Pagani: Erdoğan, uluslararası gözlemci bir gücün varlığını kabul etmeli!

Kolombiya hükümeti ile FARC arasındaki sürecin yakın tanığı olan İsviçreli siyasetçi Remy Pagani, “Süreç uluslararası yasalarla güvence altına alınmalı. Erdoğan uluslararası gözlemci bir gücün varlığını kabul etmeli” dedi.

REMY PAGANİ

26 yıldır İmralı Ada Hapishanesi’nde ağır tecrit koşullarında esir tutulan Önder Apo’nun öncülüğünü yaptığı “Barış ve Demokratik Toplum” sürecine uluslararası alandan destekler gelmeye devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde, uluslararası alandan; aralarında siyasetçi, parlamenter, akademisyenlerin de olduğu bir grup, “Öcalan’la görüşmek istiyorum” kampanyası çerçevesinde Türkiye’ye giderek bir dizi temasta bulundu. Grup içerisinde yer alan isimlerden biri de İsviçre’nin önde gelen siyasetçilerinden ve Cenevre Belediyesi Eski Başkanı Remi Pagani’ydi.

Kolombiya hükümeti ile FARC (Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri) arasındaki görüşmeleri de yakından takip eden Remy Pagani ile, Türkiye’ye yaptıkları ziyareti ve Kürt sorunun demokratik çözümü kapsamında yaşanan gelişmeleri konuştuk.

Kısa süre önce “Öcalan’la görüşmek istiyorum” kampanyası çerçevesinde uluslararası bir heyetle Türkiye’ye giderek bir dizi temaslarda bulundunuz. Bu ziyaret heyet açısından nasıl geçti, temel amaç Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’la görüşmek miydi?

Evet, farklı milletlerden 50 kişilik bir heyet olarak Türkiye’ye gittik. Aramızda sendikacılar, milletvekilleri, bilim insanları, profesörler vardı. Temel amacımız, Sayın Öcalan ile görüşmek ve onun çağrısıyla başlayan barış sürecine destek vermekti. Aynı zamanda bu sürece uluslararası bir destek kazandırmak istedik bir anlamda.

DEM Parti ile temasa geçerek, Türkiye’deki parti temsilcileriyle İstanbul’da, Ankara’da görüşmeler gerçekleştirerek sürece destek vermek istedik. Sayın Öcalan’la görüşmenin yanı sıra, sürece uluslararası bir destek vermek ve sunmak istedi.

Sayın Öcalan’ın avukatlarıyla görüştük. Ve Öcalan’ın avukatlarının bize ilk söyledikleri şey, Öcalan’la düzenli olarak görüştükleri ve bizim de onu görmeye gidebileceğimizdi. Bu yüzden hepimiz, İmralı cezaevinde onu ziyaret edebilmek için bir başvuru yaptık. Oraya gitmeyi umuyoruz. Zaten İstanbul’a gitmemizin temel amaçlarından biri de buydu.

Neyse ki ertesi gün, Sayın Öcalan’dan heyetimizin olumlu yönlerini kabul eden ve barış sürecinin devam edeceğini belirten bir mektup aldık. Bu mektup bizler açısından anlamlı ve önemliydi.

Heyet olarak önümüzdeki süreçte çalışmalarınıza devam edecek misiniz? Buna dönük herhangi bir planlamanız var mı?

Evet, bu konuya ilişkin aramızda çok konuştuk. Taleplerimize ilişkin bir açıklama da yaptık.  Ama özellikle ben dahil, silah bırakma süreçleri konusunda Cenevre Sözleşmeleri çerçevesinde önemli deneyimi olan kişiler olarak, aramızda çok konuştuk. Sayın Öcalan’ın iyi koşullarda olup olmadığını, içeride parti üyeleriyle gizlilik içinde görüşmeler yapıp yapamadığını tartıştık. Ki bu gerçekleşmiş, gerçekten de parti üyelerinden oluşan bir heyet onunla görüşüyor -ve özellikle özgür olup olamayacağını konuştuk. Tüm siyasi mahkumların, özellikle hapisteki belediye başkanlarının ve milletvekillerinin bu barış sürecine katılabilmeleri için serbest bırakılmalarını açıkça talep ettik.

Ve şunu söylemeliyim ki, heyet olarak uluslararası bir koruma olmaksızın silah bırakılması konusunda çok endişeliyiz. Çünkü hepimiz biliyoruz ki, eğer uluslararası bir koruma olmazsa -yani Cenevre Sözleşmelerine taraf olan ülkeler bu sürece güvence vermezse-  durum biraz hassas olur. Bu, herkes tarafından da böyle değerlendirildi. Tüm heyet, uluslararası bir güvence gerektiği ve bu garantilerin Cenevre Sözleşmelerinde öngörülen, Kızılhaç (ICRC) tarafından sağlanabileceği konusunda hemfikirdi.

Peki, sizce neden uluslararası arabulucu bir gücün bu sürece eşlik edilmesi istenmiyor veya sürecin başarısı için ne yapılmalı? 

Bu konuda bize verilen cevap, Sayın Erdoğan’ın bu süreçte uluslararası bir varlık istememesi oldu. Uluslararası bir gücün bu sürece eşlik etmesini istemiyor; her şey Türkler ve Kürtler arasında kalsın istiyor. Bence uluslararası bir güvence, yasal bir çerçeve şart -yani bu süreci güvence altına alan, hem tüm siyasi tutukluların serbest bırakılmasını hem de sürecin kendisini garanti altına alan bir yasanın mecliste kabul edilmesi gerekiyor. Bu süreç, yani savaşçıların sivil hayata geri kazandırılması ve güvenlikleri yasal güvence altına alınmalı.

Ayrıca, bu insanların yeniden entegre olabilmeleri; bir iş sahibi olmaları, siyaset yapabilmeleri, demokratik bir özgürlük alanına sahip olmaları gerekiyor. Bütün bunlar bir yasayla garanti altına alınmalı. Ve bu yasa, ölçülü bir şekilde hazırlanmalı, Türkiye Büyük Millet Meclisi çerçevesinde müzakere edilmelidir. Aksi mümkün değildir.

Böylesine önemli bir süreç, masanın köşesinde bir kağıda imza atılarak olmaz. Öyle olursa, işler yolunda gitmez.

Parlamento tarafından -yani Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından- bir yasa çıkarılmalı. Ve bu parlamentonun ilk adımı, özel bir yasa ile tüm siyasi tutuklulara af getirmek olmalı; tutuklu belediye başkanlarının, milletvekillerinin serbest bırakılması gibi. Sürece rağmen hala hapisteler; bunu her fırsatta söylemek gerek.

Yani bir ‘af’ yasası ve bir barış süreci yasası gerekiyor. Bu yasa, iki ya da üç yıl sürecek olan bir dönemde silah bırakma koşullarını uzun vadeli şekilde güvence altına almalıdır.

PKK gerillalarından oluşan 30 kişilik Barış ve Demokratik Grubu silahlarını bıraktı ve imha etti. Süreç açısından bu ne anlama geliyor?

Her şeyden önce sürecin başarısı için önemli bir adım. Ama devletin tutumundan kaynaklı temkinliyim. Kolombiya hükümeti ile FARC arasındaki süreçte deneyimim oldu. Gerçekten gidip silah bırakma sürecine destek oldum, silahların konteynerlere yerleştirildiğini, imha edildiğini gözlerimle gördüm.

Ama sonra Kolombiya’da da gördük. Sivil hayata dönen savaşçılardan 400’ü öldürüldü. Bunu yaşadık ve gördük. Bu çok büyük bir risk. Böylesi riskleri göz önünde bulundurmak gerekir. Bu tür eylemleri, “Evet, silahları bırakıyoruz ve buna hazırız” şeklinde sembolik bir mesaj olarak görüyorum. Bu noktada çok dikkatli olunmalı.

Çünkü savaş hali hala bitmiş değil. Derin kinler var ve bu kinler kolayca şiddete dönüşebilir.

Bu silah bırakma ve imha etme eylemi kamuoyunu veya Türk devlet yetkililerin tutumunu etkileyebilir mi?

Bence düşmana -çünkü savaşta düşman denir- el uzatmak her zaman olumlu bir şeydir. Nitekim Sayın Öcalan da cezaevinden, PKK'ye kendini feshetmesini, silahlı mücadeleyi bırakmasını isteyerek aynısını yaptı. Evet, bu bir el uzatma çağrısıdır. Ama dikkatli olunmalı; karşı tarafın da el uzatabilmesi için birtakım koşullar sağlanmalı.

Karşı taraftan bazı ilk adımlar da gördük. Örneğin, Sayın Erdoğan’ın, Sayın Öcalan’ın avukatlarına cezaevine erişim izni vermesi, parti üyelerinin onunla görüşüp stratejiler geliştirmesine, siyaset yapabilmesine olanak tanıması gibi. Ama sürecin başarısı için bunlar yeterli değil. Siyasi ve hukuki adımların atılması gerekir. Bugüne kadar bunlar hayata geçirilmediği için sürece dönük hala ciddi endişelerim var.

Uluslararası toplum, örneğin Birleşmiş Milletler ve Avrupa ülkelerinin bu süreçte bir sorumluluk alabilir mi veya nasıl bir rol oynayabilirler?

Evet, sorumlulukları var. İsviçre’nin de böylesi bir sorumluluğu var. Ben kendim, Uluslararası Kızılhaç, BM ve BM Genel Sekreteri Antonio Guterres ile temas kurulmasına aracı olmayı teklif ettim.  Amacım, bu süreci desteklemek ve uluslararası makamlar ile BM yetkilileri tarafından imzalanacak bir yasa çerçevesinde süreci resmileştirmek.

Ayrıca İsviçre, bu süreci destekleyebilecek personel kapasitesine sahip. Daha önce başka silahlı çatışmalarda karşılaştığım son derece nitelikli uzmanlara da sahip.

Siz Kolombiya hükümeti ile FARC arasında yürütülen sürece yakından tanıklık ettiniz. Dünya örneklerini göz önüne aldığımızda, bu süreçlerde nelere dikkat edilmeli sizce?

Bu, Sayın Öcalan’ın avukatlarıyla yaptığım konuşmanın konusuydu. Evet, ama başka ülkelerdeki barış süreçlerini -ister Güney Afrika’da ister Kolombiya’da olsun- iyi incelediniz mi, diye sordum. Bu tür çatışmalar bazı araçlardan faydalandı. Bana, evet, iyi bildiklerini ama Türkiye’nin farklı olduğunu söylediler.

Bence böylesi süreçler çok farklı olmuyor. Savaş, nerede olursa olsun, aynı şeydir. Farklı olan ise barışın nasıl sağlandığı, silahların nasıl bırakıldığı olabilir. Bu farklıdır. Zaten bu yüzden, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ülkeler savaş hukukunu kodifiye etmeye karar verdiler. Çünkü öncesinde bu hukuk yazılı değildi.

Bugün savaş hukuku yazılıdır ve tüm taraflar insanlığa karşı suçlar, savaş suçları gibi kavramları imzalamıştır. Zaten Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) de bu kavramlara dayanır: Soykırım, insanlığa karşı suçlar, savaş suçları gibi. Bu kavramlar çok eski değil; İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda uluslararası hukuka dâhil edilmiştir.

Bu önemli bir nokta. Ve bu yüzden, bana göre, mevcut uluslararası hukuk, Sayın Öcalan tarafından başlatılmış olan barış sürecini hukuki olarak çerçeveleyebilir.  Sayın Erdoğan, uluslararası güçlerin bu süreci izlemesine ve arabulucu olmasına izin vermeli. BM’nin bu tür süreçler için öngördüğü uluslararası organlarla görüşmeyi kabul etmesi gerekir. BM tarafından atanacak bir arabulucunun olması gerekir. Çok ileri düzeyde uzmanlığa sahip kişiler bu süreci izlemeli. Ve bu süreci somutlaştırmak için TBMM tarafından bir yasa çıkarılmalıdır.