Pozitif entegrasyon ne demek? - II: Dünyadan Modeller
Pozitif entegrasyon, Kürt halkı için yalnızca bir siyasal strateji değil; varlığını edilgen kabulden çıkarıp tarihsel özneye dönüştürmenin zeminidir.
Pozitif entegrasyon, Kürt halkı için yalnızca bir siyasal strateji değil; varlığını edilgen kabulden çıkarıp tarihsel özneye dönüştürmenin zeminidir.
Her çağ, kendi özgürlük dilini yaratır. Bir dönemde devlet kurmak özgürleşmenin adı olur, bir başkasında onu aşmanın yolları aranır. Bazı halklar ayrılığı direnişin son eşiği sayar; bazıları ise bir arada kalmanın başka yollarını icat etmeye çalışır. Fakat özellikle Ortadoğu gibi çok katmanlı, çok kimlikli ve tarih boyunca bastırılmış coğrafyalarda asıl soru artık şudur: Halklar yalnızca nasıl bir arada yaşayacak değil; birlikte nasıl özgürleşeceklerdir?
Çünkü birlikte yaşamak tek başına anlam taşımaz. Eğer bu yaşam eşitlikten, adaletten ve örgütlülükten yoksunsa, orada özgürlük değil, tahakküm yeniden üretilecektir. Zira Özgürlük, yalnızca bireysel bir hak değil; toplumsal bir kuruluştur.Ve bu kuruluş, mevcut devlet biçimlerinin içinde değil; halkların kendi iradesiyle ördüğü yeni yaşam örgütlenmelerinde mümkün olur.
İşte Önder APO, Barış ve Demokratik Toplum Manifestosu’nda bu tarihsel soruya alışılmışın dışında bir yanıt verir:Pozitif entegrasyon. Bu kavram, halkların tek tipleşmeden birleşmesini; devleti kutsamadan bir toplumsal sistem kurmasını; farklılık içinde ortak bir özgürlük zemini yaratmasını mümkün kılar.
1. POZİTİF ENTEGRASYON: MERKEZE KARŞI TOPLUMSAL GÜÇ
Bu konuya ilişkin ilk yazımızda, ( https://anf-news.com/analIz/pozitif-entegrasyon-ne-demek-215352) pozitif entegrasyonu halkların kimliksizleştirilmeden bir arada yaşayabileceği bir zemin olarak ele almıştık. Artık mesele kavramın ne olduğu değil, ne yaptığıdır: Pozitif entegrasyon, merkezi yapılarla nasıl bir gerilim hattı kurar ve bu gerilim, nasıl bir toplumsal özneleşmeye dönüşebilir?
Önder APO, bu müdahalenin kuramsal çerçevesini “demokratik ulus” fikriyle örer. Bu anlayışta entegrasyon, halkların devlet içinde erimesi değil; devletin toplumla eklemlenmesini sağlayacak örgütlü bir yaşam biçimi olarak kurgulanır. Pozitif entegrasyon bu nedenle ne geri çekilmedir, ne de dayatmacı bir istila. Kurucudur. Çatışmasız değildir, ama yıkıcı da değildir. Edilgen bir uyumu reddeder; onun yerine, toplumun aktif özne olarak kendini yeniden kurmasını önerir.
Burada kastedilen, sadece var olmak değil; varlığını siyasal bir güce dönüştürmektir. Pozitif entegrasyon, halkların kendini inkâr etmeden, aynı zamanda sistemin sınırlarını zorlayarak sahneye çıkabilme kapasitesidir. Bu, “devlete katılmak”tan çok, toplumu merkeze taşıyacak bir dengeyi inşa etmek anlamına gelir.
Ancak bu denge, yalnızca siyasal sistemin esnekliğiyle değil; halkın örgütlü gücüyle, yani toplumsal kapasitesiyle mümkündür. Pozitif entegrasyon, öz gücünü yitirmiş bir toplum için sürdürülebilir değildir. Çünkü örgütsüz bir varlık, bir noktadan sonra kendi farklılığını koruyamaz; sistemle kurduğu ilişki, dönüştürücü değil emici hale gelir. Böyle bir durumda, entegrasyon iddiası kolayca negatif entegrasyona, yani kimliksizleşmeye, edilgen katılıma kayabilir.
Bu nedenle pozitif entegrasyon, sadece dışa dönük bir siyasal strateji değil; aynı zamanda içe dönük bir özgürlük örgütlenmesidir. Halkın kendi yaşamını yönetme iradesi, kendi kurumlarını inşa etme yeteneği ve kendi kimliğini savunma kapasitesi olmadan, entegrasyon yalnızca bir görünürlük yanılsamasına dönüşür. Öz güç olmadan özgürlük olmaz; örgütlü irade olmadan toplumsal eşitlik kurulamaz.
2. DÜNYA DENEYİMLERİ: AYRILMADAN FARKLI KALMAK
Elbette pozitif entegrasyonun kuramsal çerçevesi, kendi başına bir çözüm önerisi sunar; ancak onun yaşanabilir, uygulanabilir ve sürdürülebilir olduğunu göstermek için tarihsel örneklerin ne söylediği hayati önemdedir. Çünkü bir kavramın gücü, sadece tanımında değil, dünyada nasıl karşılık bulduğunda da yatar.
Bugün farklı bağlamlarda karşımıza çıkan bazı deneyimler, halkların devletleşmeden toplumlaşabildiğini; sisteme dahil olmadan sistemi dönüştürebildiğini göstermektedir. Her biri kendi içinde eksik, çelişkili ya da sınırlı olsa da, bu örnekler pozitif entegrasyonun teoride kalmadığını; bir siyasal pratiğe dönüşebildiğini kanıtlar.
QUEBEC ÖRNEĞİ
Quebec, bu bağlamda dikkate değer bir örnektir. Kanada içindeki bu bölge, Fransız kökenli halkın dilini, eğitim sistemini ve kültürel kimliğini anayasal düzeyde koruyarak var olabilmiştir. Entegrasyon burada, merkezileşme ve tek tipleştirme üzerinden değil; farklılığın kurumsal olarak tanınması üzerinden gerçekleşmiştir.
Kanada devleti, Quebec’i bir “tehdit” değil, kendi içindeki farklılık olarak kabul etmiş; böylece bölge, hem federal yapının bir parçası olmuş, hem de kendi tarihsel ve dilsel kimliğini sürdürebilmiştir. Bu modelde “Kanadalı” olmak, Fransız kalmayı dışlamaz.
Quebec’in durumu, pozitif entegrasyonun şu yönünü özellikle görünür kılar: Devlete rağmen değil, devlet içinde çoğulluğun mümkün kılınması. Bu, halkın kendi kimliğiyle görünür, meşru ve örgütlü kalması; ama bunu devleti dışlamadan başarmasıdır.
BOLİVYA ÖRNEĞİ
Fakat pozitif entegrasyon yalnızca farklılıkların korunması değil, mevcut devlet yapısının yeniden tanımlanması gibi daha ileri bir müdahale biçimi de olabilir. Bu noktada Bolivya örneği dikkat çekicidir. Evo Morales öncülüğündeki süreçte yerli halklar yalnızca tanınmamış, aynı zamanda anayasal özneye dönüşmüş; devletin karakteri “çokuluslu” olarak yeniden tanımlanmıştır.
Bu modelde pozitif entegrasyon, kültürel haklarla sınırlı kalmamış; iktidarın biçimini dönüştürmeyi hedeflemiştir. Yerli halklar, dil, eğitim, sağlık, toprak kullanımı ve yerel yönetim alanlarında kendi sistemlerini kurmuş; bu kurumsallaşma, devletin tekçi yapısının aşınmasına neden olmuştur. Bu durum, sadece halkların kendini ifade etmesini değil, aynı zamanda devletin toplumla yeniden müzakereye oturmasını sağlamıştır.
Bolivya, bu yönüyle pozitif entegrasyonun yalnızca bir hak talebi değil, devletin yeniden kuruluş sürecine katılım biçimiolabileceğini göstermektedir. Burada entegrasyon, sisteme uymak değil; sistemi çoğaltmak ve dönüştürmektir.
KATALONYA ÖRNEĞİ
Bu düzlemde bir başka dikkat çekici örnek ise Katalonya’dır. Bolivya’da entegrasyon içeriden dönüşümle ilerlerken, Katalonya deneyimi daha çok çelişkili bir gerilim üzerinden gelişmiştir. Ayrılık talebiyle öne çıkmasına rağmen, kendi parlamentosu, dili, eğitim sistemi ve ekonomik kurumlarıyla İspanya’nın özyönetim sınırlarını fiilen aşan bir yapı kurmuştur.
Katalonya’da pozitif entegrasyon, tanınmış bir mutabakat değil; devletle sürdürülen uzun süreli bir meşruiyet mücadelesidir. Burada entegrasyon, ne merkezi kabule boyun eğmek ne de mutlak kopuşu dayatmakla tanımlanır. Tam tersine, bu örnek pozitif entegrasyonun ‘çatışmalı-gerilimli’ biçimlerinin de var olabileceğini gösterir.
İSKOÇYA MODELİ
Ancak pozitif entegrasyon her zaman çatışma üzerinden gelişmez; kimi zaman istikrarlı bir anayasal çerçeve içinde, kurumsal düzeyde de gerçekleşebilir. İskoçya bunun en açık örneğidir. “Devlet içinde devlet” formuna yaklaşan yapısıyla İskoçya, kendi parlamentosu, hukuk düzeni, sağlık ve eğitim politikalarıyla Birleşik Krallık içinde bağımsız bir siyasal özne gibi işlev görür.
2014’teki bağımsızlık referandumu sonuçsuz kalmış olsa da, süreç İskoç halkının merkezi yapının parçası olarak kalırken ayrı bir kolektif irade geliştirebildiğini ortaya koymuştur. Bu, pozitif entegrasyonun yalnızca kültürel ya da idari düzeyde değil, anayasal ve kurumsal düzeyde de inşa edilebileceğini göstermesi bakımından dikkat çekicidir.
3. ROJAVA VE SURİYE’DE POZİTİF ENTEGRASYON MODELİ MÜMKÜN MÜ?
Pozitif entegrasyon bağlamında Rojava deneyimini de tartışmakta fayda var. Klasik devlet kurumlarına benzemeyen, halk meclislerine, kadın özgürlükçü yapılara ve yerel özörgütlenmelere dayanan bu sistem; bir devlet modeli değil, toplum merkezli bir yaşam örgütlenmesi olarak tasarlanmıştır. Ulus-devletin sınırlarını içselleştirmek yerine, onu aşındırmayı hedefleyen bu deneyim, pozitif entegrasyonun devlet-dışı ama siyasalbir biçimi olarak dikkat çekiyor.
Ancak bugün mesele artık yalnızca Rojava’nın ne kurduğu değil, neye ve nasıl entegre olacağıdır. Suriye’nin yeniden inşa süreci tartışmalı biçimde ilerlerken, Rojava’nın yeni anayasal düzen içinde nasıl tanımlanacağı pozitif entegrasyon açısından belirleyici olacaktır.
Burada İskoçya modeli sınırlı bir esin kaynağı olabilir: Devlet içinde kurumsal özerklik, merkezi yapıyla çelişkili ama sürdürülebilir ilişki. Fakat Rojava, İskoçya gibi bir uzlaşmanın değil; bir devrimci kopuşun ürünüdür. Bu nedenle pozitif entegrasyon burada bir “geri dönüş” değil, devletin dışında ve ötesinde bir toplumu var ederek devleti dönüştürme hamlesidir.
Yeni Suriye’de Rojava’nın yeri, merkeze çekilmek değil; merkezi toplumsallaştırmak olabilir. Entegrasyon bu bağlamda, merkezi yapının bir parçası olmak değil; o yapının sınırlarını halk lehine zorlayan bir tarihsel özne olarak tanınmak anlamına gelir.
SONUÇ
Sonuç olarak pozitif entegrasyon, Kürt halkı için yalnızca bir siyasal strateji değil; varlığını edilgen kabulden çıkarıp tarihsel özneye dönüştürmenin zeminidir. Bu zemin, devlet içinde çözülmek değil; toplumu kendi örgütlülüğüyle yeniden kurmaktır.
Önder APO’nun bu yaklaşımı, sadece mevcut sınırlar içinde hak arayışı olarak değil; sınırların ötesinde yeni bir siyasal ortaklaşma tahayyülü olarak okunmalıdır. Bu, Kürt halkının ayrı bir devlete sıkıştırılmadan; ama kimliğini, tarihini ve özgün toplumsallığını inkar etmeden bölgesel çözüm süreçlerine katılabilmesinin yoludur.
Bugün mesele, Kürtlerin sisteme ne ölçüde entegre olacağı değil, kendi toplumsal sistemini ne ölçüde kurabileceğidir. Pozitif entegrasyon, bu nedenle yalnızca birlikte yaşamanın değil; birlikte özgürleşmenin, birlikte kurmanın, birlikte dönüştürmenin dilidir.
Kürtler açısından bu dil, artık savunmada kalmanın değil; siyasal kuruculukta ısrarın dili olmalıdır.