Milliyetçilik parçalar demokrasi birleştirir

Tekçi ulus-devlet milliyetçiliği düşmanlık yaratır, halkların kardeşliğini özgürlük ve demokrasi sağlar. Milliyetçilik böler ve parçalar, demokrasi ise birleştirir ve kardeşleştirir.

Biz bu satırları yazarken, TC Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da BM Genel Kuruluna katılmak için Amerika’ya gidiyor. Orada ABD Başkanı Trump ile görüşecekmiş. Geçen hafta başında da İran Cumhurbaşkanı Ruhani ve Rusya Federasyonu Başkanı Putin ile Ankara’da görüşmüştü. Belli ki ABD, Rusya ve İran arasında gidip gelerek Türkiye’deki mevcut faşist rejimi yürütebileceğini sanıyor. Sultan Abdülhamit ile Talat ve Enver Paşa’lar da İngiltere, Almanya ve Rusya arasında gidip gelerek Osmanlı’yı sürdürebileceklerini sanmışlardı. Diktatör Saddam Hüseyin de Sovyetler Birliği ile ABD arasında gidip gelerek faşist yönetimini yürütebileceğini sanmıştı. Peki ne oldu Osmanlı ile Irak’ın sonu? Çok açık ki, tekçi ulus-devlet milliyetçiliği tarafından parçalandılar. Dolayısıyla Erdoğan-Bahçeli-Perinçek tekçi milliyetçiliğinin Türkiye’yi götüreceği son da kesinlikle bu olacaktır.

Tekçi ulus-devlet milliyetçiliği bir kapitalist modernite ideolojisidir. Kendisinden başka her kese ve her şeye düşmanlığı ifade eder. Dolayısıyla bu da savaşa ve parçalanmaya götürür. Sahibini soykırımcı yapar. İttihat ve Terakki Cemiyeti üzerinden Ortadoğu’ya yayılan Türk, Arap ve benzeri ulus-devlet milliyetçiliklerinin temel karakteri budur. Bugün Erdoğan-Bahçeli-Perinçek tarafından temsil edilen tekçi Türk milliyetçiliği başta Ermeniler, Rumlar, Asuri-Süryaniler ve Kürtler olmak üzere tüm dil ve kültürlere düşmandır. Hem de savaş ve soykırım yapacak düzeyde düşmandır. Kendi varlığını ve yaşamını diğer dil ve kültürlerin yok edilmesi üzerinden inşa etmeyi öngörmektedir.

Soykırıma karşı direnebilen Kürtler olduğu için, bugün tekçi Türk milliyetçiliği baş düşman olarak Kürtleri görmekte ve yok edebilmek için de tüm gücüyle saldırmaktadır. Tayyip Erdoğan’ın Ruhani ve Putin ile yaptığı görüşmenin esasını da işte bu saldırıya destek arama çabası oluşturmuştur. Kuşkusuz Trump ile görüşmesinin esasını da bu oluşturacaktır. Onlardan destek alarak Rojava Kürdistan’daki Kürtleri yok etmek ve yerlerine İdlib’de sıkışmış bulunan çetelerini yerleştirmek istemektedir. Zaten bunu açıkça söylemektedir de. Dikkat edilirse, Tayyip Erdoğan’a hakim olan zihniyet ve siyasete göre bu dünyada Kürt halkına yaşam hakkı yoktur, nerede varlığına rastlanırsa yok edilip yerlerine başkaları yerleştirilmelidir!

Aslında İttihat ve Terakki Cemiyeti’nden bu yana Türk milliyetçiliği uyguladığı soykırımı esasen gizlememiştir. Örneğin ‘Ermeni tehciri’ Osmanlı Meclisi Mebusanı’nda kararlaştırılmıştır. ‘Tunceli Kanunu’ TBMM’de çıkartılmıştır. TC meclisinde kabul edilen ‘Şark Islahat Planı’nda Kürtlerin yok edilmesi veya Türk yapılması açıkça yazılıdır. Bu durum İkinci Dünya Savaşından sonraki süreçte bir dönem gizlenmeye ve üstü örtülmeye çalışılsa da, PKK’nin 15 Ağustos 1984 tarihinde başlattığı gerilla savaşı karşısında bu örtü atılmış ve yeniden Kürt düşmanlığı ve soykırımı Türk milliyetçileri tarafından açıkça ifade edilir hale gelmiştir.

İşte bu noktada yaşanan gerçeklik ortadadır. Erdoğan-Bahçeli-Perinçek ulus-devlet milliyetçiliğinin Kürtlere yönelik yapmadığı hiçbir düşmanlık türü kalmamıştır. Kuzey Kürdistan’da her türlü hakaretten katliama kadar soykırımın tüm uygulamaları pervasız bir biçimde yapılmaktadır. Şirin Kürt kenti Efrîn TC Ordusu tarafından işgal edilmiştir ve üzerinde tam bir soykırım uygulanmaktadır. Erdoğan-Bahçeli-Perinçek milliyetçiliği tüm Rojava Kürdistan’ı da Efrîn gibi yapmak istemektedir. Aslında Başurê Kurdistan’a yaklaşımı da aynıdır ve bu temelde politikalar ve askeri saldırılar geliştirmektedir. Tüm bunların sonucundan bakılınca, mevcut ırkçı-faşist yönetim altında Türk-Kürt birliği ve kardeşliğinden ortada bir şeyin kalıp kalmadığını insan kendine sormaktadır. Eğer hala Kürtler ile Türkler birlikte mücadele ediyor ve kardeşlik umudunu koruyorsa, bu durum en başta Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan olmak üzere Kürt Özgürlük Hareketinin ve Türkiye devrimci-demokratik güçlerinin sayesinde olmaktadır. Yoksa mevcut AKP-MHP faşist-soykırımcı rejimi Türk-Kürt birliğini fazlasıyla parçalamış ve kardeşliği yok etmiştir. Eğer söz konusu tekçi Türk milliyetçiliği egemenliğini sürdürürse, o zaman Türklerle Kürtlerin birlikte yaşama olanağı da sona erer.

Şu tarihsel gerçekleri herkes çok iyi görüp anlayabilmelidir. Avrupa kapitalist modernitesinin 19. Yüzyıl boyunca Ortadoğu’ya yönelttiği saldırı, 20. Yüzyılın ilk çeyreğinde mevcut ulus-devlet sistemini ve milliyetçiliğini ortaya çıkarmıştır. Eğer önü alınmaz ve Ortadoğu Demokratik Devrimi ile tersine çevrilmezse, aynı kapitalist modernitenin 20. Yüzyıl boyunca yürüttüğü saldırılar da 21. Yüzyılda Ortadoğu’yu daha küçük ve birbirine düşman ulus-devletçiklere bölecek ve daha fazla parçalayacaktır. İşte Irak ve Suriye parçalanmıştır. Irak ve Suriye’yi demokrasi ve halkların kardeşliği dışında, demokratik ulus çizgisi dışında hiçbir şey birleştiremez ve bir arada tutamaz. Hiç kimse kendisini yanıltmamalı ve de eski hayalleri sürdürmeye devam etmemelidir. Aynı durum Türkiye ve İran için de geçerlidir. Eğer buralarda da başta Kürt sorunu olmak üzere temel toplumsal sorunlar özgürlük ve demokrasi çizgisinde çözülmezse, yakın gelecekte buralarda da bölünme ve parçalanma yaşanacaktır. Erdoğan-Bahçeli-Perinçek tekçi faşist milliyetçiliğinin Türkiye’yi götüreceği nokta kesinlikle bu olacaktır.

Dolayısıyla Türkiye’nin tüm demokrat ve yurtsever güçleri bu gerçeği çok iyi görmeli ve anlamalıdır. Erdoğan-Bahçeli-Perinçek milliyetçiliği Türkiye’yi büyük bir felaketin içine atmış ve parçalanmanın eşiğine getirmiştir. Çok açık ki, Kürtler üzerindeki baskı, hakaret, aşağılama, katliam ve işkence dayanılacak gibi değildir. Kürtlerin sabrının da bir sınırının olduğu unutulmamalıdır. Dahası günümüz dünyasında çaresiz ve alternatifsiz de değillerdir. O halde Kürt halkı üzerinde uygulanan mevcut soykırımcı saldırılara Kürtler kadar Türkler de karşı çıkmalıdır. Hiç kimse bu durum beni ilgilendirmiyor dememelidir. Tersine yediden yetmişe bu topraklarda yaşayan herkesi, halkların özgür geleceğini ilgilendirmektedir. Özellikle sosyalist ve demokratik güçler, siyasi partiler ve emekçi örgütleri, kadın ve gençlik hareketleri, aydınlar ve sanatçılar, kısaca antifaşist ve demokratik olan herkes kendini sürecin öznesi olarak görmeli ve Kürt Özgürlük Direnişi ile birleşerek AKP-MHP faşizminden ülkeyi ve toplumu kurtarmalıdır.

Dikkat edilirse, faşist Tayyip Erdoğan Yönetimi böyle bir demokratik birlikten korkmakta ve adeta ödü patlamaktadır. Bu nedenle de, böyle bir antifaşist demokratik ittifakın oluşmaması ve var olanın da bozulması için elinden gelen tüm çabayı harcamaktadır. Kim ki Kürtlerle dayanışma içine giriyor ve Kürt Özgürlük Mücadelesi ile kardeşleşiyorsa onu hemen baş düşman ilan ediyor ve henüz büyük bir ittifak gücü ortaya çıkmadan tüm demokratik çevreleri parça parça ezmeye çalışıyor. Adeta sokaklarda birkaç kişinin bir araya gelmesine ve birkaç söz söylemesine bile fırsat vermemek istiyor. Halkın tepkisinin sokağa yayılacağından ve büyüyüp kalıcı hale geleceğinden korkuyor.

O halde hem faşist milliyetçiliğin yarattığı büyük tehlikeyi iyi görmek ve hem de faşizmin oyunlarını görerek onları boşa çıkartmanın yol ve yöntemlerini bulabilmek gerekiyor. Erdoğan-Bahçeli-Perinçek milliyetçiliğinin Kürt düşmanı faşist-soykırımcı gerçeğine karşı tüm demokratik güçlerin etkili mücadele etmesi birinci görev oluyor. Kürt halkının ağır bedeller ödeyerek yükselttiği özgürlük ve demokrasi mücadelesi ile her düzeyde ilişki ve ittifak içerisine girmek başarı getirecek tek doğru tutumu ifade ediyor. En önemlisi de, antifaşist demokrasi mücadelesini Türkiye’nin her tarafına yayabilmek ve etkili bir biçimde geliştirebilmektir. Tekçi ulus-devlet milliyetçiliği düşmanlık yaratır, halkların kardeşliğini özgürlük ve demokrasi sağlar. Milliyetçilik böler ve parçalar, demokrasi ise birleştirir ve kardeşleştirir. O halde Türkiye’nin demokratik birliği ve özgür geleceği için demokrasi güçlerinin inisiyatifi ele alması ve ittifak halinde faşizmi yıkmayı sağlaması zorunludur.

Kaynak: Yeni Özgür Politika