saflarına alması gerekiyor, kadınsız olamayacağını söyledi. Hem de Kürdistan’da bir işbirlikçi sınıf var. Devletin dayandığı bir kesim var. ‘Bu kesim alt edilmeden Kürdistan’da özgür bir hareket ve özgürlük mücadelesi gelişemez’ dedi. Türk devletinin ayaklarıydı, bu ayaklar etkisizleştirilmeden Kürdistan’da bir hareketin geliştirilmesi zordu. Önder Apo o zaman soruna böyle yaklaştı. Hem bir kadını kazanmak hem onun şahsında Kürdistan’da işbirlikçi çizgiye karşı mücadele yürütme ve hareketin ilke ve ölçülerinin çizgisini bu temelde daha netleştirip güçlendirmeyi esas aldı. Bu hareket eğer bir özgürlük hareketi olarak gelişti ise bu nedenledir ve başlangıçla bağlantılıdır.
Başlangıcından bugüne getirdiği Kürtlerin varlık mücadelesinde her dönem PKK’nin kendini yenileme, değiştirip dönüştürme ve strateji belirlemesi, özellikle 93’ten itibaren barış adına tek taraflı ateşkeslerle ortaya koyduğu dönemleri gördük. Bugün geldiğimiz yerde PKK nasıl bir değişim ve dönüşüm içerisinde. Bundan somut olarak ne anlamak gerekiyor?
Kürt toplumu üzerinde inkâr ve imha siyaseti yürütüldüğü için Önder Apo bu siyasete müdahalede bulundu. Bu temelde örgütlenme ve mücadele geliştirdi. Amaç bu inkâr ve imha siyasetini etkisiz kılmaktı. Kürtlerin bir halk olarak varlığını herkese kabul ettirmekti. Çünkü kimse Kürtleri kabul etmiyordu. Kürt diye bir şey yok. Olmayan bir şeye sahip çıkmak, onun mücadelesini vermek bu siyaseti yürütenlere göre suçtu. Daha başından Önder Apo ve bu harekette yer alanlar bunu üstlendi. İdamı bile göze alarak bu adımı attılar. Çünkü kabul edilmeyen bir halka sahip çıkmak, onun varlığını ve geleceğini ortaya koymak bu siyaseti yürütenler açısından bir suç ve idamlıktı. Önder Apo buna karşı mücadele etti ve bu mücadeleyle Kürtlerin bir halk ve ulus olarak var olduğunu herkese gösterdi.
Sadece bununla mı yetindi?
Hayır, elbette sadece bununla yetinmedi. Yürütülen mücadele nasıl ki Kürt halkının varlığını ortaya koyduysa aynı zamanda yenilmezliğini de ortaya koydu.
Ne devlet amacına ulaştı ne de PKK, ne oldu?
Buraya kadar PKK’nin başarısından söz etmek gerekiyor. Çünkü devletin inkâr ve imha siyaseti darbe yedi. O siyasetin artık geçerli olmadığı, Kürtlerin artık inkâr edilemeyeceği, Kürtlerin yenilemeyeceği, tasfiye edilemeyeceği PKK mücadelesiyle ortaya kondu. Bu PKK’nin büyük başarısı. Devlet siyasetinde başarısız kaldı. Önder Apo bunu gerçekleştirdiğinde tam da reel sosyalizmin dağıldığı bir dönemdi. PKK de reel sosyalizm ortamında, onun etkisiyle kurulduğu için Önder Apo artık PKK’yi o kurulduğu tarzda götürmek istemedi, götürmesinin sonuç veremeyeceğini gördü. Birinci ateşkes olan 93 sürecinde strateji değişikliğini yaptı.
Bugün yaptığı strateji değişikliği yeni değil dediniz. 1993’te öngörülen ve pratikleşmeyen bir strateji miydi? Bugün sanki yeniymiş gibi anlaşılıyor?
Öyle yeni değil. Önder Apo strateji değişikliğini 93’teki ateşkesle gündeme koydu. O temelde silahlı mücadeleyi durdurma, sorunları siyasi demokratik zeminde çözmeyi esas aldı, bunu basın toplantısında da ortaya koydu. O zaman Turgut Özal Cumhurbaşkanıydı. Turgut Özal da aslında PKK’yi bitirmek üzere mücadele etti. Fakat bitiremeyeceğini gördü, sadece onu görmedi, eğer bu bitirme devam ettirilirse bunun Türkiye’ye büyük kayıplara yol açacağını gördü. Onun için artık bu siyaseti yürütmeme kararına vardı. Önder Apo için bazı gazeteciler vasıtasıyla ‘yaptığı her şey yanlış değil’ demişti. Hatta Turgut Özal yurt dışı gezisine çıkacağı zaman ‘ben bu meseleyi çözme yönünde adım atacağım’ demişti. Tam o süreçte çözüme karşı olan güçler buna müdahalede bulundu.
Müdahale edenler norm içi mi norm dışı güçler mi?
Önderlik bunu öyle tanımlıyor. Bizim içimizde Parmaksız Zeki (Şemdin Sakık) vardı. Dışımızda da Özel Harp Dairesi’ne bağlı kontrgerilla Yeşil vardı. Bunlar bu sürecin önüne geçti, süreç gelişmedi ve sabote edildi. Fakat Önder Apo amacından vazgeçmedi. PKK 5. Kongresi’nde değişim dönüşümü gündemine koydu. Bunun için geliştirdiği, kongreye sunulan politik rapor var. Bu değişim köklü bir değişimi öngörüyordu fakat kongre her ne kadar bazı adımlar attıysa da Önder Apo’nun istediği düzeyde bir değişim gerçekleştirmedi. Önder Apo bunun üzerine 98’de 15 Ağustos konuşmasında harekette başlattığı değişim ve dönüşümü gerçekleştirmek istedi. Fakat uluslararası komplo bunu engelledi. Önder Apo, İmralı şartlarında -ki çok zor şartlardır- 1993’ten itibaren geliştirdiği değişim ve dönüşümü tamamladı. Hem onun teorik temelini geliştirdi, hem ideolojik temelini döşedi, hem de onun örgütsel ve sistemsel temelini ortaya koydu. 2005’te ‘Ben bunun sorumluluğunu üstleniyorum’ dedi.
Niye 2005’te bunu söyledi ve daha önce söylemedi?
Çünkü 2005’e kadar hala sisteminde tam netliği sağlamamıştı. Ne zamanki netliği sağladı, o zaman sahip çıktı ve omuzladı. Bu da Önder Apo’nun bir gerçeğidir. Bir adım atarken, hedefine hizmet edecek tarzda o adımı atıyor. O adımı atarken, onda netliği sağladıktan sonra onun sorumluluğunu üstleniyor. Açıkça onu dile getiriyor, onu netleştirmeden sorumluluğunu üstlenmiyor ve açıklamada bulunmuyor. İmralı şartlarında başlattığı değişim ve dönüşümü bizlere de kararlıca yaşatmak istedi. Hareketimiz de o temelde bazı çalışmalar yürüttü. Fakat buna da müdahale oldu. Bizim hatalarımız da bu süreçte yaşandı.
O hatalar neydi ve nasıl yaşandı? Kendi içinde nasıl bir tıkanmayla karşı karşıya kaldı, çözümü nerede yarattı?
Bizim en temel hatamız bu sabote faaliyetlerini zamanında görememe, onları boşa çıkartacak tedbirleri geliştirememek oldu.
Bu bir tekrara mı yol açtı sizin içinizde?
Tabii, Önder Apo’nun istediği, öngördüğü değişim ve dönüşümün gerçekleşmemesine yol açtı. Değişim ve dönüşüm gerçekleşmeyince eski tarzın sürdürülmesine yol açtı. Tekrar böyle ortaya çıktı.
O değişim-dönüşüm biraz gerçekleştirilebilmiş olsaydı daha mı farklı olurdu?
Elbette, farklı olacaktı. Daha sonra bizim temel hatamız Önder Apo nasıl ki değişim ve dönüşümde kesin karar verdiyse, hareketi bu temelde yeniden yapılandırmak istediyse, bunun önündeki engelin uluslararası komplo olduğunu, kapitalist sistem olduğunu gördüyse ve bunu çözümleyerek bu komployu boşa çıkarma, değişim ve dönüşüm sürecini ilerletmeyi amaçladıysa biz Önder Apo’nun bu tarzda yürüttüğü mücadele içerisine giremedik.
Neden girmediniz?
Çünkü komplo tam o dönemde içimizde tasfiyeci hareketi geliştirdi.
Çok mu darbe vurdu? Amaç ve gerçekleştirmek istenilen neydi?
Elbette. Çok büyük darbe vurdu tabii. Bununla şunu gerçekleştirmek istedi. Komplo Önder Apo’yu esir almıştı, onunla hareketin dağılacağını düşünüyordu fakat hareketin dağılmadığını gördü, bu sefer baskı uyguladı. Aynen şunu bize iletti: ‘Eğer ayakta kalmak istiyorsanız Önder Apo’dan ve çizgisinden vazgeçeceksiniz. Kendinize yeni bir Önderlik ve çizgiyi esas alacaksınız, o zaman yaşama hakkınız olur. Aksi taktirde 6 aya kadar ömrünüz var.’ Bunu bize ilettiler.
Bunu ileten kimlerdi?
Bunu Kürtler eliyle bize ilettiler. Bazı uluslararası devletler, güçler, bazı Kürtler bu konuda harekete geçirildi. Onlar bize geldi ve dediler ki: ‘Sizin için bu söyleniyor, biz de buna katılıyoruz.’ Biz de onlara şunu dedik: ‘Biz Önderliğimizden de Önder Apo’nun çizgisinden de memnunuz. Bizim böyle bir sorunumuz yok.’ Bu cevabı verince onlar anladı baskıyla geri adım atılmayacak. Bu sefer içimizde tasfiyeciliği geliştirdiler.
Kiminle bağlantılı geliştirildi tasfiyecilik, hangi ortamda?
Başur’daki bazı örgütlerle bunu geliştirdiler. Biz artık eski paradigmadan çıkmıştık, yeni paradigmayı esas alıyorduk. Kendimizi o temelde yapılandırmaya çalışıyorduk. Daha tam yapılandırmamıştık, tam bu ortamda tasfiyeciliği geliştirdi komplo. Bununla şunu düşündüler. Eğer bu ortamda müdahale olursa yeni paradigmaya adım atamazlar, eskisinden de çıktıkları için dağılırlar. Çünkü Sovyet deneyi de var, Sovyetlerde de benzer bir durum ortaya çıkar.
Orada ezberleri bozan ne oldu?
Biz tasfiyeciliğe karşı durduk.
Siz o dönemde tasfiyecilik olacağını tahmin edebiliyor muydunuz ya da öngöremediniz mi?
Olabileceğini düşünüyorduk fakat o düzeyde olacağını düşünmüyorduk. Hem komplocu güçler vardı, hem komploda şöyle-böyle yer alan Kürt ayakları ve içimizdeki uzantıları vardı. İçimizdeki uzantılarını harekete geçirmişlerdi. Onlar da zaten PKK’nin imkanlarını kullanarak bunu yapıyorlardı. Biz buna karşı durduk. Tasfiyecilikle hareketi dağıtmalarını önledik.
Bizim temel hatamız, Önder Apo’nun komploya karşı durduğu gibi bizim tasfiyeciliğe karşı durmamız gerekiyordu. Çünkü tasfiyecilik komplo ile bağlantılı gelişmişti. Biz sadece tasfiyeciliği gördük, onun arkasını görmedik. Tamamen görmedik diyemem, gördük ama o kadar kapsamlı düşünmedik. Onun için tasfiyecilik büyük tahribatlara yol açtı.
Temel hatamız burada ortaya çıktı; eğer biz de Önder Apo gibi tasfiyeciliğe karşı mücadele ederken bunun arkasında komplonun olduğunu, onun içerisinde Kürt ayaklarının olduğunu görerek bir bütün mücadele etseydik, o zaman bu kadar tahribatı belki yaşamayacaktık.
Sadece burada kaybetmedik. Önder Apo’nun önümüze koyduğu KCK sisteminin daha doğru kavranmasında da eksiklikler, hatalar yaşandı. Biz tasfiyecilik ile mücadele ederken sistemi kadroya tam kavratamadık. Onun üzerinde ciddi durup eğitimlerle benimsetemedik. Herkes kendine göre anlayıp kendine göre yaklaşıp, uyguladı. Onun için de KCK sistemi doğru uygulanamadı, esas kaybımız burada oldu.
KCK sistemi istenildiği gibi uygulansaydı daha mı farklı yol alınırdı, ne olurdu?
O zaman sistem doğru anlaşılsa, pratikleştirilseydi daha sonraki atılan adımlar atılmayacaktı. Sistem doğru anlaşılıp uygulanamadığı için daha sonra Önder Apo müdahalede bulundu.
PKK’nin kendini yenilediği, tasfiye ile kaybettiği zamanın yerine de yeniden inşa edildiğini söylediğiniz yerde, Öcalan’ın tecritle birlikte yıllardır örgütüyle bağı kesildiği denilen yerde örgütüyle, halkıyla bağı nasıl bu kadar güçlü? PKK bu mücadeleyi önderliğiyle bağını kurmadan nasıl sürdürebildi?
Önder Apo ne dedi, ‘Benim savunmalarım neredeyse ben oradayım.’ Bizim açımızdan fiziki olarak Önderlikle birlikte olmak elbette ki önemli ama ondan daha önemli olan Önderliğin felsefesi ve ideolojisiyle, çizgisiyle onun amaçlarıyla, ruhuyla onun çalışma ve yönetim tarzıyla bütünlüğü sağlamak. Bu olduktan ve bunu sağladıktan sonra fiziki olarak bir arada olup olmamak bizim için o kadar anlam ifade etmiyor. Elbette halk açısından, dostlarımız açısından fark ediyor. Biz Önderlikle kendimizi tanıdık. Kişi olarak ben de öyleyim. Kürt halkı da öyledir. Ne kazanıldıysa Önder Apo ile kazanıldı. Halk bunu çok iyi biliyor. Bu hareketin militanları, mensupları da çok iyi biliyor. Onun için tecrit ne kadar ağır sürdürülse de hiçbir zaman Önder Apo ile halk ve hareket arasında bir kopukluk yaratmadı. Onlar ‘Bu hareket Önderlik hareketidir. Eğer Önderliği yakalarsak, etkisiz duruma düşürürsek, bu hareket yürümez. Biz rahatlıkla amaçlarımızı gerçekleştiririz’ dediler. Onun için bütün iç ve dış olanaklarını kullandılar. İstediler ki Önder Apo’yu hem örgüt nezdinde hem halk nezdinde unuttursunlar. Fakat unutturamadıkları gibi tam tersi hem harekette hem halkta Önder Apo’ya bağlılık daha da güçlendi.
Bu bağlılık hem kendi örgütünde hem de halkta neden bu kadar güçlü?
Çünkü Önder Apo’nun yaşamını herkes biliyor, yaptıklarını biliyor, neyi kazandıysa onu Önderlikle kazanmış. Önderine sahip çıkmanın ne demek olduğunu, Önderin kaybedilmesinin ne tür sonuçlara yol açacağını bildikleri için Önder Apo’yla var olan bağlarını daha da güçlendirdi. Bu mücadelede Türkiye çok ağır sorunlar yaşadı.
Türkiye ne türlü sorunlar yaşıyor ve çözüm için Kürtlerle barışmak ve Kürt sorununu çözmek tıkanmanın aşılması demek mi?
Türkiye, ekonomik, siyasal, bir sürü toplumsal sorunlar yaşadı. Yani yürüttükleri siyasetin iflas ettiğini gördüler. Eğer o siyasette ısrar ederlerse daha büyük sorunlar yaşayacaklarını gördüler. Bir de Ortadoğu’daki gelişmeler var. Bu gelişmeler de direkt onları etkiliyor. Şunu gördüler; ‘eğer biz Kürtlerle ilişkimizi geliştirmezsek, Kürtlerin desteğini almazsak, hem iç sorunlar hem Ortadoğu’daki sorunlar, gelişmeler bizim sonumuzu getirebilir.’ Çünkü bir de daha önce yaşadıkları bir durum var. Osmanlı İmparatorluğu’nun yaşadığı durum var. Türk halkının, Türk devletinin bu süreci nasıl atlattığı da biliniyor. Mustafa Kemal, Kürtlerle ve Sovyetlerle ilişkiyi geliştirdi. Buna dayanarak mücadeleyi yürüttü ve Lozan’a gitti. Bunlar biliniyor. Yani tekrardan böylesi sorunlarla karşılaşmamak için Kürtlere mecbur kaldılar, Önderliğe mecbur kaldılar. Güya Önderliği unutturacaklardı, Kürt soykırımını tamamlayacaklardı ama Kürtlere ve Önderliğe muhtaç hale geldiler. İnkâr ve imhadan; varlığa geldiler.
Önder Apo Ankara’dan günümüze kadar mücadele yürütürken hep değişim ve dönüşümü esas aldı. Bazıları değişim dönüşüm yeni gündeme alındı diyebilir ama öyle değildir. Bu hareket başından beri değişim ve dönüşümü esas alan bir harekettir. Onun için sürekli gelişmeyi yaşadı. Aksi taktirde çoktan tasfiye olurdu.
Bu değerlendirme yapılıyor. Dünya örneklerine de baktığımızda ve yapılan tartışmalarda PKK bu kadar yıldır kendi varlığını bu şekilde sürdürebilen tek örgüt deniyor? Neden?
Evet tek örnektir. Hiçbir örgüt ayakta kalamazdı ama bu hareket ayakta kaldı. Çünkü sürekli değişim dönüşümü esas alıyor. Onun için de ayakta kalıyor.
Şimdi bazıları ‘PKK kimden güç alıyor. Acaba bundan mı güç alıyor, şundan mı güç alıyor’ biçiminde değerlendiriyorlar. PKK kimseden güç almıyor. PKK’nin kendi güç kaynakları var. Kendi felsefesi, ideolojisi, çizgisi, ilke ve ölçüleri var. Bu hareket kendini özgürlüğe adadığı için, bu amaca kilitlendiği için kendisi için sürekli güç yaratıyor. Dahası bu amaca hizmet etmeyen bütün yaşam tarzlarını reddettiği için sürekli kendine güç kaynağı yaratıyor. Mesela sadece olumlu yanlarını esas alarak onların üzerinde hareketi geliştirmiyor, aynı zamanda olumsuzluklarını da olumluluğa çevirerek bu tarzda hareketin hizmetine koyuyor. Dünyada böyle bir felsefeye sahip olan başka bir güç yoktur.
Felsefe aynı zamanda çözüm ve analiz sorgulama da getiriyor. Siz eleştiri ve özeleştiri mekanizmasını her kademede işletip kendinizi sürekli yeniliyor musunuz? Nasıl bir yapılanmanız var?
Bu hareket kendi güç kaynaklarını kendisi yaratıyor. Bu hareketin kendi ilkeleri var. Bunlardan biri tabi eleştiri-özeleştiridir. Bununla sürekli kendini eksik ve hatalardan arındırıyor. Sürekli kendini yenilmez kılıyor, canlı kılıyor. İşte bununla hem başarılarını hem başarısızlıklarını hareketin gelişiminin hizmetine sunuyor. Dünyada bunu yapan yoktur. Ben şimdiye kadar rastlamadım okuduklarımdan. Bu hareket hem olumluluklarıyla hem de olumsuzluklarıyla kendisini güçlendiriyor. Çünkü bu harekette olumsuzluklar onu gidermenin gerekçesidir. Bütün engeller, hatalar, olanaksızlıklar onu gidermenin gerekçesidir. İşte hareketi sürekli geliştiren, canlı kılan budur. Önder Apo hiçbir zaman kimseden bir şey istememiştir. Özgürlük amacı için ne gerekiyor bunu tespit etme ve bunun gereklerini yerine getirmeyi esas almıştır.
Hiçbir zaman ‘fırsat doğsun, bazı imkanlar olsun, ben mücadeleyi geliştireyim’ biçiminde bir anlayışı yoktur. Bizzat fırsat ve imkanları kendisinin yaratması söz konusudur.