Özyönetim direnişleri bugün için bir ışık

Eğer dört yıl önce büyük bir cesaret ve fedakârlık gösterilerek söz konusu demokratik özyönetim direnişleri gerçekleştirilmeseydi, bugün değil faşizmi yıkacak bir direniş içinde olmak, faşizm karşısında en küçük bir söz söylemek bile mümkün olmazdı.

Cizre ve Sur öncülüğünde gelişen Demokratik Özyönetim Direnişlerinin dördüncü yıldönümü yaşanıyor. Söz konusu direnişlerin tarihi anlamı açığa çıkartılmaya ve büyük kahramanları anılmaya çalışılıyor. Kürtler ve devrimci-demokratik güçler, yıllar ilerledikçe bu büyük direnişin tarihi anlamını ve önemini daha derinden kavrar hale geliyor. Biz de öncelikle bu tarihi büyük direnişin kahraman şehitlerini, Komutan Çiyager ve Zeryan şahsında, halk önderleri Mehmet Tunç, Asya Yüksel ve Pakize Nayır şahsında, devrimci militanlar Sêvê ve Zamanî şahsında saygı ve minnetle anıyoruz. İnsanlık var oldukça Taybet ananın unutulmayacağına inanıyoruz.

Peki dördüncü yıldönümünde söz konusu tarihi direnişlerden hangi sonuçları çıkarmalıyız? Kürdistan halkı ve insanlık, “Bizimle gurur duyun” diyen bu insanların izinden yürümeyi ne kadar başarıyor? Komutan Çiyager’in “Sonu muhteşem olacak” belirlemesi gerçekleşiyor mu? Söz konusu direnişler yaşayanlar için bugün hangi görev ve sorumlulukları yüklüyor? Dördüncü yıldönümünde Demokratik Özyönetim Direnişlerini bu sorular temelinde değerlendirmek ve direniş derslerini çıkarmak önem taşıyor.

Her şeyden önce düşman gerçeği açısından demokratik özyönetim direnişlerinin aydınlatıcılığı üzerinde durmak gerekiyor. Gerçi bazıları “Biz Kürt düşmanlarını iyi tanıyor ve gerçeklerini yeterince biliyorduk” diyebilir. Bu temelde TC’ye yüklenen Kürt düşmanı faşist-soykırımcı zihniyet ve siyaseti, AKP-MHP ittifakının bu zihniyet ve siyasetle bütünleşme durumunu ifade edebilir. Ancak unutmayalım ki, her şey ağır bir psikolojik savaş maskelemesi altında yaşandı. Yıllara yayılan ve neredeyse herkesi inandıran “Demokratik çözüm süreci” aldatması ardından geldi.

Bunun sonucudur ki, Erdoğan-Davutoğlu Yönetimi “DAİŞ’e karşı savaşıyoruz” diyerek uçakları PKK üzerine gönderirken, çok büyük çoğunluk gerçekten de savaş uçaklarının DAİŞ’i vurduğunu sandı. 24 Temmuz 2015 tarihinden itibaren topyekûn faşist özel savaş saldırıları adım adım gelişir ve sonunda yıkım amacıyla Cizre ve Sur’u kuşatırken, “Nereden çıktı bu savaş?” diyenler oldu. Hatta bu savaşı PKK’nin çıkarttığını düşünenler ve söyleyenler bile görüldü.

Peki dört yıl sonra somut gerçekler neyi gösteriyor? Belli ki TC Devletinin ve AKP-MHP faşizminin Cizre ve Sur gibi Kürdistan’ın tarihi kadim kentlerini yıkmaya çoktan karar vermiş ve plan yapmış olduklarını gösteriyor. Yine 24 Temmuz topyekûn faşist özel savaş saldırısına, daha 30 Ekim 2014 tarihindeki Milli Güvenlik Kurulu toplantısında karar verdiklerini ve bu temelde “Çöktürme Eylem Planı”nı hazırladıklarını ortaya koyuyor. Aslında bir yandan “Çözüm Süreci” derken, diğer yandan da Tayyip Erdoğan Yönetiminin topyekûn faşist özel savaşa hazırlandığı açığa çıkıyor.

O halde düşmanı iyi tanıyalım, TC Devleti ve AKP-MHP faşist diktatörlüğü gerçeğini doğru anlayalım. Bunların Kürt, kadın ve halk düşmanı karakterini ve faşist-soykırımcı yüzünü iyi görelim. Düşmanı iyi görüp doğru anlayalım ki bir daha temelsiz siyasi çözüm beklentisi içine girmeyelim. İmkânlarımız varken özgürlük ve demokrasi mücadelesini geliştirmekten geri durmayalım. Faşist-soykırımcı zihniyet ve siyasete karşı kahramanca direnenlere “Böyle ne yapıyorsunuz” demeyelim. Kısaca faşist, sömürgeci ve soykırımcı zihniyet ve siyaset karşısında yanılgılı ve kendini aldatan bir konumda olmayalım.

İkinci olarak, demokratik özyönetim direnişlerinin şehir savaşı konusunda ortaya çıkardığı gerçeğin de iyi anlaşılması gerekiyor. Çünkü, özellikle Cizre savaşı üzerinde çok yoğun bir psikolojik savaş yaşanmış, bazı kişilerin ve basın organlarının da yardımıyla sonuç tersine çevrilmiş bulunuyor. Yani tarihinin en ağır darbesini bu savaşlarda yemiş olan AKP-MHP yönetimine ve faşist TC ordusuna sahte bir zafer bahşedilmiş bulunuluyor. Birçok çevre tarafından hala da gerçek askeri sonuç değil, tersine psikolojik savaşın yarattığı sahte sonuç gerçekmiş gibi biliniyor. Bu da şehirde de faşist-soykırımcı güçlere karşı savaşılacağına ve zafer kazanılacağına olan inancı zayıflatıyor.

Oysa Cizre ve Sur direnişleri öncülüğünde gelişen şehir savaşı faşist-soykırımcı güçlere tarihlerinin en ağır darbesini vurdu. Faşist Türk ordusunun dört özel savaş taburu sadece Sur savaşında tasfiye oldu. Özel savaş karargahı Nusaybin’e gönderecek komutan ve savaşçı bulamaz hale geldi. Çünkü Türk ordusunda “Nusaybin sendromu” denen bir korku psikolojisi oluştu. Cizre dahil bütün kentlerde faşist özel savaş güçlerine ağır darbeler vurularak, bu güçler uyuşturucusuz yaşayamaz duruma düşürüldü. Dahası Nusaybin ve Şırnak direnişleriyle mücadele bahara çıkartılarak kırdaki gerillayla birleşebilir hale getirildi.

Yani direnen güçler askeri açıdan çok ciddi taktik darlık içinde olmalarına ve en son yapacaklarını en başta uygulamaya girişmelerine rağmen yine de savaşta başarılıydılar ve kadim Kürt şehirlerini yıkmayı hedefleyen topyekûn faşist-soykırımcı saldırıya karşı çok ciddi bir kent savunması yaptılar. Eğer bu gerçeklik doğru görülse ve zamanında yeterince sahip çıkılsaydı, AKP-MHP faşizminin daha sonraki süreçte yaptığı kentleri yok etme uygulamalarının önü alınabilirdi. Fakat böyle bir bilinç ve irade gösterilemedi.

Özel psikolojik savaşın oyununa gelinerek, sanki yaşanan savaşın tek sonucu Cizre bodrumlarında yakılan insanlarmış gibi gösterilip ciddi bir kırılmaya yol açıldı. Bu temelde AKP-MHP faşizminin yaşadığı ağır askeri darbenin üzeri örtülerek, sanki askeri başarı kazanmış gibi bir hava ortaya çıkartıldı. Bunu fırsat bilen AKP-MHP faşizmi saldırdı ve askeri olarak kaybettiği savaşı psikolojik savaşla geri kazanmaya çalıştı. İşte bu gerçek görülemedi. Düşmanın yediği ağır askeri darbe yeterince ortaya konamadı. Psikolojik savaşın etkisi aşılamadı. Sonuçta yaşanan savaşın dersleri doğru ve yeterli bir biçimde çıkartılamadı ve şehir savaşının başarı gerçeği kaybedildi.

Şimdi dördüncü yıldönümünde söz konusu analizlerin daha doğru ve derin yapılarak savaş derslerinin tam olarak çıkartılıp beşinci direniş yılına taşınması gerekiyor. Hem bunun için yeterli bir ortam oluşmuş ve hem de dördüncü direniş yılında faşist-soykırımcı güçlere karşı şehirlerde gelişen başarılı direniş eylemleri bunun önünü açmış bulunuyor. Bu temelde beşinci direniş yılında özellikle ajan-ihbarcı yapıya karşı gelişecek şehir eylemlerinin kesin sonuç alıcı karakterini iyi görmek ve başarıyla uygulamak büyük önem taşıyor. Muhteşem sona böyle bir direnişle ulaşılacağı net bir biçimde görülüyor.

Üçüncü olarak, 2019 yılı boyunca gelişen çok yönlü topyekûn varlık ve özgürlük direnişinin demokratik özyönetim direnişlerinin yarattığı sonuç üzerinde ve ortaya çıkardığı ruhla gerçekleştirildiğini iyi görmek ve anlamak gerekiyor. Bu temelde de, dört yıl önce Cizre ve Sur öncülüğünde gelişen demokratik özyönetim direnişleri, günümüzde yaşanan antifaşist direnişin yolunu aydınlatan bir ışık oluyor. AKP-MHP faşist diktatörlüğüne karşı nasıl mücadele edilmesi gerektiğini herkese gösteriyor.

Şu gerçeği çok iyi bilelim ki, eğer dört yıl önce büyük bir cesaret ve fedakârlık gösterilerek söz konusu demokratik özyönetim direnişleri gerçekleştirilmeseydi, bugün değil faşizmi yıkacak bir direniş içinde olmak, faşizm karşısında en küçük bir söz söylemek bile mümkün olmazdı. Eğer bugün her alanda gerilla savaşıyorsa, kadınlar ve gençler öncülüğünde halk direniyorsa, zindanlar boyun eğmez bir direnişe sahne oluyorsa, TC işgaline karşı Kuzey-Doğu Suriye halkları kahramanca savaşıyor ve tüm insanlık onları destekliyorsa, unutmayalım ki bütün bunlar Cizre ve Sur öncülüğündeki demokratik özyönetim direnişlerinin yarattığı ruh ve gelişme üzerinde gerçekleşiyor. Kürtler ve dostları demokratik özyönetim direnişlerinin kahraman şehitleri komutasında savaşıyor ve kazanıyor. İşte bu gerçeği de görmek ve demokratik özyönetim direnişlerinin yarattığı bu tarihi sonucu iyi bilince çıkartmak gerekiyor.

Kaynak: Yeni Özgür Politika