Apocu örgüt içi demokrasi ve tartışmanın ön koşulları

Bir bardak suda koparılan fırtınaya aldırmayalım. Tartışma “seçim taktiği” değil. “Üçüncü yol” stratejisi. PKK Önderi HDP’nin bağımsız iradesine saygı duyuyor ve görüşünü iletirken, onun yürüdüğü yolda yürümesini de onaylıyor.

PKK ve HDP üyesi olmayan bir arkadaşınız olarak, benim açımdan doğal, kamuoyu açısından şaşırtıcı olan gelişmeler ışığında Kürt özgürlük hareketinin doğasından ne anladığımı paylaşmak isterim.

PKK nasıl bir örgüttür?

Bir “Önderlik” hareketidir.

“Önderlik” hareketi demek, “tek şef” hareketi demek değil. Reel sosyalizm ve Kemalizm deneyinden büyük sonuçlar çıkaran PKK Önderi‘nin “Önderlik kurumundan” “tek şefliği” anladığını düşünmek akıl ötesine sıçramak olur.

Yani PKK hareketinde “emir demiri kesmez”. “Öcalan ne derse odur” lafını herkesten önce Öcalan kabul etmez.

Ama Öcalan “açık sözlüdür.” Sözünü sakınmadan söyler. Söyledikten sonra arkadaşlarının, örgütünün ve halkın ne dediğine bakar. Kendi deyimiyle farklı görüşler üzerinde yoğunlaşır, her farklı görüşte mutlaka var olan “olumlu, isabetli, dikkate değer” tüm düşünceleri sentezleştirir.

Ortaya “kolektif” karar çıkar.

PKK’nin kuruluşu “emirle” gerçekleşmemiştir. “Kongreyle” gerçekleşmiştir. Faşizm koşullarında yapılan gizli bir kongrede... Sonra konferansların, kongrelerin ardı arkası kesilmemiştir. Dağ başlarında, kazan bombalarının yeri depreme uğratan saldırıları altında PKK, KCK, PAJK kongre ve konferansları ateşli tartışmalar altında günlerce, belki haftalarca sürmüştür. Stalin’in savaşı gerekçe göstererek on yıllar boyu kongre toplamadığını hatırlayın ve PKK’nin parti içi demokrasi geleneğinin değerini anlayın.

Çözüm sürecini de hatırlayın. İmralı sürecinde ada ile ova, ova ile dağ arasında gidip gelen mesajların sayısını düşünün. Aylar süren karşılıklı tartışmalardan sonra, 21 Mart 2013 kararına bir bakın. Her satırı kolektif tartışmadan süzülmüştür.

PKK demokratik bir harekettir.

Öyle bir demokratik harekettir ki, bu hareketin silahlı kolu komutanların ve savaşçıların delege olduğu kongreler yapmaktadır. En üst komutan ile gerilla o kongrede eşitlenmekte, herkesin sözü aynı ağırlığı taşımakta. Derken sonunda kararlar çıkmakta. Can veren gerilla, son nefesini vermeden önce, ödediği bu bedelin “kendi kararı” olduğunun bilinciyle gözlerini müsterih olarak yummakta.

Şimdi Erdoğan’ın “iktidar kavgası” diye çarpıttığı “İmralı mektubu”nu bu çerçeveye oturtursanız, ortada bir “kavga” olmadığını, Başkan Apo’nun kendi düşüncelerini açık bir şekilde dile getirdiğini ve iletilen notta da dediği gibi, bu düşüncelerinin herkes tarafından “tartışılmasını” istediğini görürsünüz.

Meselenin “belediye seçimiyle” ilgisi nedir?

Bana sorarsanız Öcalan seçimden dört gün önce açıkladığı bu düşüncelerinin, seçim saatine kadar “tartışılıp”, bir sonuca varılacağını elbette düşünmemiştir. Sonuçta hem HDP, hem de PKK ve KCK, en yetkili ağızlardan seçim taktiği ile ilgili kararlarını açıklamış ve bu kararlar çoktan HDP seçmenine mal olmuştur. PKK Önderi bunu bilmez mi?

Elbette bilir. Bildiği için onun ilettiği not “seçim günüyle” ilgili değil, çok daha stratejik bir döneme ait düşünceleri içermektedir.

Bir an için ortada seçimle ilgili farklı yaklaşımlar olduğunu farzedelim. Ve soralım: Bu farklılıkları, HDP ve PKK içi tartışma süreçleriyle ortaklaştırmak için ortada elverişli bir imkan ve yeterli bir zaman var mı? Ne PKK’liler ve ne de HDP’liler bu konuyu Başkan Apo’yla doğrudan tartışma imkanına sahip değiller. Onlar sahip değiller ve araya onlarla ilgisiz unsurlar girmekte. Aynı zamanda farklılıkları ortaklaştırmak için yapılması gereken tartışmayı hayata geçirmek için elde yeterli zaman var mı? Yok. Tartışmanın “t”sinden söz etmeye kalmadan seçimler yapılmış olacak.

Öcalan’nın “tarafsız ol” gibi bir “emir” vermeyeceğini ben bile bildiğime göre, durum çok açık.

O halde PKK Önderi’nin hem PKK’den ve hem de HDP’den beklediği tartışma, belli ki seçim günüyle sınırlı olamaz. Hatta şu anda böyle bir tartışma yapılamaz. Tartışma seçim sonrasının işidir.

Konuyu böyle ele aldığımız zaman devletin yaratmak istediği “heyecana” kapılmanın anlamı olmadığını kolayca görürüz.

PKK Önderi‘nin düşünceleri mutlaka tartışılacaktır. Farklılıklar netleşecek, ardından “ortak” görüşlere, kırk yıldır olduğu gibi varılacaktır. Varılacak ortak görüş, hiç çekinmeden ifade edeyim ki, PKK Önderi‘nin şimdi öne sürdüğü görüşten farklı gibi görünecek olsa bile, kesinlikle “Önderlik görüşü” olarak, bizzat Başkan Apo tarafından, üstelik derinleştirilerek dile getirilecektir.

Yani bir bardak suda koparılan fırtınaya aldırmayalım. Tartışma “seçim taktiği” değil. “Üçüncü yol” stratejisi. PKK Önderi HDP’nin bağımsız iradesine, kendi demokratik kişiliğinin gereği olarak saygı duyuyor ve bu partiye kendi görüşünü iletirken, onun yürüdüğü yolda yürümesini de onaylıyor.

“Üçüncü yol” stratejisinin tartışması “dört günlük” bir tartışma değil. PKK’ye özgü bir tartışma...

Hemen sorabilirsiniz. “İyi ama böyle bir kolektif tartışmanın imkanları nasıl yaratılacak?”

İşte asıl soru budur. PKK’nin kendi Önderliği ile aracısız görüşmesini sağlamadıkça, bilelim ki sağlıklı bir tartışma imkanı doğmayacaktır. Bu HDP için de geçerlidir.

Bu neyi gösterir?

Mutlak tecritte bir gedik açıldığını, bu gedikten iki avukat ve bu arada meçhul şahıslar Ada’ya gidebilse de, asıl muhatapların PKK Önderi‘yle doğrudan görüşmesi sağlanmadıkça, tecridin hala sürdüğünü...

Cemil Bayık ve Besê Hozat PKK Önderi‘yle yüzyüze, olmadı telefonla (elbette nokta atış yapılmayacağı teminatı alınarak) görüşme imkanı sağlanmadıkça, mutlak tecridin kalktığını söylemek ve PKK geleneklerine uygun bir tartışma sürecinin mümkün olacağını iddia etmek, bilelim ki, kendini kandırmak olacaktır.