MAKALE

Aleviliği devlete bulaştırmak ihanettir

Eğer sağa sola bükmeden bunun adını koyacaksak; Aleviliği devlete bulaştırmak Aleviliğe ihanettir. İster bilinçli ister bilinçsiz yapılsın Aleviliği devlete bulaştırmak Aleviliğe ve Aleviliğin toplumsal değerlerine ihanettir.

Türkiye ve Kürdistan’da Alevi toplumunda demokratik bir uyanış başlayıp inanç ve kimlik özgürlüğü talepleri güdeme gelince devlet başta olmak üzere çeşitli güçlerin Alevi toplumu inancına ve örgütsel kurumlarına müdahaleleri ortaya çıkmıştır. Aslında Alevilerin inancına ve yaşamına tarih boyu çeşitli müdahaleler olmuştur. Ancak Aleviler 20. yüzyıla kadar inançlarını önemli oranda otantik olarak yaşamışlardır.  Feodal dönemde hakim güçlerin etnik ve inançsal topluluklar üzerinde esas olarak iktidar olma amacı vardı. Zaman zaman din değiştirme baskıları olsa da inanç ve kültürel asimilasyon politikası ve bu yönlü araçlar sınırlıdır. Bu açıdan inançlar ibadet ve kültürlerini otantik olarak yaşamışlardır. Ancak kapitalist modernite ve ulus devlet tekçi, milliyetçi ve yaşamın her alanına hakim olmak istediğinden bu amaç doğrultusunda fiziki ve kültürel soykırımlar gündeme gelmiştir.

Kapitalist modernite zamanı aynı zamanda inançlar ve kültürler için bir soykırım zamanıdır. Buna en somut örnek 20. yüzyıla kadar Süryani ve Ermeni gibi Hristiyan toplulukların Ortadoğu’da yoğun olarak yaşamasıdır. Yine Êzîdî Kürtler belli bir baskı görseler de 72 ferman yaşamış olsalar da Kürdistan’ın her yerinde yoğunca yaşamaktadırlar. Hatta 19. yüzyıl başlarına kadar Êzîdî nüfusu Kürdistan’da önemli bir yere sahiptir. Aleviler de Türkiye ve Kürdistan’da yoğun olarak yaşamaktadır. Fırat’ın batısı Adıyaman, Maraş, Malatya, Sivas, Erzincan ile Bingöl, Muş ve Erzurum’un birçok alanında yoğun bir Kürt Alevi nüfusu vardır. Dersim tamamıyla Alevi Kürt şehridir. Türkmen Aleviler de Sivas, Tokat, Amasya, Çorum ve Yozgat’ta yoğun olarak yaşamaktadırlar. Akdeniz’de Tahtacı Alevileri, Ege’de Çepnil Alevileri, Hatay ve Adana çevresinde Arap Alevileri, yine Orta Anadolu’da Bektaşi topluluklar yaşamaktadırlar.

Aleviler cumhuriyetin kuruluşu ve Şark Islahat Planı’na kadar inançlarını, ibadetlerini ve kültürlerini esas olarak otantik bir biçimde yaşamışlardır. Fırat’ın batısındaki Alevilere yönelik devlet müdahalesi ve inanç soykırımı ilk önce 1926 Şark Islahat Planı’yla başlamıştır. Dersim’e yönelik 1937-1938 fiziki soykırım saldırısıyla bu müdahale yeni bir aşamaya taşınmıştır. 1938 fiziki soykırımı ile birlikte başta Kürt Aleviler olmak üzere tüm Alevilere yönelik inanç soykırımı yoğunlaştırılmıştır. İnanç asimilasyonu ve soykırım politikası yanında Alevileri devletin kontrolüne alma çabaları artırılmıştır. Bazı dedeler ve ocaklar üzerinden bu yapılmaya çalışılmıştır. Kürdistan’da bunun en somut örneği Ağuçan Ocağı dedeleri üzerinden bunun yapılmak istenmesidir. Cem Vakfı’nın kurucusu ve yönetimi olan İzzettin Doğan’ın babası ve amcalarının bu yönlü bir rol oynadıkları bilinmektedir. İzzettin Doğan babası ve amcalarının devletle ilişkileri, Alevilerin 1970’li yıllarda demokrasi mücadelesi içine aktif katılmaları ve daha sonra Alevilerin kendi kimliği ve kültürüyle demokrasi mücadelesinin önemli bir parçası olmaları yönündeki çabalarının artmasıyla yeni bir boyuta taşımıştır. Özellikle de Kürt Özgürlük Hareketi’nin Alevi Kürt ve Alevi Türk gençleri içinde etkin olması ve onları mücadele içine çekmesiyle birlikte İzzettin Doğan ve çevresinin Alevileri kontrol etmeleri yönünde önleri açılmıştır.

Son zamanlarda devletin Alevilerle ilgilenmesi ve bazı Alevi kurum ve şahsiyetlerinin devletle ilişkilenmeleri ve cemevleri yapımı ya da bazı kurumlar için maddi destek sağlama çabaları yukarda belirttiğimiz süreç ve Cem Vakfı’nın zihniyeti ve çalışmalarıyla bağlantılıdır. Doğrudan Cem Vakfı ve çevresiyle ilişkili olmasa da bunların devlete yaklaşmalarının Alevi kurumları ve toplumu içindeki yansıması olmaktadır

Aleviler haklı ve doğru olarak bizim inancımız güzeldir; iyidir, 72 millete bir nazarda bakarız, yetim hakkı yemez, eline-diline-beline sahip çıkma felsefesiyle bir toplumsal ahlak yaratmıştır; hiçbir topluma ve bireye zarar vermemiştir, demektedirler. Bunlar doğru değerlendirmelerdir. Alevi inancını ve yaşam kültürünü bilen ve topluma yansıtan Pir’ler ve analar bunu daha da kapsamlı ve derin ortaya koyabilirler.

Bunlar doğrudur, ancak Alevi toplumunda bunların var olmasını sağlatan ve yaşatan temel etkenlerin de olduğunun bilinmesi gerekir. Aslında tüm inançlar da çıkışlarında benzer öze sahiptirler. Toplumsal karaktere sahip olduğundan en başta da toplumsal ahlaka ve vicdana seslenirler. Ama birçok din ve inanç daha sonra bozulur. Bunun iki temel etkeni vardır. Devlete bulaşma ve bu temelde sınıflaşmadır. Devlete bulaşma tarihte bütün kötülüklerin kaynağı olduğu gibi inançları da bozan en temel etken olmuştur. Bu açıdan Hıristiyanlık Roma’nın resmi dini olunca ve İslam Emevilerle devletleşince özünden saptığı ve bozulduğu söylenir. Bu nedenle boşuna Muaviye İslam’ı denilmemiştir. Muaviye’nin ve Emevilerin tamamen İslam’ı devlet dini haline getirmesini ifade etmektedirler. Hıristiyanlığın ve İslamiyet’in çeşitli kesimler tarafından nasıl zulüm ve soykırım aracı haline getirildiği bilinmektedir.

Alevileri tarih boyu temiz kılan, toplumsal ahlak ve vicdanı var olan toplum olarak yaşatan esas etken devlete bulaşmamalarıdır. Eğer Aleviler devlete, iktidara ve sömürüye bulaşsalardı bugünkü özünü kaybederdi. Aleviler bugün övündükleri, gurur duydukları değerlere sahip olmazlardı. Kuşkusuz toplumsal olarak bazı değerleri korumaya çalışsalar da esas olarak diğer inançların ve dinlerin başına gelen Alevilerin başına da gelirdi. Aleviler biz devlet olsaydık, devlete bulaşsaydık, diğer inanç ve dinlerin başına gelenler bizim başımıza gelmez, bizim devletimiz şu anki Alevilerin tüm özelliklerini taşırdı, diyemezler. Derlerse devletin ve iktidarın karakterini ve bulaşanı kendine benzettiğini anlamamış demektir. Bu açıdan Aleviler kendilerinde ne kadar güzel değer varsa bunu devlete bulaşmamış olmalarına borçlu olduklarını görmelidirler.

Kürdistan ve Anadolu’daki Aleviler eğer dedelerinin ve atalarının nasıl yaşadıklarını araştırırlarsa devlet dışı doğal demokratik toplum olarak yaşadıklarını görürler. Aleviler güzel değerlerini bu devlet dışı doğal demokratik toplum içinde var ettiklerini ve yaşattıklarını görürler. Hiçbir Alevi bu gerçekliği görmezden gelemez; ya da Aleviler özellikle Türkiye ve Kürdistan’da 1940’lı yıllara kadar böyle yaşamıyordu, denemez. Şimdi güzel denilen değerler de o güne kadar korunan ve yaşatılan değerlerdir. Bu nedenle birçok Alevi Pir’i, büyüğü Alevi toplumunun eski değerlerden uzaklaştığından söz etmektedir.

Kuşkusuz şehirleşme Alevi topum değerlerini zorlayan ve aşındıran etkiler yapmaktadır. Çünkü Aleviler devlet dışı toplum olarak kırda yaşarken ciddi bir sınıflaşma yaşamamışlardır. Bazı hiyerarşiler ortaya çıksa da bu sömürü ve iktidarın derinleştiği bir sınıflaşma biçiminde olmamıştır. Ekonomik durumu biraz daha iyi olanlar ve belli bir statü sahibi olanlarla Alevi toplumu arasındaki bağlar toplumsal değerleri bozacak ciddi farklılıklar ortaya çıkarmamıştır.

Şehirler devletin varlığını hissettirdiği, sınıflaşma farklılığının arttığı, sömürü ve iktidarın bulunduğu alanlardır. Bu açıdan şehirlerde Alevi değerlerinin korunması bir hassasiyet istemektedir. Bunun için de kuşkusuz şehirlerde Alevi toplumunun örgütlenmesi önemlidir. Hem diğer topluluklarla demokratik temelde bir şehirli yurttaş olunacaktır hem de diğer yönden kendi kimliği ve kültürünü koruyan bir toplum olarak var olunacaktır. Bu açıdan şehirlerde örgütlü olmak önemlidir. Ama bu örgütlenmeler devlet, iktidar ve sömürünün yarattığı değerleri kabul etmek ve onun içinde erimek için değil, Aleviliğin toplumsallığını ve bu toplumsallığının değerlerini korumak ve yeniden var etmek için gereklidir. Şehirlerdeki örgütleme ve Aleviliği koruma da önemli bir tartışma başlığıdır. Çünkü bu konuda da yanlış eğilimler vardır. Şehirlere geldik, o zaman Aleviliğin toplumsal, ahlaki ve vicdani değerlerini koruyamayız gibi yaklaşımlar yanlıştır. Kapitalist moderniteye teslim olmaktır. Ancak bu farklı tartışma konusu olduğundan böyle teğet geçmeyle yetineceğim.

Şunun altını özellikle çizelim; Alevilik devlet dışı demokratik toplum olarak var olmuş; güzel değerlerini bu ortamda var etmiş ve korumuşlardır. Tüm inançlarını ve inanç değerlerini de devlete bulaşmadan sürdürmüştür. İnançlarını Pirler, dedeler ve analar sürdürmüş ve bugünlere getirmiştir. Bunu da toplumsal örgütleme ve onun getirdiği iş bölümü içinde yapmışlardır. Pirler taliplerin verdiği çırağ ve hakullahla bu işlerini yerine getirmişlerdir; ne kendileri devlete bulaşmış ne de toplumlarını devlete bulaştırmışlardır. Aleviliğin özünün ve toplumsal değerlerinin korunmasını sağlayan en temel etken de budur.

Eğer Alevilik devlet dışı toplum ve inanç olarak var olmuş ve güzelliklerini korumuşsa; bu güzel değerleri de devlete bulaşmadan koruncak; yaşatılacak ve geleceğe taşınacaktır. Bu açıdan Alevi toplumunu ve inancını devlete bulaştıran her anlayış, yaklaşım ve tutum yanlıştır. Aleviliği devlete bulaştırmak güzel değerlerinden uzaklaştırmaktır. Eğer sağa sola bükmeden bunun adını koyacaksak; Aleviliği devlete bulaştırmak Aleviliğe ihanettir. İster bilinçli ister bilinçsiz yapılsın Aleviliği devlete bulaştırmak Aleviliğe ve Aleviliğin toplumsal değerlerine ihanettir. Aleviliği devlete bulaştırdıktan sonra Aleviliğin özünü korumak mümkün değildir. Daha da ötesi devlete hakim olan inanç doğrultusunda asimile kulvarına girmektir. Çünkü mevcut devlet bazı Avrupa ülkelerindeki kadar bile inançlara eşit mesafede değildir. Kaldı ki oralarda bile her zaman bir hakim dinin ve inancın şu ya da bu düzeyde ya da şu ya da bu yolla kendini baskın hissettirmesi ve bunun diğer inançlarda yarattığı etkiler vardır.

Devlet ve iktidar bozar ve kirletir. Bu temel bir kuraldır. Ancak bireyleri ve bazı toplulukları kirletmesi belki toplumlar için fazla tehlikeli ve tahrip edici olmaz; ama bir inancın devlete bulaşmasının toplumlar üzerindeki etkisi çok olumsuz ve tahrip edici olur. Bu yönüyle kim Aleviliği ve değerlerini korumak ve yaşatmak istiyorsa o Aleviliği devletten uzak tutması gerekir. Aleviliği devlete bulaştıranlar ve yakınlaştıranlar ise Aleviliğe en büyük kötülüğü yapanlardır. Bu yaklaşım içinde olanlar Aleviliği toplumsal, ahlaki ve vicdani değerlerden uzaklaştırarak Aleviliği sadece bir ritüel haline getirenlerdir. 5 vakit namaz kılıp ama İslam’ın hiçbir toplumsal ve vicdani değerlerine sahip olmayanların durumuna düşmektir.

Toplumun bazı kesimlerinde sanki devletle ilişkilenmek, devletle iyi ilişkiler içinde olmak, hatta devletten bazı şeyler almak iyi bir şeymiş gibi ele alınmaktadır. Örneğin devlet bir Alevi derneğine cemevi yapmak için yer ya da yapması için fon verirse bu iyi bir şeymiş gibi ele alınmakta ve böyle gösterilmektedir. Bu bakış içine girildiğinde Aleviliğin bozulmasına, toplumsal ve ahlaki değerlerden kopmasına kapı aralamak olur. Hiç kimse Aleviliğin inancı o kadar zayıf mıdır ki, şu kadar parayla bozulsun, dememelidir. Bozulmaya kapı araladın mı gerisi gelir.

Devletle görüşme olur mu olmaz mı tartışması var? Bu soru yanlıştır. Hangi devletle ilişkili olunur, hangisiyle olunmaz sorusu doğru sorudur. Mevcut AKP iktidarıyla görüşmenin hiçbir anlamı yoktur; bu devletten bir şey istemenin de anlamı yoktur. Türkiye’de devlet demokratikleşmeye duyarlı hale gelmeden, anayasa ve yasalar belli bir demokratik reforma uğramadan bu devletle kurulacak her ilişki asimilasyona ve Alevi değerlerinin bozulmasına kapı aralamaktır. Aleviler ancak demokratikleşmenin yaşandığı bir ülkede eşit ve özgür yaşama imkânına kavuşur. Bu açıdan Alevilerin odaklanacağı nokta Türkiye’nin demokratikleşmesi olmalıdır. Aleviliğe en büyük hizmet böyle yapılır. Demokrasi de devletle ilişkilenerek değil bu devlete karşı mücadele ederek sağlanır. Bu devletle ilişki birilerine imkânlar sunabilir; ama Alevi toplumuna bir şey kazandırmaz. Bugün en değerli ibadet demokrasi mücadelesinde yer almaktır. Türkiye ve Ortadoğu demokratikleştiğinde Alevilerin çağı başlayacaktır. Çünkü Alevi değerleri kendini böyle bir Türkiye ve Ortadoğu’da etkin ve değerli kılacaktır. Yoksa bu devlet şöyle hak verdi, şöyle imkân verdi, demek tüm Alevi toplumunu kandırmaktır. Diyanet işleri başkanlığı gibi dini devlete bağlayan bir kurumun olduğu bir ülkede devletin sunduğu her imkân Aleviliğe sunulmuş imkân olmaz. Nasıl ki Anadolu’da öküze bir tutam ot uzatırlar ve boyunduruğa koşarlarsa, devletin sunduğu imkânlar da bu anlama gelir.

Gerçek Alevi olunacak mı, Alevi değerlerine sahip çıkılacak mı? O zaman Aleviliği devlete bulaştırmadan değerlerini koruma çabası ve mücadelesi verilmelidir. Aleviler kendi cemevlerini de yaparlar. Pirlerine de hizmetlerini yapacak düzeyde katkı sunarlar. Eğer Aleviler cemevlerini yapamıyor ya da Pirlerine hizmet sunacağı imkânı yaratamıyorsa o zaman Alevilerin kendilerini sorgulaması gerekir. Ne devleti ne başkalarını suçlamak gerekir. 20 milyon Alevi’den söz ediliyorsa böyle bir toplum inanç hizmetinin yapılması için her imkânı yaratır. Bunun için de Alevi toplumuna bu inancın toplum imkânlarıyla varlığını sürdürmesinin anlamı ve önemi kavratılmalıdır. Toplum imkânlarıyla yürütüldüğü zaman inanç bir topluma hizmet eder. Devletten beklenirse inancın karakteri bozulur ve bazı kişilere Alevilerin sırtından yaşama imkânı sunulur. Toplum tarafından beslenmeyle devlet imkânlarıyla inanç hizmetlerinin yapılması arasındaki farkı ortaya koymak önemlidir.

Aleviler cemevini yapacaksa devletten bir kuruş beklemeden, kendi imkânlarıyla yapmalıdır. Devlet camileri şöyle yapıyor, imamlara şöyle imkân sunuyor, demek eleştirilen şeylerin bu defa Aleviler tarafından istenmesi anlamına gelir. İnanç devlet değil toplum alanıdır. Zaten her inanç devletin zulüm, baskı ve sömürüsüne karşı toplumu savunma alanı olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Dinler devletleşince bu defa bazı tarikatlar toplumu savunma kurumları olarak kendilerini var etmişlerdir. Kuşkusuz daha sonra bir kısım tarikatlar da devlete bulaşınca bozulmuş ve devletin toplum içindeki ajan kurumları haline gelmiştir.

Aleviler toplumsal ahlak ve vicdani değerlerle inançlarını yaşadıklarında cemevleri hizmetini de, Pirlerinin ihtiyaçlarını da karşılarlar. Karşılayamazlar diyemeyiz. Bunu dediğimizde eksikliği Alevi kurularında ve Aleviler adına konuşanlarda görmeliyiz. Aleviler yoksul denilemez. Tarih boyu da yoksul olmuşlardır ama hiçbir inanç hizmeti geride kalmamıştır. Kaldı ki şimdiki imkânları en az 10 kat artmıştır. Bireycilik ve maddiyatçılık değil de toplumsallık olursa her ihtiyaç fazlasıyla toplum tarafından karşılanır. Zaten toplumsallık dağılmışsa bu Aleviliğin ve Alevi değerlerinin dağılması anlamına gelir. Alevilik toplumsal inançtır. Alevilik toplumcudur. Zaten iyiliği de, güzelliği de yüz yıllar boyu bu karakterini korumasından dolayıdır.

Bugün cemevi yapımı için devlete el açanlar yarın Pirlere maaş bağlanması için de devlete avuç açarlar. Bunun kadar tehlikeli bir şey olamaz. Pirlere maaş bağlandığı an Alevilik bitmiş demektir; sadece ritüellere indirgenmiş, toplumsal değerlerini kaybetmiş demektir. Parayı veren düdüğü çalar. Böyle bir Pirlik ya da cemevi olma artık devletin istediği gibi konuşma ve ona göre hareket etmedir. Dolayısıyla Aleviliğin tüm güzelliğini kaybetmesidir.

Alevilik içinde ayrım olmaz. Olursa devlete bağlanma, devlete yedeklenme ile devlet dışı demokratik toplum ve inanç olarak kalma arasında olur. Devlet dışı toplum olan Aleviliğin bin bir süreği, yolu olabilir. Bu farklılıklar Aleviliğin güzelliği ve zenginliğidir. Toplum zengin olduğunda sürekler farklı olur. Bu açıdan tek bir biçim Alevilik, tek bir biçim cem, tek bir biçim semah olsun, demek de yanlıştır. Kapitalist modernitenin sanki iyi bir şeymiş gibi her şeyi tekleştirmesi, homojenleştirmesi tuzağına düşmek olur.

Sonuç olarak son zamanlarda devletin baskısı sonucu bazı Alevi kesimlerde devlete yanaşma eğilimi görülmektedir. AKP iktidarı kendisine yanaşmayan herkese baskı ve zulüm yapmaktadır. Bu baskı ve zulümden kurtulma ve şimşekleri üzerine çekmeme adına devlete, iktidara yanaşma eğilimi ortaya çıkmaktadır. Bu yanlış bir yaklaşımdır. Aleviliğe de Alevilerin hak mücadelesine de, mevcut devlete de yanlış yaklaşım içine girmektir. Bunun ilerde Aleviliğe onarılmaz zararlar verme potansiyeli ve tehlikesi vardır. Zorlanmalar yaşanabilir ama bu zorlanmaları kolaycı yollarla aşma anlayışı tarih boyu büyük acı ve zorluklarla bugünlere gelmiş Alevice duruşa denk düşmez. Bu açıdan herkes attığı her adıma ve konuşmaya dikkat etmelidir.

Eleştirdiğimiz bir konu da Avrupa’da Aleviler için mezarlık açılmasıdır. Bu da Aleviliğin ölümünü kabul etmektir. Ya da Aleviliğin en azından Avrupa’da kendini ölüme yatırmasıdır. Alevi kanalı Can TV’de mezarlığın açılış törenini izledikçe, orada Aleviliğin bitirilme törenini gördüm. Ben böyle hissettim. Eskiden belki cenazeleri Türkiye ve Kürdistan’a götürme imkanları yoktu. Ama buna rağmen Avrupa’da yaşamını yitirenlerin cenazeleri köylerine götürülürdü. Şimdi cenazeleri Türkiye ve Kürdistan’a götürme imkanları artmıştır. Hatta Türkiye’ye cenaze götürme hizmetleri yapan kurumlar kurulmuştur. Ne dersek diyelim bunlar da Aleviliğe hizmettir. Mezarlıklar sadece ölülerin gömüldüğü yerler değildir. Aynı zaman kültürlerin ve inançların var olmasını sağlayan coğrafyanın yurt ve vatan yapılmasıdır. Her inanç ve kültür ata mezarlarının var olduğu topraklarda yeşerir, gerçek anlamını ve güzelliğini ortaya koyar. Her çiçek yetiştiği toprakta(yani kültürde) kendi rengini ve kokusunu en güzel biçimde verir. Başka bir coğrafyada o çiçek yetiştirildiğinde aynı renk ve koku güzelliğini vermez. İnançlar da kültürler de böyledir.

Şunu vurgulamalıyız ki; Alevilerin var olduğu topraklarda Alevilik yaşamı yeniden canlandırılmazsa hiç kimse Türkiye metropollerinde ve Avrupa ellerinde Aleviliği var edemez, yaşatamaz ve geleceğe taşıyamaz. Bu açıdan yaşamını yitiren Alevilerin ata topraklarına götürülmesi ve gömülmesi önemlidir. Hakka yürümek en anlamlı biçimde böyle gerçekleşir. Avrupa’da Alevi Mezarlığı açmak modernist anlayışın etkisi ve yansımasından başka bir anlama gelmez. Avrupa’da bir Alevi mi öldü; köyüne götürecek imkanı mı yok; o zaman Aleviler birleşmeli, bu cenazeyi köyüne gönderecek imkanları yaratmalıdır. Bu olmuyor denirse o zaman oradaki Aleviler toplumsallığını, inancını, yani kendilerini sorgulamalıdırlar, derim.

Alevilerin kendi köylerinden, inançlarını var eden topraklarından vazgeçmesi kabul edilemez, içe sindirilemez. Avrupa’da Alevi mezarlığının açılması yok olmayı kabullenmedir. Eğer Aleviler var olmak istiyorsa bunu kabul etmemelidirler. Bu girişimi yapanların da, bu girişimi televizyonlarda yansıtanların da Alevi toplumuna özeleştiri vermeleri gerekir.

Kaynak: Yeni Özgür Politika