Öcalan'ın "Kürt Sorunu" okumaları!

Son günlerde gerek HDP çevresinde gerek demokratik kamuoyunda ‘Kürt sorunu’nun ne olduğu, neyi kapsadığı, artık neyi kapsamadığı gibi tartışmalar yeniden dillendirildi...

Kürt sorunu ile ilgili ortaya konması gereken ilk ve en temel şey, bu soruna gerçekçi yaklaşımdır. Hele bugün, bu ihtiyaç her zamankinden daha önemli hale gelmiştir. Çünkü Kürt sorunu karmaşık ve çok yönlüdür… Zorluğu da buradan doğmaktadır. Bu sorunu dar, belirli bir tarihsel kesitte, bazı olay ve olgular üzerinden okumak egemenin çizdiği tanıma hapsolmanın ötesine götürmeyecektir bizi. Bu tuzağa özellikle dikkat etmek gerekiyor.

Son günlerde gerek HDP çevresinde gerek demokratik kamuoyunda ‘Kürt sorunu’nun ne olduğu, neyi kapsadığı, artık neyi kapsamadığı gibi tartışmalar yeniden dillendirildi. Kürt sorunu kimlik sorunu mu, sınıf sorunu mu, sadece kültür ve dil sorunu mu? Hangileri artık anlamını kaybetti, değişti ya da derinleşti? Bu tartışmalar HDP’nin Van’da yaptığı kamp ve belirlediği siyasal yol haritası sonrasında olması da ister istemez tartışmaları yeni dönem momenti olarak okumaya götürüyor. Kürt sorununu tartışmak gerek tanımlamak gerek; şüphesiz bu bir ihtiyaç, ama doğru tanımlamak en büyük ihtiyaç.

Bu yazının da amacı, aslında bunun gerek mekânsal gerek yapısal-toplumsal açıdan yeterince anlatıldığı, ama nedense bunların görülmemesi üzerinedir.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan kadar bu soruna kafa yoran ve ömrünü buna adayan kişi sayısı, kabul edelim ki azdır. Çünkü tüm mücadelesi bu mesele içindir. O halde ömrünü ortaya koyduğu ve şu an uğruna en insanlık dışı şartlarda tecride maruz kaldığı bu durumu gerçekten nasıl tanımlıyor? Onun üzerinden bir okuma ve hatırlatmanın mevcut tartışmaları çok anlaşılır kılacağı, gereksiz polemiklerin önünü kapatacağı ve nerede durulması gerektiği noktalarını da netleştireceği kanısındayız.

Kürt sorunu denen fenomene dair uyarıları ve bakış açısı bugün için zihin açıcı konumda. Zorluğu ve çözümüne dair perspektifleri de hakeza öyle…

Mevcut konuyu iki temel ayak üzerine oturtmaya çalışacağız. Birincisi, Öcalan’a göre Kürt sorunu nedir, nasıl başladı, neyi içeriyor? İkincisi de bu sorunun çözümü nedir? Yani sorun ve çözüm görüşlerine odaklanacağız. Çünkü Öcalan ‘Kürdistan'daki iktidar ve dayandığı savaş gerçeği doğru çözümlenmeden, Kürt sorunuyla uğraşan ve karışan herkese, her devlete, sosyal ve siyasal gruba büyük zararlar vereceğinden’ ısrarla bahsetti. Kürdistan'da ideoloji ve politikanın geçerli olan resmi biçimlerinde bu işlevleri sürekli göz önünde bulundurmak gerekir. Aksi halde Kürt olgusunu çözmek, Kürt sorununa çözüm aramak zor değilse bile, ancak daha karanlık ve yumak olmuş biçimlere taşır.

Öcalan’ın özgün tanımlamalarına geçmeden önce, bu sorunu daha doğrusu “sorun” kavramını nasıl tanımladığını ve sorunla nasıl tanıştığını belirtmekte fayda var. Çünkü ‘güncel haliyle Kürt sorununu tanımlayabilmek, sanılanın aksine, yerele özgü yanından çok evrensel konumuyla karmaşık bir hal arz ettiğinden oldukça zordur.’

Öcalan “sorun” kavramını evrensel olarak ele alıyor ve evrensel olarak sorun kavramını, olmakta veya olmamakta zorluk çekmek, acılı süreç yaşamak biçiminde tanımlıyor. Tüm varoluş süreçlerinde yaşanan bir kategoridir bu. Toplum söz konusu olduğunda, sorun geniş ve dar anlamda tanımlanabilir. Geniş anlamda toplumsal sorun, toplumsal doğanın birinci doğa-çevre karşısında içine düştüğü zorlukları ifade eder. Örneğin aşırı kuraklık, sıcaklık veya soğukluk karşısında çevrenin yaşamı biyolojik olarak sürdürmede yetmez duruma düşme ciddi toplumsal sorunlara yol açar. Yine benzer statüde yaşayan topluluklarda güçlü olanın güçsüz olan karşısında başvurduğu zorlayıcı eylemler de bu kapsamda değerlendirilebilir. Dar anlamda toplumsal sorun hiyerarşik toplumun, kent, sınıf, iktidar-devlet olgularının ortaya çıkmasıyla bağlantılı olarak yaşanan baskı ve sömürüye dayalı gelişmeler, uygulamalar biçiminde tanımlanabilir. Sosyolojik bakımdan esas toplumsal sorunlar baskı ve sömürü kaynaklı olanlardır. Diğer sorunlar farklı kapsamlarda değerlendirilebilir.

Öcalan, Kürt sorunu ile tanışmasını ise “Köyümüze beş kilometre uzaklıktaki komşu Cibin Köyü İlkokuluna her gün yayan gidip geldiğim günlerde başladı” şeklinde açıklıyor.
Sonra “dil ve hor görülme” vurgusu ile devam ediyor:
“Sorun fiziksel zorluklardan çok kültüreldi. Türkçe bir yabancı dildi. Kendimi ilk ciddi hor görmem anadilim olan Kürtçeden sessizce uzaklaşıp ayrıcalıklı dil olan Türkçeye kapanmakla başladı. Sanırım kişiliğimde hissettiğim horlanma ve horlamayı aileme yansıtarak karşılığını kendilerine ödetmeye çalışmıştım. Hâlâ hatırımdadır: Üzerimde hak iddia eden anama, etrafta dolanan tavukla civcivlerini göstererek, ‘Şu tavuğun yavruları üzerinde ne kadar hakkı varsa, senin de benim üzerimde o kadar hakkın var’ demiştim.”

Görünüşte çok yetersiz koşullarda yaşama gözlerini açan onuru kırılmış bir çocuğun ruh hali ve isyanı temelinde açığa vurulan Kürt sorunu, neden dil ve duyguya vurgu yapıyor? Demek ki ontolojik bir görme var. Meseleyi en başa yerleştirme yani, varlık konusuna koyma var. Zaten Kürtleri anlatırken varlık felsefesinden ve zaman-oluş kavramları ile başlaması da bununla ilgilidir. Bu bizim için önemli bir tanım. Sorunun evrensel hali yaşandıkça, çözümün de evrensel koşullarda aranması kaçınılmazdır. Bu da evrensel zihniyete sahip olmayı gerektirir. İkinci vurgu da pekala bu olabilir…

Yine başka bir yerde de aynı konuya dair yorumu şu şekildedir: “Anadilimin yerine başka dilden eğitim veren ilkokul altındaki tehdidi hisseder gibiydim. O çocuk halimle dilimden vazgeçirilmem varlığımdan vazgeçirilmem oluyordu. Varlığımdan (Kürtlük oluyor) vazgeçecek veya vazgeçirilecek miydim? Kürt olgusu veya Kürt sorunu benim için böyle başlamıştı. Uzun yıllar hiçbir yanıtı olmayan, beni derin bir huzursuzluk içinde bırakan bir varlık veya sorun... Yaşadığım dil kaybının altında derin bir varlık kaybı vardı. Kaybettiğim nelerdi? Cevabı çok zor bir soruydu bu. Kürt savunulması zor, sorunlu bir varlık olup çıkmıştı.”

Ontolojik atıf sürekli gündemdedir. Çağdaş Kürt kimliğini değerlendirdiği bir çözümlemede, Kürt sorunun bir öncesine yani kimliğin gerçekliğine ve kendini keşfine işaret ederek şunları ifade ediyor: “1970’ler sonrasında Kürt sorununu özgürlük sorunu olarak ele almak bir yönüyle doğru olsa da, diğer bir yönüyle önemli bir eksikliği beraberinde taşımaktadır. O da Kürtlerin varlık (ontolojik) sorunudur. Kaldı ki, varlığı imhayla karşı karşıya olan bir gerçekliğin ilk sorunu özgürlük değil, öncelikle varlığını korumak ve bu mümkün olduğu ölçüde iç içe özgür kılmaktır. Varlığı olmayanın özgürlüğü olmaz. Özgürlük ancak varlıkla mümkün olabilir. Çağdaş Kürt ulus gerçekliğindeki özgünlük buradadır. Yine yakın tarihlerde yaşanan Ermeni ve Yahudi soykırımlarından farklı olarak (Bu soykırımlarda fiziki imha ön plandadır), Kürt soykırımında kültürel (kendilik olmaktan zihnen vazgeçiş) boyut ön plandadır. Kendilik olmaktan çıkmış bir kültür grubu ister fiziki ister zihni olarak gerçekleşmiş olsun, soykırımdan geçmiş veya soykırımı gerçekleştirilmiş demektir. Kürtlerin dört parçalı bölünüşü ve her parça üzerinde varlığına yönelik değişik tasfiye uygulamaları nedeniyle süreç (soykırım) farklı işlemiş, her parça değişik düzeyde soykırımdan nasibini almıştır. Kürtlerin tabi tutulduğu soykırımın karakterinden ötürü bu süreç halen devam etmektedir. Bu yönüyle işgal, sömürgecilik, asimilasyon ve soy tükenişiyle karşı karşıya olan Kürt gerçekliği böylesi bir süreç kapsamında değerlendirilmelidir: Ulusal kimlik olmaktan çıkarılmaya çalışılan bir gerçeklik! Günümüzde Kürt gerçekliği Kürt kimliği olarak ifade edilmeye çalışılmaktadır. Kimlik varlığa karşılık gelmektedir. Bu durumda değerlendirilmesi gereken temel husus Kürt kimliğinin niteliğidir. Kürt gerçekliği, güncel deyimle Kürt kimliği ancak uzun tarihî geçmişi kadar ‘şimdiki’ zamanın özgül uygulamalarıyla da yapılandırılmak veya kendilik (Xwebûn) olmaktan çıkarılmak istendiği bütün yönleriyle değerlendirildiğinde bilince çıkar, yani hakikat değeri kazanır.”

Şimdi sorunun tanımına ve diğer tüm doktrinlerden, özellikle dar kalıpçı yaklaşımlardan nasıl farklı ele aldığına, konuyu felsefe-tarih-sosyoloji ve bilime yaslanarak evrensel ölçeğe taşıma gayretine bakalım.
Bunu madde madde giderek yapmaya çalışalım.

**Öncelikle Öcalan’ın en sade kavramsallaştırmasıyla verelim tanımı:

“Kürt sorunu, Kürtlerin anavatanlarının parçalanması ve inkârı, toplumsal gerçekliklerinin derinden bölünerek kendilik olmaktan çıkarılmaları, siyasi iradelerine ket vurulması, devletlerin inkârcı ve imhacı yöntemleri karşısında boyun eğmeye zorlanmaları, ekonomik ihtiyaçlarını gidermenin öz kimliklerinden vazgeçme aracına dönüştürülmesi, kendi öz kimliklerine dayalı bir kültürel ve ideolojik varlık haline gelmelerine fırsat ve yasal statü tanınmaması, çağdaş eğitim araçları ve uygulamalarından mahrum bırakılmaları, tüm bu alanların bütünleşik uygulamalarıyla öz varlıkları ve kimliklerinin yok sayılması ve özgür yaşamama sorununa dönüşüyordu. Diğer bir deyişle Kürt sorunu bir ulusal sorun değil, ulus olmaktan çıkma sorunu haline geliyordu.”

Bu tanım, tüm yazının ve tartışmaların da özetidir.
Çünkü sorunu net tanımlıyor. Tüm yönlerini ve bütünselliğini belirtiyor.

**Öcalan’a göre Kürt sorunu, tarihsel olarak devletçi uygarlığın ortaya çıkışıyla başlar. Elbette ‘devletçi uygarlık’ nedir sorusu bambaşka bir konu. O çözümlendikçe Kürt sorunu da netleşir. Savunmalarında izlediği bir girizgâh da böyledir. Bir başka ifadesinde ‘Bugünkü Kürt sorununun kaynağında sadece Kürtlerin değil, belki de insanlığın ağırlıklı bir bölümünün yaşadığı Verimli Hilal’deki neolitik toplumun bağrında gelişen hiyerarşi, kent, sınıf ve devlet gerçekleşmesi yatmaktadır’ görüşü de bu ilk belirleme eksenindedir. Kürt sorununun oluşumunda devletçilikle beraber ortaçağ din ideolojisi de önemli bir rol oynamıştır. Kadercilik felsefesi Kürt zihniyetinde önemli aşınmalara yol açmıştır. Politik, ekonomik ve sosyal alanda da ciddi bir gelişimleri olmamıştır.

**Öcalan’a göre Kürt sorunu, bir ulus sorunu olmanın ötesinde dağılan neolitik ve feodal aşiretlerin bir halklaşma ve demokratikleşme sorunu biçimine bürünmüştür. Kürt üst tabakasının ya hâkim ulus devletler içinde erime ve işbirlikçilik ya da fırsat bulduklarında ayrı devletleşme çabaları ile Kürt halk topluluklarının demokrasi arayışları arasındaki farkı derinliğine kavramak büyük önem taşır.

**Öcalan’a göre Kürt sorunundan bahsedebilmek için önce onun toplumsal formlarını belirlemek lazım. Toplumsal formları anlaşılmadan kendisi de anlaşılmaz. Peki, bunlar nedir?

Kürtlerin var oluşu doğal topluma dayalıdır. Doğal toplum Kürtlerin gerçekleşme formudur. Tarihte ve günümüzde doğal toplumun tüm özelliklerini Kürt toplumunda görmemiz mümkündür. Kürtler doğal toplumu yaratıp, en derinliğine yaşayan halktır. Adeta doğal topluma çakılıp kalmıştır.
Bu toplumsal formun en temel özelliklerini dört başlıkta toplayabiliriz.
Kadına dayalı toplumsallaşma esastır. Bu, kadın özgürlük ilkesidir.
İçte demokratik-komünal değerleri esas alır. Bu, demokrasi ilkesidir.
Doğayla uyumlu bir anlayışa sahiptir. Bu, ekolojik ilkedir.
Ve son olarak da devletçi güçler karşısında kendisini savunmak amaçlı uyguladığı meşru savunma olmaktadır. Bu ise son ilke olarak meşru savunma ilkesidir.
Bu dört temel ilke Kürt halkının toplumsal var oluş formlarıdır.
Kürt halkı bu formlara dayanarak var olmuş ve toplumsal gelişimini bu formlara dayanarak sağlamıştır. Bu özellikler Kürt halkının özünü oluşturur. Bu formlar dışında başka bir toplumsal form Kürt halk gerçeğine uyum sağlayamaz. Tarihten de izlediğimiz gibi Kürt toplumu bu özelliklerine sahip çıktığı müddetçe gelişme yaşamış, bu özelliklerden uzak durduğu müddetçe de kendine yabancılaşarak gerilemiştir.

**Öcalan’a göre Kürt sorununun ağırlaşmasında, kapitalist hegemonyanın Ortadoğu’daki son iki yüzyıllık yayılmasıyla belirleyici rol oynamıştır.

Şüphesiz Kürt kültürel soykırımının Ortadoğu kökenli merkezî uygarlık sisteminden kaynaklanan köklü nedenleri vardır; sadece kapitalist moderniteye bağlanamaz. Ama Batı Avrupa kökenli kapitalist modern hegemonyanın bölgedeki son iki yüz yıllık rolünü açıklığa kavuşturmadan ne Kürt gerçekliğini ne de kangren halini almış Kürt sorununu kavramlaştırabilir ve kuramlaştırabiliriz. Osmanlı imparatorluk geleneğinin kalıntıları üzerinde vücut bulan Türk gerçekliğiyle ancak dar iktidarcılık bağlamında ilişkisi kurulabilecek olan ve Türk’ten çok iktidar hastası her tür milliyetsizden inşa edilen ‘Beyaz Türk’ faşist elitinin, Türk halkı da dahil, tüm Ortadoğu halk kültürleri üzerinde bir soykırım makinesi gibi çalıştırılmasında, başta İngiltere olmak üzere Almanya, Fransa ve diğer önde gelen Avrupalı hegemonik güçlerin sorumluluğu belirleyicidir.

Modernitenin güçlü gelişim gösterdiği 20. yüzyıl, aynı zamanda Kürtlük konusunda önemli bir dönemece sahip. Öcalan’ın altını çizdiği şey şu: “Kürt olgusunda yaşanan, gerçekten dünyada örneği olmayan 'kafese kapatma ve evcil hayvan haline getirme' politikasıydı. Kürtlerin toplumsal bir olgu olarak insandan sayıldığına dair hiçbir işaret yoktur. Bir Afrika'ya uygulanan sömürge politikaları bile Kürtlere çok görülmüştür. Siyasi, ekonomik, sosyal, hukuki, hatta askeri politikaların çağdaş etnik, ulusal ve sömürgeleştirme baskısı biçimleri bile çok görülüp uygulanmamıştır.”

Modernite ve Batı işin bir ayağıdır. Çünkü “Bugün Kürt sorununun içinden çıkılmaz bir hal almasında başta Batı sistemi, sonra bölge “ulus-devlet”leri ve son olarak da KDP, YNK tarzında örgütlendirilen Kürt işbirlikçiliğinin rolü vardır. Ve bugün bu statü krize girmiş bulunmaktadır. Artık Kürt halkı açısından inkâr siyaseti geçersiz kılınmıştır. Pozitif hukuk içerisinde olmasa da Kürtler açısından bu siyaset aşılmıştır.”

**Öcalan’a göre Kürt sorunun anlaşılmasında Türk-Kürt ilişkileri ve buluşma kavşakları iyi çözümlenmelidir. Çünkü Kürt-Türk ilişkilerini çözümlemek sosyolojinin belki de en zor konusudur. Kürt sorununun çözümlenmesindeki güçlük, bu ilişkinin mahiyetinin hiç bilinmemesi ve bilinmek istenmemesi kadar yanlış ve keyfe göre tanımlanmasından, hiçbir bilimsel temeli olmayan beylik laflarla kestirilip atılmak istenmesinden kaynaklanmaktadır.
“Türk-Kürt ilişkilerindeki tarihsel gerçeklik, günümüzde Kürt sorununun çözümü açısından tüm derinliğiyle anlaşılmak durumundadır. Tarihin bu ilişkilerdeki ana kavşakları olan Osmanlı İmparatorluğu’nun Yavuz Sultan Selim ile Doğu’ya açılım politikalarında (1512-1521), Sultan Abdülhamit dönemindeki (1876-1909) Hamidiye Alaylarının teşkilinde, Osmanlıların İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin oldubittisiyle katıldığı Birinci Dünya Savaşında ve devamında, en önemlisi de Mustafa Kemal önderliğinde geliştirilen modern Ulusal Kurtuluş Savaşında bu gerçeklik hem esas alınmış hem de sonuçta belirleyici olmuştur. Cumhuriyet’in demokratik temelinin yadsınması anlamına gelen 15 Şubat 1925 komplosuyla bu tarihsel ve coğrafi iktidar ve devlette ortaklaşa ve gönüllü temsil ilk defa sona erdirilmeye çalışılmıştır.”

**Öcalan’a göre Kürt sorunun metastaz benzerliği var. Paradoksu da kendisinin içindedir. O anlamda çok dikkatle bakmak lazım. Belirlemesi şu yöndedir:
“Kürt toplumu, ulusu diyebileceğimiz kendine özgü öz dinamikleriyle oluşmuş bir yapı yoktur. Nuh'u Nebiden “gerçekten de öyle” kalma iktidarlaşmış, onun kurumsal ifadesi olmuş zorun gelenekleri tayin etmektedir. Bir zaman olmuş mitoloji, söylence olarak, başka bir dönem yüce din denmiş, çağımıza doğru ulusumuz, sınıfımız adına milliyetçiliğimiz, sosyalizmciliğimiz olarak meşruiyet, geçerlilik arayan bu zor aletleri toplumda karışmadıkları, belirlemeye çalışmadıkları tek bir doku bile bırakmamıştır. Asıl Kürt sorunu yaşadığı bu olguların oluş tarzından doğmaktadır. Kürt olgusunun kendisi oluşum tarzından ötürü tam bir sorunlar yığınıdır. İşin en acı ve vahim tarafı, bu olgunun sorun çözme yeteneğini büyük oranda kaybetmiş olmasıdır. Olgu sorunsallıktan ötürü boğulmaktadır. Kanser hücrelerine benzeyen Kürt toplum dokularından bahsetmek gerekir. Ağacın kurdu ağaçtandır denilir. Öylesi Kürt kimlik ve şahısları yığınla orta yerde durmaktadır. Kürt dilinden tutalım varsa partisine, Kürt kadınından tutalım sözde en tanınmış liderlerine, köylüsünden kentlisine, aydınından hocasına, dininden milliyetçiliğine, yurtseverinden hainine, diplomatından politikacısına kadar işin abcsine bile hakim olamayan ne kadar çaresiz, sahte, kurnaz, hain, korkunç, iyi, güzel ve doğrusu vardır? Kestirilmesi güç bir soru. Sorumlusu kim? Mevcut ve tarihten şekillenmiş, gerçekten kime, ne kadar, nasıl hizmet ettiği de pek kestirilemeyen iktidar parçaları ve sonuçta onları öyle tutan geçmişin, günümüzün zor aygıtları, onların her tür savaş ve terörleri. Bunlardır Kürt toplum olgusunu belirleyen, mevcut hallerde sorumlu ve çaresiz tutan.”

**Öcalan’a göre Kürt ve Kürdistan sorunu bir Ortadoğu sorunudur. Bu aynı zamanda sorunun küresel bir etkiye de sahip olduğunu bizlere göstermektedir. Zaten daha önceki bölümlerde de ifade ettiğimiz gibi sorunun oluşumu da yerel veya bölgesel nedenlerden değil tamamen uluslararası güçlerin çıkar ve dengelerine göre oluşmuştur. Buradan hareketle bu tablodan çıkaracağımız en önemli sonuç Kürt sorununun dar ulusal bir yaklaşımla çözülemeyeceğidir. Sorunun oluşum kaynakları nasıl küresel bir nitelik arz ediyorsa çözümü de öyle olmalıdır. Yani Kürt sorunu ancak küresel bir çözüm perspektifiyle ele alınırsa bir çözüm olanağı olabilir. Kürdistani olan her şey evrenseldir.

**Öcalan’a göre Kürt sorunu “kültür sorunudur” diyenlerin yaşadığı yanılgı şöyle ifade edilebilir:

“Sanat, sosyal ve ulusal kimliği, onun tarihi dayanağını şart kılar. Yine ulusal biçimlenişi göz önüne getirmeyi ister. Bunlar da hiç olmadığına göre, o zaman ulusal sanatçı, sosyal sanatçı nerede, diye bir soru sorulmalıdır. Kürdistan somutu söz konusu olduğunda daha da bir hiçleşme vardır. Bunun aşılabilmesinin çözüm dili devrimdir dedik. İyi bir devrimci gelişmeye yol açmadan kimliksizliği, sinmişliği, ruhsuzluğu devrimle kırmadan, edepli insan yetiştirmek yine edepsizlerden edebiyatçı yetiştirmek mümkün değildir. Dolayısıyla edebiyatın gelişmesinin temel bir çaresi olarak, bizim bütünüyle devrimci yöntemi esas almamız doğruydu. Bazıları “edebiyatla, sanatla devrime gedelim” diyordu. Belki çok az etkisi olabilirdi, ama Kürdistan'ın katledilmiş gerçeğinde edebiyat o kadar bitik, o kadar etkisizdir ki, ulusal sorunu edebiyatla, sanatla canlandırmayı sağlamak bile mümkün değildir. Hatta tersi sonuçlar bile almak olasıdır. Gerçi Sovyetler'de bazı akımlar ve böyle bir zihniyet oluştu. Yine sözüm ona “Kürt sorunu bir kültür sorunudur” biçiminde görüş belirten birçok örgüt, parti, grup vardı, ama onlar da kültürel bir grup olmaktan ve onun çarpık bir ifadesi olmaktan kurtulamadılar. Sözüm ona sanat ve edebiyatın dilini kullanarak meseleyi çözmek istediler. Ancak bunun mümkün olmadığını çok iyi görüyoruz. Pratiğimiz de bunu çok çarpıcı bir biçimde kanıtlamıştır. Ancak bir çağrı olabilir. Bunun dışında edebiyat kendi başına fazla etkili olamaz. Kaldı ki edebiyatın da gelişmeye, hatta kurtarılmaya ihtiyacı vardır. Ve onu da devrim yapar. Devrim, öncelikle boğulmuş insanı, kimliği elinden alınmış insanı, dili elinden alınmış insanı, ruhu çıkmış insanı, neredeyse canı da elinden alınmış insanı kazanmayı amaçlar.”

** Öcalan’a göre Kürt sorununun kavranmasında en fazla güçlük çıkaran husus, hegemonik sistemle özsel ilişkisidir. Sorunun karmaşıklığı çözümde kullanmamız gereken temel kavramsal ve kuramsal çerçevenin yetkin kılınmasını gerektirmektedir. Özellikle iktidar, devlet ve yönetim kavramlarının yetkince tanımlanması büyük önem taşımaktadır. Ayrıca devlet ve demokrasi arasındaki ayrım ve ilişkinin kavranması kilit 14 mahiyettedir. İktidarla politika kavramı arasındaki ayrım doğru tanımlanmadan ne demokrasi ne de demokratik çözüm kavranabilir. Sınıf, halk ve ulus kavramlarının tanımı da benzer sorunların çözümünde önemli bir araçsal role sahiptir.

** Öcalan’a göre Kürt sorunu, gerçekten bin yıllık stratejik dostluk ruhunu tamamen bir tarafa iten, inkâr eden anlayış ve uygulamalar nedeniyle sadece ekonomik, sosyal, siyasal ve askeri bir sorun olmaktan çıkıp bir halkın kültürel varlık-yokluk meselesine dönüştü. Kürt sorunu bölünme sorunu değil, yokluk sürecinden çıkma ve tekrar tarihe yaraşır stratejik dost, ortak ve kardeş olma konumuna ulaşma sorunudur.

** Öcalan’a göre Kürt sorunu kendini çok farklı boyutlarda, mekân ve zaman koşullarında farklı nitelikleriyle yansıtıyor. “Kürtler tüm bu boyutları mekân ve zaman koşullarına bağlayan ana nitelikler kadar, kendilerini farklı ve tekil kılan özellikler de yaşıyorlar. Süreç içinde öz kimlik unsurlarını yitirmekle karşılaşıyor. Türk ulus-devlet sistemi uluslaşmadan önce uluslaşmamayı, daha doğrusu ulus olmaktan vazgeçmeyi, kendini ret ve inkârı dayatıyor. Bu durum sorunsallıktan öteye bir gerçekliği, nereden bakılırsa bakılsın, adı konulmamış bir soykırım rejimini tanımlıyor. Kürt sorununa derinliğine yaklaşıldığında, sorun ve çözüm diye ortaya konulan değerlendirmelerin kendilerinin sorunlu olduğu görülüyordu. Kürt sorununun temelinde yatan, kapitalist modernite unsurlarının kendileriydi. Dolayısıyla bu unsurlara dayanarak çözümleme yapmak ve pratik çözüm geliştirmek kendini yanıltmaktan öteye bir işleve sahip olamazdı. Evrensel olarak yaşanan bu yönlü sorun-çözüm diyalektiği, sonuçta derinleşen küresel finans kapitalin kriziyle çözümsüzlüğünü kanıtlıyordu.”