Karayılan: Tarihi hesaplaşma sürecindeyiz

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, Türk devletinin Başûrê Kurdistan’ın iç taraflarına doğru ilerlemesi durumunda mevcut güçleriyle savunma taktiğini esas almayacaklarını söyledi.

Sadece yenilmez bir gerillayı değil, zafer gerillasını yaratmak için bir hayli yol katettiklerini belirten PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, ayrıntılara girmeden şunları ifade etti: ”Halkın içinde örgütlü, öz savunmasını geliştiren, buna dayanarak direnişi salt dağla sınırlı kılmayıp tüm ülke sathına ve toplumsal kesimlere dayandıran yeni devrimci bir doktrini hayata geçirerek kesin sonuç alacağımıza inanıyor ve bu konuda yoğunlaşmalarımızın devam edeceğini belirtmek istiyorum” dedi.

Karayılan, Türk ordusunun savaş stratejisi ve hedefleri ile gerillanın direniş ve eylem tarzına ilişkin Yeni Özgür Politika'nın sorularını yanıtladı.

Zagroslardan Serhad’a, Pervari’den Bradost’a kadar gerillanın yoğun bir eylemsellik sürecinde olduğu görülüyor. Bu dönemin eylem tarzı ve dikkat çeken eylemlerini değerlendirebilir misiniz?

Türk ordusu genellikle her sene bahar aylarında kendisi açısından var olan avantajları, yine kıştan bahara girişle birlikte gerilla açısından var olan dezavantajları kullanarak operasyon yapardı. Mart, Nisan ayları gerilla için kayıplı aylar olurdu. Çoğu yıllar böyle geçti. Fakat bu sene Mart ve Nisan aylarında hem yapılan operasyonlar Türk ordusu açısından fazla sonuç alıcı olmadı hem de gerillanın karşı hamleleri oldu. Hemen hemen her eyalette Mart ve Nisan aylarıyla birlikte eylemsellik süreçleri başladı. Bu çok olumluydu. Bu eylemsellik süreci devam ediyor. Fakat yaz ayları itibarıyla çeşitli nedenlerden dolayı tempo biraz düştü diyebiliriz ya da bizim arzuladığımız bir kapasitede gelişme durumunu yaşamış değil. Muhtemelen bundan sonra gelişen mevsim avantajlarıyla birlikte gerillanın eylemsellik temposu daha da artabilir.

Sizin de belirttiğiniz gibi birçok alanda yoğun eylemsellik süreçleri yaşandı. Süreç itibariyle bizim öngördüğümüz eylem tarzı daha çok sızma-saldırı, sabotaj, suikast ve pusu taktikleridir. Bahardan bu yana gelişen eylemlere bakıldığında hemen hemen bu taktiklerin hepsi kullanılıyor. Dikkat çeken farklı eylemsellikler de oldu. Botan Eyaleti’nin birkaç kez geliştirdiği saldırı-sızma eylemleri dikkat çekicidir. Yine Zagros Eyaleti’nin pusu eylemleri, Xakurkê alanında pusu taktiğiyle silah kaldırma eylemleri dikkat çekici eylemlerdir. Serhat Eyaleti’nin çok çarpıcı eylemleri oldu. Sabotaj taktiğinde Gürbulak eylemi dikkat çekici bir eylemdir. Tekmilleri verilirken sıradan bir eylemmiş gibi görünüyordu. Fakat eylem görüntüleri geldiğinde çarpıcı ve sonuç alıcı bir eylem olduğu görüldü. Bu yönlü gelişen birçok eylemsellik vardır.

Aslında basınımız ve camiamız açısından bu konuda bir noktaya dikkat çekmek gerekiyor. Bizim eylemlerimiz üzerinde çok ciddi bir sansür vardır. Türkiye’de bizim dışımızda hiç kimse eylemlerimizi görmüyor ve vermiyor. Daha önceleri ‘90’lı yıllarda ve yine 2010 ve öncesinde eylemlerimiz devlet süzgecinden geçilerek basına verilirdi. Evet, o zaman da bazı eylemler verilmezdi ama genellikle silah ve mühimmat kaldırıldığında eylemler basında yer alırdı. Yine Amed, Garzan gibi eyaletlerde halkın gözü önünde yapılan eylemleri saklayamazlardı. Fakat AKP’nin özellikle son 3 yılda uyguladığı tarz, sükût tarzıdır. Eylemlerimizi hiçbir şekilde basına yansıtmıyorlar. Eylemlere ilişkin herhangi bir haberi hiç kimse basına ve sosyal medyaya yansıtamıyor. Kendilerince kimi eylemlerimizi yansıtıyorlar. Bunu yaparlarken de ölçüleri nedir tam anlamadık. Belki ölü sayıları çok olduğunda veya fazla göze çarpınca bir iki ölülerini basına veriyorlar. Gürbulak eyleminde 33 asker imha oldu, cenazelerin bir bir nasıl kaldırıldığının net görüntüsü olmasına rağmen bir tanesini dahi basına yansıtmadılar. Yine Lêlikan’da ayda yaklaşık 100 asker öldürülüyor ama basına hiç yansıtmıyorlar. Yine Koordine Tepesi’nde de çok fazla kayıp veriyorlar ama basında adı bile geçmiyor.

Türk devletinin kendi kayıplarına ilişkin yürüttüğü mevcut politika tam bir sansür politikasıdır. Hal böyle olunca eylemleri kamuoyuna veren bir tek bizim basın oluyor. Yine bazı Kürt basın organları da veriyor. İnsan eylemlerin veriliş tarzına baktığında sanki Kürt basını da bu eylemlerin niteliğine pek inanmıyor. Tam olduğu biçimiyle yaklaşmıyor. Örneğin çok büyük bir eylem oluyor fakat sıradan veriliyor. Arkadaş çevremiz bile tereddütlü yaklaşıyor ama birçok eylemin görüntüleri geldiğinde izliyoruz ve görüyoruz ki verilen tekmillerden de öte sonuç alıcı ciddi eylemler gerçekleştirilmiş.

Son dönemde kendi arkadaşlarımız ve Kürt basını için eylemlerin mümkün olduğu kadar görüntülenmesini arzuluyoruz. Görüntülerin ulaşma sorunu var. Geç ulaşıyor. Bilinen iletişim tekniğini kullanmadığımız için Serhat Eyaleti’nin eylem görüntüleri 2 ay sonra geliyor. Yine kimi uzak eyaletlerimizin eylem görüntüleri kurye yoluyla olduğu için gelişi çok geç ulaşıyor. Kendi kitlemize ve kamuoyuna eylemlerimizi aktarma gibi böyle bir sorunumuz var.

Bu koşullarda düşmanın bu kadar yeri göğü inleterek, neredeyse her yeri gözetim altına almaya çalıştığı, havadan ve karadan kameralarla doldurduğu bir süreçte bu kadar eylemselliği geliştirebilmek şüphesiz sıradan bir şey değildir. Düşman basına vermeyince veya tekmiller yoluyla biraz gecikmeli verilince eylemlerimizi istenilen düzeyde tam olarak aktarmada yeterli olamıyoruz.

Eylemlerde genel olarak eskisi gibi yaygın bir tarzdan ziyade daha özgün, çarpıcı ve sonuç alıcı bir düzeyi yakalamak istiyoruz. Bu anlamda gelişen bir takım eylemler var. Bu eylemlerde en çok göze çarpan husus; Türk ordusuna karşı karadan yapılan tüm sızma-saldırı eylemlerinde Türk askerinin direnemediği, hemen çekilmesi yani daha doğrusu kaçmasıdır. Kaçışlarının bazı görüntüleri var. Şimdiye kadar gerilla nereye saldırmışsa sonuç alıcı olmuştur. Çok kısa bir zamanda hedef fethedilmiştir. Bu tarz, eylemlerde çarpıcı bir boyut oluyor. Burada da bir kez daha görülüyor ki, aslında Türk ordusunun çatışma ve savaşma kudreti çok azalmıştır. Hiç yok demiyoruz ama çok azalmıştır. Bu boşluğu hava gücü, istihbarat ve teknikle doldurmaya çalışıyor. Yoksa kara kuvvetleri eski performansından çok uzaktır. Yine tuttukları bazı tepeler oluyor, bunlar genellikle hiçbir canlının bulunmadığı tepelerdir.

Eskiden birçok yerde göğüs göğüse çatışma oluyordu, şimdiyse göğüs göğüse çatışma çok azdır. Asker gerillanın üzerine gelmiyor, şimdiye kadar öyle bir şeye rastlanılmadı. Gerillanın yaptığı eylemlerde zaman zaman kimi göğüs göğüse çatışmalar oluyor. Bazen de Türk ordusu boş sandığı bir tepeye yanlışlıkla geldiği zaman gerillayla karşılaşıyor ve göğüs göğüse çatışmalar yaşanabiliyor. Genellikle bu tür durumlarda Türk ordusunun savaşma iradesinin ne kadar zayıf olduğu öne çıkıyor. Çarpışmadan geri çekilmesi veya direnişi görmesiyle birlikte dağılmayı yaşaması pratikte görünen somut bir durumdur. Biz, karşımızda savaşan orduyu çok güçsüz veyahut zayıf gösteriyor değiliz, düşmanımızın gerçekliği budur. Türk devletinin şimdi savaşan gücü esas ordusu değildir. Bilindiği gibi daha çok JÖH-PÖH güçleriyle savaşıyorlar, yani paralı-paramiliter güçlerle karadan savaşı yürütmek istiyorlar. Bunlar hakkında televizyonlarda görüntüler çıkıyor, kahramanlıklarına ilişkin şeyler yazılıp çiziliyor ama bu paralı askerlerin de savaş performansı yoktur. Sıkıştığında sıvışan, kaçak savaşan güçlerdir.

Savaş öyle maddiyat ve parayla olmaz. Savaş inanç olayıdır. Savaşın inanç ve ideolojiyle yakından bağı vardır. Bu geliştirilen paralı askerlerde ise ideolojik boyuttan çok maddi boyut ön plandadır. Bu yüzden pratikte çok fazla bir savaş kapasiteleri olduğu görülmüyor. İHA’lar yoluyla sürekli bir biçimde hava desteği olmazsa bu güç gerilla karşısında hiç bir noktayı tutamaz. Saldırılar karşısında dağılır.

Seçimlerden önce Türk devleti Kandil’e bayrak dikeceğini söylüyordu. Sizce Türk devletinin, Başûrê Kurdistan’da askeri stratejik hedefi nedir? Şu an hangi bölgeler işgal edilmiş durumda?

Bilindiği gibi Türk devletinin yeni savaş konsepti sadece Bakurê Kurdistan’ın sınırlarını değil, diğer Kürdistan parçalarında da savaşmayı kapsıyor. AKP-MHP-Ergenekon ve El Kaide çizgisinin ittifak oluşturmasının temelinde bu vardır. Bu kapsamda Bakur’da belli bir savaş düzeyi gelişti ve gerillanın da tarz değişikliğini belli düzeyde yakalamış olmasıyla birlikte artık fazla sonuç alamayacağını biliyor. Bakur’da her ne kadar istihbarat ve teknik kullansa da gerillaya belki bazı darbeler vurabilir ama gerillayı Kürdistan’ın bağrından sökemez. Yani sonuç alıcı bir savaşı gerçekleştiremez. Bunu herhalde kendileri de biliyor.

Rojavayê Kurdistan’a dönük geliştirmek istediği konseptleri var. O da Efrîn’de büyük bir direnişle karşılandı. Ciddi bir askeri ve ekonomik yıpranmayı yaşadılar. Oradan istedikleri moral dopingini ve siyasal kazancı elde edemediler.

Bir de Suriye’deki ve Rojava’daki mevcut konjonktürel sistem Türk devletinin daha fazla bir şey yapmasına imkan vermiyor. Minbic ile ilgili bir sürü şey söylediler. Aslında Minbic’te yaşanan durum onların boşa çıkmasıdır. Daha önceden bilinen ortak sınırlarda devriyenin tertiplenmesi kendileri için gerçek anlamda bir kazanım değildir. Fakat bunu propaganda amaçlı kullanıyorlar. Türk devleti Rojava’da bırakalım ilerlemeyi, esas olarak Suriye’de bir batağa girmiş bulunuyor ve bunu adım adım hissediyor.

Bu durumdan hareketle şunları diyebiliriz; aslında Başûr’a dönük konseptlerini uygulamak için zemini kendileri için biraz daha uygun gibi görüyor. Burada Hareketimizin güçlü pozisyonu bulunmaktadır ve onlar da bundan çekinmektedir. Başûr’a dönük geçen yıldan beri  sınırı aşma, yeni mevziler edinme çabaları vardır. İlk önce Zap’ta Koordine’ye yerleşti. Burası sınır sayılıyor, sınırdan 500 m biraz daha içeride bulunuyor. Sonra bunun paralelinde Xeregol’da da içeriye 500 m veya 1 km kayan bir mevzilenme yaptı. Sonbaharda Govendê mıntıkasında Barzan’a doğru uzanan Tepê Xwedê dediğimiz ve sınıra 2-3 km’lik bir mesafede olan tepeye geldi. Buraya da böyle bir kol gibi uzandı. En son bu baharda Kanireş tepesinin sırtlarını tuttu. Burası da sınıra yakın tampon bölge diyebileceğimiz bir alandır. Türk ordusu, o sırttan güneye doğru hareket etti. Bu hat Deşta Heyatê ile Xakurkê alanı arasındaki bir hattır. Xakurkê’nin esas alanı değildir, girişi diyebileceğimiz ön hatlarıdır. Fakat bu alan boş bir alan olup bir tarafında gerilla bir tarafında da pêşmerge denetimi bulunmaktadır. Yine Deşta Heyatê’nin içinde Kevortê tepesi bulunmaktadır. Bu tepeyi tuttu ve oradan tam bir L harfi çizerek, yanlamasına Lêlikan’a yöneldi. Hava saldırılarıyla top atışlarıyla Lêlikan’a girdi. Şu anda sınır ve Lêlikan arası ölçülürse arada 20 km bulunmaktadır. Fakat Türk ordusu, bizim arazimizde 20 km ilerlemiş değildir, Kevortê’den hesaplanırsa toplam 3 ya da 4 km olmuş oluyor. Türk ordusunun tuttuğu alanlar bunlardır.

Şimdi buralarda bu biçimde durması askeri açıdan kendileri için sakıncalıdır. Çünkü bu ilerlediği noktalarda, gerillaya daha fazla hedef olma pozisyonundadır. Bu yüzden de dikkat edilirse başta Lêlikan olmak üzere bu yerlerde sürekli olarak gerilla eylemleri gerçekleşmektedir. Gerilla çok güçlü bir performans ve yeni bir durumla, sürekli suikast mesafesinde Lêlikan’ın etrafında mevzilenmiştir. O kadar uçak, helikopter ve özelde de keşif uçağı dolaşıp, her gün vuruyor olmasına rağmen orada mevzilenmiş olan gerilla herhangi bir kayıp vermiş değildir. Düşman hava vuruşlarıyla gerillayı oradan sökemiyor. Burda belli düzeyde bir tarzın tutturulması var ve bu beraberinde belli bir başarı düzeyini getiriyor.

Tutmuş oldukları bu yerlerde belli bir metrekarelik alanları var, etrafına yapabildikleri kadar kumdan doldurulmuş büyük duvarlar halindeki setlerle duvar oluşturup ve ancak onların içinde kalabiliyorlar. Kendi bulundukları yerlerin 500 metre veya 1 km dışına çıkma gibi bir durumları söz konusu değildir. Ancak havadan keşifle oraya bakabiliyorlar. O asker mevzileniyor ve o mevzilendiği yerde sabittir, kendi savunmasını dahi kendisi yapamıyor. Havadaki keşif uçağı ve onun koordinesiyle gelen uçaklarla o tepeler korunuyor. Öyle olmasa o tepelerde bir gün dahi kalamazlar. Şimdi bu hava desteğine dayalı tuttuğu alanlarda bu kadar tekniğe rağmen yine de fazlasıyla zorlanıyor ve gerillanın kuşatması, saldırısı altındadır. Normalde askeri açıdan baktığında, alanda ilerleyip hakimiyet kurması gerekir ki kendi güçlerinin savunmasını yapabilsin. Bunu yapmak için ya ilerleyecek ya da geri çekilecek.

Türk devleti bahardan beri bulunduğu bu alanlarda bekleme halindedir. Aslında tam cesaret edemediği için şu an karar verme aşamasındadır. Alandan geri çekilirse bu kendisi için yenilgi durumu olur ve o da bunu yapmak istemiyor. Özellikle  seçim sürecinde yürüttüğü propaganda, sürekli gündemde tuttukları söylemleri daha çok savaşmak ve ilerlemek üzerinedir. Yine Başûr’a dönük konsept gereği yönelmeleri gerekiyor. Sözüm ona bu konsept ile gerillayı oradan çıkaracaklar ve böylece gerillayı etkisiz, güçsüz kılmış olacaklar. Aslında kendilerince bir nevi geçmişte yapılamayan işgali gerçekleştirme girişimi oluyor. Bu konsepti 1999’daki uluslararası komplodan daha kapsamlı bir planlama temelinde ele alıyorlar. Güya o zaman bile başarılamayan, PKK’nin sökülemeyen karargahlarını söküp atacak, kendisi yerleşecekmiş. Böyle bir konseptten söz ediyorlar. Eğer gerçekten böyle bir konseptleri varsa ilerlemeleri gerekir.

İlerleme için tek başlarına cesaret edemiyorlar, çünkü ciddi bir gerilla direnişiyle karşılaşacaklarını biliyorlar. O arazinin detaylarında kendileri için daha farklı ve tehlikeli sorunların yaşanabileceğini, sürprizlerle karşılaşabileceklerini hesap ediyorlar. O açıdan da yandaş arayışı içerisindedirler. Biz biliyoruz ki İran ve Irak’la çeşitli düzeyde görüşmeler yaptılar. Hatta bu üç devlet birlikte Bağdat’ta da görüşmelerde bulundular. Bu görüşmeler şu anda da zaman zaman gerçekleşiyor. Türk devletinin bu görüşmelerde öne sürdüğü temel şey ”Biz PKK’ye karşı ortak bir operasyon yapalım, PKK’yi tümden ortadan kaldıralım, sonradan hepimiz için baş ağrısı olan Başûr’daki bu Kürt sorununu çözüp, oradaki Kürtleri statü konumundan çıkaralım, böylece Kürtler üzerinde mutlak hakimiyet sağlarız” hesabıdır. Onların temel amacı budur.

Bu nedenle öncelikli hedefleri PKK’dir. Rojava için ise ”Kürtler asla statü kazanmamalı, oradaki 3 milyon nüfusluk Kürtler kimlik ve statü kazanırsa 25 milyonluk nüfusa sahip olan Bakur parçası hayli hayli statü ister. Rojava da bir Kürt statüsü olursa, ki bu özerklik mi olur federasyon mu olur, adına ne denilirse denilsin eğer o sistem gerçekleşirse bir de Başûr’daki 6 milyonluk Kürt nüfusunun federasyon olma durumu var, bu iki durumun statü alması ve doğrudan Bakur’a yansıması oradaki halkı hareketlendirmede teşvik edici bir işlev görür” iddiasındadırlar. Dolayısıyla Rojava Devrimi’nin statü almasının önüne geçme, Başûr’daki statüyü de sözüm ona önce PKK’nin tasfiyesinden başlayıp yok etmeyi amaçlıyorlar. Fakat Başûr’daki statüyü ortadan kaldırma amaçlarından bahsetmeyip, Başûr’daki halkımızı ve siyasi güçleri de PKK’ye karşı yürüttükleri bu savaşa dahil ederek, kazanmayı hedefleyen bir çaba içerisindedirler. Mevcut durumda bunu başarmaları mümkün değildir. Eğer başarma kudretleri olsaydı şimdiye değin çoktan gerçekleştirirlerdi.

Bizim kararımız şöyledir: Türk devleti Başûrê Kurdistan’ın iç taraflarına doğru ilerlerse bu bizim için bir fırsata dönüşür ve biz onların karşısında mevcut gücümüzle savunma taktiğini esas almayacağız. Kuşkusuz güçlerimizi koruruz fakat esas taktiğimiz, tarihi bir hesaplaşmayla Başûr’u Türk ordusu için bir batağa ve cehenneme dönüştürmektir. Onların gelmesi halinde bizim bu işgal girişimini tersine çevirip Türk devletine yaşatılacak tarihi bir yenilgiyle zafere dönüştürmek temel hedefimizdir.

Saldırı ve işgal girişiminde KDP ile Türk ordusu arasında nasıl bir işbirliği gelişiyor?

Türk devleti konseptini hayata geçirmek için İran ve Irak  devletlerini destekçi kılma çabası içerisindedir. Görüldüğü kadarıyla herhangi bir anlaşmaya ulaşamamışlardır. Şimdi sömürgeci faşist Türk devletinin daha çok Başûrlu güçler üzerinde yoğunlaşma durumu vardır. Bu güçler içerisinde de KDP’nin Türk devletiyle belli bir uzlaşma içerisinde olduğu görülüyor ama bu uzlaşmanın boyutunun ne olduğu pek net değildir. Pratikte görülen; siyaseten Türk devletine yer açma, onun işgal girişimlerine karşı ses çıkarmama, karşı durmama, istihbarat alanında bilgi paylaşmasıdır. Mevcut durumda Türk devleti KDP ile belli bir uzlaşma tutumu içindedir. Şimdiye kadar görülenleri bu çerçevede izah etmek mümkündür. Bundan sonra KDP böyle devam eder mi etmez mi, bu ilişkisini daha da ilerletir mi ve ya geriye mi çeker, belli değildir. Türk devleti sadece KDP değil de diğer Güneyli örgütleri de bu kapsama alarak ilişkisini ilerletmek ve bize karşı geliştirilen savaşta onları kullanmak istiyor. Çünkü KDP tek başına Türk devletiyle Başûr’da ortaklığı ilerletemez, bu KDP için siyaseten riskli olur. Bu yüzden daha çok YNK üzerinde duruyorlar. Yekgurti İslami liderinin Türk devletiyle çeşitli örgütlerin arasında aracı olma gibi bir işlev gördüğü, bu kapsamda Goran’a da baskı yaptıkları yönünde bilgiler alıyoruz. Bu temelde Hakan Fidan’ın çoğu kez Başûr’a gidiş gelişleri olmaktadır. Değişik güçlerle görüşmeler yapıyor ve baskı uyguluyorlar.

Kısacası MİT Başûr’da cirit atıyor, bir onunla bir diğeriyle görüşüyor. Türk devleti, Süleymaniye havaalanına dışarıdan gelen uçakların Türkiye hava sahasına geçmesini yasaklayarak YNK’ye karşı şantaj, tehdit ve ambargo uygulayıp zorda bırakmayı ve bu şekilde YNK’yi teslim almayı hedefliyor.

Türk devleti, Başûr’da Kürtlerin bir birliğinin olmayışını fırsat bilerek adeta meydanı boş bulmuş ve bu biçimde çeşitli kesimlerle ilişki kurup baskı uygulayarak kendi çizgisine çekme çabası içerisindedir.

Aslında Ortadoğu bölgesinde Kürt halkının önemli sonuçlar elde etmesinin koşulları doğmuştur. Ulusal birlik tutumu gelişse, parçalılığa son verilirse Kürt halkı bugün Ortadoğu bölgesinde en güçlü pozisyona ulaşabilecek bir altyapıya sahip durumdadır. Bunun görülüp herkesin sorumlu yaklaşması gerekmektedir. Bütün bu gerçeklere rağmen yüzünü ulusal birliğe değil de Türk sömürgeciliğiyle işbirliğine çevirenler yarın tarih karşısında hesap vermekten kurtulamayacaklardır. Her şeye rağmen ulusal birlik amacıyla diyalogda ısrar etmemiz, diyalog ve tartışmalarla sonuç almayı hedeflememiz gerekmektedir.

27 Temmuz’daki telsiz konuşmanızda, ”Savaşta köklü değişimler yaşandı/yaşanıyor’’ dediniz. Türk ordusu artık teknolojiyle savaşıyor. Buna göre Kürdistan gerillasının yeni stratejisi ve taktiği nasıl olacak?

Son 20-30 yılda yaşanan teknolojik gelişmeler, özellikle son 10-15 yılda bu teknolojik gelişmelerin savaş sahasına ve araçlarına daha yaygın bir biçimde yansıtılması nedeniyle  savaşın strateji ve taktiklerinde köklü değişimlerinin yaşanmasına yol açmıştır. Bu gerçeklik sadece bizim için değil, herkes için geçerli olan bir husustur. Günümüzde savaş daha çok insan kalitesi, istihbarat ve teknikle yürütülmektedir.

Savaşın kazanılmasında insan yeteneği, iradesi ve gücü sonucu tayin edici bir faktördür. Gelişkin, kaliteli ve yetkin insanı olmayan istihbaratı da doğru değerlendiremez, tekniği de gerektiği gibi kullanamaz. Ama özellikle savaşta taktik olgusunu çok yönlü bir biçimde ele almak, derinleştirmek, yine yaşamın her alanında derinlik ve incelikte gereken düzeyi yakalamak ancak ve ancak insan kalitesiyle mümkündür. Bu yüzden bütün teknolojik gelişmelere rağmen savaşın kaderini tayin edecek esas faktör insanın kendisidir.

Biz profesyonelliği üç ayak üzerinden tanımlıyoruz;

* İdeolojik kararlılığı ve inancı olan yani partileşmiş fedai kişiliktir.

* Savaş teorisini ve kültürünü edinmiş, askeri disiplini yaşamının bir parçası haline getirmiş, taktik zenginliği ve savaş sanatını özümsemiş askeri kişiliktir.

* Savaş araçlarının kullanımında uzman olan, branşlaşma temelinde çeşitli dallarda savaş araçlarını yetkin ve yaratıcı bir biçimde kullanabilen uzman askerdir.

Bu üç ayağı bir kişide geliştirerek profesyonel asker yetiştirebiliriz. Bu konuda şimdiye kadar belli bir düzeyi kazanmış bulunuyoruz. Bütün gerilla gücü profesyonel, uzman ve yetkin olmak zorunda. Her türlü manevra kabiliyetine sahip, askeri bilinçle taktik derinliğe ulaşmış bir gerilla gücü çağımızda derin gizlilikle düşman istihbaratını felç edecek ve tekniğini boşa çıkaracak bir performansı göstermek durumundadır. Bunu yapan bir gerilla, düşmana etkili darbeler vurma imkanına kavuşacak, teknik karşısında insan gücünün yükselişini ispatlayacak, böylece 21. yüzyıl gerillasının özelliklerini açığa çıkaracak bir düzeyi yakalamak gerekiyor. Sadece yenilmez bir gerillayı değil, zafer gerillasını yaratmamız tüm halklar için yeni bir mücadele çağının başlaması anlamına gelecektir.

Bu konuda bir hayli yol kat ettiğimizi, önemli bir düzey yakaladığımızı 15 Ağustos’un 35. yılında daha büyük bir yükselişi hedeflemekte olduğumuzu söyleyebilirim. Bunun belli bir alt yapısı oluşmuştur. Bu konuyu ayrıntılı açmamıza gerek ama halka dayalı, halkın içinde örgütlü, öz savunmasını geliştiren, buna dayanarak direnişi salt dağla sınırlı kılmayıp tüm ülke sathına ve toplumsal kesimlere dayandıran yeni devrimci bir doktrini hayata geçirerek kesin sonuç alacağımıza inanıyor ve bu konuda yoğunlaşmalarımızın devam edeceğini belirtmek istiyorum.

Gerillanın esir aldığı asker, polis ve devlet görevlilerinin sayısı ne kadardır? Bunların serbest bırakılması konusunda bir girişim var mı?

Elimizdeki asker, polis, rütbeli devlet görevlisi düzeyinde olan belli bir grup esir vardır. Türk devletinin esirlerin serbest bırakılmasına ilişkin bize yansıyan herhangi bir çabası söz konusu değildir.