Abdullah Öcalan: Çeyrek asırdır zindanda

Türkiye gibi bir devletin neden böylesine acımasız bir tecrit ve iletişimsizlik uyguladığını kendimize sorduğumuzda, bizi Latin Amerikalılar olarak bir cevap bulmak için kendi tarihimize götürüyor.

Bu 15 Şubat, Kürdistan İşçi Partisi (PKK) lideri Abdullah Öcalan'ın Kenya'da kaçırılıp Türkiye'ye getirilişinin ve Marmara Denizi'nde küçük bir ada olan İmralı'da tecrit altında tutulmasının 25. yıldönümü. 4 Nisan'da 75 yaşına giriyor.

Öcalan, on yıl boyunca bin Türk askerinin denetiminde, İmralı yüksek güvenlikli hapishanesindeki tek mahkûmdu. Öcalan'ın 2021 yılında yayınlanan “Özgürlük Kazanacak” adlı kısa biyografisinin  önsözünde de belirtildiği gibi: "İmralı Adası böylece kötü şöhretli Guantanamo gözaltı merkezinin öncüsü oldu"1.

Öcalan bu yüzyılın ilk on yılında tarih, felsefe ve sosyal bilimler üzerine Kürt siyasetinde devrim yaratan metinler ve kitaplar yazdı ve devlet dışı bir siyasi sistem olan 'demokratik konfederalizm' tanımlamasını geliştirdi.

Temmuz 2011'den itibaren avukatlarıyla görüşmesine izin verilmedi. Yürütülen tecridin sona erdirilmesi talebiyle yapılan kitlesel açlık grevinin ardından, Mayıs 2019'a kadar avukatlarıyla tekrar görüşmesine izin verilmedi.

Ocak 2013 ile Nisan 2015 tarihleri arasında Öcalan, PKK ve Türk devleti arasında Kürt sorununun çözümüne dönük bir anlaşmaya varmak ve uzun süredir devam eden çatışmaya müzakere edilmiş bir çözüm bulmak için görüşmeler yapıldı. Ancak 2015 yılında bu görüşmeler kesildi, Türkiye devleti Kürt halkına karşı yeni bir şiddet dalgası başlattı ve Öcalan’ın bir kez daha dış dünya ile bağını tamamen kopardı.

Liderleri tecrit altında olan Kürt hareketi, 8 Kasım 2018'de dokunulmazlığı ve mahkeme kararı ihlal edilerek tutuklanan HDP milletvekili Leyla Güven'in öncülüğünde açlık grevine başladı. Öcalan'ın hücre tutukluluğuna son verilmesi talebiyle süresiz açlık grevine başlayan Güven'e 250’ye yakın siyasi mahkûm katıldı. Açlık grevine Türkiye'deki siyasi tutsakların yanı sıra Avrupa, İngiltere, Amerika ve Orta Doğu'daki siyasetçi, akademisyen ve aktivistler de dahil olmak üzere dünyanın dört bir yanından 8.000'e yakın kişi değişik şekillerde katıldı.

Açlık grevinin kitlesel boyutu göz önüne alındığında, Ocak 2019'da kardeşi Mehmet Öcalan ile Eylül 2016'dan sonra ilk kez kısa bir görüşme yapmasına izin verilmiş ve aynı yılın Mayıs ayında da 2011'den sonra ilk kez avukatlarının Öcalan'ı ziyaret etmesine izin verilmiştir. 22 Mayıs 2019 tarihinde ise Öcalan’ın tecride karşı başlatılan kitlesel açlık grevine son verilmesi çağrısında bulunan bir açıklaması kamuoyuna duyuruldu.

Türkiye gibi bir devletin neden böylesine acımasız bir tecrit ve iletişimsizlik uyguladığını kendimize sorduğumuzda, bizi Latin Amerikalılar olarak bir cevap bulmak için kendi tarihimize götürüyor.

Tarih bizi, en büyük sömürge karşıtı ayaklanmalardan birinin liderleri olan Tupac Amaru ve Tupac Katari'nin İspanyollar tarafından bedenlerinin parçalara ayrılmasına götürüyor. Amaç sadece 1780'de ayaklanan isyancıları cezalandırmak değil, aynı zamanda tüm And halklarını cezalandırmaktı.

14 Kasım 1871'de Tupac Katari, memleketi Peñas'ta çok sayıda yerlinin huzurunda dört ata bağlanıp, parçalanarak katledildi. Ceza olarak başı La Paz'ın ana meydanına konuldu, sağ eli Ayo Ayo ve Sica Sica'ya, sol eli Achacachi'ye, sağ bacağı Chulumani'ye ve sol bacağı Caquiaviri'ye gönderildi. Tupac Katari’nin cesedi yakılıp küle dönüştürüldü, ‘hiçbir izi kalmasın, yerli halk artık zalimlere karşı isyan etmesin’ diye rüzgara savruldu.

Öcalan'ın kaçırılması ve tecrit edilmesinin de aynı amacı taşıdığına inanıyorum. Bu, Kürt halkını sindirmek ve bir barış anlaşmasını engellemek içindir. Kısa biyografisinde de belirtildiği gibi, "Abdullah Öcalan'ın hapishanede tutulmasına devam etmesi, Ortadoğu'nun karanlık zamanlarda boğulmasının, serbest bırakılması ise özgürlüğün sembolü haline gelmiştir".

Zalimlerin acımasızlığı, genellikle kendilerine onurlu bir şekilde direnenlerden duydukları korkudan kaynaklanır. Temsil ettikleri insanlardan, ve onun kolektif özgürlük mücadelesinin kararlılıklarından korkarlar. Ama hepsinden de önemlisi, aşağıdan gelen kadınlara güvenmezler, çünkü onlar kolektif hafızanın ve umudun ana taşıyıcılarıdır. Öcalan'ın yazılarında kapsamlı bir şekilde anlatılan bu noktada, ataerkilliğe dünyanın her yerinde kadınlar tarafından önemli bir biçimde meydan okunduğunu ve buna verilen şiddetli tepkilerin tam da özgürleşme süreçlerinin yarattığı şok ve dehşetten kaynaklandığını unutmamalıyız.

Öcalan, İmralı hapishane tecridinden bu yana, 1990'ların ikinci yarısında kendisinin miras aldığı dogmatik düşünceden (Marksizm-Leninizm'e atıfla) "özgürleştirmeyi" başaran dünyanın önde gelen siyasi ve entelektüel figürlerinden biri haline geldi. Öcalan, onlarca kitabında dogmatik düşüncenin derin bir özeleştirisini yaptı ve zihnini, aralarında demokratik konfederalizmin de öne çıktığı yeni fikirlere açtı. Onun ataerkillik eleştirisi, hareket içindeki kadınlar tarafından geliştirilen Kürt feminist düşüncesi diyebileceğimiz Jineolojî için itici güç oldu.

Öcalan'ın biyografisinin de gösterdiği gibi, onun tutsak edilmesi ve Kürt halkının kararlı mücadelesi, yirmi beş yıl önce çok az bilinen fakat bugün Zapatizm ile birlikte dünya halkları için, en büyük umudu temsil eden bir hareketin felsefesinin yayılmasına yardımcı oldu. Bu hem ezenlerin hem de kapitalizme karşı simetrik olarak savaşan devrimcilerin etiğinden farklı bir etiğe dayanan bir umuttur. “Özgürlük Kazanacak” adlı kısa biyografide yer alan şu cümlede vurgulandığı gibi: "Bir dizi işgalci gücün elindeki tutsaklıklarını bir öfke kaynağı olarak görmediler, aksine bunu mevcut bataklıktan çıkmanın tek yolunun dayanışma ve kadınların ve halkların özgürlüğü olduğunu göstermek için kullandılar; birinin özgürlüğü aynı zamanda diğerinin özgürlüğüdür".

Kaynak Desinformemonos

Raúl Zibechi kimdir?

1952 doğumlu Raúl Zibechi Uruguaylıdır. Gazeteci, yorumcu ve yazar olarak Montevideo'da yayınlanan tanınmış haftalık Brecha gazetesinin uluslararası bölümünün sorumluluğunu yürütüyor. Toplumsal hareketler üzerine birçok kitabın yazarıdır. 2022’de “Mundos otros y pueblos en movimiento” isimli kitabı çıktı. 1969 ve 1973 yılları arasında Tupamaros Ulusal Kurtuluş Hareketi ile bağlantılı bir öğrenci grubu olan Frente Estudiantil Revolucionario (FER) aktivistiydi. 1973'te başlayan askeri diktatörlük döneminde, 1975'e kadar rejime karşı direnişin bir aktivisti oldu. 1976'da Buenos Aires'e (Arjantin) taşındı ve bu ülkedeki askeri darbenin ardından sürgüne gitti. 1976'da İspanya'nın Madrid kentine yerleşti ve on yıldan uzun bir süre boyunca köylülerin okuryazarlığı ve NATO'ya karşı anti-militarist hareketle ilgili görevlerde Komünist Hareket ile hareket etti. Uruguay'a döndüğünde haftalık Brecha'da yayın yaptı ve burada Internacionales'in editörü oldu. Ayrıca 1994-1995 yılları arasında çevre dergisi Tierra Amiga için çalıştı. 1986 yılından bu yana gazeteci ve araştırmacı-militan olarak, özellikle And bölgesi olmak üzere Latin Amerika'daki hemen her ülkeye seyahat etti. Bölgedeki hareketlerin çoğuna aşina olan Zibechi, Arjantinli kent hareketleri, Paraguaylı köylüler, Bolivyalı, Perulu, Mapuche ve Kolombiyalı yerli topluluklarla eğitim ve yaygınlaştırma görevlerinde işbirliği yaptı. Tüm teorik çalışmaları bu hareketlerin örgütsel süreçlerini anlamaya ve savunmaya yöneliktir.