İmralı kapısı açılırsa

ABD ve İran arasındaki kriz savaş tehditleriyle sürerken Ortadoğu kaosuna çare olabilecek görüşler İmralı görüşmesinden çıkmıştır...

Kaosa, kirli savaşa ve faşist işgalciliğe karşı demokratik çözüm seçeneğini toplumun önüne koymuştur. Bu düşünceleri toplumun sahiplenmesi gerçek bir alternatif oluşturabilecektir.

Her türlü savaş ve insanlık suçlarını işleyerek Efrîn’i işgal edip tarihin en karanlık ve kirli çetelerine teslim eden Türk devleti işgal hareketini Xakurkê ve oradan da Kerkük’e dek genişletmeye çalışıyor. Fakat bu şekilde devam ederse tam da bugünleri anlatan veciz sözde olduğu gibi Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan da olacak!

Mevcut hükümetin çözüm zihniyetini taşımıyor olması en büyük engel durumundadır. Halka sunabildiği tek şey kirli bir savaştır. İmralı işkence ve komplo sistemi bu zihniyet yüzünden derinleşmiştir. Buna karşı çözümü toplumsallaştırmak tek çare olarak öne çıkmaktadır.

İmralı’da Önder Apo’nun 8 yıldan sonra avukatlarıyla görüştürülmesi büyük açlık grevi etrafındaki direnişler sonucunda gerçekleşti. Fakat bunca yıldan sonra yapılabilen bir-iki avukat ve aile görüşüne olduğundan büyük anlamlar yüklemek yerine 21. yılına giren İmralı tutsaklığına gerekli anlamı yüklemek ve son bulmasını gündem yapmak gerekiyor. İmralı sistemi küresel güçlerce hem Türk hem Kürt tarafına karşı örüldü. Geçen 21 yıl Önderliğimizin bu tespitini yeterince açığa çıkardı ve kanıtladı. Çok açıktır ki İmralı kapıları açılmadan sadece Kürtler değil Türk devleti de uluslararası kumpaslardan asla kurtulamayacaktır. Fakat bu temelde demokratik çözüm yerine yeni işgal faaliyetlerine yönelmelerine bakıldığında yüz yıllık deneyimlerden ve değişimlerden sonuç çıkarmadıkları görülüyor.

Türk işgalciliğinin perde arkasında Yeni Osmanlıcılık hayallerinin yattığı sır değildir. Bunun için Türk devletinin yerelde kullandığı iki koz bulunmaktadır: Biri kendisine bağlı Türkmenler diğeri ise Kürtler arasındaki parçalı durum.

Türkmen kartı Rojava’da işgal ettikleri bölgelerden Zaxo’ya oradan Musul ve Kerkük’e dek uzanan hatta kullanılmaktadır.

Türkmen cephesine dayanarak Kerkük’ü işgal etmeyi hedefleyen Türkiye’nin planı “Türkmeneli Projesi” kapsamında Irak merkezi hükümetiyle anlaşmadır ki bugünden alt yapısı hazırlanmaktadır. Anlaşmanın temelleri geçen yıl Habur sınır kapısını işlevsiz kılacak bir projeyle atılmıştı. Yani Nusaybin sınırlarından Musul’a direkt bir yolun yapılması ve Musul üzerinden Kerkük’e ulaşılması Irak’la anlaşmanın temelini oluşturmaktadır. Bu plan Irak’ın da işine gelmektedir. Böylece hem Kerkük üzerindeki denetimini sürdürecek hem de Kürdistan bölgesindeki petrolün Türkiye’ye satışını kendi kontrolüne almış olacak ve bölgesel yönetimi Habur gelirlerinden mahrum edecektir.

Türkmen güçlerin durumuna gelince; Türkiye tüm Türkmen güçlerin “Irak Türkmen Cephesi” çatısı altında toplanmasını istiyor. Fakat ITC denilen oluşum Kerkük merkezli milliyetçi bir siyaset izlediği için diğer güçlerle anlaşamaz durumdadır. Geçen süreçte ITC dışındaki Türkmen güçlerin Kürdistan Bağımsızlık Referandumunu desteklemiş olması bu çelişkileri artırmıştır. Türk Hükümeti bu kesimlere karşı ilan edilmemiş bir ambargo uygulamaktadır.

Hewlêr’deki Türk Konsolosluğu'nun denetiminde olan faşist paramiliter güçlerden oluşan ITC’nin büyük çaplı provokasyonlar yapacak gücü bulunmasa bile Türk Devletinin ihtiyaç duyduğu bahaneleri yeterince sunmaktadır. Diğer Türkmen güçlerinin demokratik bir yapıda birleşmesi alternatif bir siyaseti ortaya çıkarabilir fakat onlar da Hewlêr’deki Bölgesel Yönetime bağlı olup demokratik bir oluşumun zihniyetini taşımamaktadırlar. Buna karşın halk tabanında demokratik bir çıkışın zemini daha fazla bulunmaktadır. Bu zemin Kürt, Türkmen ve Arap demokratik ittifakıyla güçlendirilebilir.

Türkiye’nin işgal planları Kerkük’ü bile içine almışken Kürt güçlerinin birlikte işgale karşı tavır alması hatta birlikte savaşmasının zamanıdır.

Küresel güçler açısından Türkiye’nin Kerkük’e girmesi bir sorundur elbette fakat Türkiye de kendi kozlarına güveniyor. Bu kozları elinden almak için Kürtler birlik olmalıdır. O zaman Türkmenlerle de anlaşma sağlanabilir.

Güney’de avantajlı bir döneme girilmişken Türkiye bu avantajları yok etmek istemektedir. Başkanlık ve Başbakanlığın amca çocukları arasında paylaştırılmasıyla birlikte ABD-Britanya açısından “Bağımsız Kürdistan” tartışmaları bugün itibariyle kapanmış ve Bölgesel Hükümetin güçlendirilmesi önünde bir kaygıları kalmamıştır. Küresel güçler günümüz itibariyle Güney Kürdistan’daki bölgesel yönetimi güçlendirme politikasını uygulayacaklardır.

Güçlendirilmiş bölgesel yönetimle hedefledikleri ise Irak Merkezi Hükümetinin İran yanlısı politikalarını dengelemektir. Bölge hükümetinin İran’a karşı ambargoda etkili şekilde yer alması bu aşamada mümkün değildir fakat Irak Hükümeti üzerinde belli düzeyde etkili olabilirler. Bunun için Kerkük’ü tekrar geri almaları gerekmektedir. Fakat Türkiye’nin politikaları bunu da önlemektedir. Oysa 2020 yılında nüfus sayımı yapılmalı ve Kerkük kendi kaderini çözmelidir. Türkiye’nin hesabı Kerkük’te yönetime ortak olmak değil orayı tamamen kendi denetimine almaktır. Bu nedenle Kerkük’ün Türkmen kenti olduğunu ileri sürüyorlar. Kerkük tarihsel kimliğiyle ve günümüzdeki yapısıyla Türkmen, Arap ve Kürt halkının ortak yaşadığı bir kenttir ve yönetim gerçekliği de buna göre demokratik tarzda şekillenmek durumundadır. Kerkük bu haliyle demokratik bir özerk bölge karakterini de taşımaktadır. Irak merkeziyle ilişkileri de bu temelde yeniden düzenlenmelidir. Fakat demokratik çözüm seçeneği faşist Türk yönetiminin işgal saldırılarıyla boğulmaktadır.

Türk politikaları Efrîn’den Kerkük’e dek tüm Kürdistan’da Kürt halk iradesini yok etmeyi hedeflemektedir. Xakurkê işgali de bu kapsamdadır. Güney Kürdistan’ın yeni yönetimi Xakurkê işgalini Kürdistan’ın işgali olarak görmeli, kendisine karşı yapılmış bir saldırı olarak ele almalıdır. Mevcut tutumları işgalcilere cesaret veriyor. Bunun sonuçlarını bir kez daha hesaplamalıdırlar.

Sömürgeci işgalciliğin son bulması için halkımız ve tüm Kürdistani güçler toplumsal, siyasi ve askeri olarak Xakurkê direnişi etrafında birleşmelidir.

Güney Kürdistan halkının raperin ruhuyla ayaklanması bölge yönetimine de gerekli yön ve cesareti verebilir. İşgale karşı halk ittifakı ve direnişinin en üst düzeye çıkarılmasının zamanıdır. Gençliğin canlı kalkan eylemi önemli bir adımdır ancak eylemlerin daha da geliştirilmesi ve yayılması gerekir. Sadece Başur değil tüm parçalardaki ve yurt dışındaki halkımızın işgale karşı ayaklanması gerekir. Yüz yıllık işgal planlarına son verme zamanıdır. Örneğin HDP-DTK birlikte işgale karşı onurlu barış ve demokratik çözüm mitingleri düzenleyebilir ve sağlıkları elverdiği ölçüde sayın Leyla Güven başta olmak üzere açlık grevi eylemcileri ve analar bu mitinglerde rol oynayabilir. Yasal ve meşru temelde mitingler serisinden halk inisiyatifi öncülüğünde radikal, caydırıcı eylemlere dek kapsamlı düşünülmelidir. Rojava’daki halkın geçim kaynağı olan ekinleri bile yakanlara karşı caydırıcı olmayacak mıyız? Bunun için Türkiye’nin her yerinde yaşayan duyarlı insanlara görev düşüyor.

İşgale ve faşist saldırganlığa karşı hiç gecikmeden harekete geçmek ve İmralı duvarlarını parçalamak yüz yılın en önemli görevi durumundadır. Kadın, gençlik, aydınlar, aşiretler, köylüler, kısacası tüm halk kesimlerinin çabaları bu temelde birleştirilmelidir. Yüz yıllık oyunlar bu şekilde boşa çıkarılabilir.

İmralı sistemi var oldukça hiçbir parçada hiçbir Kürde özgür yaşam olanağı zerrece bulunmamaktadır. İmralı sistemi sürekli olarak tırmanan savaş demektir.

Bugün Önder Apo’nun İmralı koşullarında küçücük bir imkânı bile demokratik çözüm seçeneğini güçlendirmek için değerlendirdiği görülmektedir. İstanbul seçimlerine endeksli tartışmaların anlamsızlığı seçim geride kaldığına göre şimdi daha iyi görülebilir. Avukatları aracılığıyla ilettiği mesajlar tarihi niteliktedir ve bu sorumlulukla da yaklaşmayı gerektirir. Bunun için sadece geçmişte samimi yaklaşmayan iktidarı değerlendirmek yetmez aynı zamanda kendi sorumluluklarımızı da yeterince yerine getirmediğimiz için hepimizin özeleştiri yapması gerekir. Faşizmi yıkmanın, demokratik çözüm seçeneğini geliştirmenin sorumluluğunu herkes kendi cephesinden üstlenirken nerede hatalar yapıldığı, nerede gerekli becerinin sergilenmediği ilgili herkes için özeleştiri konusudur ki bir daha benzeri tekrarlanmasın. Önder Apo’nun dışarıda olsa sokaktaki çöpleri toplamaktan, herkesle selamlaşmaktan bahsetmiş olması herkes için gerekli yol haritasını oluşturmuştur. Bu uyarı aynı zamanda yaşadığımız gaflete karşı bir uyarıdır. Utancımızı derinleştirmeli ve bizi kendimize getirmelidir. Yoksa İmralı duvarları yıkıldığında gaflette ısrar eden bazılarının da kaçacak delik araması gerekecek!