Tecride karşı direniş ve seçim

Yerel seçim çalışmaları ile tecride karşı mücadeleyi ustaca birleştirmek, her iki cephede de başarılı sonuç almayı getirecektir.

Kürtler 15 Şubat komplosunun yirminci yıl dönümünde yeni bir tutum ortaya koydular. Artık komplo rejimi ile, İmralı işkence ve tecrit sistemi ile birlikte yaşamak istemiyorlar. İmralı sisteminin parçalanmasını, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın özgür yaşar ve çalışır koşullara kavuşmasını istiyorlar. Kürt halkının var ve özgür olmasının buraya bağlı olduğunu görüyorlar. Olacaksa bir insani yaşamın ancak bu temelde gerçekleşeceğine inanıyorlar. Bu temelde 15 Şubat günü her yerden Strasbourg’a yürüyerek, bütün kentlerden Amed’e yürüyerek ve açlık grevi direnişçileriyle buluşarak bunu ortaya koydular ve tutumlarını açıkladılar.

“Tecridi kıralım, faşizmi yıkalım ve Kürdistan’ı özgürleştirelim” hamlesi temelinde DTK Eşbaşkanı ve HDP Milletvekili Leyla Güven’in başlattığı açlık grevi direnişi 15 Şubat’ta yüzüncü gününü doldurdu. Nasır Yağız’ın yürüttüğü direniş seksen yedinci gününü buldu ve TC zindanları ile yurtdışında yürütülen açlık grevi direnişleri ise atmış gününü aştı. Bütün bunların hepsinin İmralı işkence ve tecrit sistemini hedeflediği ve 15 Şubat komplosuna karşı geliştirildiği açıktır. Dolayısıyla Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın özgür yaşar ve çalışır koşullara kavuşmasını hedeflemektedir.

Çok açık ki, yüz gün açlık grevi yapmak, yüz gün boyunca hücre hücre erimek öyle kolay olan ve herkesin yapabileceği bir şey değildir. Eğer çok yüce amaçlar söz konusu olmasa, tarihi sorunlar bulunmasa belli ki insan böyle direnemez. Bu sarsılmaz büyük iradeyi ancak çok yüce amaçlar ve inançlar ortaya çıkartabilir. Demek ki İmralı işkence sisteminin parçalanması, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın özgür yaşar ve çalışır koşullara kavuşması Kürtler ve kadınlar için böyle yüce bir amaçtır. Söz konusu direnişler bu gerçeği bir kez daha ortaya koymuş ve kanıtlamıştır.

Bu temelde bir kez daha 15 Şubat komplosunu ve İmralı işkence sistemini lanetliyoruz. Komploya karşı Tecridi Kıralım ve Faşizmi Yıkalım özgürlük hamlesinin tüm direnişçilerini selamlıyoruz. Özellikle Leyla Güven ve Nasır Yağız şahsında tüm açlık grevi direnişçilerini saygıyla selamlıyor, başarılı olacaklarına dair yüksek inancımızı ifade ediyoruz. Ortaya koydukları inanç ve iradenin mutlaka zaferi getireceğini belirtiyoruz. Başlangıçtaki karar ve cesaretle sonuna kadar yürütüleceğine de yürekten inanıyoruz.

Kuşkusuz söz konusu direnişleri önlemek için faşist-soykırımcı zihniyet ve siyasetin saldırı ve oyunları da devam ediyor. AKP-MHP faşizmi her türlü oyuna başvurduğu gibi, milletvekilleri de dahil herkese saldırıyor ve çok vahşi bir faşist terör uyguluyor. Yürüyüşleri engelliyor, mitingleri yasaklıyor, her gün evleri basıp yurtseverleri tutukluyor; kısaca yapmadık saldırı bırakmıyor. Dahası TC’nin bu saldırılarına Almanya ve benzeri devletlerin desteği ve katılımı da eksik olmuyor. Avrupa’daki Kürt halkının ve dostlarının, özellikle de gençlerin demokratik eylemlerini engelleyebilmek için Almanya ve benzeri devletlerin saldırgan tutumları TC’den de geri kalmıyor. Ancak tüm bunlar söz konusu direnişleri kıramadığı gibi, zayıflatamıyor da! Tersine faşist baskı ve terör direniş için öfkeyi ve tepkiyi daha da büyütüyor. Çatışmalı durumun derinleşerek devam edeceği anlaşılıyor.

İşte böyle yoğun bir çelişki ve çatışma ortamında Türkiye yeni bir yerel seçim sürecine girmiş bulunuyor. Yasal kurullar böyle bir süreci başlatmış, adaylar tespit edilmiş ve seçim çalışmaları başlamış durumdadır. Dahası önceki yerel seçimlerden farklı olarak, bu seçimde çok çeşitli ittifaklar da oluşturulmuştur. Böylece Tecridi Kıralım ve Faşizmi Yıkalım direniş hamlesine bir de yerel seçim mücadelesi eklenmiş bulunmaktadır. Tecride karşı direniş ile yerel seçim çalışmaları iç içe geçmiş durumdadır. Bu temelde, eğer farklı gelişmeler olmazsa 31 Mart günü yerel seçimlerin yapılacağı anlaşılmaktadır.

Bu nedenle bir süreden beri seçim tartışmaları başlamıştır ve giderek yoğunlaşmaktadır. 31 Mart yerel seçimlerinin öneminden başlanıp, bir “Referandum niteliğinde” olduğuna kadar birçok değerlendirme yapılmaktadır. Bu biçimde seçime ilgi artırılmak ve taraftar kazanılmak istenmektedir. Elbette bütün bunlar gerekli ve önemli hususlardır, bir seçim öncesinde “Neden bunlar oluyor” diye insan sorgulayamaz. Ancak bir olgu olarak seçimi değerlendirirken de, öncelikle koşullara bakmak ve gerçekte yapılmakta olanın neye tekabül ettiğini iyi irdelemek gerekir. Tanımlama ve değerlendirmelerde yanılmamak ve başkalarını da yanıltmamak için buna ihtiyaç vardır.

Öncelikle şunu belirtelim ki, bir yerel seçim süreci başlamıştır, ancak adil ve eşit seçim yapmanın, yani adaylar arası yarışmanın koşulları yoktur. Örneğin AKP-MHP arasında “Cumhur ittifakı” adıyla bir faşist ittifak yapılmıştır. Yanlış anlaşılmasın, biz seçim ittifaklarına karşı değiliz. Tersine nasıl ki parti kurma özgürlüğü varsa, benzer biçimde seçim ittifakı yapma özgürlüğü de olmalıdır. Ancak AKP-MHP arasında yapılan iki partinin ittifakı değildir ki! Tam tersine tüm kurum ve imkânlarıyla devletin AKP-MHP adayları etrafında toplanması ve onlar için seçimde kullanılması olmaktadır. Maliyenin muslukları AKP-MHP adayları için açılmaktadır, ordu ve polis dahil tüm devlet kurumları bu adaylar için seçim çalışması yürütmektedir, devletin tüm imkanları bu temelde kullanılmaktadır. Belli ki yapılan iki partinin ittifakı değil, tüm devletin bu iki parti adaylarının kazanması için seferber edilmesidir.

Diğer yandan, AKP-MHP seçim çalışması yürütürken, örneğin HDP büro ve yöneticilerine yönelik her gün baskın ve tutuklama operasyonları gerçekleştirilmektedir. HDP’nin her gün beş-on yöneticisi tutuklanmakta, toplantı ve yürüyüşleri engellenmekte, hatta adayları bile tutuklanmaktadır. Peki bu durumda HDP nasıl seçim çalışması yürütecektir? Belli ki yürütemez. Peki bu biçimde, yani tüm devletin AKP-MHP’ye çalıştığı ve HDP’nin ağır baskı ve tutuklama altına alındığı bir ortamda yapılana nasıl adil ve eşit seçim denecektir? Belli ki denemez. Dolayısıyla bırakalım yapılanın referandum niteliğinde olmasını, aslında bir seçim bile değildir. Öncelikle bu gerçeği belirlemek ve sonuçlara da bu temelde yaklaşmak gerekir. Bu durum gözden kaçırılırsa, o zaman faşizmin oyununa gelinmiş olur.

Ancak durum böyledir diye seçim mücadelesinden uzak durmak mı gerekir? Kuşkusuz hayır! Bizim belirttiklerimiz bu anlama kesinlikle gelmez. Sadece özgür ve eşit bir yarışın olmadığını, faşizm koşullarında demokratik seçim yapılamadığını belirlemeyi ifade eder. Tersine bundan dolayı uzak durmak değil, söz konusu sürece daha aktif katılmak ve oluşan imkan ve fırsatları faşizme karşı mücadelede daha yoğun kullanmak gerekir. Bu nedenle seçim sürecini önemsemeyen ve geri çekilmeyi vaaz eden yaklaşımlar yanlıştır.

O halde mevcut yerel seçim sürecini önemsemek ve sürecin sunduğu imkan ve fırsatları AKP-MHP faşizmine karşı mücadelede aktif kullanabilmek için seferber olmak gerekir. Bunun için faşist baskı ve terörden yılmamak, bunları şikayet konusu yapmamak, tersine örgütlenerek faşizme karşı her cephede daha aktif mücadele etmeyi başarmak önemlidir. Hem seçim sürecini seferberlik düzeyinde bir çalışma ile karşılamak, hem de AKP’nin gasp tehditlerine aldırmadan oy kullanmayı önemsemek gerekir. Yerel seçim çalışmaları ile tecride karşı mücadeleyi ustaca birleştirmek, her iki cephede de başarılı sonuç almayı getirecektir. Başta kadın adaylar olmak üzere tüm demokratik adaylara oy vermek, Kürdistan’da demokrasiyi kazandırırken, Türkiye’de ise faşizmi yenilgiye uğratmak temel doğrultu olmalıdır. Sonuç ne olursa olsun, faşizme karşı yürütülecek etkili bir seçim çalışması demokrasi hareketine kazandıracaktır.