Altun: İdlib'de henüz zafer kimsenin değil!

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Rıza Altun, İdlib’de henüz zafer kazanılmadığını belirterek, Türkiye’nin yenilgilerden zafer üreten, kaçarken zafer naraları atan bir ülke olduğunu söyledi.

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Rıza Altun, Medya Haber kanalında Cumartesi akşam saat 19:00'da yayınlanacak özel programın birinci bölümünde Suriye krizini değerlendirdi. Altun, Rusya ve Türkiye’nin çelişkilerin üstünü örtmeye çalıştığını ifade ederek, “İşler yolunda gitmiyor” dedi.

İDLİB SURİYE ÇIKMAZINDA ÖNEMLİ BİR NOKTA

KCK YK üyesi Rıza Altun, Suriye krizini değerlendirirken özellikle İdlib’in bu çıkmazda önemli bir nokta olduğunu kaydetti.

Altun şöyle konuştu: “Daha önce de söylediğimiz gibi Suriye çıkmazında İdlib önemli bir noktayı teşkil ediyor. İdlib sorunu çözülmeden gerçek anlamda Suriye’deki mevcut krizin çözümü ya da sorunların çözümüne yönelik ciddi bir gelişmenin olmasını beklememek gerekiyor. Çünkü İdlib aynı zamanda Suriye’de sorunların nasıl çözüleceğinin de önünü açabilecek bir özelliğe sahiptir. O aşamaya gelindi zaten. Başında da söyledik. Suriye için İdlib olmazsa olmazdır. Birincisi, Suriye’deki mevcut devletin, iktidarın hegemonyasını sürdürebilmesi için İdlib’de hâkimiyetini sağlamak zorundadır. Başka hiçbir seçeneği yoktur. Orada bir uzlaşma anlaşma söz konusu olamaz. İkincisi, cihatçılar için de İdlib bir varlık nedenidir. Yani Suriye’nin diğer taraflarının tümünden çekildikten sonra İdlib son tutunma noktasıdır. Son tutunma noktası gerek cihatçıların Suriye rejimindeki emelleri açısından çok önemli gerekse cihatçılara uluslararası desteği verenler açısından çok önemlidir. Onların yürüttüğü siyasetin kilitlendiği yerdir. O zaman cihatçılar ya siyasi bir süreçle kendisini Suriye’ye tabi etmek zorundadır ya da savaşarak İdlib’de varlığını sürdürmesi gibi bir zorunluluğu vardır. Böyle vazgeçilmez bir denklem vardır. O zaman bu denklem hangi yöntem ve amaçlarla çözülecek? Burada temel kriter çatışma olmaması değil.”

ABD, İDLİB’DE RUSYA YENİLGİSİ ORTAYA ÇIKARMAK İSTEDİ

İdlib’de çatışma olup olmamasının çok önemli olmadığına işaret eden Altun, “İki temel şey var; Bu sorunun çözümünde ya güçler karşılıklı savaş haliyle bunu hallederler ya da bunu bir biçimiyle taktik, siyasi, diplomatik ilişkilerle herhangi bir tarafın diğeri üzerindeki hakimiyeti ve hak elde etmesiyle olabilecek bir şeydir” dedi.

Altun şöyle devam etti: “Tam da İdlib meselesi gündemleştiğinde büyük bir çatışmanın olacağına dair söylentiler vardı. Herkes bir çatışma ortamının olacağını bekliyordu, bu olabilirdi de. Çatışma kapıdaydı. Fakat neden çatışma olmadı, neden savaşa dönüşmedi önemlidir. Burada meselenin özünde bir değişiklik yok. Aktörlerin sürece yaklaşımında öngördükleri siyaset ve geliştirdikleri taktikle bağlantılıdır. Temeli değişmiyor, özü değişmiyor.

Yani çatışmanın olup olmaması çok önemli değil. Tabi neden çatışmanın olmadığının da cevabı var. Bir kere Rusya bunu göze alamadı. Rejim ve Suriye de bunu göze alamadı. Bir sefer uluslararası koalisyonun İdlib’e yaklaşımı önemlidir. O dönemde İdlib meselesi konusunda Amerika’dan yapılan açıklamalar, İngiltere, Fransa hatta Almanya vb. güçlerin yaptığı açıklamalar vardı. Adeta İran’ı, rejimi ve dolayısıyla Rusya’yı tehdit eden bir pozisyon içerisine girdiler. Ama bu tehdit öyle sıradan bir tehdit değildi. Yani peşinen kimyasal silahın kullanılacağını dillendirdiler. Ve kimyasal silahların kullanılması halinde kesin müdahale edileceğini söylediler, Akdeniz’e güç yığdılar. O zaman bu çok ciddi bir durumdur. Daha önce Rusya’nın uluslararası koalisyona yaptığını adeta uluslararası koalisyon da İdlib’de Rusya’ya yaptı. Daha önce Rusya’nın Türkiye ile geliştirdiği ilişkiler ve Türkiye üzerinden cihatçılarla geliştirdiği ilişkilerde kazandığı bir mevzi vardı. Bu mevzi de büyük bir başarıyı elde etti. Ama bu Amerika’nın çıkarlarına da ters düşen bir sonucu ortaya çıkardı. Büyük sorunlar ortaya çıkardı. Ama İdlib meselesinde Rusya tam son oyununu oynarken uluslararası koalisyon da tersinden burada bir Rusya yenilgisi ortaya çıkarmak istedi, rejim ve İran yenilgisi ortaya çıkarmak istedi. Böyle olunca savaşı göze alamadılar. Çünkü ciddi bir şekilde vurulacaklardı.”

TÜRKİYE GÖZE ALAMADI

“O zaman meseleyi daha değişik yollardan halletmenin imkânları varsa o imkânlar üzerinde siyaset yapmak daha çekici geldi onlara” diyen Altun, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bunun karşısında Türkiye’nin durumuna baktığımız zaman tam da neden böyle bir anlaşmanın yapıldığını anlamış oluyoruz. Türkiye’de eğer uluslararası koalisyonla sorunlarını çözüp de o cephe de yer alabilmenin imkânlarını yaratabilseydi Türkiye kesinlikle böyle bir anlaşmaya gelmezdi. Tampon bölge yaratma, cihatçıları çekme, ağır silahları çekme de kendisini sorumluluk altına sokmazdı. Fakat onlarla tam ilişkilerini düzeltemediği ve o cepheye geçemediği için bir savaş durumunda Rusya’yı da karşısına aldıktan sonra kendisi için çok büyük bir yıkıma neden olacağını çok iyi biliyordu. Yani bir yanıyla Rusya ile karşı karşıya gelecekti, onunla ilişkileri bozulacaktı diğer taraftan zaten uluslararası koalisyonla da ilişkileri bozuk bir konumdadır. Bu ikisini göze alamadı. Bir de gelecek mülteciler ve oradaki cihatçıların yaratacağı sorunların kaldırılamayacak kadar ağır sonuçları olacaktı. Çünkü bütün dünya cihatçıların yeniden dünyaya yayılmasına karşı, bunu istemiyorlar ve Türkiye’nin de bunu durdurmasını istiyorlar. Yine mülteci krizi temel kriz noktası haline gelecekti. Şimdi bunlar olmuyor. O zaman Türkiye’de en az Rusya kadar çatışmak yerine işi başka bir biçimde çözme artık kendisi için kaçınılmaz bir noktaya geldi. Bu iki neden sorunu çatışmalı olarak gündemleştirmek yerine çatışma olmadan sorunu çözmenin arayışına soktu.”

KAÇARKEN ZAFER NARASI ATAN ÜLKE: TÜRKİYE

İdlib’de kimse için bir zafer henüz yaşanmadığını belirten Altun, Türkiye’nin yenilgilerden sürekli zafer ürettiğine dikkat çekti.

Altun şu değerlendirmelerde bulundu: “Tabi kimse için bu bir zafer değil. Sanki bu bir diplomatik zafermiş gibi gösterilmeye çalışılıyor. Bu, Türkiye’nin geleneksel yaklaşımıdır. Yani sürekli yenilgilerden kendisine zafer üretmektir. Türkiye kadar kaçarken zafer narası atan başka hiçbir ülke yoktur. Sürekli zafer çığlıklarıyla ayakta kalabiliyor. Bu böyle bir şey yoksa ortada bir zafer yoktur. Çünkü içine girmiş olduğu ilişkiler Rusya’nın, İran’ın ve rejimin işine geliyordu. Bu önemliydi. Mesela ta Lazkiye sınırından başlayıp da Halep’e kadar 20 km kadar çatışmasız olarak İdlib bölgesini de boşaltmak, ağır silahların çekimini sağlamak, Lazkiye-Hama yolu Hama-Halep yolunun ulaşıma açık yolunu sağlamak. Zaten burayı sağladıktan sonra oradaki cihatçıların büyük imkanları ortadan kalkıyor. Şu anda karayollarını onlar denetliyor. O sınır üzerinde ticaretleri var, o sınır içerisinde ajitasyon-propaganda ilişkileri var. Orayı kaybettiği zaman zaten cihatçılar bir baskı unsuru olmaktan çıkıyor. Bu bir kazanım olacaktı onlar için. Türkiye’nin böyle bir taaddüt altına girmesi sonrasında parça parça İdlib’in rejime ya da Rusya’ya verileceği anlamına geliyordu. Bu 20 km’lik alan böyle kararlaştırıldı. Ama bununla sınırlı değildi. Bu alan netleştikten sonra İdlib sorunu yine çözülmeyecekti. O zaman bir 20 km daha aynı yöntemlerle İdlib sonuna kadar gidecekti.”

ÇETELERİN BÜTÜN SORUMLULUĞU TÜRKİYE’YE AİT

“Sonuna kadar böyle bir taktik izlenecekti. Bunun sorumluluğu da Türkiye’ye dahil edilmişti. Bütün bunların hamiliğini yapan Türkiye’dir. Cihatçıları çekmesini sağlamak, çekilmeyenleri de ya ikna etmek ya da yok etme sorumluluğu ise Türkiye’ye aitti. Oraların boşalması, ağır silahlardan arındırılmasının tüm sorumluluğu Türkiye’ye verildi. Bence Rusya açısından bundan çok daha başarılı bir siyaset olamaz. Bu oldukça önemli bir siyaset. Ama Türkiye’nin bu noktada en ufak bir kazancı yok. Kazancı olmadığı halde içine girdiği çıkmazın adeta bir Soçi teslimiyeti olduğu ortaya çıktı. Baktığımız zaman bu bir aylık süre içerisinde ne oldu? Sonuçta bu planın uygulanması da belki Türkiye, İran, Suriye, Rusya için iyi bir plan ama bir de orada cihatçı kesim vardır. Bunlar her ne kadar Türkiye’nin şemsiyesi altında toplansa da Türkiye’nin geliştirmiş olduğu stratejinin ne olduğunu bilebilecek bir durumdadırlar.

Türkiye’nin bu cihatçı kesimler açısından gerçekten ciddi sıkıntıları var. Birincisi, İdlib’i boşaltmanın sözünü vermiş, İdlib’i boşaltması gerekiyor. İkincisi, İdlib’in boşalması durumunda bu kadar cihatçının ne yapılacağı konusuna çözüm getirilmesi gerekiyor. Herkes tavrını koydu bu anlamda. Bu ciddi bir sorundur. Sadece Çin açısından, Rusya açısından değil dünya açısından da bu önemlidir. Orada bir miktar cihatçı var. Bu cihatçılar içerisinde oldukça sayısı yüksek yabancı ülkelere ait cihatçılar da var. İdlib operasyonunda bunların tümünün yeniden dünyaya dağılması tehlikesi var. Böyle bir operasyonda AB ülkelerinin kesinlikle Türkiye’de bunların bir biçimiyle dünyaya yayılmasını engellenmesini isteyen yaklaşımları var.”

TÜRKİYE KENDİ IRKINDAN GELEN CİHATÇILARI KATLETMEKLE KARŞI KARŞIYA

“Hatırlarsanız Türkiye, Rusya, Fransa, Almanya zirve yapacaklar dediler. Bu bir yönüyle bununla bağlantılıdır. Onun içinde Türkiye mevcut cihatçıların dünyaya yayılmasında sorumludur. Eğer cihatçılar dünyaya yayılırsa Türkiye’yi sorumlu tutacaklar. Yayılmasını engellemek içinde onları bir biçimiyle imha etmek zorundadır. Ama bundan da önemlisi Rusya’nın bu konudaki tavrıdır. Çok ciddi bir sayıda Kafkas kökenli cihatçılar var. Bu Kafkas kökenli cihatçılar HTŞ’nin içerisinde bir güç oluşturuyorlar. Bunların büyük bir bölümü İdlib operasyonundan sonra tekrar Kafkasya’ya dönerse Rusya için büyük bir tehlike oluştururlar. Putin bunu çok iyi biliyor. Temel sorun budur. Yani bir yanıyla İdlib’i adım adım rejime teslim ederken, Rusya’ya teslim ederken diğer tarafta da özellikle de Kafkas kökenli cihatçıların tekrar Kafkasya’ya dönmemesi için Türkiye’nin mutlaka bir çözüm bulması gibi bir yükümlülüğü var. Bunu da kabul etmiş bir durumdadır. Yani öyle ki o Erdoğan’ın o çok milliyetçi, Turancı, kızıl elmacı görüntüsü şimdi kendi cihatçılarının nasıl katledileceğinin anlaşmasına dönmüştür. Adeta kendi ırkından gelen cihatçıları yok etmeyle karşı karşıya kalmıştır. Bu da Rusya için kırmızı bir noktadır. Türkiye’yi buna itti.”

TÜRKİYE’NİN İKİLEMİ

“Şu anda Rusya bir yanıyla uluslararası koalisyonla bir denge içinde, çatışmadan durmanın siyasetini yaptı diğer taraftan da İdlib’deki bütün pislikleri Türkiye’ye temizletme, Erdoğan’a temizletme gibi bir siyaset güttüler. Son dönemlerde duyuyoruz, belli örgütlerin önde gelenleri suikastlarla öldürülüyor hatta bazen çatışma çıkıyor. Çekilmeyi kabul etmeyenleri yok etme yükümlüğünü de Türkiye kabul etmiş bir durumdadır. Bu nokta yeni bir aşamadır. Ya anlaşma bu şekilde devam eder ama anlaşma bu şekilde devam ederse Türkiye ile cihatçılar arasında bazı sorunların çıkma olasılığı vardır. Türkiye infazlarını hızlandıracak, cihatçıları tümden teslim almak gibi bir noktaya gelecek ya da Türkiye bunu yapmazsa küçük ayak oyunlarıyla Rusya ya da rejimi kandırmaya çalışırsa rejim ve Rusya bir biçimiyle uluslararası koalisyonun bütün tehditlerine rağmen orada yol almak gibi bir zorunlulukla karşı karşıya gelecektir. Bu yeniden çatışmayı tetikleyebilir. Çatışma ya Rusya’nın öncülüğünü yaptığı İran, Suriye cihatçılar bağlamında yürüyecek ya da mevcut durumda Türkiye ilişkileri bozulacak cihatçılar ve Türkiye ile birbirini vurdukları bir duruma dönüşecektir. Bu netleşecek.”

İŞLERİN YÜRÜMEDİĞİ KESİN

İdlib’de tampon bölge için belirlenen 15 Ekim tarihinin geride kalmasına rağmen yaklaşımların halen yumuşak olduğuna dikkat çeken Altun, bu durumu şöyle yorumladı:

“Dikkat edilirse, süre dolmasına rağmen sorunda çözülmemesine rağmen burada yaklaşımlar çok yumuşaktır. Suriye bu konuda tutumunu koyuyor ama o taktik bir yaklaşımdır. Suriye’nin söylediklerini fazla ciddiye almamak gerekir. O meselenin taktik yaklaşımıdır. Suriye’nin ne öyle bir gücü vardır, ne o yetkisi vardır. Ama Suriye’nin öyle konuşması gerekiyor çünkü sonuçta bir hükümettir. Ama bakıyorsun Rusya’dan çok sert sesler çıkmıyor. Sanki işler çok iyi gidiyormuş gibi bir hava yaratıyorlar. Tamam, işler yürüyor diyor ama işlerin yürümediği kesindir. Türkiye bu konuda çabalar sarf ediyor, beklentileri var.”

RUSYA VE TÜRKİYE ÇELİŞKİLERİN ÜSTÜNÜ ÖRTMEYE ÇALIŞIYOR

“Rusya’nın yavaş ve sorunlu da olsa yavaş yavaş gitmesinden yana bir yaklaşımı var. Türkiye ise işlerin tıkır tıkır gittiğini söylüyor ve o da aynı dönemde Fırat’ın doğusunu gündemleştiriyor. Her ikisi de çözülmeyen bir Soçi sorununun üstünü kapatarak, çelişkilerin üstünü örterek meseleyi idare etmek isterken diğer tarafta da yeni bir siyasi hamlenin ilişkinlerini canlı tutmanın karşılıklı mesajlarını veriyorlar. Mesela Rusya ile Türkiye’nin karşılıklı olarak Fırat’ın doğusunun gündemleştirilmesi İdlib sorunu ile bağlantılı olduğu kadar ittifakların yürütülmesinin gerekliliğine de işaret eden bir durum oluyor. Çünkü onunla daha uzun vadeli bir ittifakın daha stratejik bir ittifakın olabileceği mesajını veriyor. Rusya, Suriye’nin çıkarları temelinde Fırat’ın doğusunu merkezi iktidar için isterken Türkiye ise Kürt düşmanlığı temelinde Fırat’ın doğusunda Kürtlerin olmaması temelinde bir siyaset üzerinde strateji geliştirmek istiyor.”

SURİYE REJİMİ HİÇ KRİZ YOKMUŞ GİBİ DAVRANIYOR

Suriye rejiminin krize yaklaşımı ve Kuzey Suriye güçlerinin tutumunu değerlendiren Altun, şunları ifade etti.

“Daha önce söylediğim gibi gerçekten de rejim sorunun siyasal yollarla çözümü konusunda karar vermiş değil. Kuzey Suriye’deki güçler nettirler bu konuda. Sorunun temel çözümünün ancak müzakere ile siyasal diyalog yoluyla çözüleceğini net olarak söylüyorlar. Bu gün Suriye’de var olan güçlerin varlık nedenleri de bu sorunla bağlantılıdır. Oradaki tüm yabancı güçlerin varlık nedeni oradaki sorunla ilgilidir. Sorunun çözülmesi halinde oradaki güçlerin varlık nedeni ortadan kalkıyor. Bu konuda Kuzey Suriye’deki güçler son derece nettir. Suriye’deki mevcut güçlerin varlık nedenini ortadan kaldırmak ve Suriye’nin birliği, bütünlüğü temelinde sorunu çözmek temelinde ciddi bir adım atıyor. Bu çok muazzam bir şey aslında. Bu rejim için de, Ortadoğu halkları için de, herkes için de muazzam bir şeydir. Bundan rahatsız olabilecek olan kim olabilir? Ancak uluslararası güçlerin varlığı bundan rahatsız olabilir. Fakat rejimin yaklaşımı böyle değil. Şimdi rejim daha çok ulusalcı, milliyetçi bir söylem temelinde sürece yaklaşıyor. Sanki hiçbir şey olmamış gibi, sanki Ortadoğu, Suriye krizi yokmuş, 8 yıllık savaş yaşanmamış gibi meseleye yaklaşıyor. Suriye’nin ulus devlet bütünlüğü açısından kendi dışındaki bütün varlıkları yok etme gibi bir zihniyetle yaklaşıyor. İşin ilginç yanı bunu yapıyor ama bunu yapmaya gücü de yok. Ama ısrarla bunu neden yapıyor bunun da sorgulanması gerekiyor. Suriye’de tek başına iktidar olacak bir güce sahip değil. Hiçbir güce sahip olmadığı halde hem halk tabanında hem de Suriye’deki dengeler açısından güç olmadığı halde halen ulus devlet temelinde kendisini tek bir güç halinde tutmasının sırtını dayadığı güçlerle bağlantısı vardır. Onlardan almış olduğu cesaretle sorunu diyalog yoluyla çözmekten çok, müzakerelerle çözmekten çok egemenlik ve hegemonyayı herkese dayatarak hiçbir şey olmamış gibi yeniden bir iktidar kurmanın beklentisi içerisindedir. Kesinlikle bu mümkün değil. Şimdiki durumda belki zamanlama açısından bunu söyleyebilir çünkü beklemesi gerekiyor.”

FIRAT’IN DOĞUSU SURİYE’NİN DİĞER BÖLGELERİNE BENZEMEZ

“İdlib sorunu çözülmeden Fırat’ın doğusu gündemleştirilemez. Fırat’ın doğusu Suriye’nin diğer yerlerine benzemez. Fırat’ın doğusundaki halkın kendi örgütlenmesi, askeri örgütlenmesi, kendi siyasi varlıkları ciddi bir düzey kazandı. Mevcut rejimden daha güçlü bir siyasal gücü var. Böyle bir gücü Suriye ile kıyasladığın zaman Suriye’nin bu gücü askeri olarak tehdit etmesi mümkün değildir. Uluslararası koalisyonun oradaki faaliyetleri var. Uluslararası koalisyonda Rusya’dan çok daha güçlü bir güç. Kendisinden güçlü bir yerel güçle, Rusya’dan güçlü bir uluslararası koalisyonun olduğu yerde hala pervasızca Fırat’ın doğusunu tehdit etmek çok akıl karı değildir. O zaman rejimin bu tehditkar yaklaşımları bir niyet beyanı olmakla birlikte siyasi karşılığı yoktur. Onun için meseleyi bence şu anda taktik bir sürüncemede bırakıyor. Diğer taraftan da meseleyi gündemleştirmiyor. Ne olacağına bakarken muhtemelen uluslararası koalisyonun yaklaşımındaki değişimler, Türkiye ve Rusya faktörlerindeki siyasi gelişmeler durumu onların lehine çevirmedikten sonra hiçbir çözüme yaklaşmayacak. Onun için zaman kazanmaya çalışıyor, onun için İdlib meselesi rejim için kilit bir meseledir. İdlib sorunu nasıl çözülecek ve İdlib meselesinin çözüm sürecinde güçler yeni bir dengeyi nasıl meydana getirecekler ve bu denge Fırat’ın doğusuna nasıl yansıyacak, bu hesapları yapmak zorunda kalacaklardır.”

Rusya ve Türkiye’nin Fırat’ın doğusunu hedef göstermelerini değerlendiren Altun, bunun tehlikeli sonuçlara yol açabileceğini belirtti.

Altun şöyle konuştu:

“Rusya’nın, Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna işaret etmeleri bence çok önemlidir. Onun üzerinde durmak gerekiyor. Yeni bir hamle geliştirilmek isteniyor. İdlib’deki durum konusunda Türkiye’nin de büyük ölçüde Rusya’nın dediğini yapması burayla bağlantılıdır. Yani Rusya adeta Fırat’ın doğusu yönündeki mesajlarını Türkiye’ye vererek Türkiye’nin Kürt inkarı konusundaki niyetlerini besliyor. Bu konuda Kürt inkarını pratiğe dökmenin Rusya gibi bir ülkeye dayanarak yapmanın Türkiye’sini oluşturuyor. Bu aynı zamanda Türkiye’ye cihatçıları temizlettiği kadar cihatçıları Türkiye’nin çatısı altında birleştirerek Fırat’ın doğusuna karşı kullanmaya kadar gidebilecek tehlikeli bir şeye yol açabilir.”

RUSYA ROLÜNÜ YANLIŞ OYNADI

“Rusya eğer Ortadoğu’ya gelişinde gerçekten de olumlu bir rol oynasaydı Suriye’ye gelmesi çok ciddi sonuçlar yaratacaktı. Rusya’nın kent, federatif ve özerk yapıları temelinde ya da demokratik bir anlayışla Ortadoğu’ya, Suriye’ye gelmesi çok olumlu bir rol oynayabilirdi. Yeni bir durum olarak gelebilirdi, bu olumlu olabilirdi. Bu aynı zamanda uluslararası güçleri de dengeleyecek bir rol açığa çıkarabilirdi. Hem uluslararası kapitalizmin, emperyalizmin Ortadoğu’daki mutlak hegemonyasına denge olabilecek bir denge ortaya çıkarabilirdi hem de onu demokratikleştirmede rol oynayabilirdi. Böyle bir imkan vardı ama Rusya’nın buraya gelişinde dayandığı temel güçler vardı. İran ve rejim faktörüne dayanarak geldi. Rusya, İran ve rejim faktörünün ulus devletçi zihniyeti, anti demokratik ve Kürt inkarı zihniyeti temelinde yaklaşırsa o zaman Rusya Ortadoğu’da daha gerici bir rol oynama noktasına gelebilir. Görebildiğimiz kadarıyla Rusya rolünü yanlış oynadı. Ortadoğu’nun demokratikleşmesi temelinde rol oynamaktan ziyade daha çok ulus devlet geleneği ile ilişki ve ittifak içerisinde dünya siyasetindeki çelişkilerini de buna kattığında adeta bir bataklığa batma sürecine girdi.”

TÜRKİYE RUSYA’DAN CESARET ALIYOR

“Mesela Türkiye’nin bu kadar azgınlaşmasının en büyük nedenlerinden biri Rusya’nın yürüttüğü politikalardır” diyen Altun, Türkiye’nin Rusya’dan cesaret aldığını söyledi.

Altun sözlerini şöyle sürdürdü:

“Türkiye’nin bölge üzerindeki hegemonyasına en çok şemsiye tutan Rusya’dır. Mevcut rejimin hala sorunların çözümüne yanaşmamasının nedeni Rusya’dan aldığı cesaretle ilgilidir. Tamam, Rusya bundan rahatsız ama pratikte ister bilerek ister bilmeyerek, defakto olarak neye hizmet ediyor? Mevcut ulus devlet sistemine ve Kürt inkarına hizmet ediyor. Böyle bir sorunu çözebilir mi? Ortadoğu sorununu çözemez. O zaman Rusya aslında kendisini bir bataklığa sürükledi. Yürüttüğü siyaset bataklık siyasetidir. Şimdi bu bataklığı yürütebilecek ciddi bir askeri ve ekonomik gücü yok. Dünyanın diğer güçleri ondan daha fazla güçlüdürler. Onun için kendisi bu bataklıkta sürekli mağdur pozisyonda kalacaktır. Buradan çıkmanın da yolunu bulamıyor. Mesela Türkiye ile ilişkilerini değiştiremiyor. Mevcut İran ve Suriye ittifakını da değiştiremiyor. Bunu da değiştirdiğinde yeni aktörler bulamıyor. Yeni aktörler bulamayınca da adeta kör bir kuyuya girmiş gibi oluyor. İstese de istemese de Rusya nasıl ki başkalarını kullanma temelinde bir siyaset yapıyorsa ama başkaları tarafından da çok kötü bir şekilde kullanıldığını da kesinlikle bilmesi lazım. Her seferinde Türkiye yapmış olduğu bu siyasette kendini bu denklemin çöküntüleri içerisinde buluyor ama bu çöküntülerinden çıkarken de farklı bir yere sıçramanın imkanını bularak yol almaya çalışıyor.”

TÜRKİYE’NİN HESAPLARI TUTACAK MI?

“O zaman İdlib operasyonunda Rusya, Türkiye’ye İdlib’i temizletmek temelinde bir süreç, daha sonra da mevcut çeteleri (Türkiye’nin imha ettiklerinin dışında kalanları) Türkiye’nin şemsiyesi altında daha çok Fırat’ın doğusuna karşı kullanmak gibi bir siyaseti yürütme gibi hesapları vardır. Türkiye de böyle bir hesaptan beslenmek istiyor. Onun için yeniden Fırat’ın doğusu, Mınbic gibi yerleri tekrardan alevlendirdi. Fakat böyle mi gidecek çok belli değildir. İdlib’in boşalma süreci nelere yol açabilir? Bu yönlü izlememiz gerekiyor. İdlib boşalsa bile acaba son kerteye geldiğinde uluslararası güçlerin ilişkilerinin ortaya çıkaracağı durum Rusya’yı Türkiye’yi bu gün iştahlandırmasından vaz mı geçirecek, Suriye sorununu gerçek anlamda bir çözüm noktasına mı taşıyacak yoksa Fırat’ın doğusunu gündemleştirip işi derinleştirecek onu beklemek gerekiyor.”

KRİZİN KİLİTLENDİĞİ NOKTA: KÜRTLER

Bütün gelişmelerin bir bütün olduğunu belirten Altun, krizin Kürtler üzerinde kilitlendiğini kaydetti. Altun’a göre Kürtlerin inkar edilemez bir noktada olmasını kabul etmeyen bölge devletleri var:

“Gelişmeler bir bütündür. Amerika bir Ortadoğu siyaseti yapıyor. Ortadoğu’nun genelinde bir hegemonya siyaseti yapıyor. Bu hegemonya siyasetinin tek tek ülkelerdeki ifadesi vardır. Birde bloklaşma sorunları var. Genel duruma baktığımız zaman Amerika kendisi için bir konsept oluşturmaya çalışıyor. Yani İsrail ile yakın ilişki temelinde Arap birliğinin ittifakına dayalı bir Ortadoğu siyaseti. Körfezden sonra da daha çok Irak’ı etki altına almak isteyen, Lübnan’ı, Suriye’yi etki altına almak isteyen bir siyaset güdüyor. Bu siyaseti güderken tabi bu alanı meydana getirecek olan bütün güçlerin varlığını dikkate alarak bu siyaseti yürütmek zorundadır. Kürtler Ortadoğu’da önemli bir pozisyonda. Bölgesel bir aktör durumundadırlar. Mevcut Ortadoğu’daki kriz ve krizden çıkış, yeniden bir Ortadoğu hegemonyasının inşası bu bölgeyle ilgilidir. Şu anda Kürdistan’ın dörde bölünmüş olan coğrafyasıyla ilgili olan bir durumdur. Yani diğer yerlerde elbette ki önemlidir. Ama şu anda krizin kilit noktaları var, kriz üreten noktalar var. Hegemonya açısından Türkiye’dir, İran’dır daha çok dolaylı yani ikinci planda Suriye ve Irak ama bunun merkezinde Kürtler vardır. Kriz buradadır. Sorun burada kilitlenmiştir.”

“Kürtler de kriz içerisinde bölge aktörlerinin bütün güçlerini kullanmasına rağmen, uluslararası güçlerin bunlara verdiği bütün desteğe rağmen bir varlık olarak hem kendisini krizde yaşatabildiler, örgütleyebildiler, varlık haline getirebildiler hem de tüm imha politikalarına karşı bir savunma sistemi içerisine girdiler. Şimdi öyle bir noktaya geldi ki artık inkar edilemez bir noktadadır. İnkar edilemez bir noktada olmasını kabul etmeyen bölge devletleri var. Bunlar zaten hala kendi hegemonyasını sürdürmek istiyorlar. Türkiye ve İran bu konuda çok önemlidir. Bunlar Kürt inkarını yeniden Ortadoğu sistemine yedirmek istiyorlar ama Kürt inkarı da kabul edilmeyecek bir şekilde realite haline geldi. Amerika’nın dünya sitemindeki Ortadoğu’da kedisini şekillendirmesi söz konusuysa, 8 yıllık kriz ve savaşların da getirmiş olduğu sonuçlara baktığımız zaman kendi hegemonyasını ilişkilerle, yeni ittifaklarla stratejiler oluşturmak istediği görülüyor. O zaman Suriye meselesinde nasıl ki Rusya cihatçıların hepsini Fırat’ın batısından temizleyerek İdlib’e kadar kilitlediyse bu rejim konusunda belli bir güçlenme ortaya çıkardıysa artık cihatçılar temelinde rejime muhalefet yapacak kimseyi bırakmayacak noktaya geliyorsa Fırat’ın doğusunda da başından beri Amerika ve uluslararası koalisyonun yürüttüğü çalışmalar vardır. Bu çalışmalar buna paralel bir siyaset gütmek zorundadır.”

ÇETELER AZAP ORDULARI GİBİ KULLANILIYOR

“İdlib temizlenip de Fırat’ın doğusu netleştikten sonra şöyle bir sonuç ortaya çıkar; Ya uluslararası koalisyon uluslararası ve bölge hegemonyası için Rusya ile karşılıklı bir çatışmayı göze alıp çatışmalı bir ortama devam edecek ya da bir uzlaşma noktası olacaklar. Uzlaşma noktası da ortaya çıkabilir. Bunu değişik açılardan düşünmek gerekiyor. Yani bu bir yanıyla İdlib’de Rusya’nın başarısını kösteklemek isterken diğer tarafta olası bir Suriye sorununun gündemleşmesinde siyasi bir çözümün kendisi için yeni bir siyaset olacağının yaklaşımıdır. Bu uluslararası güçler ve uluslararası güçlerin bölgedeki siyaseti açısından böyle değerlendirebilir. Diyelim ki cihatçılar Rusya ile çatışma içerisinde bir ortak nokta bulamıyor. Tasfiye ile karşı karşıyadır. Bir biçimiyle ya Rusya tarafından tasfiye edilecekler ya da Türkiye tarafından tasfiye edilecekler. Ya da savaşın ön cephelerine sürülmüş azap orduları gibi kullanılacaklar ki, öyle kullanıyorlar. Ne oldu? Suriye’deki özgür Suriye muhalefeti adı altındaki çeteler Efrin’de azap orduları gibi kullanıldı. Öyle kullanılacaklar. Bu konuda çetelerin bir geleceği yoktur. Ama kuzey Suriye’deki güçler öyle değildir. Kuzey Suriye’deki güçlerin siyasal ve sosyal sistemleri var. Kendi içerisinde oluşturdukları birlikler var, ortak yönetimler var, ortak karar ve programları var, oluşumları var. Bu oluşum hem uluslararası siyasetle hem de Suriye bölge güçleriyle siyaset yapma, diplomasi yapma imkanı ve gücü var.”

“Amerika’nın siyasetiyle onların siyasetini özdeşleştirmemek gerekiyor. Bölgedeki QSD güçlerinin, yerel güçlerin yürüttüğü siyaset ayrıdır, Amerika’nın yürüttüğü siyaset ayrıdır. Ama ikisinin ilişkisi aynılaştırılamaz. Kuzey Suriye güçleri, Suriye sorununun demokratik temelde çözümü için çaba sarf ediyorlar. Her şeye rağmen Suriye’de daha olumlu bir gelişmenin ve olumlu sonuçlarının ortaya çıkmasının çabası içindedirler. Savaş tercih ettikleri bir şey değil. Bölünme tercih ettikleri bir şey değildir. Siyasetini böyle geliştirirken oradaki güçlerle de bu temelde bir ilişkilenme içerisinde sürece müdahil olmak istemektedir.”

SUUDİLER DE BU KAOSTA GÜÇ OLMAK İSTİYOR

Suudi Arabistan’ın da Ortadoğu kaosunda güç olmak istediğini ifade eden Altun, şöyle konuştu:

“Basında bazı şeyler çıkıyor tabi ama bunların ne kadar doğru olduğunu bilemiyoruz. Yani şöyle bir durum var; mevcut Ortadoğu kaosunda Suudiler de bir yerde güç olmak istiyor. Bir bölge gücü olmak konusunda ısrarı olanlar var. Mesela Türkiye, İran, Suudi bölge gücü olmak istiyor, daha pasif bir şekilde Mısır da bölge gücü olmak istiyor. Bölge gücü olmak isteyenler bölgedeki gelişmelere bir biçimiyle katılmak durumundadırlar. Mesela Suudilerin başından beri böyle bir niyetleri var. Başında ne yaptılar? Daha çok Türkiye ile ilişki içerisinde, Türkiye-Katar ilişkisi çerçevesinde bir Ortadoğu konsepti oluşturmak istediler ama başaramadılar. Cihatçıların bir kısmını örgütleyip onları besleyerek Suriye’de varlık olmak istediler, bunu da çok başaramadılar. Şimdi bir yanıyla Türkiye ile karşı karşıya geldiler diğer yanıyla uluslararası koalisyonla daha yakın bir temas içerisinde bir duruma geldiler. Şu an da uluslararası güçlerin oluşturmak istedikleri Arap birliği perspektifi ile baktığımız zaman nasıl ki Suudiler yemende bir güç olmak istiyorlarsa, Körfez de güç olmak istiyorlarsa, Mısır’da güç olmak istiyorlarsa Arap ittifakı ile aynı zamanda Suriye ve Irak’ta da güç olmanın çabası içerisindedirler. Şimdi uluslararası koalisyonda bunu ondan istiyor. Yani Arap birliğinin oluşturulmasının temel nedeni budur. Yani Arap birliğinde aktif bir şekilde sürece çekmek ve Arapların sahasını biraz daha genişletmektir. Bu anlamıyla İran karşısındaki tutumlarını pratiğe dökmek gibi bir tutumları var. Suudilerin buradan baktığımız zaman bu anlamda girişimleri söz konusu olabilir. Fakat Suudilerin şimdiye kadar oynamış oldukları rol çok tavsiye edilecek bir rol değildi. Daha çok İslami ve cihatçı güçleri kendi siyasi çizgisi temelinde yemelik haline getirmek, bu konuda çok başarılı olamadı. Bundan sonra ne olur, Suriye, Irak siyaseti ne olur? Onu birazda uluslararası koalisyon ve bölgedeki Arap gücünün oluşumuyla düşünmek ve hesaplamak gerekiyor.”

SUUDİLER SORUNLARI KÖRÜKLERSE...

“Kuzey Suriye’deki mevcut Kürt ve Arap oradaki bütün etnik ve dini toplulukların oluşturduğu bir durum var. Yani özellikle de kuzey Suriye’den Derazor’a kadar giden hat üzerinde oluşturdukları bir durum var. Bu çok ilginç bir durum. Tarihte de çok az görülmüş ama bölgede hiç kimsenin düşünmediği bir siyaset temelinde yeni bir toplum kuruluyor. Bu kuruluyor ama 7 senedir de bunun çalışmaları yürütülüyor. Bunun yaratmış olduğu gelişmeler vardır. Eğer dış güçler bunu görmeden sürece müdahale etmek isterlerse kendi hegemonyaları açısından belki bazı kesimleri bulabilirler ama toplumun bir bütününü eskisi gibi kullanma şansına sahip değildir bir sefer. Ama oradaki güçlerin birlikte yeni bir Suriye’yi yaratmaya yatkın bir yaklaşım varsa elbette bu bir ilişkiyi gerektirebilir. Onların yaklaşımıyla ilgili bir durumdur. Şimdi Suudiler eğer oradaki güçlerin kuzey Suriye’deki güçlerin Suriye meselesindeki çözümünü zorlayıcı bir siyaset yapmazsa, katkı sunma temelinde bir yaklaşım söz konusu olursa ve bu katkı giderek Ortadoğu’daki krizin çözümüne yönelik sonuçlarından sadece beslenmeye çalışırsa çok ciddi bir sorun çıkmayabilir. Ama yok orada bir hegemonya sahası oluşturayım, yeniden bir etnik milliyetçiliği körüklüyeyim, yeniden halkları birbirine düşüreyim gibi bir tutum içerisine girerse eskiden beri beslediği cihatçılardan çok farklı bir rol oynamamış olur. O zamanda elbette ki onun karşısında durulacağını düşünüyorum.”