Layık olmak Gar Meydanı ruhunu büyütmekten geçiyor

Ankara Gar Meydanında el ele verip sesini yükselten Halkların Kardeşlik çizgisine karşı, devreye girip bu vahşeti gerçekleştirenin DAİŞ-AKP kardeşlik çizgisi olduğunu görmek gerekiyor. Vahşetin de kendi içinde kardeşliği var.

10 Ekim 2015 günü Ankara Gar Meydanında gerçekleştirilen mitingin amacı, Türkiye’de barış kardeşlik ve demokrasi içinde bir yaşam istemini dile getirmekti. Erdoğan ve AKP’si öncülüğünde geriletilen barış ve demokrasinin sesini yeniden yükseltmek ve öne fırlayan faşizmin ayak seslerini geriletmekti. Türkiye toplumunun barış ve demokrasi talebini dile getirmekti. Buna ortamı yeniden yaratma çabasıydı. Miting meydanında belirgin olan, parti bayraklarından ziyade beyaz barış bayraklarıydı. Birçok siyasi parti tabanından ve farklı siyasi görüşten insan, o meydanda bir araya gelmişti. Kürt vardı, Türk vardı, Arap, Laz, Çerkez vardı. Alevi, Sünni, Ermeni, Êzîdî her inançtan insan vardı. Üniversite profesöründen Anadolu ve Kürdistan emekçisine, köylüsüne kadar toplumun her katmanından insan vardı. Çünkü o meydanın ortak paydası, Demokrasi Barış ve Kardeşlikti. Halkların, inançların, kültürlerin, toplumun tüm katmanlarından insanların, çeşitli meslek gruplarından ve değişik siyasi görüşlerden insanların, iç içe ve yan yana durmalarına olanak sağlayan bir demokratik toplum örneğiydi. Parti çıkarlarının, siyasi çıkarların bir yana bırakılarak, toplum doğasını oluşturan gerçek elementlerin bir araya geldiği, bir demokratik toplum şöleniydi. O meydandan demokrasi ve kardeşliğin sesi, çok gür ve çok güçlü yükselmişti.

Yaşanan katliamın vahşet düzeyi de buna göre ayarlanmıştı. Vahşetin dozajı, yükselen demokrasi ve kardeşliğin gür ve güçlü sesini bastırmaya, sindirmeye yeterli olmalıydı. O yüzden koca meydan, vahşetin rengine boyandı. Yaşattırılan vahşet karşısında insanlar çıldırmasın diye, duyarlı insanlar adeta birbirinin gözünü kapatıyor, sevdiklerinin yüzünü çeviriyorlardı. Bu görüntüler adeta Kobanê’den, Halep’ten veya Şengal’den fırlamış gibiydi. O yüzden çok tanıdık geliyordu.

Deniyor ya, Ankara katliamını DAİŞ yaptı.

Tamam da, kimdir bu DAİŞ?

Ankara’nın ortasına, nasıl olur da elini kolunu sallaya sallaya gelir ve dilediği vahşeti gerçekleştirebilir?

Onu ayakta tutmak için destek sağlayanlar, kaynak oluşturanlar kimlerdi?

Ona sınırlarını açık tutanlar, hatta kendi sınırları içinde barınmasına, büyümesine, eğitim görüp örgütlemesine, yine gerekli tedavilerini görmesine olanak sağlayanlar kimlerdir?

Peki, bu vahşeti insanlığa yaşattıran DAİŞ çeteleri ile bütün bu süreç boyunca kıran kırana savaşan ve bitirmek için şu anda hala operasyon üzerine operasyon yapanlar kimlerdir ve AKP hükümetinin bunlara yaklaşımı nedir?

Türkiye toplumunun ve demokrasi güçlerinin bu konularda kafası net olmalıdır. Çünkü durum muğlaklığa yer vermeyecek kadar her boyutuyla açıktır, aydınlıktır. Dönemin AKP’li başbakanı Ahmet Davutoğlu katiller için, “eylemi gerçekleştirmeden önce, böyle bir eylem yapacaklarını varsayarak onları tutuklayamazdık” demişti. Seçilmiş siyasetçi, milletvekili, belediye başkanı, akademisyen, sivil toplumcu demeden binlerce insanı, suçu olup olmadığına dair ortada en küçük bir kanıt bile yokken, çok rahat tutuklayıp yıllarca zindanlarda tutabiliyorken, böyle bir vahşeti işleyenler için böyle konuşmak, durumu aydınlatmaya yetiyordu aslında. Konuşan, devletin Başbakanı Ahmet Davutoğlu idi ama dile getirilen çizgi, AKP çizgisiydi. İnsanlığın düşman ilan ettiği DAİŞ ile AKP’nin kardeşlik çizgisiydi.

Ankara Gar Meydanında el ele verip sesini yükselten Halkların Kardeşlik çizgisine karşı, devreye girip bu vahşeti gerçekleştirenin DAİŞ-AKP kardeşlik çizgisi olduğunu görmek gerekiyor. Vahşetin de kendi içinde kardeşliği var. Böyle olmasa olayın failleri çoktan bulunmuş, yargılanmış ve cezalandırılmış olacaktı. Çünkü sosyal medya üzerinde kısacık bir mesaj paylaşmaktan dolayı veya bir sivil toplum derneği adına bir bildiri okuduğundan dolayı, insanların yıllarca zindanlarda bekletilip cezalandırıldığı bir ülkedir Türkiye. Ancak böyle bir vahşetin gerçek sorumluları hala iktidarda olduğu ve yargıyı avucunda tuttuğu için, davaya bakan mahkeme duruşmaları da sonuçsuz kalmaktadır. Aslında son derece belli olan failler, bilerek ve isteyerek meçhulde tutulmaktadır. Türkiye demokrasi güçleri, iktidarın avucundaki yargı kararlarını bekleyerek zaman tüketmemeli. Gerçek faillerin kimler olduğunu bilerek, halkların kardeşliği etrafında geliştirilmeye çalışılan demokratik siyasetin sesini yeniden yükseltmek için çabasını daha da büyütmelidirler. 10 Ekim’de vahşice katledilen Demokrasi, Barış ve Kardeşlik sevdalısı yüz üç değerli insanımızın anısına bağlılık bunu gerektiriyor. Layık olmak, Gar Meydanı Ruhunu büyütmekten geçiyor.

Kaynak: Yeni Özgür Politika