ABD’ye teslimiyet, Kürde kabadayılık

Kahraman Kürt halkı bu “taktik dönemin” bütün zorluklarına, ihanetlerine, alçaklıklarına hazır olmalı. Apocu dünya görüşü etrafında birleşerek ve kendi ulusal demokratik öz gücüne güvenerek direnmelidir.

ABD’nin “Suriye’den çekilme kararı”, kesinlikle beklenmedik bir karardır. Olayların seyrine, somut gelişmelere, verilen demeçlere aykırıdır.

O halde bu karardan az önce,belki de Erdoğan-Trump telefon görüşmesi esnasında hiç kimsenin beklemediği bir “gelişme” olmuş olmalıdır.

Ne olabilir?      

Erdoğan Trump’ı korkutmuş olabilir mi? Olabilir, ancak şu şartla: “Rusya ve İran’la anlaştım, Suriye’de sana savaş açacağım, İran Doğu’dan Batıya, Rusya ve Suriye Batı’dan Doğu’ya, Türkiye de Kuzey’den Güney’e yüklenerek Fırat’ın Doğusunu işgal edeceğiz” dediyse ve bu deli saçması iddia Rusya, İran ve Suriye tarafından doğrulandıysa....

İşin içine Rusya’nın girmesi ve Amerikan askerlerinin üzerine yürümesi bugünkü nükleer denge koşullarında teorik bakımdan delirmeye eşit bir ihtimaldir, pratikte imkansızdır. O halde bu ihtimalin sıfır olduğunu söyleyelim.

Geriye şu ihtimal kalır: O telefon görüşmesinde Erdoğan Rusya ile ittifaktan vazgeçtiğini, S.400 anlaşmasını iptal edeceğini, NATO ittifakına bağlı kalacağını, ABD ile birlikte İran’a karşı her türlü, ekonomik, politik ve askeri saldırıya kayıtsız şartsız evet diyeceğini açıklamış, muhtemel bir İran savaşında koç başı olmayı kabul etmiş ve bu konuda ikna edici güvenceler vermiş olabilir.

Bu satırların yazarı defalarca şu görüşe katıldığını yazdı: Türkiye Üçüncü Dünya Savaşı’nda yenildi. Her yenilen gibi bir teslim anlaşması yapacak. Bunu kiminle yapacağı, küresel güçler arasındaki dengelere bağlı. Erdoğan’ın üç amacı var: 1. Teslim anlaşmasını en az zararla atlatmak, tıpkı Sevr yerine Lozan gibi. 2. Her durumda iktidarını korumak. 3. Kürtlere en büyük zararı vermek.  Hepsi bu. Artık bölgede nüfuz elde etme, hegemonya kurma, bu yolla AB’ye girip köşeyi dönme hayal bile sayılmaz.

Eğer ABD Rojava’dan gerçekten çekilecekse, bilelim ki, Erdoğan ABD’yle teslim anlaşmasını o telefon görüşmesinde imzalamış olmalıdır.

Yazımızı bundan sonraki bölümde, Erdoğan’ın o telefon görüşmesinde “kayıtsız-şartsız teslim anlaşması” imzaladığı varsayımı üzerine kuracağız.

Teslim anlaşması karşılığında ABD Rojava’dan çekildiğinde, 1. Erdoğan eğer paçayı S. 400’lerden vaz geçerek, Rusya ittifakını bozarak, İran’a karşı savaş da içinde düşman bir tutum alarak kurtarırsa, teslim anlaşmasını en az zararla atlatmış olur. 2. Çekilme gerçekten Mart ayı içinde gerçekleşirse, yerel seçimlerde büyük avantaj kazanır. Böylece teslim anlaşması karşılığında iktidarını kurtarmış olur. 3. Rojava’ya bu fırsattan istifade girerse, Kürt halkına büyük bir zarar vermiş olur. Savaşın sonunda Rojava’dan defolup çıkması mukadder olsa da halka ve devrime çok büyük zarar vereceği açıktır.

Kısaca Erdoğan böyle bir durumda teslim anlaşması imzalama karşılığında önüne koyduğu bu üç “kerih” amaca ulaşır.

Ulaşınca ne olur?

ABD onu kulağından tuttuğu gibi İran’ın karşısına diker. İran buna sessiz kalır mı? Kalmaz. Bu defa Kuzey Kürdistan cephesinde “yeni bir taktik dünya kurulur, Kürtler de, Farslar da, Azeriler de burada yerini alır.” Apocu “üçüncü çizgi”, dünya ve bölge dengelerinden Kürdistan ve bölge halklarının lehine yararlanmanın bütün kodlarını Kürt özgürlük hareketine vermiştir. Nasıl Rojava Devrimi zafere yürürken, Kuzey’de nisbi bir gerileme olduysa, böyle bir durumda Rojava’daki nisbi gerilemeyi, Kuzey’de, üstelik geçmişle kıyaslanmayacak bir hamle izleyecektir. Bu “bölgesel dengelerin” kaçınılmaz sonucudur.

İşte böylece Kuzey’de darbe yiyen TC, Suriye “barış” masasına ABD’nin “elemanı” olarak oturmak zorunda kalır. Ve şurasını iyi bilelim ki, bu masada ne kadar yanmış yıkılmış olursa olsun, ne kadar toprak kaybına uğramış olursa olsun, Rojava da oturur. Bu defa Kuzey’de yükselen devrimci kalkışmanın baskısı altında Rojava o andaki gücüyle kıyaslanmayacak büyük kazanımlar elde eder. Suriye’de statü “taktik dönemin” trajik zorluklarına karşılık, “stratejik dönem” bakımından artık mutlak olarak kazanılmıştır.

İşler böyle gelişince Erdoğan rejiminin toplumsal tabanı hızla erir. Türkiye’yi “teslim” alanlar, AKP rejiminin içinden “sistem içi bir alternatif” çıkartmakta zorlanmaz. Artık Gül mü olur, Bülbül mü, Babacan mı olur Anacan mı bilinmez ama, birileri Erdoğan’ın yerini doldurur.

Eğer Türkiye demokrasi güçleri, “sistem içi darbe ya da devirme, değişim” gibi bu kritik ana hazırlıklı ise, ülke “sistem dışı” bir dönüşüm imkanı bile elde edebilir.

Taktik dönem açısından Kürdistan halklarının ve Rojava devriminin üstünde kara bulutların dolaştığı açıktır. Ancak bu bulutlar sellere, heyelanlara, çığlara yol açsa bile felaket gelip geçicidir.

Buna karşılık stratejik dönem açısından Türk faşist yayılmacılığının işi bitiktir, hükmü kesilmiştir, galip devletlerin elinde oyuncak olacaktır, adım adım zayıflayacak ve sonunda bütün diktatörlerin atıldığı özel çöp poşetine konarak çöplükteki yerini bulacaktır.

Şimdi kahraman Kürt halkı bu “taktik dönemin” bütün zorluklarına, ihanetlerine, alçaklıklarına hazır olmalı, özellikle Rojava devrimci güçlerini istikrarsızlaştırma, PYD’yi PKK’nin karşısına koyma, Rojava’yı “Güneylileştirme” oyunlarına, (ki, bu “çekilme” açıklaması aynı zamanda Rojava devrimci güçleri içinde ayrışma yaratma ve hareketi Güneylileştirme amacına da matuftur) Apocu dünya görüşü etrafında birleşerek ve kendi ulusal demokratik öz gücüne güvenerek direnmelidir.

Aynı zamanda “stratejik dönem”in Kürdistan devriminden yana olduğunu bilmeli, “taktik dönemden” zaferle çıkmanın, nihai zaferi güvence altına alacağını bilerek, geleceğe iyimserlikle bakmalıdır.

Ve şimdi dünyanın dört bir tarafındaki, Türkiye zindanlarındaki açlık grevcileri, Öcalan’ın üstündeki tecride karşı mücadelesini Rojava devrimini savunma talepleriyle birleştirmelidir.