Bu bir özeleştiridir

 Biz Avrupa’da yaşayan devrimciler, sosyalistler olarak direniş hamlesinde geç kaldık. Bu direniş gecikmiş bir direniştir. Bu bir özeleştiri olabilir. 

Açlık grevi eylemimiz devam ediyor. Bu eylemin temel hedefi tecridi kırmak, faşizmi yenmek ve Önderlik şahsında Kürdistan’ı, halkımızı özgürleştirmektir. Açlık grevi direniş tarihimizin yabancısı olmadığı bir yöntemdir. PKK tarihinin Özgürlük Hareketinin tarihi direnişlerle örülüdür. Özgürlük Hareketinin şehadet gerçeği, direniş gerçeği ile içiçedir. Özgürlük maalesef bu bedeller üzerinden gerçekleştirilmektedir çünkü kendi örgütsel gerçekliğimiz, toplumsal tarihsel gerçekliğimiz ve karşı karşıya olduğumuz düşman gerçekliği, içinde olduğumuz konjonktürel realite bunu zorunlu kılıyor. Bunu idrak etmediğimiz zaman başarılı olamıyoruz. Adı, sanı, kimliği olmayan bir toplumun üyeleriyiz. Yarım asırdır mücadele yürütüyoruz. Ondan önce de 200 yıl boyunca var olmak için mücadele etmişiz. Hatta tarihsel ve toplumsal kökenleri irdelendiğinde Kürt toplumu doğal bir direniş olarak hem dış işgallere karşı hem de asimilasyon politikalarına karşı farklı tarihi evrelerden sürekli direnerek geldiği ki, direniş zaten sosyolojik bir özellik olarak kendisini hep var etti. Devletli uygarlık karşısında doğal toplum özelliklerini direnerek korudu ve hala da direniyor. Direniş Kürt toplumun sosyolojik özelliği haline geldi.

DÖNÜM NOKTASI

Fakat bir yöntem olarak açlık grevinin apayrı bir yeri vardır. Önder Apo, kendi özgürlüğü için olsa bile açlık tarzında bir direniş olgusunun, en son tercih edilecek nokta olması gerektiğini ifade ederdi sürekli. Açlık grevi daha çok değişik yöntemlerle, direniş koşullarının olanaklarının olmadığı, bu olanakların kısıtlandığı dönemlerde devreye giriyor. Bu açıdan açlık grevi tarihimizde çok önemli dönemeç noktaları oldu. Direniş geleneğimizde çok farklı dönemeçlerimiz var ama açlık grevleri anlamında partimizin önemli dönemeçleri var. Mesela 14 Temmuz direnişçiliği. Büyük ölüm orucu direnişi artık yaşam olanağının olmadığı, özgür yaşamanın gerçekten fiziki olarak ölmekten geçtiği bir dönemde gerçekleşti.

Biz birçok direniş yönteminin olduğu bir dönemde bu eylemi bir yöntem olarak benimsemiyoruz. Zindanlarda başlayan direniş, Leyla Güven arkadaşımızın Önderliğe yönelik tecriti kırma ve özgürlüğü temelinde başlattığı direniş, başka yöntemlerin yanında benimsenip geliştirilmedi. Gerçekten komplonun güncelleştirildiği, komplonun Önderlik üzerinde şekillendirilen ve İmralı tecritinde somutlaşan uluslararası inkâr politikalarının, işgal politikalarının yine Kürtleri toplum olarak yok etme, asimile etme politikalarının giderek halka halka büyüterek, Özgürlük Hareketinin yönetimine, Kürdistan ulusuna, kazandığı değerlere birikimlere yöneldiği bir dönemde bu direniş gerçekleşti.

ÇİYAGERLERİN DİRENİŞİ

Bu direniş belki de gecikmiş bir direniştir. O açıdan Çiyager’lerin direnişini anmak gerekiyor. Çiyager’ler aslında bu sürecin en önemli habercileriydiler. Çiyager’ler Kürdistan toplumuna dayatılan soykırımı bir ihanet çizgisinde bağışmış gibi sunan anlayışlara karşı direndi. Çiyagerler bugünleri işaret etti. Belki bu direnişe güçlü sahip çıkılsaydı toplum olarak, faşizme karşı her alan bir direniş kalesine dönüşseydi bugün bu direniş ihtiyaç haline gelmeyebilirdi. Burada bizim de toplum olarak, sosyalistler olarak, demokratlar olarak kendimizi sorgulamamız gerekiyor. Gerçekten faşizm bu kadar güçlü müdür ki bu kadar sessizliğe gömülüyorlar? Gerçekten toplum bu kadar zayıf mıdır ki yürütülen politikalar hiçbir engele takılmadan geliştiriliyor? Bunu sorgulamak gerekiyor. Kendi bedenini ölüme yatırma eylemimiz, direnişimiz bunu bütün toplum kesimlerine sorgulatmaya başlatacak düzeydedir. Çünkü sözün ve tartışmanın bittiği bir dönemden geçiyoruz. Gerçekten artık bıçak kemiğe dayandı ve başka bir zamanımız da yoktur.

DAİŞ saldırılarından sonra uluslararası sistem üçüncü dünya savaşıyla Ortadoğu’yu dizayn ediyor. Öyle anlaşılıyor ki, İmralı’da sistemleşen politika tüm Kürdistan’a yayılıyor. Bunu Önder Apo ifade etmişti. Ne bizler ne de dostlarımız buna yeterli cevap olabildi. Elbette mücadele ettik. 2013-2015 Önder Apo, 2012 açlık grevi direnişinden sonra ortaya çıkan olanaklarla bir devrim süreci başlattı ama bu faşizmi yıkabilecek güçte olmadı. Bu kadar katılaşan, kendisini sistemleştiren derinleştirmek isteyen faşist bir iktidar karşısında bizim diyeceğimiz söz şudur: “Sen bunu başaramazsın.” 12 Eylül’den önce, darbe koşullarını oluşturan Maraş Katliamı bugünlerde gerçekleşmişti. O süreçten bu yana dayatılan katliamların hiçbirisinde faşist sistemler, totaliter rejimler başarılı olmadılar. Şimdi aynı şekilde bu saldırılarla karşı karşıya kalıyoruz. Eğer bize bu kanıksatılmak isteniyorsa, politik bir sistem olarak önümüze konuluyorsa, hayat böyle özgür olunacak deniliyorsa biz bu hayatı kabul etmiyoruz. Bu hayat hayat değildir. Kabul etseydik 12 Eylül’den önce kabul ederdik. Sistem için de bu bir çözüm olsaydı, bundan 40 yıl önce olurdu.

Eğer biz ısrarla direniş dışında başka çözüm yollarını, ya da direnişi sulandıran, direnişi geriye çeken, dik durmayı geriye çeken çözüm yolları üzerinde durursak onlarca kayıp vermeyi göze alırız. Bizim ulus olarak buna tahammülümüz yoktur. Uluslararası güçlerin, bu politikalarını kendi merkezlerinde bihabermiş gibi yürütmelerine artık olanak verilmemesi gerektiğini söylüyoruz. Bu sistemi onlar oluşturdu, onlar kırmalıdır. Belki biz Avrupa’da yaşayan devrimciler, sosyalistler olarak direniş hamlesinde geç kaldık. Bu bir özeleştiri olabilir. Önderliğe yönelik tecriti kırma noktasında geç kaldık. Ama esasen onlardan daha önce bizlerin bunu yapması gerekiyordu. Çünkü bu dayatma uluslararası sistem işi bir dayatmadır ve yeri, merkezi burasıdır. Bunlara düşük bir çığlık da olsa şunu demek istiyoruz: Siz bize statü olarak içinde Önderliğin özgürlüğünün, Kürt ulusunun demokratik yapılanmasının, özetle özgürlüğün olmadığı bir yaşamı dayatıyorsanız, biz bu yaşamda yokuz! Biz bunu öz değerlerimizle yapamadık, görev ve sorumluluklarımızı yerine getiremediğimiz için başaramadık. Şimdi diyoruz ki, siz de başaramayacaksınız. Biz yapamadık ama siz de yapamayacaksınız. Bunu engelleyeceğiz!

ARTIK YETER!

Bu sadece bizimle olmaz. Bu direnişin en temel özelliklerinden bir tanesi ise içe dönük vicdanları ayakta tutmaktır. Kapitalist modernitenin söndürdüğü, duyarsız hale getirdiği güncel ve konjonktürel sistem içinde uğraşır hale getirdiği vurdumduymaz kişilikleri yeniden ayağa kaldırmaya dönüktür. Çünkü sorun öncü sorunu değildir. Özgürlük Hareketi 40 yıldır savaşıyor. Tarihinin en büyük gerilla savaş tarzını açığa çıkardı. Gerçekten bu tekniğe karşı hiçbir gerilla gücü, hiçbir toplum bu kadar uzun süre direnemezdi, aksine başarı da kazanıyor. Ama bu işin özgürlük boyutu sadece gerillayla sınırlanmış bir mücadeleyle başarıya ulaşamaz. Bazı çevrelerde kanıksama var. Zaten güçlüdürler, zaten savaşıyorlar, onlar kazanacaklar, diyorlar. Hayır! Bu toplumsal bir inşa sistemidir. Ve faşizm bütün toplumun direnişi örgütlenmeden, açığa çıkarılmadan yıkılamaz. Bunu tarihte örnekleri vardır. Sırayla bir diğerimizin katliamını mı, yok edilmesini mi izleyelim? Devrimcilerin, demokratların ve bu konuda iddia sahibi olan çevrelerin dönüp geçmişe gözyaşı dökmesinin bir anlamı olmayacak, bu zulümdür. Bunu kabul edemeyiz. Biraz sarsın kendinizi, ayağa kalkın. Yeter artık! Daha ne olacak? Tartışmanın, yol yöntem aramanın zamanı çoktan geçti. Şimdi yöntem budur. Bütün alanları doldurmak, görev ve sorumluluklarını yerine getirmek. Çok mu zordur, hayır zor değildir. Faşizme karşı cepheleri birlikleri güçlendirmek, harekete geçirmektir. Biz başka bir şey istemiyoruz.

Toplum direnişi örgütlenirse faşizm yenilgiye uğratılır. Önderliğin bize ifade ettiği buydu. Bunu 2012’de devrim olarak ifade etmişti. Siz devrim yapmak zorundasınız demişti. Ve aynı söylemi Türk devletine de ifade etmişti. Siz PKK’yi bitirebiliyorsanız buyrun bitirin demişti. Şimdi biz an için söylüyoruz. Biz yapamadık tamam. Ama siz de bunu yapamayacaksınız diyoruz. Kürdistan toplumunun tarihinden, sosyolojisinden akan gelen Mazlum, Kemal, Hayri’de somutlaşan, Çiyagerler de gerçekten dev bir direnişe dönüşen bir damarın tepkisel dışa vurumudur. Biz bunda geç kaldık. Şimdi dostlarımız da daha fazla geç kalmamalıdırlar. Kürt toplumu daha fazla geç kalmamalıdır.

YARIN YA ÖZGÜR YA HİÇ OLMAYACAK

2018 özgürlük yılıydı gerçekten de. İhanet bütün olanaklarımızı içten çürüttü. Kerkük ihaneti. KDP’nin YNK’nin ve değişik çevrelerin katıldığı, General Kasım Süleymani, Hakan Fidan ve sömürgeci güçlerin müşterek yaptıkları planlamayla, Efrîn sürecinin önünü açtılar. Biz devrim sürecindeyken, ihanetle bunları yaşadık. Biz bunun tekrarını yaşayamayız. Toplumsal gücü biriktirmenin başka bir zamanı yoktur. Şu an örgütlenmezsek, bu gücü biriktirmezsek bunun yarını yoktur. Bunu herkes bilmelidir. Kimse dönüp arkasına bakıp ağlamamalıdır. Yarın ya özgür olacak ya da hiç olmayacaktır.

20.yy’da burada, Avrupa’nın farklı kentlerinde Kürtlerin kaderi tayin edildi. Türkiye’de sömürgeci güçlerin bu görüşmelerde kendilerini Kürtlerin de temsilcisi ilan ettiler. Dönüp tek ulus, tek dil, tek millet dediler ve ardından yüzbinlerce insan öldü. 1,5 milyon Ermeni katledildi. Ardından yüzbinlerce Kürt katledildi, coğrafyaları değiştirildi. Yarım yüzyıllık mücadelede sadece bunun bilinci oluşturuldu. Halen de jenosit, katliam devam ediyor. Dur diyebilmiş değiliz. Ama şimdi 21.yy’da sistem kendisini yeniden inşa ederken, krizlerini aşmaya çalışırken, Kürtler bunun altında kalmamalıdır.

BU DİRENİŞLE ÖZELEŞTİRİ VERİYORUZ

Biz çok şey istemiyoruz. Gözümüz dünyanın malında mülkünde değil. Biz kendimize yeteriz. Biz insanca yaşamak istiyoruz. Ama bu talep bu mücadele olamazsa bir talebin ötesine geçmez. Sadece gerillaya yüklenmiş bir mücadeleyle bu iş olmaz. Elbette öncülerin görev ve sorumlulukları vardır. Bizler bu anlamda özeleştirimizi veriyoruz. Bu direnişle veriyoruz. Elbette iş bu hale gelmemeliydi. Tarih bunun sorgulamasını yapacak. Hatta bunu tartışabilecek zamanda değiliz. Şimdi emperyalist sistem, uluslararası sistem süreçleri tamamlanmadan, çürütmeyi bir politika haline getirmiştir. Ortadoğu’da şimdi uygulanmak istenen budur. Biz bu süreci biliyoruz ki bu direnişi tamamlayamazsak, bu çürütme politikası tamamlanacak ve 20.yy’da Kürtlerin, Ermenilerin, halkların başına gelenlerin daha beteri Ortadoğu halklarının başına, inançların başına, Arapların başına gelecek. Bu gözle görülüyor, ayan beyandır açıktır. Bunu söylemek marifet değildir. Çok büyük bir politik öngörüye bu açıdan ihtiyaç yoktur. Sadece örgütlenme ve direnmeye ihtiyaç vardır. Toplumun ayaklanmasına ihtiyaç vardır.

Avrupa toplumunun birçoğu demokrattır, sürgünlerle gelmiştir. Bir tarafta Erdoğan Alevi değerlerini yerle bir ederken, Aleviliğin özünü çürütürken, Aleviliği fiziki soykırım yaparken, Türkiye’ye yatırım yapıyorlar. Faşizm ekonomik krizini bu tür vurdumduymaz, gamsız para-ekonomi ilişkisine boğulmuş çevreler üzerinden yapıyor. Bunlar aslında kötü insanlar değiller. Bunun bilincinde ve farkındadırlar. Bu şekilde biz faşizmi nasıl yeneceğiz? Bunu Avrupa’daki halklarımız için diyorum. Türkiye’ye dökülen değerler, mülkiyete dönüştürülen imkanlar onlara ait olmayacaktır. Yani bunu bilmeleri gerekiyor. Efrîn açığa çıkarmadı mı, Fırat’ın Batı tarafının demografik olarak değiştirileceğini açıkça söylüyorlar. Bu Alevi soykırımının sonuca ulaştırılması amacıyla yapılıyor. Netice de Dersim’e ulaşacak ikinci bir Seyit Rıza yaşandıktan sonra mı insanlar bunu anlayacaktır. O zaman Alevilik diye bir şey kalmayacaktır. Aynı şey Sünni kesimler için de geçerlidir. Kültürel islamı savunan, İslamı kültür olarak yaşamak isteyen çevreler için de olacaktır. Baksınlar Ortadoğu’ya, Ortadoğu’da DAİŞ’in saldırıları karşısında paralanan da yine İslamdır. Şimdi bu işin arkasında, bu işi yönetenler bunları da hedefliyorlar. Elini sıcak sudan soğuk suya sokmayanlar, yarın faşizmin gaddarlığı ile yüzleştiklerinde, dönüp arkalarına baktıklarında, Hitler faşizminde olduğu gibi Komünistleri göremeyince, direnişçileri göremeyince, demokratları göremeyince anlayacaklar. Bu onları da vuracaktır.

TEK DİPLMOMASİ VAR O DA DİRENİŞ

Fransa’da şu an Sarıyeleklilerin başlattığı ayaklanma toplumsal krizin dışa vurumudur. Devam edecektir de. Bu çözümsüzlük, bu çıkmaz durum ve ısrarla dayattıkları ulus devlet diktatörlüğü Avrupa’nın merkezinde de kendisini sürdürecektir.

Eylemimizin en önemli, bu direnişin en can alıcı yanlarından biri de Avrupa’da yaşayan toplumumuz ile Avrupa’da bize dayatılan fiziki ve kültürel soykırıma karşı dik durmaktır. Tek bir saat, tek bir an boş durmamalı, ayakta olmalıyız. Bizim devletlerimiz yok. Sistemli oluşturulmuş kurumlarımız yok. Böyle diplomasi yapamayız. Biz lobi yapıp, para vererek diğer devleri ayartamayız. Halkların böyle bir imkânı yok, ezilen sınıfların böyle bir imkânı yok. Bizim Avrupa’da tek diplomasi gerçekliğimiz var, o da direnmektir. Örgütlü direnmek, ayakta olmak. Biz böylece onları geriletebiliriz. Maalesef bu ağır bir yük olduğu için erime fiziki olarak kendini direnişe yatırma ihtiyacı duydu. Bu bir özeleştiri konusudur. Halkımız bu dirayete sahiptir. Toplumumuz bu dirayete sahiptir. Tarihinde de yığınla birikim vardır.

HAKİKAT EYLEMDİR

Bugün, şimdi şu an ne yapılacaksa yapılmalıdır. Bu aynı zamanda bütün toplumsal çevrelere, sosyalist kesimlere, ezilen inançlara, ezilen halklara bir çağrıdır. Fransız kamuoyu ve Fransız toplumu, mazot zammı için yaptıkları bu direnişin yüzde birini kendi devletlerinin ve benzeri devletlerin Ortadoğu’da halklara dönük yapmış oldukları katliam girişimlerine, saldırılara karşı yapmış olsaydı ABD’nin Vietnam’da yaşadıkları sendromun aynısı yaşar ve bu kriz çözülürdü. Herkes kulaklarını, gözlerini kapatıyor. Bu vicdanın, ahlaki olarak en dibe vurucu yanıdır. Êzîdî kadınları kaçırdılar, dünyada en çirkin işlerini yaptılar. 21.yy’da onları canlı canlı pazarda sattılar. Bunu yapanlar çok açıktır ki, AKP iktidarıdır. Arkasında diğer güçler de vardı. Eğer buna maruz kalan bir Êzîdî kadın, gidip bu işi yaptıran Çavuşoğlu gibi birisiyle görüşüyorsa, vicdan ölmüştür yani, kalmamıştır. Kendi katilleriyle oturan bir anlayış, bir sendromdur, bir hastalıktır. Bu korkunç bir dibe vuruştur ve buna dur demeliyiz.

PARÇALI DURULMAMALI

Kürtlük de meta konusu haline getirilmeye çalışılıyor. Kürdistan’daki ittifaklar da meta haline getirilmek isteniyor. Kürtlük bir ticari alana dönüştürülüyor. Biz bunlara, eylemimizle ciddi olun diyoruz. Bütün bu saldırılar Önder Apo’nun tecritinde somutlaşıyor. Bu kadar tecrit uygulamaları, tehdit etmeleri, bizi boğmak istemelerinin nedeni budur. Konuşmayacaksın diyorlar Önder Apo’ya. Çünkü biliyorlar ki bu oyunu Önder Apo boşa çıkarır. Bu aşikâr da oldu, inkar edilemez artık. AİHM’in almış olduğu karar, Avrupa Adalet Divanı kararı, ABD’nin 3 PKK yöneticisi hakkında aldığı karar aynı sistemin, aynı kararın sonucudur. Demek ki politika, genele dönüktür. Burada ihaneti yaşam felsefesi haline getirmiş çevreler, örgütler, bunun bezirganlığını yapanlar şunu bilsinler. Bu onlara kalmayacaktır. Şeyh Sait ayaklanmasından sonra, Dersim direnişinden sonra olanlara dönüp baksınlar. Çok uzak değil. Barzani ailesi kendi dedelerinin Türkiye’de idam edilmesine baksın. Onlara da kalamayacaktır. Şu anda para eden, yarın onların fermanı haline gelecektir. Bu vesileyle biz çağrı yapıyoruz. Bütün bu çevrelere durun, 10 saniye düşünün. Eğer özgür bir Kürt ulusundan bahsedeceksek, çıkarlarınızı bir tarafa bırakın, Kürdistan’ı savunun. Eğer demokrasiden bahsediyorsak demokratik güçler durup 10 dakika düşünmelidir. Sosyalistler hakeza. Ama beklenmemelidir. Parçalı durulmamalıdır. Bu direnişin etrafında kendini küme küme, arka arkaya örmelidir. Biz bu direnişin, bir toplum gücünü açığa çıkaracağını düşünüyor ve inanıyoruz. Bu güçle de tecriti kıracağımızı, faşizmi yeneceğimizi, Kürdistan’ı ve Kürdistan şahsında Ortadoğu halklarını özgürleştireceğimizi biliyoruz. Onun için bu vesileyle çağrımızı yeniliyoruz. Herkesi direnişe, alanları doldurmaya görev ve sorumluklarımızı dosdoğru yerine getirmeye çağırıyoruz. Biz hakikat eylemdir, diyoruz. Söz eylemdir, diyoruz. Herkes eylemde olmalıdır.

* Strasbourg süresiz dönüşümsüz açlık grevi eylemcisi