Temelsiz barış söylemleri

Böyle bir atmosferde kullanılan temelsiz barış söylemi, bunun işlenmesi, toplumsal özgürlüklere savaş söyleminden daha fazla zarar veriyor.

Kürtler, Türkiye Cumhuriyeti egemenliğinde yüzyıl boyunca büyük soykırımlara uğruyor. Her türlü bireysel, toplumsal varlıkları reddediliyor; kültürleri hem yok sayılıyor hem de çalınıyor. Kürt kültürü, Türk kültürü olarak tüm dünyaya tanıtılıyor. Kürtler, öyle kadim bir kültür yaratmış ki, Orta Asya’dan gelip Kürtlerin talihsiz ve öngörüsüz misafirperverliği sayesinde Anadolu’ya yerleşen Türkler için “çal çal bitmez” bir derya gibidir. Tüm dünyada Türk mutfağı diye Kürt yemekleri pazarlandı, Türk halk oyunları diye Kürt halayları davullar eşliğinde sunuldu. Kürtlük, yok sayıldığı oranda Türklüğün içinde eritilip yok edilmenin eşiğine geldi.

TÜRK VARLIĞINDA ERİTİLECEKLERDİ

Bu çoklu soykırım karşısında toplumsal varoluşa karar vermek zorunda kalan Kürtler, Öcalan öncülüğünde PKK kuruluşuyla inkar edilen ulusallıklarını dillendirip soykırımcı faşist Türk iktidarı karşısında direnişi seçmek zorunda kaldılar. Ya kendileri olacak ya da Türk varlığında eritilen malzeme olacaklardı. Dayatılan yokluk, inkar, imhadan öteydi. Victor Hugo’nun Deniz İşçileri’nde sayfalarca anlattığı ahtapotu hatırlarım Türklüğün soykırım sistemini düşündükçe. Türklük de böyle; işgal ediyor, özgürlükleri yok ediyor ve nihayetinde emerek yok ediyordu Kürtlüğü.

Böyle bir yok oluşa itiraz edip varoluşa yönelmek, Kürt ve Kürdistan tarihinin en büyük başkaldırısıdır. Çünkü fiziksel olarak soykırımlara uğrayan, kıyımlardan geçirilen Kürtlük, böyle dönemlerde var olmayı, toplumunu sayısal olarak büyütmekte, bedensel olarak çoğalmakta görmekteydi. Ancak Türk soykırımcı faşist sistemi açısından ne kadar çok Kürt olsa da varlığına Türklük mayası karılmaktaydı. Maya tuttu mu, tutmadı mı bunu daha ziyade Kürt toplumsallığının özgür demokratik bir yaşam inşasındaki başarı düzeyi gösterecek.

TOPLUMSAL-ULUSAL ENGELLİ TİPLER

Bugün Türk soykırımcı faşist sistemin gölgesine sığınan ve soykırım sistemi yıkıldığı an yok olacak olan işbirlikçi, devşirme kişilere, sayısı artan Bekolara bakarsak mayanın tutmadığı, ortada Kürtten bozma bir Türk bile denilemeyecek denli toplumsal-ulusal engelli tiplerin varlığını, nihayetinde insan hakikatinin hakarete uğramışlığının ispatı oluşlarını görmekteyiz.

VARLIK SAVAŞINA YÖNELMEK KOLAY DEĞİLDİ

Kürtlerin mücadeleye karar vermesi kolay değildi. PKK’nin yok oluşun eşiğine gelen Kürtleri varlık savaşına yöneltmesi kolay olmadı. Kürt toplumu, kadim kültürünün gücüyle PKK’nin dünya ve çağ gerçeğini, Kürt toplumsallığını yeni çağda inşa kararlılığını görüp bu hakikate ikna olunca Öcalan’ı ve PKK’yi kucakladı, sonuna kadar destekledi, büyüttü ve yarım asır boyunca onunla varoldu. Kürt halkı, savaşın en yoğun olduğu yıllarda PKK’ye büyük destek vererek savaşa katıldı, direnişe ortak oldu.

BÜYEK EMEKLER VE BÜYÜK BEDELLER

PKK keskin mücadele yılları içinde, çağın karakterine ve toplumsal dinamiklere bakarak mücadele stratejisini belirledi. 6. Kongre’yle strateji değiştirdi ve demokratik siyasi mücadeleyi belirledi. 7. Kongre’de bu stratejiyi, plan ve programa kavuşturdu. Demokratik siyasi mücadele stratejisini uygulamak için başta Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ve PKK olmak üzere büyük emekler sergilendi, büyük bedeller verildi.

TÜRK REJİMİ FIRSATLARI İSTİSMAR ETTİ

Siyasi çözüm stratejisi temelinde mücadele verilen dönem, soykırımcı Türk rejimi tarafından doğru değerlendirilmedi. Tüm fırsatlar, soykırımı derinleştirmenin, toplumsal dinamikleri köreltmenin, savaşı büyütmenin, katliamları sokağa taşımanın, kadın katliamlarını meşrulaştırmanın fırsatına dönüştürüldü. PKK’nin demokratik siyasi çözüm stratejisi döneminde başta Kürtler olmak üzere tüm toplumsal kesimlere savaş ilan edildi.

KÜRTLER ÇÖZÜMDE ISRAR ETTİ

AKP iktidarının Kürtlere karşı ilan ettiği savaşa rağmen Kürtler demokratik çözümde ısrar etti. En son Öcalan’a yönelik saldırılar gündeme gelince strateji değişikliği oldu. AKP iktidarının Kürtlere karşı ilan ettiği savaş karşısında varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlamanın tek şartı savaşmak oldu.

2010’da Devrimci Halk Savaşı Stratejisi kabul edildi. PKK, bu stratejiyle Ortadoğu’da demokrasinin ve özgür toplumsallığın da ancak halkların devrimci direnişiyle iktidarlar karşısında savaşarak kazanılacağını öngördü.

Kürtlere karşı savaş var. PKK karşıtlığı yapılmakta, tüm Ortadoğu ve dünyada PKK karşıtlığı örgütlenmeye çalışılmaktadır. Ancak ilan edilmiş olan savaş, salt PKK’ye karşı değildir, Kürt halkına, hatta Kürtlere dair en ufak bir görüş dile getiren herkese karşıdır. Günlük-anlık olarak Kürtler ve tüm Kürtlük değerlerine karşı savaşılıyor, saldırılıyor, yok ediliyor, çalınıyor. Böyle bir durumda özgür Kürt toplumsallığının temsilini yapan PKK’nin, Devrimci Halk Savaşı Stratejisi’ni benimsemesi, Ortadoğu’da gelişen toplumsal ayaklanmaların da özüne denk düştü.

KİMSENİN KÜRTLERİ YARGILAMA HAKKI YOK

Halklara karşı soykırımcı iktidarların yaptığı saldırılar, ancak yine halkın devrimci mücadelesi ve direnişiyle durdurulabilir. Daha dün zırhlıların ezdiği dede ve toruna dair fotoğraflar gözümüze sokulurken, kimsenin Kürtlere ‘neden savaş diyorsunuz’ demeye hakkı var mıdır?

Baskınlarda Kürt gençleri katlediliyor, hesap verilmiyor. Kürtler yaşarken uğradıkları saldırılar bir tarafa, öldükten sonra da işkence sürüyor. Kürt gençlerinin cenazeleri analarına verilmediği gibi, yıllar önce katledilenlerin kemikleri kepçelerle çıkarılıp adresi bilinmez diyarlara atılıyorken, Kürtlere varolmanın hangi seçeneği bırakılmıştır?

BU VAHŞET KARŞISINDA KÜRTLER NE DEMELİ?

Örneklere iyisi mi fazla girmeyelim. Zira soykırımın örnekleri, tüm Kürtlerin tüm anlarını sergilemek gibidir. Böyle bir vahşet karşısında Kürtler ne demeli?

Bunca tecavüze uğrarken, bunca öldürülürken, bunca yok edilirken bunlar yokmuş gibi davranmamız bekleniyor. Kimi Kürtler de bunlar yokmuş gibi, üzerimizde korkunç bir zulüm abanmamış gibi, varlığımız ve özgürlüğümüz her saniye çalınıp yok sayılmıyormuş gibi naif bir barış söylemiyle Kürtlerin maruz kaldığı soykırımı aşacağını düşünüyorsa, yanılgının oranı büyüktür.

Saldırıların AKP-MHP kirli faşist ittifakıyla arttırıldığı bugünlerde böyle temelsiz bir barış kelimesi tutturulmuş gidiyor.

“Elde silah savaşanlar savaş desin, ötekiler barış desin” diyebilir miyiz?

Barış söylemini dillendirecek bunca zemin varsa neden birileri elde silah savaşır ki?

Her yıl seçimler yapıp bir türlü kendi siyasi temsillerini seçemeyen bir ülkede, bir siyasal atmosferde kadim demokrasi kavramı dahi kendi anlamından koparılmışken nasıl barış gibi riskli ve zor bir kavramdan söz edilebilir ki? Bunca şiddet içinde nasıl huzurdan söz edebiliriz ki?

‘BARIŞ İSTİYORUZ’ DEMEK YETMİYOR

Tüm iyi niyetlere, tüm liberal tutumlara, tüm hakikate cesaret etmeyişlere rağmen şunu söylemek gerekir. “Savaş istemiyoruz” diyerek savaş durdurulamıyor. “Barış istiyoruz” diyerek da barış getirilemiyor. Tabi ki istem, niyet, hayal ya da özlem güzel olabilir, ancak yeterli mücadeleyi vermeden bunları salt istemenin, karşımızdaki vahşi soykırım sisteminin saldırılarını ortadan kaldırmaya yetmeyeceği kesindir.

Böyle bir süreçte soykırımcı vahşetin mağdur ettiği şehit gerilla ailelerine, çocuklarının cenazesi dahi verilmezken, düşmanın provokasyonuna gelen birkaç kişiye bakarak PKK’ye “derhal” cevap vermesi istenen çağrılar yapmak, siyaset yapmak değildir, yanılgı değildir, nihayetinde soykırım siyasetine hizmet edecek bir konumda olmaktır.

SAVAŞ SÖYLEMİNDEN DAHA FAZLA ZARAR

Kuzey Kürdistan halkı, Nusaybin’de, Cizre’de, Sur’da yaşanan öz yönetim direnişlerini, kutsal direnişler olarak kendi direniş tarihine yazdı. Faşist rejim, bugün açılması riskli sayfalar olarak bu dönemi anıyor, çünkü halka karşı ilan edilmiş savaş var, halkın buna karşı cevabı ve bedel verişi var. Bu savaş bugün de tüm vahşetiyle sürüyor. Şunu da ekleyelim; Böyle bir atmosferde kullanılan temelsiz barış söylemi, bunun işlenmesi, toplumsal özgürlüklere savaş söyleminden daha fazla zarar veriyor.