Kalkan: Almanya savaşın tarafı

'PKK’ye karşı, Kürt halkına karşı faşist, soykırımcı politikaların ortaya çıkartılıp uygulamaya konmasında Almanya bir merkezdir. Almanya politikası etkilidir. Kürdistan’daki savaşı organize eden Almanya savaşın bir tarafı oldu.'

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, Kürdistan’daki savaştan Almanya’nın taraf olduğunu söyledi ve ekledi: ‘’NATO merkezi Almanya’daydı ve Kürdistan’daki savaşı organize etti. Almanya’daki NATO karargahı Kürt halkına ve gerillasına karşı en vahşi katliamcı, soykırımcı savaşı yürüttü. Sadece Almanya’daki Kürt yurtseverleri üzerinde baskı uygulayan kısıtlama getiren bir politikanın sahibi de olmadı.’’

Duran Kalkan Yeni Özgür Politika gazetesinin sorularını yanıtladı.

Hareketinizin geçmişte Alman devletine çağrıları oldu. Hiç olumlu yanıt aldığınız veya aranızda bir diyaloğun sağlandığı dönemler oldu mu?

Bu süreçlerin hepsini tam ve doğru bir biçimde bilemem, PKK’nin Almanya ilişkilerinin yürütücüsü olmadım. PKK’nin sürekli yöneteni, koordine edeni olmadım. Komploya kadar doğrudan Önder Apo bu süreçleri yönetti, yürüttü, koordine etti. Komplodan sonra kolektif bir yönetim var, değişik dönemlerde farklı arkadaşlar ya da arkadaş grupları hareketi koordine eden, politikalarını belirleyen, diplomatik ilişkilerini yürütenler oldular. Almanya ve diğer devletler ya da örgütlerle, politik güçlerle siyasi-diplomatik ilişkileri yürüttüler, görüşmeler, tartışmalar yaptılar. O bakımdan somut ayrıntıları bütünlüklü olarak bilemem. Hareketimizin hangi dönemlerde ne kadar Almanya’ya çağrı yaptığını da tam bilemiyorum. Gerçekten öyle bir çağrı yaptı mı, bu nasıl bir çağrıydı? Basın üzerinden mi oldu, yoksa çeşitli görüşmelere dayalı olarak mı oldu? Bunların somutunu ve ayrıntısını tam olarak bilmiyorum.

Şunu biliyorum ki, PKK’ye karşı, Kürt halkına karşı faşist sömürgeci-soykırımcı politikaların ortaya çıkartılıp uygulamaya konmasında Almanya bir merkezdir. Almanya politikası etkilidir. Bu konuda Almanya bir taraftır. Bu anlamda Kürt halkının özgürlük mücadelesiyle sömürgeci-soykırımcı sistem arasındaki çelişki ve çatışmada sömürgeci-soykırımcı taraf içerisinde Almanya yer alıyor. Bu anlamda mücadelenin bir tarafıdır.

Diğer yandan Almanya’nın Türkiye ile mali ekonomik ilişkileri, Türkiye üzerindeki sömürü kaynakları çok fazladır. Dolayısıyla Türkiye’yi ilgilendiren her hareketlilik, Almanya’nın Türkiye’deki mali çıkarlarına zarar veriyor. Alman sermaye çevreleri, siyasi güçleri bu zararları önleme konusunda oldukça hassastırlar. Bu nedenle de Kürdistan’daki mücadeleyle Alman siyasetinin ve devlet yönetiminin yakından ilgilendiğini de biliyoruz.

Birde Almanya’nın kendi iç yapısı var. Almanya’da önemli bir Türk işçi nüfusu var. Aynı zamanda bir de Kürt işçi nüfusu var. Kürtler, TC egemenliği altındaki topraklardan yani Kuzey Kürdistan’dan Almanya’ya gitmiş oldukları gibi, Kürdistan’ın diğer parçalarından da Almanya’ya işçi ya da mülteci olarak gitmiş bulunuyorlar. Önemli bir kitleyi oluşturuyorlar. Dolayısıyla Türkler ve Kürtler arasındaki her gerginlik doğrudan Almanya’ya yansıyor. Almanya’daki Kürt-Türk ilişkilerini, dolayısıyla Almanya’daki kamu düzenini de bozuyor.

Özellikle son dönemlerde Tayyip Erdoğan yönetiminin Almanya’ya saldırgan tutumlarının ne kadar olaya yol açtığı biliniyor. Yine MİT faaliyetlerinin Almanya’da düzeni ne kadar bozduğu, terör olaylarının ortaya çıkmasına yol açtığı bilinen bir gerçektir. Bu bakımdan da Kürt halkının varlık ve özgürlük mücadelesi Almanya’nın iç yapısını da doğrudan etkiliyor. Bu noktada da Alman siyasetinin ve devletinin Kürdistan’daki gelişmelere, Kürt halkının mücadelesine hassas yaklaştığını, sürekli denetim ve takip altında tutmaya çalıştığını biliyoruz. Bu noktada da zarar görmemek için çeşitli tutumlar, davranışlar içerisinde olunduğu bildiğimiz bir gerçekliktir. Bu anlamda zaman zaman Alman devletinin şu veya bu görevlisiyle, parti yönetimimiz arasında çeşitli görüşmeler hep olmuştur. Bu komplodan önce de vardı. Önder Apo bu politikaları belirliyordu. Şartlar koşuluyordu. ‘Alman devletinin şöyle davranması karşılığında, PKK’de böyle davranır’ diye ve onlara uyularak belirttiğim olumsuzlukların yaşanması önleniyor, engelleniyordu. Böyle bir durum zaman zaman geçici süreçlerle ortaya çıktı.

Almanya devlet olarak, Kürt sorununun çözümünü acaba hiç gündemleştirdi mi?

Ben kişi olarak buna ihtimal vermiyorum. Böyle bir şey söylediklerini de sanmıyorum. Söylemiş olsalar da kesinlikle samimi değillerdir. Kuşkusuz bu Alman demokratları, sosyalistleri, siyasetçileri için geçerli değil, devlet yönetimi açısından bunu söylüyorum. Yoksa demokratik güçler var, örgütler var. En çok Kürt dostu ve demokratik sol çevre Almanya’dadır. Kürt Özgürlük Hareketinin Alman taraftarları, dostları çok güçlü, Alman mensupları var, şehitleri var, gazileri var. Bunların hepsini selamlıyorum. Buna büyük değer biçiyoruz. Bunlar ayrıdır.

Biz devlet siyaseti üzerinde konuşuyoruz. Bunlar birbirine karıştırılmamalıdır. Bu bakımdan devlet adına öyle şeylerin söylendiğini pek sanmıyorum. Ancak belirttiğim çerçevede bazı mutabakatlar olabilmiştir. Yani Almanya’da huzuru bozmayacak, yasal çerçeveyi zorlamayacak hususlara dikkat etme konusunda, yine Almanya’nın, Türkiye’deki bazı aşırı baskı uygulamalarını eleştirmesi konusunda olmuştur.

90’lı yıllarda bazen gerillanın rehine alma durumları oldu. Oradan doğan ilişkilerde söz konusu oldu. Fakat bunların hepsi öyle ileri siyasi düzeyde tartışmalara, söz alıp-vermelere kesinlikle götürmedi. Öyle Kürt sorunun çözümünde bir diyalog değil de aslında Kürdistan’daki mücadelenin Almanya’daki ortama olumsuz yansımaması, onun önlenmesi anlamında, Alman yönetimiyle çeşitli dönemlerde diyaloglar oldu. Daha çok uzaktan yönetim çevreleriyle, istihbarat çevreleriyle, çeşitli dönemlerde farklı bazı diyaloglar oldu. Öyle o tür süreçler yaşandı, mutabakatlar oluşturdu. Alman devleti bunlara bunlara çok fazla dikkat etmese de bizden yana dikkatli davranışlar görüldü. Ama Almanya her zaman bunu TC’ye karşı pazarladı. Sürekli PKK yasağına dayanarak tutuklamalar yaptı. Onlarca yurtsevere, devrimciye cezalar verdi, yıllarca hapis yatırdı. Aslında sadece siyasi nedenlerle bunu yaptı, ama hukuki kılıfına da söz konusu yasak çerçevesinde uydurarak oldu. Mevcut haliyle, diyalog-ilişki çerçevesinde bunları belirtilebiliriz.

Almanya diğer devletler gibidir. Devlet politikacılığında çelişti çatışma içerisinde olan güçlerden yararlanma, çıkar sağlama esastır. Aslında TC-PKK çelişki ve çatışmasından en çok kazanç sağlayan, onu pazarlığa dönüştüren güçlerden birisinin de Alman devletinin olduğunu biliyoruz. ‘PKK’ye karşı mücadele edecem’ diyerek Türkiye’den şimdiye kadar ne düzeyde ekonomik taviz aldığı, ne kadar sömürü yaptı, kazanç sağladı aslında araştırmaya değer bir konudur. Eğer araştırılırsa bunun gerçekten çok büyük bir yekun tuttuğu rahatlıkla görülebilir.

Hareketimizin, Kürt sorunu çözmesi yönünde Alman devletine çağrıları olduğunu da ben pek sanmıyorum. PKK’nin ‘Suç işliyorlar, Kürdistan’daki soykırım suçuna ortak olunuyor. Böyle olunmamalı, biraz demokratik davranılmalı, Kürt varlığına, özgürlüğüne de saygılı yaklaşılmalı’ biçiminde tutumları, çağrıları olmuş olabilir. Yoksa Almanya devletiyle, TC devleti arasındaki ilişki düzeyini biz biliyoruz. Bu ilişkinin zihniyet, ideolojik, siyasi boyutu var. Ekonomik, mali çıkar boyutu var. Aslında öyle dar ve tek boyutlu bir ilişki değildir. Eğer hareketimiz böyle bir çağrı yapmışsa da, karşıtına yaptığı çağrılar düzeyinde yapmıştır. TC devletine de yapıyor. Kürt sorunuyla ilgili herkese de çözüm için geçmişte çağrılar yaptı. Almanya’ya da o biçimde yapmışsa o biçimde yapmış olabilir. O konu da da öyle kayda değer ciddi hiçbir şey alamadı.

Almanya şunu da yaptı: 87’de Önder Apo’nun tutuklanması ve Düsseldorf’ta yargılanması için karar çıkardı. Tutuklama kararı vardı. Bu karar 1999 yılı başına kadar, Önder Apo Roma’ya gidene kadar da devam etti. Önder Apo, Roma’ya gittiğinde kendi kanununa ve kararına Alman devleti sadık kalsaydı. İtalya’dan Önderliğin iadesini isteyip tutuklayıp Önder Apo’yu yargılaması gerekiyordu. Fakat onu da yapmadı. İtalya hükümetinin “Kürt konferansı yapalım” teklifini de reddetti. Önder Apo hakkındaki 87’de almış olduğu tutuklama kararını 99 yılı başında hemen kaldırarak Önder Apo’yu “istenmeyen insan” ilan etti. Almanya’ya girişine yasak koydu. Biz bu hususları da biliyoruz. Böyle bir gücün Kürt sorununda böyle bir çözüm partneri olamayacağı açıktır. O bakımdan da öyle ciddi rol oynayacak bir güç gibi görüp hareketimizin bir çağrı yapmış olacağına öyle ihtimal vermiyorum.

Genel kamuoyunda Almanya-Türkiye ilişkilerinin şu anda sıkıntılı olduğu ifade ediliyor. Siz buna katılıyor musunuz?

Mevcut soruya insan ciddiyet içerisinde ne kadar cevap verebilir, onu fazla bilemiyorum. “Bir bozuk saat bile günde iki sefer doğruyu gösterir” diyorlar. En çok birbiriyle kavga edenler kardeşler oluyor. Mülk kavgası, miras kavgası, bölüşme kavgası. Almanya-Türkiye ilişkilerindeki sıkıntıları, çelişkileri, kavgaları, böyle görmek ve anlamak lazım. İki kardeş arasında miras kavgasından, mülk kavgasından kaynaklanan sıkıntılar, çelişkiler, kavgalar olarak görmek lazım. Yoksa onun dışında Türk-Alman ilişkilerinde bir karşıtlaşma, karşı karşıya gelme gibi bir sıkıntı yoktur. Çok içi içe geçmiş bir çıkarlar sistemi var. Bu sistem içerisinde her taraf daha fazla çıkar elde etmek için politika ve hamleler yapıyorlar. Ellerindeki imkanları, fırsatları değerlendiriyorlar, ellerindeki kartları kullanıyorlar. Bir birlerine karşı mevcut sıkıntılar o düzeydedir. Yoksa çok daha ileriye giden düzeyde değildir.

Almanya, Türkiye’yi yönetiyor. Türkiye ise Kürdistan’da soykırım uyguluyor, insanlık suçu işliyor. Bunu Alman politikacıları, yöneticileri bilmiyor mu, görmüyor mu! Peki bile-bile, göre göre ben demokratım diyerek o suçun uygulayıcısı, destekleyicisi, esas sahibi nasıl oluyorlar! Ama oluyorlar. Sıkıştıklarında suçu Türkiye’ye yüklüyorlar, ama kendileri normal durumlarda da söz konusu politikalarını yürütüyorlar. Böyle bir politika yürütmede herhangi bir beis görmüyorlar. Bazı çelişkiler tartışmalar bu çerçevede oluyor mu, evet oluyor. Son dönemlerde birbirlerini suçladılar da, Kürdistan’daki durumu da buna katmaya çalıştılar, fakat Kürt toplumunun üzerine sürdüğü panzerlerin, tankların hepsi Almanya’dan alınmadır. Silahların hepsi Almanya’dan alınmadır.

TC yöneticileri, Alman desteği ile Alman mallarıyla Kürdistan’da soykırım uyguluyor. Almanya bunları satmakta hiçbir sakınca görmüyor, devam ettiriyor. Aslında köklü siyasi, ekonomik ilişkiler hiçbir zaman sarsılmıyor. Onlar alttan gizli kanallarla etkili bir biçimde yürüyor, yürütülüyor. Bazen belirtiğim gibi, kardeşlerde birbirleriyle kavga ediyorlar, küsüyorlar, birbirlerine ağır sözler söylüyorlar. Öyle durumları Almanya, Türkiye yöneticileri arasındaki kavgaları böyle ele almak lazım. Tayyip Erdoğan son dönemlerde çok daha ileriye giderek, Alman yöneticilerine “Nazi” dedi ve Hitler yönetiminin devamı olarak söyledi. O yöneticiler yine de el sıkıştılar. Gizli gizli görüştüler. İçinde bulunduğumuz son on gün içerisinde Almanya dışişleri bakanı üç defa gizliden Tayyip Erdoğan ile görüşme yapmış. Bu durum basına da yansıdı. Onun sonucunda 5-6 tutukluyu hukuk dışı yollarla Türkiye’de bıraktırmışlar. Bir tanesi gazeteci Deniz oldu.

Güya hukuk devletidirler. Almanya ‘hukuka dikkat ediyor’ deniliyor. Hiçte öyle değildir. Mal pazarlar gibi pazarlık yapıp insanları hapisten çıkarttırdılar. Hapse girmeleri de kendi aralarındaki çıkar kavgalarının sonucunda oldu. O insanlar suç işleyip de mi hapse girmişlerdi. Hayır. Niye çıktılar diye eleştirmiyorum. Tutuklanmaları suçtur. Zaten rehineydiler. Ama tümüyle hükümetler arasındaki kavganın kurbanı olarak tutuklandılar. O kavga da çıkar kavgasıydı.

15 Temmuz darbe girişimi ardından Almanya’ya da iltica etmiş bir çok NATO’cu asker var. Sorun yaratanlar biraz onlardır. Almanya onları Türkiye’den daha fazla taviz koparmak için tutuyor, vermiyor. Kimler olduğunu da zaten açıklamadılar. Gizli de tutuyorlar. Sıkıntılar bu düzeydedir. Yoksa Tayyip Erdoğan yönetiminin faşist diktatörlüğünden, Devlet Bahçeli faşizmiyle ittifakından Kürdistan’daki soykırım uygulamalarından duyulan rahatsızlıkla, onlara karşıt olma temelinde herhangi ciddi bir sıkıntı olduğunu düşünmüyorum. Günlük basit politik ilişkilerde, politika yapmadaki sıkıntılar ve onları da her gün pazarlıklar yaparak aşıyorlar.

Son iki yılda Almanya’da Özgürlük Hareketine kaşı baskılar yoğunlaştırıldı. Öcalan’ın posteri ve PKK bayraklarının yanı sıra yasal dernek statüsündeki kurum ve örgütlerin bayrakları da yasaklı. İnsanlar sosyal medyada YPG-YPJ bayraklarını paylaştıkları için ceza alıyor, evleri basılıyor. Baskıcı politikanın bu denli yükseltilmesini neye bağlıyorsunuz? Neden şimdi?

Keşke bu soru bana değil de, başkalarına sorulsa, şimdi Avrupa’da Almanya’da olanlardan bu konularda cevap alınsa, bugünkü durumu bilenlere sorularak, onların görüşleri, tepkileri, eleştirileri alınıp yayınlansa daha iyi olur. Neden şimdi? “Son iki yılda Almanya’nın PKK’ye, KCK’ye, Kürtlere, Kürt Özgürlük Hareketine baskısını arttığı” belirtiliyor. Ben bu görüşe katılmıyorum. Son iki yılda, artan bir durum yoktur. Geçmişten baskı şimdikinden hiçte az değildi. Herhalde soruyu hazırlayan arkadaşlar geçmişi çok fazla bilmiyorlar, mevcut durumu görüyorlar, kendi yaşadıkları bu oluyor. Bugünkü durum oluyor. Sanıyorlar Alman devleti şimdi Kürt toplumuna, Kürt yurtseverlerine, Kürdistan Özgürlük Hareketine baskı uyguluyor, yasaklama getiriyor, tutukluyor, üzerlerinde şiddet uyguluyor, sınırlandırıyor. Hayır. Bu baskılar şimdi değil ki, geçmişten beri böyledir. Hiçbir suç ve hukuki dayanağı olmadan ben 6 sene rehin tutuldum, hapis yatırıldım. 1988-90 yıllarında böyle onlarca insan tutuklandı, tek kişilik hücrelerde tutuldu. Yüzlerce yurtseverin evleri rambolarla basıldı, kapıları kırıldı, 8 Milyon Mark ödenerek özel yeraltı mahkemesi yapıldı. Düseldorf davasında büyük tantanalı polis gösterileriyle mahkemeye götürüldük, Alman toplumunu etkilemek için bunu yaptılar. ‘Çok tehlikeli teröristleri yakalamışız her an size zarar verebilir’ diyerek toplum PKK’ye karşı, Kürtlere karşı tahrik edilmeye kışkırtılmaya çalışıldı.

Biz bu dönemleri de gördük. Sorulan soruda ifade edilen uygulamaların hiçbirisi yeni değildir, son iki yılda uygulanan değildir. Geçmişte de öyleydi. PKK bayrağı geçmişte de taşınamıyordu. PKK rozeti taşıyarak biz mahkemeye gidemiyorduk. Sokakta gezilmiyordu, gösterilerde bayrak taşımak yasaktı. Evlerine Önder Apo’nun posterlerini, Kürt özgürlük mücadelesini sembolize eden amblemleri, bayrakları astılar diye yurtseverlerin evleri basılıyordu, kapıları kırılıyordu, çocukları korkutuluyordu, evleri dağıtılıyordu, tutuklanıp yakalanıp gözaltına alınıp işkence hanelere götürüyorlardı. Hatta bazı yurtseverler, yurtdışı edildiler. Almanya’dan da kovuldular.

Söz konusu baskıları Almanya her zaman uyguladı, uyguluyor. Şimdi yeni olan belki YPG-YPJ bayraklarının yasaklanmasıdır. Çünkü onlar yeni örgütlerdir. Sosyal medyanın kullanılmasıdır. Çünkü o alanda yeni bir alan oluyor. Geçmişte bunlar yoktu. Fakat Almanya’nın Kürt halkı üzerinde, Kürt yurtseverleri üzerinde Kürdistan Özgürlük Hareketi üzerinde baskıcı uygulamaları her zaman vardı. Baskıcı değil sadece, Kürt halkının Özgürlük Mücadelesine karşı sömürgeci-soykırımcı şiddet uygulayan, planlı mücadele yürüten taraf içerisinde en etkili Almanya devletiydi. Almanya sadece üçüncü ya da dördüncü bir taraf olarak sınırlı baskılar uygulamadı. Kürdistan üzerindeki sömürgeci-soykırımcı sistemi yürütmekten kendini sorumlu gören, Kürt gerillasına, Kürt halkına Özgürlük Hareketine karşı faşist soykırımcı mücadeleyi yürüten bir güç oldu. Savaşın bir tarafı oldu.

NATO merkezi Almanya’daydı ve Kürdistan’daki savaşı organize etti. Almanya’daki NATO karargahı Kürt halkına ve gerillasına karşı en vahşi katliamcı, soykırımcı savaşı yürüttü. Sadece Almanya’daki Kürt yurtseverleri üzerinde baskı uygulayan kısıtlama getiren bir politikanın sahibi de olmadı. TC hükümetlerini en ileri düzeyde destekledi. Kürdistan Özgürlük Hareketine, özgürlük gerillasına karşı yürütülen savaşta, TC hükümetiyle birlikte oldu, ortak hareket etti. Bunu ikili ilişkilere dayandırdı; NATO ilişkilerine dayandırdı, ama her zaman sömürgeci-soykırımcı savaşı yürütün karargahın bir parçası oldu. Bu gerçeği bilmek lazım.

Meseleyi böyle koymazsak, Almanya’nın Kürdistan üzerinde yaşanan mücadeledeki durumu daraltılıyor, konumu doğru ortaya konmuyor, suçları hafifletiliyor. Faşist sömürgeci-soykırımcı cephede yer almasına rağmen, sanki öyle bir cephede yer almıyormuş da, Almanya’da bazı sınırlı baskılar, münferit baskılar uygulayan bir politika izleniyormuş gibi ortaya konuyor. Bu Almanya’nın Kürt soykırımındaki sorunluluğunu azaltmaktır, suçunu hafifletmektir. Sonuçta oraya götürür. Kesinlikle öyle bir duruma düşülmemelidir. Sorumluluğu iyi görülmelidir. Baştan beri Kürt halkı, Kürt yurtseverleri üzerinde Almanya’da da nasıl bir baskı uyguladığını bilmek gerekiyor. Onlarca Kürt yurtseverine yıllarca hapis cezası verdiler, mitinglerini yasakladılar. Bayrak taşımalarını engellediler, en demokratik halklarını kullanmalarına izin vermediler.

Dahası bütün azınlıkların çocuklarına ana dillerinde eğitim yaptırdılar, Almanya Kürtçe eğitim yapmaya da izin vermedi. Türkiye hükümeti istemiyor diye Kürt toplumunun çocuklarının Kürtçe eğitim yapmasını da kabul etmiyor. Türkiye’nin asimilasyoncu politikasının bir parçası bir devamı oluyor.

Peki neden YPG-YPJ’ye baskılar…

Çünkü bu örgütler DAİŞ’e karşı mücadelenin bayraktarları oldular. ABD yönetimi bile, DAİŞ’e karşı yürüttüğü savaştan dolayı “Bütün insanlık YPG-YPJ’den minnet duymalı” dedi. Yani bütün insanlık adına savaştı, insanlığı böyle bir faşist beladan korudu. YPG-YPJ’yi yasaklamak demek, DAİŞ’i serbest bırakmak demektir. Son 4 senedir Ortadoğu’da yaşanan ve bunun Avrupa’ya, Amerika’ya taşan boyutları böyledir. Bir cephe oluştu. “Dünya Kobanê Günü” oluştu. DAİŞ’e karşı bir koalisyon var. Sözde Almanya’da o koalisyonun içerisindedir. O koalisyonda YPG-YPJ’de var. DAİŞ’e karşı bir koalisyon ve Almanya nalına da vuruyor, mıhına da vuruyor. Bu koalisyonda nasıl yer aldığı belli değildir. Aslında DAİŞ’e karşı olmak, mücadele etmekten çok, ‘dostlar seyranda görsün’ misali oluyor. Bende ordayım demeye getiriyor, ama özünde aslında orda olmanın gereklerini yerine getirmiyor. Gerçekten de ideolojik olarak, politik olarak DAİŞ’e karşıtı değil, DAİŞ’e karşı savaşan güçlerle dost ve müttefik değildir. İnsanların YPG-YPJ’yi övdü için ve onlardan yana oldu diye insanların ceza alması, YPG-YPJ amblemlerinin, bayraklarının taşınamaması yüz karası bir durumdur. YPJ militanları Fransa’da başkanlık sarayında ağırlandılar. Amerika minnet belirtti. İnsanlığın onurunu, şerefini korudular. İnsanlığı günümüzün en büyük faşist belasından kurtardılar, ona karşı savundular. Böyle bir güce karşı düşmanca davranmak, en hafif deyim ile ‘O zaman karşı cephede midir? Almanya DAİŞ tarafında mı?’ Bu soruyu insanlar haklı olarak sorarlar. Bu tür uygulamaları görünce insanların aklına bu gelebilir.

Şu söylenemez: ‘Biz YPG’ye de karşıyız DAİŞ’e de karşıyız’ böyle söyleyen DAİŞ’ten yanadır. Bu bir Tayyip Erdoğan-Devlet Bahçeli politikasıdır. Günümüzün en faşist diktatöryal zihniyet ve politikası işte bu oluyor. Herhalde ‘ikisinden de yana olmak zorunda değiliz’ demeye getiriyorlar. TC, ‘ikisi de terör örgütüdür’ diyor ya, o zaman ‘sen gel onu benim kulağıma anlat’ derler. Bu aslında DAİŞ yanlılığının gizliden sürdürülmesi oluyor, açıktan söylenemeyen DAİŞ yanlılığı, DAİŞ taraftarlığını üstü örtülü bir biçimde ifade etmeyi içeriyor ki, gerçekten de Almanya gibi bir devletin böyle bir konumda olması acı verici, üzüntü verici bir durumdur. Böyle olmamalı, kendisini bu kadar düşürmemelidir. Kendisine ‘Nazi’ diyen bir yönetimin zihniyet ve siyasetiyle, üslubuyla aynı noktada olmamalıdır. Fakat ne yazık ki, günümüzün Alman yöneticileri bazı çıkarlar için kendilerini bu duruma düşürmekten kurtulamıyorlar.

Yarın: Enternasyonal dayanışma