Yeni Zelanda'daki vahşet neyin nesi?

Dünya Cuma sabahı Yeni Zelanda'daki iki camiye yapılan ve onlarca insanın öldürüldüğü saldırıyla sarsıldı...

Saldırgan katliamı canlı olarak kendi sosyal medya hesaplarında yayımladı. Dehşet verici görüntüler ortaya çıktı. Belli ki saldırgan önceden planlamış. Hedefini önceden tespit etmiş. Tek amacı daha fazla insan öldürmek, mümkün olduğunca daha fazla dehşet ve korku yaratmak.

Bu saldırı türünün ilk örneği değil. Yakın geçmişte küresel katiller ordusu DAİŞ benzeri vahşi saldırıları Paris'te hem de iki yıl üst üstte, İstanbul'da gerçekleştirdi. Irak ve Suriye'de toplu infazlar, topluca kafa kesmeler, insanları kafes içinde yakmalar ise zaten sıradanlaşmıştı.

Ancak DAİŞ gibi bir örgütün kanlı ve vahşi eylemleriyle Yeni Zelanda'da bugün gördüklerimiz arasında hem mağdurlar hem de ''amaçları'' itibariyle farklılıklar var. DAİŞ meselesinde ideolojik-politik bir arka plan ve hedefler söz konusudur.

Tek ortak yanları her ikisi de tekçi ve ırkçı kodların ürünü olmaları.

Yeni Zelanda'daki saldırı Müslüman dünyayı ayağa kaldırmış durumda. Başkalarına karşı ırkçı ve tekçi tutum içinde olanlar, farklılıklara karşı düşmanlık yapanlar, Erdoğan ve Bahçeli de bu vahşi saldırıdan kendileri için ekmek çıkarma peşinde.

Kürtleri toplu katliama tabi tutan, köylerini, şehirlerini yakıp yıkan 24 ayar ırkçıların Yeni Zelanda’da iki camiye yapılan vahşi ve ırkçı saldırı karşısında söyledikleri bir timsahın göz yaşlarından farklı değil.

Yeni Zelanda’daki saldırı yakın dönemde yaşanmış, ama Müslümanları değil başka etnik, inanç, yaş, cinsiyet gruplarını hedef almış saldırılarla çok benzerlik gösteriyor.

Bugün Yeni Zelanda'da hepimiz dehşete düşüren saldırı türünün ilk örneği yaklaşık 90 yıl önce 18 Mayıs 1927'de Amerika Birleşik Devletleri'nde yaşandı. Dehşet verici bir olaydı.

Michigan kasabasında bir okulda muhasebecilik yapan 55 yaşındaki Andrew Kehoe 1926 yılında işini kaybetti. Daha doğrusu seçilemedi. Evine ipotek geldi. Sosyal ilişkileri zarar gördü. Bir çiftlikte iş buldu. Ancak kısa süre sonra oradan da kovuldu. Kehoe her şeyden umudunu keserek patlayıcı ve silahlar edinmeye başladı. 18 Mayıs sabahı ilk önce eşini öldürdü. Yaşadığı evi ve diğer bazı çiftlik binalarını ateşe verdi. En vahşi saldırısını ise 6 yaş grubundan çocukların bulunduğu okula daha önce yerleştirdiği patlayıcıları havaya uçurarak gerçekleştirdi. Bu patlamada 36 öğrenci ve iki öğretmen yaşamını yitirdi. Daha sonra daha çok insan öldürmek için patlayıcı dolu arabasını patlattı. Kendisi de bu patlama öldü. Toplam 45 kişi yaşamını yitirdi. Aslında Kehoe bütün okulu havaya uçurmak istiyordu. Ancak tüm bombaları patlatmak için vakit bulamadı.

O dönem medya iletişim araçları bugünkü gibi gelişkin değildi. Eğer Facebook, Twitter gibi sosyal medya ağı olsaydı büyük ihtimalle Andrew Kehoe de 1927 yılında gerçekleştirdiği katliamı canlı olarak yayımlayacaktı.

Son bir kaç örnek daha...

- 20 Mart 2009'da Almanya'nın Stuttgart kentinde bir genç okulunda 12 kişiyi, kaçarken de sokakta 3 kişiyi vurduktan sonra intihar etti. Katil Almandı. Hedef aldıkları öğrenciler de...

- 22 Temmuz 2011'de Norveç'in başkenti Oslo'da bombalı saldırı gerçekleşti. 8 kişi bu yaşamını yitirdi. Saldırıdan çok kısa bir süre sonra kendisini baştan aşağıya silahla donatmış Anders Behring Breivik isimli katil Utoya adasında her yıl geleneksel olarak yapılan Norveç İşçi Partisi'nin yaz kampına saldırdı. Adadaki gençleri tek tek, nişan alarak öldürmeye başladı. 69 genci, ki bunların çoğunluğu beyaz ve Norveçli idi, öldürdü. Yakalandıktan sonra her iki katliamı anında üstlendi ve amacının “Avrupa'nın çok kültürlü yapısına son vermek” olduğunu açıkladı. Ve daha sonraki mahkeme sürecinde katil büyük bir soğukkanlılıkla katliamı nasıl planladığını anlattı. Katliam anına ilişkin anlattıkları daha da ürperti vericiydi. Katil mahkeme de şöyle diyordu:

"Bazıları tamamen donakalmıştı. Kaçamıyorlardı. İkisi iyice büzülmüştü. Silahımı yeniden doldururken insanlar öldürme diye yalvarıyorlardı. Başlarından vurmayı sürdürdüm."

Ve son iki örnekte bu türden saldırıların, katliamların ''vatanı'' olan ABD'den.

- 15 Şubat 2018'de 19 yaşındaki bir öğrenci ABD'nin Florida eyaletinde bir lisede 17 kişiyi vurdu ve öldürdü. Saldırgan katliamı sosyal medya hesabından canlı olarak yayımladı. Nikolas C adlı saldırgan ''saf kan'' Amerikalıları hedef almıştı.

- ABD'nin Pennsylvania eyaletinin Pittsburgh kentindeki 46 yaşındaki ABD vatandaşı Robert Bowers bir sinagoga saldırı düzenledi. 11 kişiyi öldürdü. 6 kişiyi de yaraladı. Saldırının hedefinde Yahudiler vardı.

Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Görüldüğü gibi saldırgan çoğu kez ''tek başına'' böylesi bir vahşi saldırıya karar veriyor. Saldırının herkesi sarsması ve dehşet yaratması içinde özel bir çaba gösteriyor.

Peki neden bir insan salt dehşet yaratmak veya fark edilmek için hiç tanımadığı insanları gözünü kırpmadan vahşice öldürür ki?

Bu saldırganlar üzerine yapılmış çok sayıda araştırma var. Araştırmacılar daha çok saldırganın kişiliğin üzerine yoğunlaşıyorlar. Yani saldırganın içinde bulunduğu psikolojik durum, aile, iş, okul ortamında karşı karşıya kaldığı sosyal tecrit durumu, geçim, çalışma koşulları ve benzeri durumlar.

Araştırmacılara göre kişi bütün bu ortamlarda haksız muamele gördüğü hissene kapılıyor. Bilinç altında kin ve nefret biriktiriyor. Bu nedenle suç işleyeceği yeri de genellikle kendi ruhunu ihya edecek yerler olarak seçiyor. Okul, bir eğlence merkezi veya cami, sinagog gibi ibadet yeri.

Yine araştırmacılar birçok olaydan hareketle ulaştıkları başka bir sonuç ise katilin eylemi titizlikle planladığıdır. Yani eylemin tarzı ve daha sonraki yankıları özel olarak planlanmıştır. Yukarıda aktardığımız örneklerde olduğu gibi.

Kaldı ki bugün bireyi en küçük parçada atomize eden hatta sıfırlayan modern kapitalist ilişkiler, yeni sömürgecilik, dünyadaki büyük adaletsizlik, her tarafı saran her türden ırkçılık ve gericilik ilk olarak 1927 Amerika'sında, son olarak Yeni Zelanda'da gördüğümüz ''bireysel'' gerçekleştirilen katliamlarının daha fazla önünü açıyor. Daha çok insan yaşadığı problemleri kendisinden ''farklı'' gördüğü bir başka grubu ortadan kaldırmakta görüyor.

Bu tür katliamları gerçekleştiren kişiler için Malezya ve Endonezya gibi yerlerde görülen ''Amoklauf '' (Amok Koşucusu) hastalığı tanımını koyanlar da var. Rivayete göre Amok koşucusu önüne çıkan her şeyi yok eder ve ölene kadar koşar. Ünlü yazar Stefan Zweig ''Amok Koşucusu'' adlı eserinde anlattıkları bize bir fikir verse de bugün insanlığın karşı karşıya kaldığı, kendisini modern kapitalizmin savaş ve ırkçılığın çöplüğünde yeşeren bu meseleyi izah etmeye yetmiyor.

Daha derin, bilimsel ve aynı zamanda ideolojik analizler gerekli. Yeni Zelanda'dan ABD'ye, Rusya'dan Batı Avrupa ülkelerine, İskandinavya'dan Afrika ülkelerine kadar her yeri saran ve çoğalan bu tür saldırıların nedenlerini ve çözüm yıllarını doğru tespit etme artık bütün dünyanın sorunudur. Bir taraftan açlık, sefalet, savaş ve ırkçılığı sürdürmek, diğer taraftan bu türden vahşet karşısında gözyaşı dökmek dönemi bitmiştir.

Çünkü artık yeni bir ''Amok Koşucusunun'' ne zaman, nerede ve kimin kapısını çalacağı belli mi olur?