Müslim: Tüm saldırılara karşı ayakta kaldık

Rojava Devrimi'nin 7. yılına ilişkin değerlendirmelerde bulunan TEV-DEM Dış İlişkiler sorumlusu Salih Müslim, tüm saldırılara karşı halkın öz gücüyle ayakta kaldıklarını belirtti.

Suriye’de başlayan iç çatışmalarda Kobanê Halk Meclisi, 19 Temmuz 2012 yılında Kobanê’nin yönetimini üstlenerek Rojava devriminin ateşini yaktı. Gerçekleşen devrimin ardından Rojava bölgesi Türk devletinin desteklediği DAİŞ, El Nusra gibi çetelerin saldırısına maruz kaldı. Rojava devriminin 7. yılı vesilesiyle ANF'ye konuşan PYD eski Eşbaşkanı ve TEV-DEM Dış İlişkiler sorumlusu Salih Müslim, Suriye’de 7 yıl boyunca yaşananların bir devrim değil, iktidar çatışması olduğunu, tek devrimin ise Rojava’da gerçekleştiğini belirtti.

Rojava Devrimi’nin sembol isimlerinden olan Salih Müslüm Rojava Devriminin başlangıcından günümüze gelişimi, esas aldığı 3. siyasal çizgi ve Rojava Devrimi’nin 7. yılında yaşanabilecek gelişmelere ilişkin sorularımızı yanıtladı.

7 yılına giren Rojava Devrimini neden '3. Alternatif çizgi' olarak adlandırdığınız bir çizgiyle başladı ve bu çizgi Rojava’da nasıl vücut buldu?

Ortadoğu’da 2010 yılında başlayan ayaklanmalar sistemin 1995'lerden itibaren geliştirmek istediği Yeni Dünya Düzeni temelinde hazırlanmıştı. Tabi Tunus, Libya, Mısır vb. hareketlenmeler oldu, bazılarında iktidar değişti, bazılarında NATO güç kullandı. Bu değişecek dünya düzeni için model olarak ılımlı İslam belirlenmişti. Yine Türkiye’ye rol verilmişti. Bu temelde Erdoğan 2002 yılında Türkiye’de iktidara geldi. Arap ülkelerinde iktidar değiştiğinde de iktidara Müslüman Kardeşler geldiler.

Sonra sıra Suriye’ye geldi. Suriye iç savaşı başladığında antidemokratik bir rejim ve onun iktidarını yıkıp yerine kendisi geçmeye çalışan dış destekli Müslüman Kardeşler vb. güçler vardı. Biz her ikisini de esas almadık. Rejime karşı savaşmadık fakat Suriye’deki silahlı gurupların arkasındaki gücü ve onlarında demokratikleşmeyi değil iktidarı hedeflediğini bildiğimizden kendi alternatif duruşumuzu, çizgimizi belirledik. Bunu da 3. siyasal çizgi olarak ifadelendirdik. Hedefimiz demokratik haklarımızı almak, halk örgütlülüğü kurmak ve kendi gücümüze dayanmaktı.

'ALTERNATİF BİR SİSTEM OLUŞTURUYORUZ'

Bu noktada her iki güçle de diyalog kapılarını kapamadık ama onlarla birlikte olmadık. Fakat bu silahlı güçlerin rejimi gerekçe göstererek alanlarımıza girme ve saldırma istemlerinin artması, rejimin demokratik kurumlaşmalara engel olması nedeniyle 19 Temmuz’da Kobanê’den başlayarak rejim güçlerini alanlarımızdan çıkardık. Bu süreçte kimi yerlerde küçük çatışmalar oldu ve fazla kan dökülmedi.

Biz alternatif bir sistem oluşturuyoruz. İktidarcı olmayan, iktidara bakmayan, halkın kendi imkanları ve örgütlülüğüyle kendi kendini yönetebileceği bir sistem oluşturuyoruz. Zaten buna aslında 19 Temmuz’dan önce başlamıştık. Halkın güvenliği için kurumlar oluşmuştu. Hatta halk mahkemeleri, halk kurumlarının örgütlenmeleri başlamıştı. 19 Temmuz Devrimi daha başlamadan yani 2011’den itibaren geçen bir yıl içerisinde bu örgütlenmeleri yapmaya çalıştık. Halkı örgütlemiştik. Bunlar 3. çizgimizin adımları oluyordu.

HALK KENDİ GÜCÜ İLE İHTİYAÇLARINI KARŞILADI

19 Temmuz’da başlayan devrimle birlikte rejim bizim bölgelerimizden çıkarıldıktan sonra bu durum daha etkili bir şekil aldı. Kurumlar daha özgür bir biçimde gelişti. Halk kendi gücüyle kendi ihtiyaçlarını karşıladı. Kendi gücüne dayanmaya çalıştı. En başta da bu bir zihniyet meselesidir. Halk onlarca senedir BAAS rejimi gibi otoriter, baskıcı bir rejimin yönetimi altındaydı. Fakat birdenbire kendini özgür gördü. Kendi özgür örgütlenmelerini gördü. Daha önce bizim oluşturduğumuz meclislere vb. rejim engel oluyordu. Fakat devrimle birlikte artık irade halktı. Bize düşen olabildiğince bu halkı örgütlemekti ve bunu da bir dereceye kadar başarabildik.

Halk kurumları yavaş yavaş yerleşmeye ve halk buna inanmaya başladı. Kendi gücüne ve potansiyeline güvenmeye başladı. Kendi kendini yönetmeye ve yavaş yavaş bu sürece katılmaya başladı. 3. çizgimiz böyle yaşam buldu. Tabi 19 Temmuz’da devrimin başlaması ardından saldırılar artmaya başladı. Rejimin gitmesi ardından bu diğer gruplar bizi rahat bırakmadı. Özellikle Cephet El Nusra, Liwa Tevhid vb. çeşitli isimler altında örgütlenen Türkiye destekli gruplar yavaş yavaş saldırmaya başladılar.

DEVRİMDEN SONRA HERKES ARTIK ROJAVA'YA SALDIRMAYA BAŞLADI

Bazıları "Siz bölücüsünüz", bazıları "kafirsiniz", bazıları "Bizimle niye durmuyorsunuz", bazıları da "siz rejimin yanındasınız" gibi söylemlerle bize saldırmaya başladı. Herkes artık saldırmaya başladı. Biz de kendimizi korumaya çalıştık. Hem halk olarak hem örgütlenme olarak birçok zarar gördük. Kobanê’den çıkıp Halep’e gitmek isteyen birçok insan Minbic yolunda bu gruplar tarafından yakalandı ve öldürüldü. Artık halk gerçeklerin farkına vardı ve kendi yönetimini daha fazla dinlemeye çalıştı. O gruplarla zaman zaman görüşmelerimiz de oluyordu.

Çünkü ister Cerablus’ta olsun ister Minbic’te olsun sınırımızdaydılar. Tabi bunlarda bizi kendi taraflarına çekmeye çalıştılar. Biz bu yoğun saldırılar altında büyük mücadeleyle hem kendimizi savunmaya hem çizgimizi geliştirmeye çalıştık. Tabi süreçle hem fikir hem de siyaset olarak yavaş yavaş bizim 3. çizgimiz gelişti ve herkes de buna inanmaya başladı. Ki 4-5 sene sonra herkes bizim ne olduğumuzu ve çizgimizi anladı. Çünkü bu grupların kime bağlı olduğu, rejimin nasıl çalıştığı açığa çıktı. Özellikle biz bölgelerimizi her yerden gelen saldırılardan koruyabildikten sonra bu daha iyi anlaşıldı.

Peki 3. siyasal çizgiye Rojava ve Kuzey Suriye halkları nasıl yaklaştı ve yaklaşıyor?

3. çizgi halkın kendi kendine dayanması, kendi gücüne inanması, kendi öz örgütlülüğünü yaratması ve kendi kendini yönetmesi bu yeni bir şeydir. Ortadoğu’da biliyorsunuz en fazla yerleşen daha büyük bir güce dayanmaktır. Bu binlerce sene yerleşmiş bir zihniyettir. Daha bir güç olacak sen O’na dayanacaksın. Hep kendini bir köle görmüş ya da zayıf görmüş. Onun için bu düşünceyi değiştirmek büyük bir çaba ister. Tabi biz şimdiye kadar halkımızı bile bu konuda istediğimiz düzeyde aştıramadık. Yerleşmiş bir sistem var, halklar birlikte çatışmasız kavgasız yaşıyor.

Bizim aramızda yaşayan halklar vardır. Süryani, Ermeni, Türkmen vb. halklar. Bunlar inanıyorlar. Çünkü günlük yaşamda bunu uyguluyorlar. Kendi gücüne dayanarak, kendine güvenerek yaşıyorlar. Kendi düşünce sistemleri bile değişmiştir. Çünkü pratikte görüp yaşıyorlar. Ama diğerleri yani bizden uzak olanlar, inanmıyorlar. Nasıl halkın bir gücü kalkıp kendini savunabiliyor, kendi işlerini yürütebiliyor. Bunu bir mucize gibi sanıyor. Gerçekten de biz Rojava’da görüyoruz. Hem Türkiye hem diğerleri tarafından hep bir çember altındayız. Bu kadar savaş, bu kadar saldırı, ambargo ama halen de kendi gücümüze dayanarak ve halkımıza inanarak ayakta durabiliyoruz.

EN BÜYÜK PROBLEMİMİZ ZİHNİYET SORUNU

Kendi ilkelerimizden uzaklaşmıyoruz. Bunu gören tabi "Nasıl ayakta durabiliyorsunuz" diye şaşırıyorlar. Bunu görmeyen ve Suriye’nin diğer alanlarında yaşayanlar buna inanamıyorlar. Ama Rojava’daki halklarımız bu sistemi görerek bir parçası olarak sisteme ve kendi kurucu gücüne inandı. Minbic’te biliyorsunuz çoğu Araptır, Türkmenler ve diğer halklar da var; Cizire’de Süryaniler, Araplar, Kürtler var. Halklar kader birliği yaparak birlikte yaşıyorlar, kendi güçlerine inanıyor ve kendi örgütlerini yaratıyorlar. İşte bunlar 3. çizginin uygulayanları oluyorlar. İşte ancak bunlar inanıyor. Halkların kardeşliği kabulleniliyor. Ama tabi pratiğini görenler inanıyorlar. Tabqa, Reqa ve Dêra Zor gibi yerlerde bu konuda bir zorlanma yaşıyoruz. Çünkü dışardan da böyle çok fazla bir antipropaganda var. Buna rağmen de bu pratikte olanlar görüyorlar.

Buna en fazla inananlar bizimle birlikte çalışanlar oluyor. Yine bizimle birlikte çalışan uluslararası güçler bir mucize gibi bir şey görüyorlar. Halkın bu kadar örgütlü olması, kendini bu derece savunması, kendi ilkelerine bu kadar bağlı olmasını görüyorlar. Bu uluslararası güçler yani bizimle birlikte DAİŞ'e karşı savaşanlar bunu görüyorlar ve buna inanıyorlar. Bundan daha başka bir çözüm yolu olmadığı içinde ilerde daha fazla genişleyebilir ve bütün Suriye’yi kapsayabilir. Ama şimdiye kadar en büyük problemimiz bu zihniyet sorunu. Halen de bazı güçler bizim kendi gücümüze dayanarak bu gelişmeleri kat ettiğimize inanmıyorlar. Onun için 3. çizginin oturtulması noktasında halen de zorluklar yaşıyoruz.

Kobanê direnişiyle birlikte uluslararası koalisyon güçleriyle de askeri anlamda DAİŞ’e karşı ortak mücadele yürütüldü. Kuzey Suriye’nin Minbic, Reqa, Tabqa alanları tümden yine Dêra Zor’un büyük bir bölümü özgürleştirildi. Fakat neden siyasi anlamda bir ilişkilenme ve tanınmaya dönüşmedi?

Daha önce de bahsettiğimiz gibi bir plan vardı. Ortadoğu ve Suriye’deki olaylar kendiliğinden olmadı. Ortadoğu haritası ya da yeniden nasıl dizayn edileceği planlanmıştı. Ama bu planlamanın içinde Kürtlerin yeri yoktu. Yani Kürt halkı, Kürtlerin özgürlüğü ve varlığı diye bir şey yoktu. Olsa olsa öyle küçük bir yerde bazı Kürtler için bir emirlik gibi bir şey vardı.

Ondan sonra Kürtler bu planın içinde kullanılacaktı. Ki çok denemeleri de oldu. Kobanê direnişi bir dönüm noktası oldu. Nasıl oldu? Bu diğer güçler vardı. İşte bu değişim güçleri, Araplar kullanılacak, örgütlenecek, ordular yapılacak… Çok denediler bunu. Biliyorsunuz bu grupların Türkiye’de kampları vardı ve bunları eğitip Suriye’nin içine gönderiyorlardı. Ama bunların hepsi kontrolden çıktı. DAİŞ, diğer çeteler falan hepsi kontrolden çıktı.

KÜRTLER DIŞINDA KİMSE DAİŞ KARŞISINDA DURAMIYORDU

Artık batının veyahut da NATO’nun planladığı gibi de olmadı. Çünkü en fazla da Türkiye kendi yerel politikalarını uygulamaya çalıştı. Bu gurupları kendi çıkarları için kullanmaya çalıştı. Ki Türkiye’nin istediği diğerlerinden farklıydı. Osmanlı imparatorluğu ve genişleme hayalinden çıkmıyordu. Ona göre kendi aralarında ayarlamışlardı. Türkiye kendi çıkarı için onları kullandı. En fazla da DAİŞ olmak üzere bu gruplar kontrolden çıkınca Türkiye bunları özellikle Şengal olsun başka yerlerde olsun Kürtlerin olduğu bölgelerde kullanmaya başladı.

Artık kimse DAİŞ’in karşısında duramıyordu. Nereye giderse herkes ya teslim oluyor ya da kaçıyordu. Gittiği yeri ertesi gün ele geçiriyordu. Şimdi artık bunlarda ne yapacaklarını şaşırdılar. Ki Amerika’nın Bingazi’deki büyük elçiliği bombalandı. Bu Amerika’nın istediği bir şey değildi. Buna göre Amerikalılar ve diğerleri artık başka bir yöne yöneldiler. Artık bunları kontrol etmeye çalıştılar. Gruplar oluşturdular ama kimse bunların karşısında duramadı. Bir tek güç durabildi, oda bizimkilerdi. Kobanê direnişi bunun için bir dönüm noktası oldu.

ULUSLARARASI GÜÇLERLE BİRLİKTE DAİŞ'E KARŞI MÜCADELE ETTİK

Yeni Dünya Düzenini planlayan güçler bu güçler kontrolden çıkınca bunları durdurabilecek bir güç aramaya başlamışlardı. Kobanê direnişini görünce bizimle ilişkilenmeye çalıştılar. Çünkü bizim gücümüz onların kurduğu bir güç veya onlardan destek alan bir güçte değildi. Kendi gücünü ve varlığını savunuyordu. Kendi ilkeleri vardı ve ilkelerine öyle bir bağlıydı ki artık bu güçleri durdurabiliyordu. O’nun için bunlarla ilişkilenmeye girdi. Tabi biz de Amerikalılarla falan görüşmeye başladık.

Bize, "Sadece DAİŞ’e karşı savaşmak için beraber çalışabiliriz" dediler. Bizim de istediğimiz buydu. Biz zaten kendi irademizi kimseye kaptırmayı kabul etmiyorduk. "Kendi irademizle yapabildiğimiz kadar yaparız" düşüncesiyle bu uluslararası güçlere birlikte DAİŞ’e karşı mücadele etmeye başladık. Uluslararası güçlerle birlikte hareket ettik ama sözümüz tek bu terörizme, DAİŞ’e karşı beraber mücadele etmekti. Böyle başladı. Kobanê, sonra Til Ebiyat, Minbic, Tabqa, Reqa sırayla özgürleştirildi.

SİYASAL BİR ANLAŞMAYI EN FAZLA TÜRKİYE ENGELLEDİ

Ama bunu politik bir anlaşmaya çevirmek daha zordur. Çünkü daha önce alınan kararlar ve sözleşmeler vardı. Mesela Türkiye biliyorsunuz bu grupları en fazla destekleyen, yol veren hatta yaratandır. Türkiye şimdi Rojava’da gelişen yeni çıkan bu varlığı kabul etmiyor. Onlar da şimdi bağlı oldukları için bu gerçeği kabullenmiyorlar. Türkiye’nin politikası bunlarla tam ters düşmeye başladı. Türkiye öyle bir noktaya geldi ki bu Cenevre meselesi, Astana’da olsun, şurada olsun burada olsun her yerde "ya ben ya da onlar" demeye başladı. Onlarda her şeyi Türkiye’nin kucağına koydukları için O’ndan vazgeçemiyorlar.

Bizimle çalışmaktan da vazgeçemiyorlardı. Ama Türkiye nedeniyle bizi hep arka plana itmeye çalıştılar. Bu Cenevre’de, Astana ve Soçi’de olsun böyle devam etti. Şimdiye kadar da halen böyle sürüp gidiyor. Hala da bizim karşımızda en fazla duran Türkiye’dir. Türkiye bütün politikalarını Kürt karşıtlığı temelinde belirliyor. Batı, Avrupa, yerli güçler olsun kim ne istiyorsa veriyor ki onlar Kürtleri tanımasın, Kürtler politik bir çıkar sağlamasın ve demokratik halklarını almasın. Bütün görüşmelerde bunu görebiliyoruz. "Siz haklısınız, en büyük güçsünüz, kendinizi yürütüp koruyabiliyorsunuz ama biz Türkiye’den vazgeçemiyoruz" diye bize böyle açık açık söylemeye başladılar.

TÜRKİYE TAHRAN'DA SÜRİYE REJİMİ İLE EFRÎN İŞGALİNİ GÖRÜŞTÜ

Biliyorsunuz Türkiye, Suriye, Irak, İran konusunda yapılmış bir anlaşma vardı. Bunu tekrar hortlatmaya çalıştılar. Bu Efrîn’de açıkça görüldü. Türkiye ve Suriye rejimi arasındaki anlaşma olmasaydı Efrîn’e giremezdi. Ki bu Efrîn sürecinde zaten çeşitli toplantılar oldu. Hem Suriye rejimi hem Türkiye "Bu Kürtler bölücüdür. Bunlara karşı beraber hareket edebiliriz" diye görüştüler. Ki iki görüşmede Tahran’da oldu. Hem Rejimin hem de Türk yönetiminin Tahran’da olması da ilginçtir.

Eğer bir politik kazanç elde edememişsek işte bu Kürt inkarcılığı temelinde yapılan eski anlaşmalardan dolayıdır. Bizim hareket olarak düşüncemizi ve ideolojimizi biliyorlar. Onun için kabullenmiyorlar. Bizi yasaklayan, Kürt Özgürlük Hareketini kabul etmeyen ve terörist ilan eden NATO’dur. Bunu planlayan da NATO’dur. Bu nedenle bizi kabul etmiyorlar. Bizi kabul etmesi için 1995’ten sonra koyduğu planları değişmesi gerekiyor. İşte zorluk burada oluyor. Şimdiye kadar bizi kabul etmiyorlarsa bundan kaynaklıdır.

Yine diplomatik olarak uluslararası alanda bu çizgi tanıtılabildi mi? Nasıl tepkiler aldınız?

Diplomatik alanda 3. çizgi, yeni bir şey olduğu için çok inandırıcı bir şey değil. Böyle Kendini örgütlemiş ve güce dönüştürmüş bir halk gerçeği onlara inandırıcı gelmiyor. Geçen yüzyıldan şimdiye kadar bir güç olursa muhakkak dıştan destek alması gerekiyor şeklinde bir zihniyet oluşmuş. Bilhassa uluslararası komploya karşı durmak ve bu DAİŞ’le savaşabilecek kadar güçlü olmamıza kimse inanmıyor.

Yani muhakkak bunun bir yerlerden destek alması gerekiyor diye düşünüyorlar. Baştan bu yana da bizim çektiğimiz zorluk böyle oldu. Suriye Rejimi’de hep, "Kürtler benimledir. Kürtleri ben destekliyorum" algısı yarattı. Herkes böyle sanıyordu. Özelde Türkiye olmak üzere diğerleri de bunu böyle lanse etmeye çalıştı. Kürtlerin kendi özgücüne dayandığına kimse inanmıyordu. Herkese "Bunlar rejim yanlısıdır. Rejimden güç alıyorlar, onun için savaşıyorlar" diyordu.

ROJAVA'YA YÖNELİK BÜTÜN SALDIRILAR REQA'DAN GELİYORDU

Biz Amerikalılardan önce Ruslarla ilişkideydik. Onları kendi gücümüzün olduğuna, rejimle çalışmadığımıza inandırmaya çalıştık ama inanmadılar. Ne zaman inandılar? Ancak 2015’te direkt Suriye’ye müdahale ettikten sonra bizim rejime bağlı olmadığımızı gördüler. Artık ondan sonra Amerikalılarla ve diğer güçlerle ilişkilendik ve beraber bir şeyler yapmaya başladık. Şimdi artık onlar da bizim kendi irademizle ve gücümüzle hareket ettiğimizi görmeye ve inanmaya başladılar.

Uluslararası güçler de bizimle ilişkiye geçtikçe, bizim kendi gücümüzle hareket ettiğimize inandı. Kendi gücümüze, çıkarımıza göre davranıyoruz çünkü. Ancak pratikte bunu görebiliyorlar. Buna bazıları halen inanmıyorlar. "Amerikalılar arkanızda olmasa siz bir şey yapamazsınız" gibi bir yaklaşımları var. Halbuki öyle değil. Biz mesela Reqa, Tabqa, Dêra Zor olsun biz bunları Amerika’nın istediği için değil kendi istediğimiz için, kendi çıkarımız için bu yerlere gittik. Çünkü örneğin Reqa’yı özgürleştirmeseydik Qamişlo’da rahatça duramazdık. Çünkü bütün saldırılar oradan geliyordu.

HALKIMIZIN ÇIKARININ OLMADIĞI YERDE İŞİMİZ YOK

Şimdi Amerikalılarla ya da uluslararası güçlerle çalışmak bizim işimizi kolaylaştırdı. Beraber Reqa’ya yöneldik ama Reqa bizim esas hedefimizdi. Ama biz Reqa’ya yöneldiğimiz zaman Amerikalılarla sözleştik ve gittik. Ama yapmasaydık Amerikalılar bizi mecbur kılamazdı.

Amerikalılar belki başka yerlerde de savaşmamızı isteyebilirlerdi ama onlar halkımızın çıkarının olmadığı yerlerde işimizin olmadığını biliyordu. Şimdi bizim Suriye krizinin çözümü için bir projemiz var. Onlar da gidecekler bakacaklar, danışacaklar ama en sonunda başka yol olmadığı için mecbur bizi kabullenecekler. Ama halen de birçok çevreyi 3. çizgide kendi irademizle hareket ettiğimize inandırmakta zorlanıyoruz. Bunun mücadelesini de veriyoruz.

Siz Rojava’da alternatif çizgide siyasi yaşamı geliştirirken Suriye savaşı derinleşti. Önce Cenevre daha sonra Astana gibi uluslararası çözüm arayışları da gelişti. Fakat bu görüşmelere Suriye’yi cehenneme çeviren 2 taraf da dahil edilirken Rojava Devrimi güçleri dahil edilmedi. Bu durum Rojava ve Suriye’nin geleceğini nasıl etkiledi?

Suriye’de ayaklanmalar ve iç çatışmalar başladığında bu silahlı güçler ve arkasındakiler Rejimin en fazla 2-3 ayda gideceğini düşünüyorlardı. Biliyorsunuz rejim gitmedi. Hem kendi yapısı dolayısıyla hem de dışardan gelen destekten dolayı ayakta kalmayı başardı. Kimse mesela İran’ın rejimi bu kadar destekleyeceğini düşünmüyordu. Ama destekledi. Yine Rusya’nın 2015’te Suriye’ye direk müdahil olması. Rusya Suriye’ye girer girmez bütün dengeler değişti.

Onun için Suriye’de olanlar Suriyelilerin bir savaşı değil veyahut ta bir değişim değil, Suriye halkıyla rejim arasında bir savaş değil. Tam anlamıyla 3. dünya savaşı yürütülüyor. Çünkü bütün güçler var. Hem Türkiye, İran, Ürdün, Arap ve körfez ülkeleri gibi yerel güçler tümden içinde. Hem de uluslararası güçler yani Amerika’sı, Avrupa’sı, İngiltere’si, NATO’su bunlar hepsi içindeler.

ASTANA BİR ÇÖZÜM DEĞİL TAKTİKTİ

Bu Cenevre’de olsun başka yerlerde olsun barış görüşmeleri için herkesin bir hikayesi var. Cenevre en fazla bu uluslararası güçlerin paylaşım meselesidir. Ben nasıl Suriye’yi kendi çıkarlarıma göre ayarlayabilirim veya dizayn edebilirim diye. Onun için Suriye’nin temsiliyeti Suriye’nin halklarına ya da iç güçlerine bırakılmış değildir. Baştan beri zaten bizimde projemiz vardı. Onun için kimse bizim katılmamızı istemiyordu.

Bu konuda Türkiye en büyük engeldir. Herkes kendisi için tehlike görüyor. Suriye rejimi ve İran da kabul etmiyor. Tüm bunlardan dolayı bizi Cenevre’den uzaklaştırdılar. Astana da zaten bir oyundu. Tabi İranlılar, Suriyeliler, Ruslar tarafından bir oyundu. Bu çatışma bölgeleri ayarlamak ve bunları tekrar tekrar teslim almak gibi bir niyetleri vardır. Sanırım bu Türklerin aleyhine çalıştı şimdiye kadar. Çözüm Cenevre’de olacak. Astana bir çözüm meselesi değil taktikti.

GERÇEK ÇÖZÜM OLMASIN DİYE BİZİ CENEVRE'DEN UZAKLAŞTIRDILAR

Tabi bu gerçek çözüm olmasın diye bizi Cenevre’den uzaklaştırdılar. Halen de öyledir bazı çözüm tartışmalarında ve çözümde biz ve irademiz olmazsa bir çözüm olmayacak. Başka bir çözüm projesi olmadığı için istediğimiz şekilde ya da biraz daha değişik bir şekilde sistem ister istemez kabullenecektir. Muhakkak halkların iradesi olacaktır. Masada artık herkes, “Suriye eskisi gibi olmayacak” diyor.

Hem etnik bir çeşitlilik var hem de birçok grup var Suriye’de. Bunların bir arada yaşayabilmeleri için mutlaka laik bir devlet olması gerekir. Böyle olunca bu Müslüman kardeşler şunlar bunlar hepsi dışlanacaktır kendiliğinden. Onun için herkes bir arayış içinde ve bu savaş sürüyor. Ama uluslararası güçler kendi aralarında anlaşırlarsa bu çözümü Suriye halkına bırakırlarsa o zaman yapılır.

TÜRKİYE SURİYE’DEN ÇEKİLMEDEN ÇÖZÜM OLMAZ

Belki rejimin istediği bazı değişimler adımlar vardır ama İran dolayıyla kabullenmiyor. Şimdiye kadar çeşitli oyunlar ve propagandalarla şunu bunu kabul ediyorum diyor ama gerçekten böyle oturup beraber bir barış sağlamak, halkların iradesini ve çeşitliliği kabul etmiş değiller. Rejim zihniyet olarak da halen değişmiş değil. Halen İran ve Rusya’nın gücünü fırsat bilerek güçle ve savaşla istediğimi yapıp halkı teslim alabilirim diye düşünüyor.

Ama gerçek öyle değildir. Ama dış güçler bizi kendi başımıza bırakırlarsa rejimle beraber çözüm için bir şeyler yapabiliriz. Rejim zaten eski rejim değildir ve istese de eskisi gibi olamayacaktır. Biz de zaten Suriye'nin parçalanmasını istemediğimiz için muhakkak onların içinde olacağız. Sanırım eninde sonunda bizim önerdiğimiz çözümü kabul edip birlikte bir şeyler yapmaya çalışırız. Tabi Dera’daki silahlı grupları görüyorsunuz, arkalarında dış güçler olduğundan teslim oluyorlar. Bizim öyle olmadığımızı direnmek gerekirse sonuna kadar direneceğimizi onlarda biliyorlar.

EN BÜYÜK PATLAMA İDLİP'TE OLACAK

Bu İran, Türkiye gibi dış güçler Suriye’den biraz çekilirse birlikte bir çözüm geliştirebileceğimizi düşünüyorum. Şimdi de izliyoruz en büyük patlama İdlib’te olacak. Çünkü bütün silahlı grupları nedeyse toplayıp oraya koydular ve bunun ne zaman patlayacağı belli değildir. Ki muhakkak sonuç orada gelişecektir. Türkiye’de bunun içindedir. Bunun belası Türkiye’ye de sıçrar. Sonucun nasıl olacağını bilemiyoruz ama muhakkak Türkiye’de çok etkilenecektir.

Türkiye’nin bütün politikaları boşa çıkmıştır ve hiçbir sonuçta elde edememiştir. Sizde görüyorsunuz baştan beri Şam’a gideceklerini ve Beşar Esad’ı kabul etmeyeceklerini söylüyorlardı. Ama ondan sonra kabul edip beraber Kürtler, Efrîn meselesi vb. için görüşmeler yaptılar. Sanırım en sonunda bu Suriye’nin hepsini tahrip ettikten sonra muhakkak bir çözüm olacaktır ama tabi maalesef Suriye’de yıkılmış olacaktır.

Rojava Devrimi’nin 7. yılında DAİŞ'e karşı mücadele sonlara doğru yaklaşırken sahada siyasi ve askeri anlamda önemli gelişmeler yaşandı. Efrîn işgali yaşandı. Efrîn’in Türk devletine verilmesi arkasındaki siyasi anlaşmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kobanê zaferinden sonra her şey değişti. Bu zaferden sonra Türkiye’nin terörist gruplarla ilişkisi yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı ve herkes anladı. Bizim ne kadar direndiğimizi herkes anladı ve peş peşe hamleler geldi. Hol, Til Ebiyad, Tişrin hamlesi geldi. Biz böyle ilerledikçe 2016’da Kerry-Lavrov görüşmesi oldu. O görüşmede Fırat’ın doğusu Amerika, batısı Rusya egemenliğine bırakılmak üzere anlaşmaya varıldı. Ama ondan sonra biz Minbic’e kadar geldik. Minbic alındıktan sonra Türkler ciddi rahatsız oldu.

Tabi artık Türkiye işin içine direk girdiği için bir çatışma olacaktı. Bizimle beraber hareket eden ortaklarımızda mecbur kalıp Türkiye’yle bir savaşa gireceklerdi. Bunu göze alamadılar ve mecbur Minbic’te durduk. Ondan sonra bir çare olarak, "Biz DAİŞ’le savaşacağız "adı altında Cerablus’tan girdiler Bab’a kadar ilerlediler. Bab’da da zaten DAİŞ'le ilişkileri sürüyordu. 2. bir mesele olarak DAİŞ’le savaşamayacağını herkes gördü. Hatta Bab meselesinde sizin de hatırlayacağınız gibi Türkiye’de yakalanan 860 yerli ve yabancı DAİŞ'çi karşılığında DAİŞ Bab’ı teslim etti.

TÜRKİYE MİNBİC'TEN SONRA HERŞEYİ ŞANTAJLA ELDE ETMEYE BAŞLADI

Türkiye tabi Bab üzerinden Reqa’ya kadar onlara yol verdi. Minbic’ten sonra arkadaşlarımız Reqa’ya yöneldi. Bunlar hepsi Türkler için bir kayıp oluyordu. DAİŞ hala Reqa’daydı ve biz Reqa’yı aldığımızda Türklerle ilişkisi kesilecekti. Reqa’yı da kurtardık. Türkiye bir baktı, her şey elinden gidiyor. Türkiye, başka yerleri almayı ve bununla kendi alanlarını genişleteceğini, ilerde de özellikle Türkiye’deki göçmenler için kullanabileceğini, Efrin’i ele geçirirse ilerde bir güvenlikli bölge yapabilirim diye düşündü.

Çünkü ilerde İdlib vb. hepsinin elinden alınacağını biliyor. Onun için Efrîn’e yöneldiler. Efrîn’i ele geçirmek onlar için zordu, dengeler buna el vermiyordu. Ama özellikle Minbic’ten sonra her şeyi böyle şantajla elde etmeye başlamıştı. Avrupa’yla yine başka ülkelerle ilişkilerde ve istediğini elde etmek için şantaj meselesini kullandı. Efrîn içinde "Silahlı grupları Guta’dan çekebilirim siz de Efrîn için susacaksınız" şeklinde Ruslarla ve Suriyelilerle anlaştı.

SURİYE VE RUSYA İLE GUTA'YI TAKAS ETTİLER

Ruslarla iyi ilişkilerimiz vardı, Suriyelilerle bir çatışmamız yoktu Efrîn’e Türkiye’nin bir müdahalesi olması durumunda beraber karşılık verebileceğimizi düşünüyorduk. Ama öyle olmadı bu Guta meselesi bu takas meselesine girildi ve öyle yapıldı. Ama anlaşmaları şöyleydi: Türkiye ikide bir Fırat’ın doğusuna çekilecekler deyince onlar 2016’daki Kerny-Lavrov anlaşmalarına dönüyorlar. Amerikalılar, "Minbic’ten öteye bir şey yaparsanız bunda yokuz" diye söylemişlerdi. Onun için onlarda çekingen kaldılar. Tabi daha önce de onlara Efrîn’deki saldırıların DAİŞ’in bir devamı olduğunu söylemiştik.

Gerçekten de öyle oldu yani 25 bin kişi çetelerden alındı. 3 bin kişi Türkiye içinde yetiştirdiği DAİŞ’ti. Bütün gücünü bütün ordusunu ve bütün NATO tekniğini Efrîn halkına karşı kullandı. Bizimkilerde 2 ay boyunca herkesin sustuğu bir ortamda NATO’nun 2. büyük ordusuna karşı direndi. Efrîn’de büyük bir direniş oldu fakat sonra Efrîn düştü. Ama Efrîn meselesi bizim büyük bir yaramızdır ve muhakkak Efrîn’i yeniden özgürleştireceğiz. Efrîn’deki anlaşmaları da kalıcı ve stratejik değildir, dengelere bağlıdır.

Devrimin 7. yılına girerken uluslararası ve bölgesel güçlerin Ortadoğu ve Suriye politikalarında bir değişim var mı? Bölge, Suriye ve Rojava’daki olası gelişmeler nasıl olabilir?

Suriye de olup bitenlere devrim diyemeyiz. Yaşanan bir iktidar çatışması, çarpışmasıdır. Yalnız gerçek devrim bizde Rojava’da oldu, halkın öz gücü zihniyette ve örgütsel olarak büyük değişimler oldu. Bu devrimdir. Bu devrimde şimdiye kadar bir taraftan hem büyük saldırılar karşısında kendini savundu, hem de halen savunmaya devam ediyor. Dêra Zor’da DAİŞ'e karşı yaşanan savaş, bir taraftan rejimin tehditlerine karşı, bir taraftan da Türklerin saldırılarına karşıdır.

Bu altı yıllık süreçte hep savaş içerisinde olundu. Bu altı yıl içerisinde dengeleri değiştirdik. Çünkü bu 6 yıllık süreç için, Ortadoğu’da herkesin planları vardı. Tabi herkes gelişmeler karşısında bu planları yeniden gözden geçirmek durumunda kaldı. Türkiye, Suriye, İran ve Körfez ülkelerinin, herkesin dengeleri bozuldu. Bu dengeler yeniden kurulacak. Bizim kurduğumuz sistemin muhakkak bir yeri olacaktır. Başka türlü olamaz. Çünkü kimse bu dengeleri yokta edemez ya da yok sayamaz. Bu direkt böyledir. Birincisi budur.

HERKES ÖZERK YÖNETİMDEN BAHSEDİYOR

İkincisi, Suriye’nin başka yerlerinde şimdi herkes bizim çözümümüzü kendine göre ayarlamaya çalışıyor. Herkes özerk yönetimden bahis ediyor, özerk yönetimi başta kendi bölgemizde uyguladık. Ondan sonra bu hem güçlendi hem de bir realiteye dönüştü. Demek ki her ne kadar bizden uzakta yaşayanlar inanmakta zorlansalar da yine de anlayışta bir değişim oluyor. Çünkü Kürtler bir örnek oldu. Oradaki diğer halklarla birlikte bölgede beraber demokratik temelde yaşadılar ve demokratik değerler çerçevesinde kendini savunarak bir sistem kurdular.

Sanırım bu Suriye’ye de yansıyacaktır. Suriye bunu oluşturduktan sonra bütün Ortadoğu’da artık bir model olarak yer alacaktır. Zaten son zamanlarda Türkiye'den, İran'dan saldırıların yoğunlaşması bu modelden korktukları içindir. Ama kimse de bir şey demiyor, kimse de bir şey yapamıyor. Teknik olarak Türkler daha üstün olabilir, ordu olarak bazı yerleri ele geçirebilir. Ama bir düzen olarak hiçbir yere yerleşemezler. Bizzat bizim bölgelerde halk örgütlü olduğu için kimse bir şey yapamaz.

BİR ÇÖZÜM OLACAKSA BİZ DE BUNUN İÇİNDEYİZ

Uçaklar ve teknik ile bazı yerleşim yerleri yerle bir edebilirler ama yok edemezler. Bu modeli bölge halkları benimsemişlerdir. Hatta tüm Suriye’de herkes halkların birliğinden bahis ediyor. Bu da sanırım bizim için bir başarıdır. Dengeler muhakkak değişecektir. Ama özelde diplomatik olarak daha önce verilen sözler ve yapılan antlaşmalar vardı. Kendi çıkar meseleleri vardı, bunların hepsini yeniden ayarlamak gerekiyor. O da zaman ister.

Böylesi bir sürecin içerisindeyiz daha önce kimse bir şey demiyordu Cenevre’ye katılmamamız için herkes hemfikirdi, Türkiye de dayatıyordu. Ama şimdi artık dayatamaz. Bir çözüm olacaksa biz de bunun içinde olacağız. Büyük güçler bunları söylemeye çalıştı. Ruslar, Amerikalılar da diğerleri de bunları söylüyor. Türklerle yapılan eski antlaşmaları da değiştirmek gerektiğini söylüyorlar. Eskiden bu güçler tüm hesaplarını Türkler üzerinden yaptıkları için bu da biraz zaman ister.

ÖZGÜCÜMÜZE DAYANARAK İLERLİYORUZ

Sanırım bu önümüzdeki dönemde bizzat bu İdlib meselesi ile ilgili yeni bir şeyler çıkacak. Öyle tahmin ediyorum ki Türklerin başı dertte olacak. Geçmişte uluslararası siyasi arenada kabul edilmemizin önünde en büyük engel Türkiye’ydi. Her şeyi şantaj yolu ile yapıyordu, "ya ben ya onlar" şeklinde dayatıyordu. Şimdi artık bu engel de ortadan kalktıktan sonra, biz temelli bir Ortadoğu gücü ve aktörü olacağız.

Biz de bu politik dengeler içinde hiç kimse ile ilişkilerimizi bozmadık, herkes ile ilişkilerimiz vardır. Artık herkes biliyor ki bizim özgücümüz vardır ve bu dengelerden de yararlanmaya çalışıyoruz. Ortadoğu'da sanırım hep dengelere dayanarak bir güce dayanılıyordu, böyle oportünistçe bir tavır vardır. Ama bizim öyle değil, özgücümüz, gücümüz var, halkımız var, biz de bunlara dayanarak etkiliyoruz. Buda bir etkendir, biz Ortadoğu’da büyük bir aktörüz.

Devrimin 6 yılını alternatif siyasi çizgiyle tamamladınız. Bu konuda Rojava Devrimi'nin öncüleri olarak bir muhakemeniz oldu mu? 3. çizgide geliştirdiğiniz siyaset yeterli miydi? 7. yılda devrimin siyasi çizgisinde bir değişim veya gelişim olacak mı?

Biz bir alternatif 3. çizgi olarak hala doğru olduğuna inanıyoruz. Bu 6 senelik süre içerisinde şimdiye kadar elde ettiğimiz başarılar, bir yandan bu kadar savaş içinde kendimizi korumamız, bir yandan bu çizgiyi oturtmamız doğru bir yol ve politika seçtiğimizi gösteriyor. Hem bu bir çizgi olarak doğrudur. Rejimle savaşanlar hep boşa çıktı.

Bazıları da çok kayıp vererek, muhakkak değişecektir. Diğerleri bu iktidar için savaşanlar onlar da boşa çıkıyorlar. Sizde günlük olarak ne kadar gerilediklerini görüyorsunuz. Onun için 3. alternatif olarak seçtiğimiz 3. yol çok başarılıdır. İdeolojik ve politik olarak da çok başarılıdır. Bu altı senelik süre içerisinde direndiğimiz ve kazandıklarımız bunun ispatıdır. Ama teknik olarak yanlışlarımız oldu, mesela bazı yerlerde erken davranamadık, bazı yerlerde iyi niyetli davrandık.

3. ÇİZGİMİZDEN VAZGEÇMEYECEĞİZ

Bazı hesapları daha önce yapamadık, hatta mesela bu Efrîn meselesinde kaybetmemizin nedenlerinden biri bizim bazı teknik yanlışlarımız oldu. Bunu düzeltmek gerekiyor ve bunu düzelteceğiz de. Efrîn meselesinde biz hiçbir zaman bir NATO gücünün tüm gücüyle, 25.000 çetesi ile gireceğini, onlarla beraber 3.000 ağır gücünü kullanacağını düşünmüyorduk. Bizimle karadan savaşacaklarını düşünüyorduk. Teknik ile havadan iki ay boyunca bu kadar savaşacaklarını ve suskun kalınacağını düşünmüyorduk.

Tabi bunları düzeltmemiz gerekiyor. Bu teknik yanlışlıklarla beraber asıl olarak hiçbir zaman 3. çizgimizden vazgeçmeyeceğiz. Biz hiçbir zaman keşke bu çizgiyi izlemeseydik, diyemeyiz. Hatta bu tek tük yanlışlıklar olmasaydı büyük kazanımları elde ederdik. Sanırım bunları eleştiri ve özeleştiri ile bunu gözden geçirdikten sonra daha büyük bir başarı bizi bekliyor.

DOĞRU YOLDAYIZ VE BAŞARACAĞIZ

Sadece bizim izlediğimiz radikal demokrasi, ekonomik ve ekolojik çizgi halkımızın kurtuluşunun tek yoludur, hem de birlikte yaşadığımız halkların tek kurtuluş yoludur. Onun için önümüzdeki süreçte daha büyük çalışmalar ve projeler geliştireceğiz. Şimdiye kadar teknik yanlışlıklarımız oldu ama stratejik bir hata yapmadık. Tam tersine bu altı yıllık direnişiniz ve altı yıllık mücadelenin doğru yolda olduğumuzu gösteriyor.

Tüm güçler zaten biliyor, bu rejimi yıkmaya çalışan güçlerin birçoğu eridi gitti. Fakat şu anda Suriyeli güçler olarak meydan da sadece biz ve rejim varız. Rejim demokratikleşmeyi kabul ederse onunla anlaşabiliriz. Yani demokrasiyi, halkların birliği ve kardeşliğini kabul etmesi gerekiyor. Bizim öne sürdüğümüz ölçüleri kabul ederlerse herkesle de anlaşabiliriz. Hiç kimseye kapıyı kapamış değiliz. Biz kimseye kapıyı kapatmış değiliz. Doğru yoldayız ve başaracağız.