Almanya'nın Kürtlere karşı hukuksuzluğu AİHM'’e taşınıyor

Kürtlere yönelik artan baskılar ve yargılamaların son bulması için Alman Federal Anayasa Mahkemesi’ne yapılan başvurular sonuç vermeyince, dava AİHM’e taşınıyor. Av. Lukas Theune “Çatışmalar, uluslararası hukuk çerçevesinde ele alınmalı” dedi.

26 Kasım 1993 günü dönemin Kohl hükümeti tarafından ilan edilen PKK yasağı dünya çapında bir ilkti. Yasağın açıklandığı 53 sayfalık bültende Türk devletinin Kürdistan’da işlediği suçlara ilişkin tek bir cümle yer almazken, ülkelerinde olup bitenleri dünyaya duyurmak için gösteriler yapan Kürtler kriminalize ediliyordu. İşte o günden bu yana kendi ülkeleri Kürdistan’da sömürgeci devletlerin baskı ve zulmünden kaçıp Almanya’ya sığınan Kürtler burada da yoğun şekilde hukuk mücadelesi vermeye başladı.

Kürt özgürlük hareketinin güçlü örgütlülüğü karşısında tıpkı Türk devletinin yaptığı gibi Almanya’da da her dönem yeni konseptler ve yasaklar devreye sokuldu. 2010 yılında Adalet Bakanlığı’nın talebiyle PKK’yi “yabancı terör örgütleri” listesine aldı. Bu kararla Kürtlere yönelik soruşturmalar artık rahatça ve hiçbir delile dayandırılmadan açılacaktı. Bu durumun son bulması için Federal Anayasa Mahkemesi’nde itirazlar yapıldı.

Kamuoyunda "129b yasası" olarak bilinen yasal düzenlemeyle onlarca Kürt siyasetçi hakkında soruşturmalar başlatıldı. Almanya’nın sığınma talebini kabul ettiği ondan fazla Kürt siyasetçi ve aktivist “terörist” muamelesi görerek hapis cezalarına çarpıtıldı. Son yıllarda soruşturma sayısındaki artış ise dikkat çekiyor.

Federal Savcılığı’n verilerine göre PKK başlığı altında soruşturma sayısı 2013 yılında 15 iken, 2014 ve 2015’te 20 civarında kaldı, 2016 yılında bu sayı 40’a, 2017’de ise 130’a çıktı. Benzer bir artış 2018 yılının ilk iki ayında da gözlemlendi. Kürt özgürlük mücadelesiyle bağlantılı olarak yürütülen soruşturmalara Ocak ve Şubat aylarında 50 yenisi eklendi.

Geçtiğimiz hafta Berlin’de PKK yasağının 25. yılı nedeniyle düzenlenen konferansın konuşmacıları arasında yer alan avukat Lukas Theune’ye göre ise bu soruşturmaların açılması konusunda yargı birimleri içerisinde tartışmalar var. Theune, kimi yetkililerin “bu mesele bizi ilgilendirmez” dediğini, ancak daha fazla soruşturmadan yana olan kesimlerin de olduğunu aktardı. Kürt siyasetçilere yönelik soruşturma ve yargılama kararının bizzat Adalet Bakanlığı ve federal hükümet tarafından alındığına dikkat çeken avukat Theune “Böylesine siyasi bir karara karşı sadece siyasi mücadele verilir” diye konuştu.

PKK yasağının perde arkasını, Kürtlere yönelik tutuklama ve baskıları, Kürt özgürlük hareketinin 12b yasası çerçevesinde artık ele alınmaması için Federal Anayasa Mahkemesi’ne yapılan başvuruyu Almanya’da yargılanan birçok Kürt siyasetçinin savunmasını üstlenen avukat Lukas Theune’ye sorduk.

“ALMANYA’NIN DERDİ PKK’NİN İDELOJİSİ”

-Size göre 25 yıl önce Alman devleti PKK’nin resmi olarak bu ülkede örgütlemesi olmamasına rağmen neden PKK’nin faaliyetlerini yasakladı ve hala bu yasakta ısrar ediyor?

Bu soruya tam bir cevap vermek zor, PKK yasağının hayata geçirilmesinde birden fazla faktör var. Bunlardan birisi Almanya’nın Ortadoğu’da jeopolitik bir öneme sahip olan Türkiye ile yüzyıldan fazladır süren işbirliği ve dostluğu. Türkiye’nin Almanya’nın her daim iyi bir partneri olduğunu unutmamalıyız. Örneğin Ermeni soykırımında Almanya’nın rolü var, o soykırım her iki devletin işbirliği sonucu gerçekleşmişti. Bence tek başına bir neden değil. Aynı zamanda Almanya’nın sol ve sosyalist aktivistlere yönelik de özel bir siyaseti var. Alman devleti bu yapıları da baskı alında tutup bitirmek istiyor. Kürt özgürlük hareketi anti-kapitalist bir çizgisi var, kapitalizmin önemli bir ülkesi olan Almanya da bunu kendisi açısından tehlikeli görüyor. Burada da alternatif bir toplum yaratmak istediği için Kürt özgürlük hareketi Alman devleti tarafından kriminalize ediliyor düşünüyorum.

-Bugün yaşananları 1993 yılındakilerle karşılaştırırsak karşımıza nasıl bir tablo çıkıyor?

Bugünü 1993 yılıyla karşılaştıramayız. Yasak siyaseti ve baskılar bazen artıyor, bazen de azalabiliyor. Fakat benzer noktalar da var. Örneğin bugün olduğu gibi 1990’lı yıllarda da Kürt siyasetçiler yargılanıyorlardı. Ancak sembollere yönelik yasak da genişletilmiş durumda, özellikle Öcalan’ın fotoğraf ve posterlerine yönelik yasaklar arttı, YPG ve YPJ bayrakları karşısında da kriminalize politikası baş gösterdi. Ayrıca bu geçen yıllarda gösterilerde de polisin sert tutumu ve şiddeti gittikçe arttı.

‘DEVLET İÇİNDE PKK KONUSUNDA ANLAŞMASIZLIKLAR VAR’

-Son yıllarda Almanya’da Kürtlere yönelik yasak ve baskının arttığını görüyoruz. Bu durumun Türk devletinin Kürt halkına karşı yürüttüğü savaşla bağlantısı var mı?

Almanya’daki baskı ve tutuklamaların son yıllarda artmasının Türk devletinin Kürt halkına yönelik yürüttüğü savaşla bağlantısı olduğunu düşünmüyorum. Örneğin 2013-2015 yılları arasındaki barış sürecinde de Almanya’daki baskıların gözle görülür şekilde arttığını gördük. O dönemde barış ve çözüm süreciyle bağlantılı olarak baskıların azalacağı beklentisi vardı, fakat öyle olmadı. Baskı ve tutuklamaların azalıp veya çoğalması devlet içindeki tartışmalarla bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Örneğin federal savcılıktaki bir yetkili “bu meselenin kaynağı Türk devleti ve Kürtler arasındaki çatışmalardır, biz karışmamalıyız” derken, başka bir yetkili “hayır, bu mesele bizi de ilgilendiriyor, PKK Almanya için de tehlikelidir” diyebiliyor. Bu tartışma ve anlamsızlıklarda yer yer baskın çıkan görüşler olabiliyor. Tabii ki bizler de bunun direniş olduğunu, bu insanların Almanya’ya hiçbir vermediğini ve yargılamalara son verilmesi gerektiğini söylüyoruz.

-PKK yasağının kaldırılması için yıllardır gösteri, konferans ve imza kampanyaları düzenleniyor. Peki bu konuda daha neler yapmak mümkün?

Biz Almanya’daki avukatlar olarak gerekli hukuk mücadelesini vermeye çalışıyoruz. Ayrıca Amsterdam’daki avukat arkadaşlar da PKK’nin Avrupa Birliği’nin “terörist örgütler listesinden” çıkarılması için Avrupa Adalet Divanı’nda dava açarak hukuk mücadelesi veriyorlar. Ancak unutmamalıyız ki PKK yasağı siyasi bir karardır ve ancak siyasi baskıyla bu yasak kalkabilir. Sokak ve meydanlarda ortaya çıkacak baskı ve tepki o kadar büyük olmalı ki federal hükümet karşısında duramamalı ve yasağı kaldırma kararı almalı. Bu yüzden bir hukuk mücadelesi değil, siyasi bir mücadele verilmeli.

‘KÜRTLERİN YARGILANMASINA HÜKÜMET KARAR VERİYOR’

-Yıllardır Kürt siyasetçileri ve aktivistlerini mahkemelerde savunuyorsunuz. Size göre bu yargılamaların perde arkasında neler var?

Birçok kez Kürt akvistlerin savunmasını üstlendim. Söz konusu aktivistler anayasanın 129. Maddesinin “b” bendi çerçevesinde “yabancı terör örgütleri üyesi” olmakla suçlanıyorlardı. Burada mantıksız ve saçma bir durumu söz konusuydu. Çünkü müvekkillerim şahsen icra ettikleri bir suçtan yargılanmıyorlardı. Müvekillerim örneğin bir gösteriyi veya Newroz kutlamasını organize etmek, ya da Kürt kültür festivaline gidişi organize etmek suçlarından yargılanıyorlardı. Üstelik bu etkinlik ve gösterilerin hiç birisinin yasaklı değil ve anayasanın tanıdığı “gösteri hakkı” çerçevesinde gerçekleşmişti. 129a ve 129b’nin böyle absürt bir durumu var; hiçbir suç işlememiniz halde yargılanıp ceza alabiliyorsunuz.

İkinci durum da yargılamalar sürecinde Kuzey Kürdistan’daki gelişmelerin gündeme gelmesiydi. Müvekkillerimin çoğu Türk devletinin hapishanelerinde kalmış, işkenceler görmüş ve muhakkak bir yakınlarını savaşta kaybetmişlerdi. Tüm bunları mahkemelerde dile getirdik, baktık ki mahkemeler artık bu işin altından kalkamayacak durumda. Bir devletin bir halka yönelik inkar ve imha siyasetine karşı verilen direnişine ilişkin Alman mahkemelerinin bir tutum sergilemesi gerekiyordu. Örneğin bir müvekkilimin yargılamasında HDP milletvekili Faysal Sarıyıldız Cizre’de yaşananları anlattı.

-Alman yargıçlar ve mahkeme üyeleri bu yaşananları duyunca nasıl bir tepki verdiler?

O zaman Alman yargıçlarının Cizre’deki katliamlara ilişkin hiçbir bilgi sahibi olmadığını gördük. Bir kenttin kuşatma altına alındığını Türk ordusunun tank ve uçaklarla bombaladığı anlatılınca mahkeme heyeti “Şimdi burada kimi yargılayacağız” gibi kaçamak ifadelerle yetindi. Alman yargı organlarının Kuzey Kürdistan’daki gelişmelere ilişkin hiçbir bilgiye sahip olmadıklarını gördük. Mahkeme üyelerinin hiç birisi Kürdistan’a gitmişliği ve yaşananları kendi gözleriyle görmüşlüğü yoktu. Bunlar yargılamalarda dikkat çeken bir ayrıntıydı.

‘ALMAN YARGISI KÜRTLERE KARŞI BAĞIMSIZ DEĞİL’

-Dünya çapında Alman yargısının bağımsız olduğu imajı var. Bunu Kürt siyasetçilere yönelik yargılamalarda görmek mümkün müydü?

Alman yargısı bu davalarda bağımsız değil, siyaset tarafından yönlendiriliyor. Bu durumu özellikle devlet yetkilerinin ziyaretleri öncesinde yaşanan gözaltı ve tutuklamalarda görüyoruz. Örneğin ne zaman Erdoğan veya da önce Davutoğlu Almanya’ya geleceği günlerde, ya da dışişleri bakanı Heiko Maas’ın Türkiye ziyaretleri sırasında Kürt siyasetçiler gözaltına alınıyor, ya da Kürtlere yönelik yasak siyaseti şiddetleniyor. Çünkü Türkiye ile iyi bir işbirliği hedefleniyor.

Ayrıca Alman Adalet Bakanlığı “yabancı terör örgütlerine” yönelik ceza yasasına kimi kapsayacağına karar veriyor. Altını çizerek söylüyorum mahkemeler bunu belirlemiyor, Adalet Bakanlığı ve hükümet “biz buna ceza vereceğiz, buna da ceza vermeyeceğiz” kararını alıyor. Bunun siyasi bir karar olduğunu ve siyasiler tarafından verildiğini, davaların içeriğinin de siyasi olduğunu belirtmek istiyorum.

-Kürt siyasetçilerinin ve Kürt özgürlük mücadelesinin 129b yasası kapsamından çıkartılması için Federal Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştunuz, son durum nedir?

Birçok başlıkta Federal Anayasa Mahkemesi’ne başvurup şikayetlerimizi dile getirdik. Özellikle de Adalet Bakanlığı’nın kimlerin yargılanacağına ilişkin keyfi tutumuna itiraz ettik. Soruşturma dosyalarındaki gizlilik kararının kaldırılmasını, Adalet Bakanlığı ve federal hükümetin tutuklamalara neden olan yazışmalarını görme hakkının bize tanınmasını istedik. Ancak Federal Anayasa Mahkemesi talebimizi reddetti. Bir sonraki adım olarak bu hukuksuzluğu AİHM’e taşıyacağız. Çünkü Türk devleti ve PKK arasındaki çatışmaların “terör yasaları” ile değil de, uluslararası hukuk çerçevesinde ele alınması gerekiyor. Alman yargısının bu konuda karar alamadığını gördük ve sonuç olarak AİHM’e gitmeye karar verdik.