Öcalan ve derinleştirilmiş mutlak tecrit hali!

İmralı’da evrensel bir suç işleniyor ve uluslararası tüm kurumlar sessiz kalıyor. Örneğin CPT gidip görmesi gerekirken gitmiyor. Baskılar sonucu gidince bu sefer sonuçları kamuoyu ile paylaşmıyor...

“İmralı sürecinde bana dayatılan komplo, umudun zerresini bırakmayan cinstendi. İdam cezasının infazı ve psikolojik savaşın uzun süre gündemde tutulması bu amaçlaydı. İlk günlerde nasıl dayanabileceğimi ben bile tahayyül edemiyordum. Yıllar bir yana, bir yılı bile nasıl geçirebileceğimi düşünemiyordum. Kendi kendime yerindiğim şöyle bir düşüncem oluşmuştu: “Milyonlarca kişiyi daracık bir odada nasıl tutabilirsiniz!” Gerçekten Kürt Ulusal Önderliği olarak, zindana giriş koşullarında kendimi milyonların sentezi haline getirmiş veya getirilmiştim. Halk da böyle algılıyordu. İnsan ailesinden ve çocuklarından yoksunluğa hiç dayanamazken, ben ölümüne birleşmiş milyonların iradesinden bir daha hiç kavuşmamacasına ayrılmaya nasıl uzun süre dayanabilecektim!”

Bu sözleri tek başına tutulduğu hücrede 12.yılına girerken söyledi Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan.
Bugün aynı hücrede ve daha derinleştirilmiş bir izole ile 20. yılına giriyor.
Bilindiği üzere Öcalan, 15 Şubat 1999’da, uluslararası komplo ile İmralı adasına getirildi. 19 yıldır, yaratılan “İmralı İşkence Sisteminde” tutuluyor ve burada kıran kırana bir savaş veriyor.

Öcalan, 27 Temmuz 2011 tarihinden bu yana avukatlarıyla,
6 Ekim 2014 tarihinden bu yana aile fertleriyle,
5 Nisan 2015 tarihinden bu yana ise hiç kimse ile görüşmedi, görüştürülmedi.
Sadece 11 Eylül 2016 tarihinde kardeşi Mehmet Öcalan ile kısa bir görüşme yapabildi.
O görüşmede de ‘neden geldin?’ diyerek konuşmama tavrını ortaya koyduğu biliniyor.

22 Temmuz 2016 tarihinde ise İmralı’ya “özel OHAL” ilan edilerek tüm hakları askıya alındı.
Diğer bildiğimiz şey ise en son 779. avukat görüşünün reddedildiği.

Öcalan’a uygulanan tecrit sıradan bir tecrit değil. Adı “Derinleştirilmiş mutlak tecrit”tir.
Çünkü İmralı cezaevinin iç yönetmeliği bilinmiyor ve kimse ile paylaşılmıyor.

Bu son tecrit hali, Türkiye’nin kurtuluşu ancak İmralı’dan olur gerçeği ile yüzleşen halklara karşı darbe olarak tasarlandı. Bugün geldiğimiz çöküş hali ve bitmeyen kriz; tam da Öcalan’ın söylediği tezlerin gerçekleşmesidir.

Tecrit derinleşirken, başta Kürtler olmak üzere dünyanın dört bir yanındaki demokratik kamuoyu sesini yükseltmekte, kampanyalar yapmakta ve “tecrit kaybedecek özgürlük kazanacak” demektedir.

Her şeyden koparılmış ve derinleştirilmiş bir tecrit ne anlama geliyor?
Dünyada bir örneği yok bunun. Kimseye böyle bir tecrit yaşatılmadı. Kimseye böyle yaklaşılmadı. Mitoloji de örneklerine rastladığımız bir gerçeklik var. Yeraltı Dünyasında sonsuza kadar büyük bir kayayı bir tepenin en yüksek noktasına dek yuvarlamaya mahkûm edilmiş kral Sisyphos, tanrılardan ateşi çalıp insanlara öğrettiği için kayalara zincirlenerek kartallara yedirilmeye çalışılan ve korkunç döngüsel azaplara maruz kalan Pormetheus! Bu hikâyeleri biliyoruz ama Öcalan’ın tecridi ve ona reva görülenlere karşı kendisinin duruşu, modern bir direniş geleneğinin de hikayesidir. Bir gün mutlaka bu yazılacaktır!

Öcalan İmralı’da olan biteni “Baskı ve şantaj politikası” olarak tanımlıyor. Yani kendisi üzerinde bir irade kırma politikası yürütülüyor. Düşünce ve inançlarından baskı ve zulüm uygulanarak vazgeçirtilmek isteniyor. İmralı derinleştirilmiş ve insanlık dışı tecride dair Öcalan daha konuşmadı. Bir ifadesinde “Genel geçer sağlık sorunları ve idareyle geçinmeler dışında, sistemin özel olarak hazırladığı ve sadece bana uygulanan tecride karşı nasıl direndiğimi ve yalnızlığa nasıl dayandığımı anlatmadım. Sanırım en çok merak edilen konu, bu mutlak yalnızlığa ve durağanlığa karşı geliştirdiğim yaşam deneyimlerimdir” diyerek durumun düşündüğümüzden de farklı olduğuna işaret ediyor.

Öcalan devamla şunu da ekliyor: “Daha dışarıdayken kendimi hem yalnızlaştırmış hem de yalnızlığa karşı hazırlamıştım. Çok önemli bir bağımlılık ilişkisi olan aile, yakın akraba, hatta yakın arkadaş ve yoldaş ilişkisini soyutlaştıracak deneyimlerim olmuştu. Kadın ilişkisi önemli olmakla birlikte, o da soyutlaştırdığım bir ilişki alanıydı. Nazım Hikmet’in tamamen tersiydim. Çocuk edinmemeye ahtım vardı. Daha lisedeyken edebiyat hocasından on numara alan kompozisyon yazımın başlığı şöyleydi: “Sen benim için hiç doğmayacak çocuksun!” Sanırım bu yazıyla zorlu geçen çocukluk yaşamlarını konu edinmek istemiştim. Fakat tüm bu deneyimler İmralı’daki dayanma gücümü izah etmeye yetmez.”

İmralı’da benzeri az bulunur bir baskı ve zulüm var. Aynı biçimde eşine az rastlanır çok büyük bir direniş de var. İmralı’daki baskı ve zulüm nasıl ki bir insanlık suçuysa, direniş de aynı biçimde bir insanlık direnişidir, özgürlük direnişidir.

İmralı, tarihte devletin üst yetkililerine uygulanan cezaların infaz edildiği bir ada olmakla ünlüdür. İmralı’daki ağırlaştırılmış tecrit uygulaması insanlık suçudur. Aslında İmralı sisteminin kendisi insan haklarına aykırıdır ve bir insanlık suçudur. İklimi hem çok nemli hem de serttir. Fiziki olarak insanın bünyesini çökertmeye yatkındır. Kapalı oda tecridi eklenince, bünye üzerindeki yıpratıcı etkisi daha da artar. Öcalan nasıl direndiğine dair ipuçları veriyor. Şu perspektifi veriyor: “Sağlık sorunlarına yol açan fiziki nedenler dışında, İmralı’daki yaşamın katlanamayacağım bir yönü yoktur. Moral, bilinç ve irade gücü eskiye nazaran asla gerilememiş; tersine daha rafine hale gelmiş, estetikle beslenmiş ve güzel gelişme yönüyle zenginleşmiştir. Toplumsal hakikatlerin bilim, felsefe ve estetikle açıklanmasını geliştirdikçe, daha doğru, iyi ve güzel yaşamanın olanakları da artıyor.”

İmralı’yı Kürt olgusunu ve sorununu algılamak ve çözüm olanaklarını kurgulamak açısından tam bir hakikat savaşı alanına dönüştüren Öcalan, ağır tecridin bile nasıl kırılacağına dair örnek oluyor.

Bilinmelidir ki bu ağır tecrit sadece AKP ile açıklanamaz. Çünkü başta da belirtildiği üzere böyle bir zulmün tarihteki benzeri azdır. Günümüzde ise yoktur. Dolayısıyla bu uygulamayı sadece AKP hükümetinin geliştirmesi zordur. Bu benzersiz zulmün arkasında kapitalist modernite sisteminin olduğu açıktır. Zaten İmralı çözümlemelerinde esas savaşı verdiği şeyin kapitalist hegemonya olduğunu söylüyor. Tüm evrensel hukuk kurallarının inkârı anlamına gelen Gladio güçleri tarafından yürütülen İmralı özel sistemi olduğunu biliyoruz. Ondan ötürü geliştirdiği tez, demokratik modernitedir!

Çok açıkça ifade etmek gerekir ki Türk devletinin Kürt Özgürlük Hareketi'ne ve Kürt halkına karşı yürüttüğü savaşın odaklandığı yer İmralı’dır. Bunu Kürt soykırımının bir maketi olarak değerlendirmek mümkün. Dikkat edilirse, Kürtleri Türk yapabilmek için toplumsal yaşamın her alanı ve her imkân kullanılıyor. Üretim, ticaret, sağlık, eğitim, spor, siyaset, sanat, hukuk, askerlik ve benzeri her alanda Kürt kültürel soykırımı yürütülüyor. Baskı, işkence, tutuklama, katliam gibi zor uygulamalarına başvuruluyor.

Peki niçin? Çok açık ki, Kürtlüğü yok etmek ve Kürtleri Türk yapmak için! O halde şu gerçekler ortaya çıkıyor: Bir, tarihten gelen bir Kürt olgusu var. İki, Kürt toplumu Kürt olarak yaşamak istiyor. Üç, Kürtler Kürt ulusallığını yok etme çabalarına karşı direniyor. Bu isteği ve direnişi kırabilmek ve Kürt varlığını yok edebilmek için de toplumsal yaşamın her alanında Kürt kültürel soykırımı uygulanıyor.

İmralı’da evrensel bir suç işleniyor ve uluslararası tüm kurumlar sessiz kalıyor. Örneğin İşkenceyi Önleme Komitesi (CPT) gidip görmesi gerekirken gitmiyor. Baskılar sonucu gidince bu sefer sonuçları kamuoyu ile paylaşmıyor. Tüm bunlar kafada daha çok soru işareti yaratmakla kalmıyor, tecridin nasıl uluslararası bir karar mekanizmasında işlendiğini gösteriyor. Bu, Türk devletinin bir hukuk devleti olmadığının kanıtıdır. Anayasalar ve yasalar sadece Türk devletinin özel savaş karakterini örtmeye yöneliktir. Türk devleti işine gelmediğinde tüm yasaları, içtihatları ve teamülleri çiğnemektedir. Kürt sorunu çözülmediği müddetçe Türk devletinin karakteri bu olmaya devam edecektir. Devlet İmralı’daki ilkeli duruşu kırmak için her yol denenmektedir. Ancak İmralı Kürt sorununun demokratik çözümünde ısrar etmektedir. Türk devletinin bireysel haklar temelinde Kürt sorunundan kurtulma politikasını reddediyor. İrade kıramayan Türk devleti İmralı’ya karşı öfkelidir. Kürt halkının İmralı’ya bağlılığına öfkelidir. Kürt Özgürlük Hareketi'nin önderliğine bağlılığına öfkelidir. Kürt kadınının bu önderliğe derin bağlılığına öfkelidir. Kürdistan’ın tüm parçalarında bu önderliğin yüksek itibar görmesine öfkelidir. Bundan ötürü sürekli tecridi bir şantaja ve koza çevirmek istemekte ve dozajını yükseltmektedir.

Bütün bunlar daha somut ve sert bir biçimde İmralı’da da yaşanıyor. İmralı’da bu süreci tanımlayan her şey var. Kürt olgusunu ve gerçeğini temsil eden bir Önder şahsiyet var. Bu şahsiyet Kürt soykırımının önlenmesi ve Kürt özgürlüğünün sağlanması için gerekli ideolojik-politik çizgiyi yaratmış. Kürt özgürlüğünde kesin kararlı ve ısrarlı. Bu uğurda her türlü baskı ve zulme karşı kesin bir kararlılıkla direniyor. İşte bu direnci ve ısrarı kırabilmek, Kürtlerin özgür yaşaması düşüncesi ve isteminden vazgeçirebilmek için İmralı baskı ve zulüm düzeni uygulanıyor.

Bu derinleştirilmiş tecride karşı halkımın özgürlük mücadelesi ile güç oluyor ve karşı koyabiliyorum diyen Öcalan’ı daha çok sahiplenmek ve gündemde tutmak gerekir. Bu tecrit yıkılmadan ülkede Türkiye’de hiçbir şeyin düzelmeyeceği açığa çıkmış bir hakikattir. Çünkü İmralı Kürtlerin kara kutusu haline getirilmek istenmektedir. Buna izin verilmemesi lazım.