Türklüğün sonu çöküştür

Yüz yıllık Kürt düşmanlığı ve soykırımcılığı zihniyeti ve siyaseti, Türkiye’yi enerji yolarının dışına iterek çöküş noktasına getirmiştir. Önemsiz, zayıf, istikrarsız, krizli ve çözümsüz kılmıştır.

Kürtler ve Araplar Ortadoğu’nun yerli halkları içinde yer alıyorlar. Türkler Ortadoğu’ya dokuzuncu yüzyıldan itibaren geldiler. Orta Asya’dan kopup gelen Türk boyları, öncelikle Zagrosların doğusunda yerleşerek Selçuklu Devleti’ni kurdular. Zagrosların batısına geçen boylar ise Arabistan ve Kurdistan coğrafyasına yayıldılar. İslamiyet’i kabul ettikleri için söz konusu coğrafyadaki halklarla iç içe yaşamaları zor olmadı. Yeni gelen Türkmen boylarına yönelik Kürtlerin ve Arapların genel tutumu misafirperverlik çerçevesinde oldu.

Türklere Anadolu kapısını 1071 Malazgirt Savaşı açtı. Selçuklu Sultanı Alparslan’ın Bizans İmparatoru Diojeni yenmesi ile Anadolu kapıları Türklere açıldı. Bu savaşta Kürtlerin tutumu Selçuklu Devleti’ne destek biçiminde oldu. Yani Anadolu kapılarının Türklere açılmasında en büyük desteği Kürtler verdiler. Kurdistan ve Arabistan’a yayılmış olan Türk boylarının önemli bir kesiminin de Bizans sınırına geçişiyle ve İslam’ın kılıcını kuşanıp Selçuklu uç beyliğini ele geçirmeleriyle birlikte ve savaşarak Anadolu derinliklerine ulaştılar. Anadolu’yu yurt tutmada da Kürtlerden sürekli destek gördüler.

Osmanlı Devleti’nin 16’ncı yüzyılın ilk çeyreğinde Ortadoğu ve Kuzey Afrika topraklarına yayılmasında da Kürtlerin desteği çok önemli bir rol oynadı. Kürt Beyleri Kurdistan topraklarını Osmanlı ordusuna açtıkları gibi, Çaldıran ve Mercidabık Savaşlarında da Osmanlı ordusuna önemli destek verdiler. Bunun için Osmanlı İmparatorluğu Kürt Beyliklerine en geniş otonomiyi verdi ve Kürtleri “Milleti Sadık-a” olarak tanımladı. Benzer yaklaşımı verdikleri destek nedeniyle Ermenilere de gösterdiler.

Mustafa Kemal, Samsun’dan Ankara’ya yürüyüşünde Sivas ve Erzurum’da toplantılar yaptı ve söz konusu bu toplantılarda en çok Kürtlere dayandı. Kazım Karabekir komutasında kısmen diri kalan Osmanlı’nın Doğu ordusunu ve Kürt desteğini ardına alarak Ankara’ya ulaştı ve yeni bir devlet kuruluşuna başladı. Gelişmekte olan Fransız ve İngiliz işgaline karşı esas olarak Kürt toplumu direndi ve güney bölgelerini korudu. Bu süreçte Mustafa Kemal’in Kürt Beyleri ile ilişkileri, Şex Mahmut Berzenci dahil büyük çoğunluğuyla iyiydi. Bu çerçevede Mustafa Kemal, devlet kurmak istediği toprağı “Türklerin ve Kürtlerin yaşadığı coğrafya” olarak tanımladı ve Kürtler için 16’ncı yüzyıldakine benzer muhtariyet öngördü.

İşte bu bin yıllık tarihi gidişat, her ne olduysa 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Antlaşması’yla tam tersine döndü. Anlaşma çok kolay mı gerçekleşti, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının gizli düşence ve planları mı vardı, yoksa İngiltere ve Fransa mı yeni düşünce ve politikaları dayattı; artık her ne olduysa oldu ve TC Devleti’nin kuruluşu için yasal zemine ulaşan Kemalist Hareket, Kürtlerle dostluk ilişki ve ittifakını bir yana bırakarak, Kürtleri inkâr edip yok etmeyi hedefleyen soykırımcı bir zihniyet ve siyasete yöneldi.

Şimdi Kürt düşmanı ve soykırımcı bu zihniyet ve siyasetin yüzüncü yılı yaşanıyor. Geçen 24 Temmuz günü Lozan Antlaşması yüzüncü yılını tamamladı, önümüzdeki 29 Ekim günü de Türkiye Cumhuriyeti Devleti yüzüncü yılını tamamlayacak. Yani tam yüz yıldır Kürt düşmanı, soykırımcı bir zihniyet ve siyaset uygulanıyor ve bu temelde Kürt halkına yönelik bir işgal ve soykırım saldırısı yürütülüyor. Söz konusu faşist, sömürgeci ve soykırımcı saldırı, mevcut AKP-MHP faşist diktatörlüğü ile günümüzde zirve yapmış bulunuyor.

Peki bu temelde gelinen nokta nedir? Kürtlere yönelik yüz yıllık soykırımcı saldırı sonunda TC Devleti ve Türkiye gerçekliği hangi noktaya gelmiştir? Kürt dostluğunun terk edilip Kürt düşmanlığının yapıldığı son yüzyıl Türklere ne kazandırmıştır? Aslında bu sorular temelinde son yüz yılın çok yönlü bir dökümünü yapmak ve her kalemde bilançosunu çıkarmak son derece öğretici sonuçlar verir.

Örneğin yüzyıllık Kürt soykırım savaşı TC Devleti’ne ve Türkiye toplumuna ne kazandırmış, ne kaybettirmiştir? İnsan gücü, mali güç, diğer imkânlar bakımından geçen yüzyıl içinde TC Devleti Kürt savaşında ne kadar harcama yapıp kayıp vermiştir? Bu soruların sonuçlarını içeren bir bilanço, yüzyıldır izlenen Kürt düşmanı, soykırımcı zihniyet ve politikanın Türklere ne kaybettirdiğini çok çarpıcı bir biçimde ortaya koyar.

Dikkat edilirse, bugünkü kriz ve kaos içinde çöküş noktasına Türkiye devleti ve toplumu kendiliğinden gelmemiştir. Bugün gelinen nokta, Kürt düşmanı, soykırımcı zihniyet ve siyasetin ürünüdür. Yaşanan tüm ekonomik, mali, siyasi, kültürel, toplumsal, yönetsel kriz ve çöküşü yaratan şey, yüzyıldır soykırımcı zihniyet ve siyaset temelinde Kürt halkına karşı yürütülmüş olan savaştır. Bugün İmralı’dan Zap’a, Serhat’tan Rojava’ya kadar yapılan da budur.

Çok açık ki tüm bu yapılanlardan Türkiye toplumunun hiçbir kazancı olmamıştır. Bu toplum, her şeyden önce bin yıllık Kürt dostluğunu kaybetmiştir. Önder Apo ve PKK olmasa artık hiçbir güç Kürtleri Türklerin yanında tutamaz. Cennet gibi olan Anadolu ve Mezopotamya coğrafyası, geçen yüzyıllık soykırım savaşı içinde adeta cehenneme dönmüştür. Bugün dağları ve taşları cayır cayır yanmakta ve doğal kaynaklar talan edilmektedir. Bu coğrafyanın gençleri ve emekçileri dünyanın dört bir yanına savrularak karın doyurmaya çalışmaktadır.  

 Peki bu halklara ve bu coğrafyaya bunlar reva mıydı? Elbette ki değildi. Ve bütün bunlar kendiliğinden de olmadı. Birileri son derece bilinçli ve planlı olarak tüm bunları yaptılar ve bundan da maddi kazanç sağladılar. Peki böyle bir canavarlıkla kazanç sağlayanlar kimlerdi? Çok açık ki bir avuç para babası, holding sahibi, tekelci iktidar gücü kazanç sağladı. Bunların yerlileri olduğu gibi, küreselleri de vardı. Küresel tekelci sermaye güçleri, TC Devleti’ni Kürtler üzerinde soykırım savaşına yönelterek hem Türkiye’yi ve hem de Kurdistan’ı sömürdü, yağma ve talan etti, soyup soğana çevirdi.

Şimdi daha iyi anlaşılıyor ki, İngiltere ve Fransa Devletleri, 24 Temmuz 1923 günü Lozan Antlaşması’nı imzalayıp TC Devleti’nin kuruluşuna bunun için izin ve fırsat verdiler. Yüzyıldır da böyle bir savaşa hem yönelttiler ve hem de desteklediler. NATO’ya bunun için aldılar. AB’ye girme sahte umudunu bunun için yarattılar. Bu temelde, bir yandan Türkiye ve Kurdistan kaynaklarını sömürürken, diğer yandan da Ortadoğu coğrafyasını denetim altında tutup sömürmek için TC Devleti’ni bir jandarma olarak kullandılar. Hep “Türkiye’nin önemli stratejik konumundan” söz ettiler ve bu sözde konumu pazarlayarak sonuna kadar kullandılar.

Bugün artık görülüyor ki, TC Yöneticilerinin yüz yıldır dillerine pelesenk edip pazarladıkları bu stratejik konumun sonuna gelinmiştir. Geçen hafta Hindistan’da yapılan G 20 zirvesi ardından ilan edilen iki enerji yolu, aslında Türkiye’nin öneminin bittiğinin ilanı olmuştur. Artık enerji yolları Karadeniz’in kuzeyi ile Hindistan-Suudi-İsrail-Güney Kıbrıs-Yunanistan hattından geçiyor. Böylece tarihi “İpek Yolu” gerçekten de tam anlamıyla tarih oluyor. Türkiye’nin Doğu ile Batı, Avrupa ile Asya arasında köprü olma dönemi tamamen sona eriyor. Böylece Türkiye’nin pazarlanacak stratejik rolü ve önemi artık kalmıyor. Bunun da hem devlet ve hem de toplum olarak Türkiye açısından ne kadar olumsuz bir durum olduğu açıkça görülüyor.

Peki Türkiye bu duruma neden ve nasıl geldi? Çok açık ki yüzyıldır Kürtlere karşı yürütülen soykırım savaşı ve bunun yarattığı istikrarsızlık sonucunda geldi. Zaten bunu açıkça da söylüyorlar. Türkiye, Afganistan, Irak ve Suriye çatışmalı ve istikrarsız bölge olduğu için, buralar ticaret yapmaya ve kazanç sağlamaya uygun değil diyorlar. Peki bu savaşı kim yapıyor ve istikrarsızlığı kim yaratıyor? Çok açık ki Kürt düşmanı TC Devleti ve AKP-MHP faşist yönetimi yapıyor.

Unutmayalım ki tarih öğreticidir ve tarih bilimi tüm bilimlerin anasıdır. Bin yıllık Kürt dostluğu ve desteği Türkleri boy olmaktan ulus olmaya yükseltmiş ve dünya ulusları içine katmıştır. Yüz yıllık Kürt düşmanlığı ve soykırımcılığı zihniyeti ve siyaseti ise, Türkiye’yi enerji yolarının dışına iterek çöküş noktasına getirmiştir. Önemsiz, zayıf, istikrarsız, krizli ve çözümsüz kılmıştır.

Kaynak: Yeni Özgür Politika