GÖRÜNTÜLÜ

Koçer: 19 Temmuz Devrimi dünyada umut yarattı

Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi Yürütme Meclisi Eşbaşkan Yardımcısı Hasan Koçer, "19 Temmuz Devrimi sadece Suriye’de değil, dünya genelinde umut yarattı. bu modeli ne kadar geliştirirsek etkisi o denli büyük olacak" dedi.

ROJAVA DEVRİMİ

Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi Yürütme Meclisi Eşbaşkan Yardımcısı Hasan Koçer ile Rojava Devrimi'nin yıldönümü ve Suriye'de yaşanan son gelişmelere ilişkin sorularımızı yanıtladı.

Rojava Devrimi, 19 Temmuz 2012’de Kobanê’de başladı ve 13 yıldır devam ediyor. Bize bu devrimin hikayesini kısaca anlatabilir misiniz? 

Her şeyden önce 19 Temmuz Devrimi 13. yılına giriyor. Benzersiz bir mücadele yürütüldü ve devrim bu düzeye varıncaya kadar birçok şehit verildi. Şehitler şahsında tüm devrim şehitlerini saygıyla anıyor ve önlerinde saygıyla eğiliyoruz.

Devrimi doğru ve yeterli anlayabilmek için devrim öncesi nelerin yapıldığının iyi bilinmesi gerekiyor. Sizin de bildiğiniz gibi BAAS rejiminin özelde Kürt halkına ve genelde de tüm diğer halklara yönelik sergilediği milliyetçi, şoven yaklaşımlar, içeride bu sisteme yönelik ciddi tepkilerin ortaya çıkmasına yol açtı. Doğrusunu söylemek gerekirse BAAS sistemi dış müdahaleyle yıkılmadı, içeriden yıkıldı çünkü Suriye içinde halkla bir toplumsal sözleşme geliştiremedi. İstihbarat yoluyla, tutuklamalarla, toplumsal yaşama dönük müdahalelerle ve özellikle Kürtler başta olmak üzere diğer halkların dil ve kültürünü kabul etmemekle, BAAS’ın daha önce uyguladığı siyaset, yine bilindiği gibi 2004 yılında milliyetçilikle Kürtleri bastırmak ve Kürtlerin iradesini kırmak istemesi sonucu, Qamişlo’da rejime karşı serhildan gelişti. Uygulanan şoven milliyetçi siyaset sonucu mevcut düzeye varıldı.

Suriye halkının değerleri ve kültürel zenginliği bu rejim tarafından tanınmadı. Bu nedenle rejim meşruiyetini ilk başta içeriden yitirdi ve bu rejime karşı devrim başladı. Suriye halkının değerlerini korumak ve demokratik bir sistem geliştirmek için 15 Mart 2011’de barışçıl yöntemlerle bu rejime karşı tepkiler başladı. Bu şekilde çok ulusluluk korunmak istendi fakat bu serhildanlar askeri yöne kaydı. Suriye halkları bu nedenle büyük acılar yaşadı. Bu serhildanlar dış güçler tarafından askeri yöne kaydırıldı. Bazı çeteleri kendilerine bağladılar ve Suriye halkını uzun süren bir savaşın içine sürüklediler. 13 yılını geride bıraktı ve 14. yıla giriyor. Ölüm ve katliamlar gerçekleşti. Var olan siyasi boşluk içinde Suriye halklarının hakları tanınmadı ve bu boşluktan DAİŞ ve diğer çete grupları faydalandı. Bu da Suriye krizini daha fazla derinleştirdi, daha fazla soruna yol açtı.

Kürtler açısından ise, serhildan tarzı Suriye’de gelişen tarzda olmadı. Çünkü diğerleri dışa bağlıydı ve genellikle Türk devleti ve diğer uluslararası güçlerin çıkarlarını esas aldı. Rojava Devrimi kendi öz gücüyle, kendi çocuklarının gücüyle, kendini örgütleme gücüyle kendini savunmuş ve Kuzey ve Doğu Suriye halkları arasında toplumsal bir sistem inşa etmiştir. Hatta sadece Rojava’da da değil, diğer alanları da DAİŞ’ten kurtardı ve toplumsal ve demokratik bir sistem oluşturdu. Bu devrim son derece büyük saldırılara rağmen çok büyük bir siyasal ve toplumsal mücadele geliştirdi.

2011 yılının başlarını hatırlıyorum, çok şiddetli saldırılar gelişti. Bu saldırılar Rojava’ya dönük askeri saldırılar değildi, basın üzerinden ve karşıt propaganda temelli saldırılardı. Aynı zamanda bu saldırılar bazı Kürt güçleri ve Türk devleti tarafından bir özel savaş biçiminde geliştirildi ve Rojava’nın, PYD’nin BAAS’a bağlı olduğu, devrim yapılmadığı, bunların rejime bağlı olduğu biçiminde bir propaganda ile devrimimiz boşa çıkarılmak istendi. Devrimi boşa çıkaramadılar çünkü toplum bizim örgütlenme tarzımıza güveniyordu. Çünkü biz sadece söz söylemiyorduk, slogan atmıyorduk. Bu devrimin temel felsefesi Önder APO’nun paradigması üzerinden gelişti. Eski tarz devrimler üzerinden gelişmedi, iktidarı ve devleti ele geçireceğim biçiminde değildi. Önderliğin geliştirdiği ilkeler üzerinden gelişti. Devrim, bir devleti yıkıp yerine başka bir devlet kurmak değildir, toplumun örgütlenmesi gerekiyor. Devrimin temel ilkesi budur. Demokratik toplumu ve toplumun içinden demokratik bir sistem geliştirmek gerekiyor ve esasta biz bunu hedefledik.

 

Bu devrim Kuzey ve Doğu Suriye halkları için ne ifade ediyor ve hangi temel ilkeler üzerine inşa edildi? Devrimin başlangıcından bu yana geçen süreçte toplumsal bağlamda ne tür dönüşüm ve başarılar elde edildi?

Yaşanan değişim, dayandığımız devrim prensipleri temelde; kadın özgürlüğüne ve öncülüğüne dayalı demokratik bir toplum örgütlemek, ikincisi ise; ekolojik toplumu geliştirmekti. Bu temelde devrim gerçekleşti. Bu temelde her ne kadar yetersizlikleri olsa bile komünler örgütlendi, meclis örgütlemeleri gelişti, yönetim oluşturuldu. Daha sonra bu devrimi boşa çıkarmak için bize karşı askeri saldırılar gelişti. 2013 yılından bu yana saldırılar hiç durmadı. Rojava Devrimi'ne yönelik saldırılar devam ediyor. Suriye’de rejim değişmiş olmasına rağmen saldırılar halen devam ediyor. Milliyetçi, dinci propaganda ve saldırılar sürüyor bu devrime karşı. Çünkü devrimimiz ne dinciliği ne milliyetçiliği ne de cinsiyetçiliği kabul ediyor. Sistemimiz içinde bunların yeri yok. Biz bölge halklarının tamamını bir araya getirebildik. BAAS rejiminin geliştirdiği milliyetçiliği ve şovenizmi kırdık. Arap, Kürt ve Süryani halklar bir mevzide birlikte savaştı, kanları birbirine karıştı. Siyasi ve örgütsel anlamda ortak yönetim geliştirildi. Bu BAAS’ın halklar arasında geliştirdiği düşmanlığa rağmen kendisiyle birlikte Arap, Kürt ve Süryani halkların bir arada yaşayabildiği yönünde büyük bir hakikati ortaya çıkardı. Bu devrimle biz bunu kırdık ve bu büyük bir başarıdır, hatta Ortadoğu’da bir modeldir. Hangi Ortadoğu ülkesinde halklar bir arada bu tarzda yaşıyor ve yönetimde birlikte yer alıyorlar? Yoktur, bulamazsın! Çünkü devletçi, ulus-devletçi zihniyete göre, bir ulus diğer uluslara hükmedecek ve diğer bütün uluslar da ona hizmet edecek, hizmet etmediği halde kültürel olarak tasfiye edilecek, soykırıma ve asimilasyona uğratılacak. Ortadoğu’da böyle bir sistem var ama Rojava’da geliştirilen yeni bir model var, çok renkliliğe dayalı demokratik bir sistem gelişmiş. Geçen 13 yılda her ne kadar eksikliği olsa bile stratejimiz, devrimimiz doğruydu, devrim doğru yürüdü. Çünkü Önder APO’nun paradigması ve stratejisi yeni bir devrim düşüncesi ve felsefesi içeriyor. Eski devrimler tarzında değildir. Eskiden devrimler nasıldı? Bir diktatörün devrilip yerine başka bir diktatörün getirilmesi biçimindeydi. Bu devrim değildir, bu sadece sistemin başındakini değiştirmek oluyor ama bu toplumda bir değişim gerçekleştiremez. Suriye devrimi de bu şekilde oldu, şimdi de öyle. Yani şimdi Suriye’de ne değişti ki eski rejim değiştikten sonra? Tam tersine, daha önce BAAS rejiminin yapmadıklarını şimdiki rejim yapıyor.

 

Bu modeli Suriye’nin geneline yayma konusunda ne gibi adımlar atıyorsunuz?

Bu devrimin Suriye üzerinde elbette ki etkileri var. Şu an herkes ‘‘Bu devrim bizi kurtarabilir, biz ancak bu devrimle kendimizi kurtarabiliriz’’ diyor. Çünkü mevcut sistem tekçidir. Dinci ve tekçi bir sistem Suriye’de geliştiriliyor. Tüm Suriye halkları ‘‘Kendimize Özerk Yönetim modelini, 19 Temmuz Devrimi'ni esas almalıyız’’, ‘‘Hem savunma hem örgütlenme hem komün ve meclislerden belediyelere kadar kendini nasıl örgütlüyorsa, bizim de kendimizi bu temelde örgütlememiz gerekiyor’’ diyor. Herkes bunu söylüyor. Herkes bölgelerimizi, Kuzey ve Doğu Suriye’yi kendine model almak istiyor, Suriye’de bu modelin gelişmesini istiyor. Bu model Suriye’de geliştirilmediği sürece Suriye’de istikrar gelişmez. Son günlerde yaşananlar sonuç olarak bunu gösteriyor.

BAAS rejiminin yıkılmasının esas nedeni merkeziyetçi olmasıydı. Eğer merkeziyetçilikte ısrar edilirse Suriye’de istikrar gelişmez. Çünkü merkeziyetçilikte ısrar Suriye’de sorun demektir. Suriye halkı bunu kabul etmiyor, 13-14 yıldır bir devrim yaşanıyor, evleri yıkıldı, binlerce insan şehit düştü, milyonlarca insan ülkelerini terk etti, eski BAAS sistemine nasıl geri dönüş olacak? Bu olmaz.

 

Suriye genelinde demokratik bir cephe oluşturma konusunda bir girişiminiz var mı?

Arap, Dürzi, Alevi ve diğer halklarla demokratik bir cephe geliştirmek istiyoruz. Suriye halkı birlik halindedir, birlikte demokratik bir cephe kurmalıdır. Yani Suriye’de merkezi olmayan demokratik bir zihniyet ve sistem kurulmalıdır ve mevcut devlet bunlar arasında ilişki ve koordinasyon rolü oynamalıdır. Devletin eski merkeziyetçi sistemde ısrar etmesi Suriye halkları açısından büyük bir sorundur. Suriye devrimi baştan başlamış olur. Nasıl ki BAAS rejimine karşı harekete geçildiyse, eğer merkeziyetçilikte ısrar edilirse, aynı şey devam eder.

19 Temmuz Devrimi sadece Suriye’de değil, dünya genelinde umut yarattı. Birçok enternasyonalist insan Rojava devrimine katıldı, birçoğu askeri güçlerde yer aldı, şehit düştü, halen de bir kısmı devrim içinde yer alıyor. Bu, devrim modelimizin yeni bir model olduğunu gösteriyor. Hatta Avrupa’daki halklar bundan etkilendi, sadece Ortadoğu halkları değil. Bu nedenle bu modeli ne kadar geliştirirsek etkisi o denli büyük olacak.

 

Suriye Demokratik Güçleri olarak, bölgenin güvenliğini sağlama konusunda karşılaştığınız en büyük tehditler neler? Suriye Geçiş Hükümeti ile Suriye’de yaşayan etnik, dini ve kültürel farklılıkların haklarının güvence altına alınması konusunda 10 Mart 2025 günü 8 maddelik bir anlaşma imzaladınız ancak başta Alevi ve Dürzilere dönük katliamlar olmak üzere ilan edilen anayasa metni ve oluşturulan geçiş hükümetinde bu farklılıklara yer verilmedi. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

BAAS rejimi ilk yıkıldığı zamanlarda Suriye halkı ‘‘Devrim kazandı’’ dedi, buna sevindi fakat Alevilere dönük ve şimdi de Dürzilere yönelik gerçekleştirilen katliamdan sonra bu sevinç kursağında kaldı. Güven vermiyor çünkü Suriye dışında birçok grup var içlerinde ve bu kabul edilemez. Türkistanilerin, Uygurların Suriye’de işi yok ve bu sorunun büyümesine yol açıyor. Şam hükümeti Suriye’de sorunları çözmek istiyorsa, bunlara bir sınır koymalıdır çünkü Suriye halkına dönük büyük katliamlar gerçekleştiriyorlar. Suriye halkları bu düzene nasıl güven duyacak ve onlarla birlikte Suriye devletini inşa etmek için görüşme gerçekleştirecek? Suriye halkı nezdinde meşruiyet kazanmadığı sürece tek başına devleti inşa edemez. Suriye halkı tarafından meşru görülmedikçe sistem kuramayacaktır. Bu nedenle bu grupların önü alınmalı, hatta 10 Mart’ta imzalanan anlaşma ve gerçekleşen ittifak maddeleri arasında buna da yer verildi. Özerk Yönetim olarak esas aldığımız strateji ve hedefimiz de budur. Suriye halklarının birliğinin, Suriye’nin toprak bütünlüğünün ve çok renkliliğinin korunmasıdır. Bu ittifaktan önceki inisiyatifimizde de vardı. Suriye’nin parçalanması gibi bir hedefimiz yok. Birçok kişi böyle görüşler ileri sürüyor ve sanal medya ve basın üzerinden bu yönlü çok kötü bir propagandalar yapıyor. Bunlar bilinçli yapılıyor. Kuzey ve Doğu Suriye halkını ve özerk yönetimini karalamak istiyorlar. ‘‘Suriye’yi parçalamak istiyorlar ve devlet içinde devlet kurmak istiyorlar’’ deniliyor, bunlar doğru değildir. Hedefimiz devlet kurmak değildir. Devlet esasta stratejimize terstir. Demokratik bir sisteme ihtiyacımız var çünkü Suriye halkları içi içe geçmiştir, Arap halkı ile Kürt halkı iç içedir. Etnik temelli ve ırkçılığa dayalı bir sistem kuramazsın. Demokratik bir sistem oluşturman gerekiyor fakat Şam hükümeti yaptıklarıyla meşruiyetini yitiriyor. Alevilere dönük saldırıları, Alevi halkı nezdinde meşruiyetini yitirmesine yol açtı. Hatta diğer halklar da artık onlara güvenmiyor. Halk bunları nasıl arasına alıp katliam gerçekleştirmesine izin verecek. Bu olmaz.

Suriye halkı son zamanlarda Dürzilere yönelik gerçekleştirilen saldırılardan büyük rahatsızlık duyuyor. Resmen insan onuruyla oynuyorlar. Öldürmüyorlar ama yaşar halde öldürüyorlar. İnsanların bıyıklarını kesiyorlar, kültürleriyle alay ediyorlar ve bu kabul edilemez. Dürzilerin başına ölümden daha beter şeyler getirdiler. Birçok sivil insan şehit edildi, belki Alevilerde olduğu gibi çok büyük bir katliam yapılmadı ama kültürel bir soykırım uyguladılar. Şêxlerini yakalayıp onurlarıyla oynadılar. Bu nerede görülmüş? Bu ne üsluptur? Bu kabul edilemez, Suriye halkı bunu kabul etmiyor, buna karşı direnecektir. Saygı göstermen gerekirken sen halkın karşısında insanların onuruyla nasıl oynarsın? Din saygı demektir, eğer ‘‘Ben Müslümanım’’ diyorsan da bunun Müslümanlıkla hiçbir alakası yoktur. Peygamber bir çocuğa dahi saygıyla yaklaşıyordu. Sen insanların bıyığını kesiyorsun, kültürüne saldırıyorsun sonra da kalkıp ‘‘Suriye halkı birdir’’ diyorsun, demokrasi böyle gelişmez ki. Daha önce Alevi katliamında yer alan gruplar buradaki katliamda da yer aldı. Hani hesap soracaktın? İnsan hakları kuruluşları hesap sormanı istedi, rapor yayınlaman gerekiyordu, ama şimdiye kadar herhangi bir rapor verilmedi. Üstüne bir de Dürzilere dönük katliam gerçekleştirildi. Bunlar kabul edilemez. Bu şekilde hükümet kurulamaz.

Biz Kuzey ve Doğu Suriye olarak daha önce de açık bir şekilde söyledik, Suriye demokratikleşmeden, demokratik bir anayasa geliştirilmeden Suriye halkı size güvenemez. Alevi ve Dürzi katliamlarından sonra ne Dürziler ne de Aleviler bunu kabul eder ne de Kuzey ve Doğu Suriye halkları bunu kabul eder. Çok kirli bir siyaset yürütüyorlar. Ortaçağ'da bile bu tür şeyler yok. Sözde ‘‘Genel Güvenlik’’ gücüdür, insanları tutukluyor ve onurlarıyla oynuyor. Bu yaklaşım kabul edilemez. Bu yaklaşımlarla anayasa ve hukuka dayalı bir devlet kuramazsın. İnsan onuruyla oynayan bir zihniyetle bu gerçekleşmez. Bu nedenle Dürzi halkının direnişini destekliyoruz. Suriye halkına dönük hiçbir saldırıyı kabul etmiyoruz. Tutumumuzu net bir şekilde ortaya koyduk. Süveyda’da Dürzilere dönük geliştirilen saldırıları kabul etmiyoruz ve kınıyoruz. Bu nedenle Süveyda halkını destekliyoruz, Süveyda halkının yanında yer alıyoruz. Kültürleri korunmalıdır, sistemleri korunmalıdır, Dürziler de özerklik istiyor, hepsi Dürzi’dir, içlerinde yabancı kimse yok. Özgünlükleri, özellikleri esas alınmalıdır. Merkezi bir devlete katmaya çalışamazsın. Yabancı birini getirip Dürzilerin üzerine yerleştiremezsin. Dürziler devlete bağlı bir tarza kendi kendilerini yönetebilmelidir. Bu gelişmelidir, gelişmemesi halinde bütün dünyayı arkalarına alsalar bile Suriye’de istikrar gelişmez. Bunlar kendilerine dönük yaptırımlar kaldırıldı diye istedikleri her şeyi yapabileceklerini sanıyorlar.

Kendi halkının nezdinde meşruiyet kazanmadıkça sistem kuramazsın. İran ve Rusya, BAAS rejimini desteklemiyorlar mıydı? Şimdi nerede? Bu mesele kimin arkanda durup kimin durmadığı meselesi değildir. Kendi içinde meşruiyetin yoksa, devlet olarak kendi halkınla toplumsal bir sözleşme sağlamadan, barış yapmadan, iradesine, kültürüne ve çok renkliliğine saygılı olmadan, Suriye’de bir sistemden söz edemezsin, Suriye’de sistem oluşturamazsın. Oluşturabilseydi BAAS rejimi oluştururdu, ne oldu ona? Rusya ve İran arkasında duruyordu ve onca para harcadılar, ne oldu ona? 8 gün içinde yıkıldı. Ortalıkta esamesi kalmadı. Neden? Çünkü Suriye halkı onları kabul etmiyordu. Eğer onları tekrar edersen, sırtını hiç uluslararası güçlere dayama boşuna. ‘‘Üzerimdeki yaptırımlar kaldırıldı, artık diplomasi yapabiliyorum, artık her şeyi yapabilirim’’ diyorsan, bu yaklaşımlar kabul edilemez. Her şeyden önce kendi halkınla, Suriye halkıyla barışık olmalısın. Aksi halde bu sistemin başarı şansı yoktur.

 

DAİŞ’in bölgedeki varlığı hâlâ bir tehdit oluşturuyor mu? QSD’nin DAİŞ’e karşı mücadelesinde konjonktürel anlamda ne tür zorluklarla karşı karşıya kalıyorsunuz?

BAAS rejimi yıkılmadan önce de DAİŞ tehdidi vardı ama Suriye’de oluşturulan yeni hükümetten sonra güvensiz ve istikrarsız ortamın zemini gelişme kaydetti. DAİŞ kendini örgütledi. Şu an çöl mıntıkasında örgütlenmiş bulunuyor. Bizim bölgelerimizde örgütlenmiş bulunuyor. Asayiş ve askeri güçlerimize dönük kaç seferdir saldırıları oluyor. Birçok insanımızı şehit ettiler. Sivil insanları şehit ediyorlar. DAİŞ dirilmiş ve örgütlenmiş. Buna karşı uluslararası bir tutum gelişmediği takdirde Suriye terör yuvası haline gelecek. Yani terör örgütlenecek ve birçok devlet de bunu istiyor. Suriye halkını DAİŞ ile terbiye etmek istiyorlar. DAİŞ bozguna uğratılmış olmasına rağmen mevcut konjonktürde yeniden örgütlendi ve şimdi de çölden buralara saldırılarda bulunuyorlar. Elimize geçen son bilgilere göre iyi örgütlenmişler yani, hatta bazı şehirleri ele geçireceklerini iddia etmişler. Bu dereceye varmışlar. Buna karşı uluslararası koalisyon sorumluluklarına sahip çıkmalıdır. Başta QSD olmak üzere DAİŞ’e karşı savaş yürütmüş güçlere karşı tutumunu netleştirmelidir. Böyle devam ederse Suriye bir terör yuvası haline gelecektir. Çünkü DAİŞ tümden tasfiye olmamış, binlercesi tutukludur, Hol kampında bulunuyorlar. Artık o Hol kampındaki küçük çocuklar büyümüş, 18 yaşına girdiler. Eeskisi gibi değil artık. Bu nedenle hem bölgedeki halkımız buna gereken hassasiyetle yaklaşmalı hem de uluslararası güçlerin DAİŞ karşı yürütülen savaşta QSD’ye verdikleri desteği sürdürmeleri gerekiyor.

Biz o zaman da söyledik. Şam yönetimiyle DAİŞ’e karşı ortak bir operasyon odası kurulabilir dedik. Birlikte DAİŞ’e karşı savaşmak da güven ifade eden bir şeydir ancak şimdiye kadar gerçekleşmedi ve DAİŞ de çoğalarak kendini örgütlemeye devam ediyor. Bu da kabul edilemez. Buna karşı kendimizi savunacağız fakat uluslararası koalisyon da sorumluluklarının gereğini yerine getirmelidir.

 

QSD ve Özerk Yönetimin Suriye ile entegrasyonu konusunda Şam’la yapılan görüşmeler hangi aşamada? Bu entegrasyon, QSD güçlerini ve özerk yönetimin statüsünü nasıl etkileyecek?

Arapça’da entegrasyona demij diyoruz. 10 Mart’ta yapılan ittifak özünde bunun başlangıcını ifade ediyor. Suriye’de hedefimiz devletle birlikte Suriye sorununu çözmektir. Kurumlarımız devlet kurumlarıyla bütünleşmeli ama özellikleri, özerkliği korunacak tarzda bütünleşme olmalı. Birkaç defa heyetler görüştü, tartışmalar yürütüldü. Bu tartışmaların bazılarında sonuç alındı, bazıları sonuçsuz kaldı, çünkü başka güçler de bunda yer alıyordu ve sorunun çözülmesini istemiyorlardı. Biz sorunun çözülmesini hedefliyoruz. Yeni bir devlet kurmada gözümüz yok, Suriye’nin parçalanmasını hedeflemiyoruz, bunları daha önce inisiyatifimizde de ifade ettik. Bizim stratejimiz bu tarzdadır, siyaset yapma anlamında bunu söylemiyoruz. Stratejimiz bu temel üzerine inşa edilmiş, demokratik özerkliği geliştirme üzerine inşa edilmiş.

Demokratik özerkliği esas alıyoruz. Merkezi anlamda devlete bağlı olabilecek bazı şeyler var, diğer yandan bölge halkına bağlı olması gereken bazı şeyler de var. Eski BAAS rejiminde olduğu gibi devlet her şeye müdahale edemez. Eğer bu gelişmezse eski BAAS rejimi gibi bir durum yaşanacak. Entegrasyonumuz bu temele dayanıyor, bu temelde geliştirmek istiyoruz.

Son süreçte bazı toplantılar yapıldı, heyetler görüştü. Eğitim konusu ve daha birçok konu tartışıldı. Devlete bağlı kurumlar konusu, nüfus konusu, pasaportlar konusu, hava yolları konusu gibi daha birçok konu tartışıldı. Bunlar merkezi şeylerdir, devletle ortaklaşa yürütülebilir. Belediye, toplumsal kurumlar, meclisler, komünler vb. gibi şeyler topluma ait şeylerdir, bunlara müdahale etmen kabul edilmez. Devlete ait bazı kurumlar olacak ama bazı şeyler de bölge halkına bağlı olacak. La merkeziyet dediğimiz zaman bunu kastediyoruz. Sınırlar oluşturmayı kastetmiyoruz. Bazı kişiler böyle anlıyor!

Peki mesela Reqa halkı kendini nasıl örgütleyecek? Kurumları var, askeri güçleri var, asayişi var, güvenliği var, halk bunları kendisi örgütlüyor. Bunu yapanların hepsi Reqa halkının kendisidir. Bu halkın özelliklerini göz önüne almadan, dışardan birini üzerlerine yollaman kabul edilemez.

Şunu söylemek istiyorum: entegrasyonumuz sorunun çözülmesi temelinde olacak. Bu temelde komiteler oluşturduk. Ekonomi ve maliye komitesi, sağlık komitesi, eğitim komitesi oluşturduk. Bu komiteler var. Şam hükümeti eski BAAS rejiminin zihniyetini aşmalıdır, eskiden olduğu gibi merkeziyetçilik olmaz. Dikkat ettiyseniz ilan ettikleri anayasa için kimseye bir şey sorulmadı, sözde ‘‘Uluslar diyalog konferansı’’ gerçekleştirildi ama ne bize ne de başkalarına sormadılar, bir hükümet oluşturdular, bakanlıkları belirlediler, buradaki halkların da bunda yer alması gerekiyordu ama hiç sormadılar bile, şimdi de parlamentoyu tartışıyorlar, Reqa’dan falan şahsi bazı kişileri çağırıyorlar, ancak bunlar halkı temsil etmiyorlar, kendi şahıslarını temsil ediyorlar. Yeni hükümetin bu yaklaşımları doğru değildir. Bunun düzeltilmesi gerekiyor. Bu halkın iradesini esas almalılar. Bütün bunları yaparken hiç kimseye sormuyorsun, biz özerklikten söz edersek sen kalkıp ‘‘Devleti parçalıyorsun’’ diyeceksin! Peki bu durumda kim devleti parçalamış oluyor? Bu yaklaşımlarla mı devlet parçalanıyor yoksa devlet sistemine bağlı özerk yönetim oluşturma şeklinde mi devlet parçalanıyor? Bu yaklaşımlar kabul edilmez? Entegrasyon bu temelde olacak ve bunu sürdüreceğiz çünkü diyalogda Fransa ve Amerika gibi iki büyük devlet yer alıyor. Sorunlar tartışılırken kimin ne tür bir yaklaşım sergilediğinin anlaşılması ve netleşmenin sağlanması için uluslararası gözetimin olması iyi bir şeydir. Bu görüşmelere devam edeceğiz.

 

Türkiye’de geliştirilen bir Barış ve Demokratik Toplum Süreci söz konusu. Bu süreç çerçevesinde Türkiye’nin bölgeye dönük nasıl bir siyasi dönüşüm yaşamasını bekliyorsunuz?

Bana göre Kürt sorunu ortak bir sorundur, yani salt Rojava’nın sorunu değildir, salt Bakûr’un sorunu değildir. Kürt sorunu uluslararası bir sorundur. Hangi parçada sorun çözülürse direkt diğer parçaları da etkiliyor. Özellikle de Önderliğin başlatmış olduğu Barış ve Demokratik Toplum Süreci etkiliyor. Kimin savaştan yana olduğunu, bu Önderliğin ne düzeyde barış yanlısı olduğunu ve Kürt ve Türk halkını korumak istediğini, hatta devlet olarak bütünlüğü koruduğunu ortaya çıkarmıştır. Bu çağrı ve pratik anlamda atılan birçok adım, askeri güçle, askeri yöntemle ve silahlı güçle ancak kendini savunabileceğini, bu şekilde başarılı olunamayacağını tüm dünyaya göstermiştir. Ancak siyasi mücadele yöntemiyle, toplumsal mücadeleyle, kültürel mücadeleyle başarılı bir toplum olabilirsin. Silahla ancak savunma yapılabilir. Yani ‘‘Silahla savaşıp başarı elde edeceğim’’ diyorsan, silahla başarı kazanamazsın. Mesela şimdi iki büyük güç savaşsa bile, savaş öyle bir düzeye gelmiş ki, hangi taraf kazansa bile o da kaybediyor. Yani bu zafer olmuyor. Kazanan da kaybeden de aynı sonuca varıyor, çünkü dünya eskisi gibi değildir, savaş da eskisi gibi değildir. Bu nedenle savaşla başarı elde edemezsin, ancak demokratik siyasi mücadele ile başarı elde edilebilir.

Önderlik bu esasları ortaya koydu ve pratik olarak adımlar atıldı ve bu gerçekten de sürecin önünü açtı. Şimdi Türk devletinin de bazı adımlar atması gerekiyor. Tek taraflı olursa sorun çözülmez. Dar parti çıkarları için değil, demokratik çözüm için artık Türk devletinin kendisi de bazı adımlar atılmalıdır. Ne Rojava ne de Kürtler bir tehlike oluşturmayacak. Tarihsel bağlamda Kürt ve Türk halkının birliği ve Malazgirt savaşı ve diğer birçok savaşta olduğu gibi yan yana savaşarak zaferler kazanıldığı biliniyor. Kürt ve Türk halklarının arasındaki kardeşlik anlaşılıyor. Türk devleti ne zaman ki Kürtleri bıraktıysa zarar görmüştür. Önderlik, ‘‘Kürt Türksüz, Türk de Kürtsüz olmaz’’ dedi. Eğer Türk devleti bu süreci sonuca götürmezse Türk devleti kaybedecektir. Bu tarihsel olarak da böyledir. Hem Osmanlı döneminde hem Cumhuriyet döneminde hem de şimdi bu böyledir. Bu, Rojava Kürtlerini de etkileyecektir çünkü Rojava ve Bakûr Kürtleri birbirinden kopuk değildir, aynı ulustandırlar. Dört devlet arasında bölündükleri bir gerçek ama aynı ulustandırlar. Türkiye’de atılacak herhangi bir adım doğrudan Rojava’yı etkiler. Bu süreci ve burayı nasıl etkileyeceğini iyi okumalıyız. Rojava’nın mevcut durumunun korunması hükümetin yenilenmesiyle alakalı değildir, özünde Önderliğin geliştirdiği süreçle bağlantılıdır. Yani bu çok ciddi bir etki yaratıyor.

 

Kürt güçleri arasında birliği sağlama çabalarınız ne durumda?

Bizim meselemiz sadece Rojava’yla alakalı bir mesele değildir, aslında Kürtlerin genel bir ulusal kongresinin olması gerekiyor. Neden bunu söylüyorum? Daha öncesinde de Önderliğin çağrıları olmuştu, hatta manifestoda da Önderlik Kürtlerinin nasıl birlik olacaklarından söz ediyor. Kürtler için bir ulusal kongre gerekiyor. Neden? Çünkü dünyadaki durum değişiyor? Düşünceleri farklı olsa bile Kürtlerin ortak bir söylemi olmalı. Düşünceler farklı olsun. Özünde tüm düşünceleri aynılaştıran bir mutlakiyet de olmaz ama Kürtlerin kırmızı çizgisi Kürtlerin ulusal tutumunun olmasıdır. Kürtlerin kültürü ve ulusallığı olmalıdır. Söylemimizi birleştirerek Kürtleri ve kültürünü korumayı nasıl koruyacağımızı esas alacağımız olmalıdır. Biz Kürtlerin söylemi bir olmalı, parçalı olmamalı. Temel hedefimiz budur. Rojava’da gerçekleştirilen konferans da bu temelde yapıldı. Yani bir komitenin oluşturulması ve bu komitenin Kürtler adına Şam’a gidip görüşmelerde bulunması kararlaştırıldı. Şimdiye kadar Şam hükümeti bu komiteyi görüşmeye davet etmedi, fakat bu komite hazırdır. Kürt sorununu tartışmak için davet etmeleri gerekiyor çünkü 10 Mart’taki antlaşmada Kürtlerin haklarının anayasada güvence altına alınması da yer alıyordu. Özünde Rojava ve Suriye’de yaşayan Kürtlerin haklarının anayasada yer alması gerekiyor. Devletin şekli, sistemi, ulusal ordusu nasıl olacak? Bütün bunların tartışılması ve çözüme kavuşturulması gerekiyor ki entegrasyon sağlanabilsin. Anayasa belirsizliği devam ettiği halde entegrasyon nasıl sağlanacak? Neye entegre olacağız? Bu hükümetin biçimi bilinmediği halde bu hükümete nasıl katılacağız? Katılabilmemiz için bütün bunların düzenlenmesi gerekiyor ve Kürtleri temsilen oluşturulan komitenin gitmesi gerekiyor. Konferansta alınan karar doğrultusunda bu komite oluşturuldu.

 

Bölge, ekonomik ambargolar ve komşu ülkelerin sınır ticareti kısıtlamalarıyla karşı karşıya. Bu ekonomik zorlukları aşmak için hangi adımları atıyorsunuz?

Bu konu tüm Suriye’yi ilgilendiriyor, sadece Rojava’yı ilgilendirmiyor çünkü Rojava ve Kuzey ve Doğu Suriye, Suriye’nin bir parçasıdır. Rojava ve Kuzey ve Doğu Suriye, ekonomik gelişmelerin olması, ekonomik yönden bir akışın sağlanması, ekonomik aktivitenin olabilmesi ve insanların iş yapabilmesi için kapıların açılmasına sıcak yaklaşıyor fakat buranın durumu Suriye geneliyle bağlantılı bir durumdur.

Sizin de bildiğiniz gibi Suriye’ye dönük yaptırımlar ve ambargo son dönemde kaldırıldı ama şimdiye kadar da henüz ekonomik anlamda ciddi bir gelişme olmadı. Sınırların açılması halinde belki birçok ticari ve ekonomik sorun çözüme kavuşur ve biz buna açığız. Biz daha önce de Til Koçer Sınır Kapısı’nın açılması gerektiğini açık bir şekilde ifade etmiştik ama açılmadı, çünkü uluslararası siyasi güçler bunu istemiyorlardı ve kabul etmiyorlardı. Biz şimdi de bu kapıların açılmasını, ticaretin gelişmesini, insanların gidip gelebilmesini istiyoruz ve bu ekonomik yönden de gelişmelere yol açar.

 

Rojava Devrimi’nin uluslararası tanınırlığını artırmak için yürüttüğünüz girişimler hangi sonuçları doğurdu? Bu çabalarınızı nasıl geliştirmeyi planlıyorsunuz?

Daha önce diplomasi alanında Özerk Yönetimi nasıl tanıtacağımız yönünde birçok tartışma yapıldı. Özerk yönetimin öncelikle Suriye devleti tarafından tanınması gerekiyor yani meşruiyetinin anayasal güvence altına alınması gerekiyor. İlk hedefimiz budur. Öncesinde de Özerk Yönetim'in tanınması için yürütülen bir çalışma, mücadele vardı ve şimdi de devam ediyor. Rojava Devrimi'nin diplomatik açıdan, alanda yürütülen mücadele ve çalışmalar açısından ve DAİŞ’e karşı yürütülen savaş bakımından, uluslararası toplum nezdinde -Uluslararası devletlerden söz etmiyorum- ciddi bir etkisi oldu. Biz bu çabalarımızı sürdürüyoruz. Demokratik güçlerle, demokratik partilerle, sol partilerle, diğer partilerle tartışmalar yürütülüyor fakat dediğim gibi Kuzey ve Doğu Suriye’yi Suriye’den kopuk ele alamayız. Tanınma sorunlarımızı öncelikle Suriye devleti ile çözmemiz gerekiyor ve Suriye anayasasında haklarımız güvence altına alınmalı ve bu temelde bütün Suriye’de bir uzlaşma olmalı. Temel hedefimiz budur.

 

Genç nesillere Rojava Devrimi’nin mirasına sahip çıkma konusunda vermek istediğiniz bir mesajı var mı? Onları bu sürece nasıl dahil ediyorsunuz?

Gençler için şunu söyleyebilirim: Kadın ve gençlik devrimimizin öncüleridirler. Bu sadece teorik bir tespit değildir, pratik anlamda da böyledir. Kadın ve gençlik öncülüğünde bu devrim zafer kazanacak. Önderlik yeni bir manifesto geliştirdi. Gençliğin bu manifestoyu iyi anlaması gerekiyor. Yeni bir manifestodur, yeni bir devrimdir. Buna çok güçlü bir katılım yapması gerekiyor. Doğrudur, özellikle gençliğe karşı çok güçlü bir özel savaş yürütülüyor, gençleri yoldan çıkarmak istiyor. Doğru dinamizmden ve doğru düşünceden uzaklaştırmak istiyor. Bütün gençlerin tıpkı ilk manifestoda olduğu gibi, nasıl ki gençlik güçlü bir katılım gösterdi ve bu devrim 52 yıl devam ettiyse, gençlik de bu süreçte bu manifestoya katılım sergileyerek devrimin mirasını daha da büyütmeliyiz ve özgür ve demokratik bir sistem kurabilelim. Öncelikli hedefimiz budur. Rojava’da da gençlik demokratik sisteme katılıma öncülük etmelidir ve güçlü bir katılım sergilemelidir. Bir toplumda gençlik ne kadar örgütlüyse, o toplum o kadar örgütlü olur. Bir toplumda kadın ne kadar örgütlü ve özgürse, o toplum o kadar örgütlü ve özgür olur. Rojava’daki 13 yıllık mücadelemizde, ki öncesinde de bir devrim mirasımız vardı, devrim başladıktan sonra bu miras devam ediyor ve gençliğin bu bayrağı ellerinden düşürmemesi gerekiyor. Bu bayrak mücadelesi devam etmeli ve mücadelemizi başarıya taşırmalıyız.