Avukat Özgür Erol: BM’ye başvuru yaptık

Türk devleti, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan için Eylül ayında Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne cevap verecek; fakat avukat Özgür Erol, tek yolun bu olmadığını ve bir ay önce bu konuyu BM’ye de taşıdıklarını söyledi.

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin Türkiye’den beklediği yanıtın önümüzdeki ay verilmesi gerekiyor. Peki, bu süreçte İşkenceyi Önleme Komitesi-CPT niye tekrardan adaya gitmedi? Tek yol Bakanlar Komitesi’nin işleteceği süreç mi? Farklı nasıl yollar aranıyor?

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın avukatlarından Özgür Erol, AİHM’nin verdiği Öcalan-2 kararı sürecini, bu çerçevede attıkları adımları ANF’ye değerlendirdi.  

SÜRENİN SONUNA GELDİK

İlk olarak “umut hakkı” üzerine konuşan Avukat Erol, verilen kararı ve süreci şöyle özetledi: “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 2014’teki kararında, müebbet hapis cezasının hiçbir tahliye imkanı tanımaksızın, ölünceye kadar sürme biçimindeki uygulamasını insanlık dışı muamele olarak kabul etmişti. Bu çerçevede Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3. maddesinin ihlali olduğuna hükmetmişti. Daha sonrasında Türkiye'de benzer üç siyasi mahpus hakkında da benzer bir karar çıktı. AİHM’nin Avrupa'da da benzer kararları mevcut fakat aradan geçen sekiz yıllık süre içerisinde Türkiye'de bu durumu değiştiren hiçbir düzenleme yapılmadı. Bir düzenleme yapılmadığı gibi AİHM’nin kararlarının uygulanmasından sorumlu olan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi de herhangi bir denetim süreci başlatmadı. Dolayısıyla geçtiğimiz yıl Türkiye'deki bir grup sivil toplum kuruluşunun yapmış olduğu 9’a 2 başvurusu dediğimiz başvuru ardından bu meseleyi gündemine bir kere daha aldı Bakanlar Komitesi. Türkiye'ye bu mesele hakkında yaptıklarının açıklanmasına ilişkin bir yıl süre tanımıştı. Şimdi bu sürenin sonuna geliyoruz.” 

TÜRKİYE’NİN CEVABI BELLİ

Avukat Özgür Erol, Türkiye’nin Eylül ayında vereceği bu cevabın aşağı yukarı tahmin edilebildiğini şu sözlerle açıkladı: “Türkiye'nin vereceği yanıt, bu anlamda aşağı yukarı belli. Yaptıkları hiçbir düzenleme bulunmadığı için bu karara dair ‘şöyle gereğini yaptık ya da yapıyoruz’ demek şartlarına sahip değiller. Muhtemelen yasalardaki diğer bazı boşlukları; örneğin hastalık halinin vesairenin, infazın düzenlenmesini yeniden gözetilebilir gibi gerekçeleri sanki bir ‘düzenlemeymiş’ gibi yansıtmaya çalışacaklar.”

DİSİPLİN CEZALARI BİTİMSİZ BİR HAL ALDI

Avukat Özgür Erol, disiplin cezalarının özellikle burada yaratılan hapishane sisteminin bir parçası olduğunu ifade ederken buna 2007-2008 yıllarından örnek verdi. Ayrıca, bu cezalandırma sisteminin Abdullah Öcalan’ın siyasi pozisyonundan kaynaklı olduğunun da altını çizdi. Erol şunları söyledi: “Bu konunun Türkiye açısından özellikle Abdullah Öcalan'ın pozisyonu itibarıyla stratejik bir yaklaşım sebebi olduğunu anlayabiliyoruz. Bu hapislik rejiminin bitimsiz, sınırsız bir eziyet haline dönüştürülmeye dönük bir stratejinin uzantısı bu. İşin diğer yanında da bu tutukluluk halinin artık kabul edilebilir olmaktan çıkmasının yanı sıra bir de mevcut infaz rejiminin İmralı'da her geçen gün yeni uygulamalarla ağırlaştırılması söz konusu. Bu yüzden disiplin cezalarının birebir bu Bakanlar Komitesi'ne yapılacak sunumla ilgili olduğunu düşünmüyorum. 

Belirli dönemlerde İmralı'da yoğunlaşmış bir cezalandırma uygulamışlardı. Özellikle 2007-2008 yılları arasında peş peşe hücre hapis cezaları vermişlerdi. O dönem bunu Abdullah Öcalan’ın yaptığı konuşmaları gerekçe göstererek yapıyorlardı. Daha sonrasında diyalog süreci diyebileceğimiz dönemde bu disiplin cezaları kesildi. Fakat bu sürecin kesilmesi ardından 15 Temmuz’la birlikte OHAL’den sonra bu kez de aileyle görüşmelerin yasaklanmasına dönük bir girişim olarak disiplin cezalarını uyguluyorlar. Yani bu disiplin cezasının gerekçesini, ciddiyetini, hukukiliğini vesaire bence tartışmanın hiçbir anlamı yok. Sistematik bir biçimde üç ayda bir cezanın bittiği süre yaklaşırken başka bir gerekçeyle bir kere daha bu ceza veriliyor ve bu şekilde süresiz bir biçimde aile görüşleri İmralı'da yasaklanmış oluyor.

Bu disiplin cezası süreçlerinde bunlara itiraz etmek istediklerinde avukatların talepleri reddediliyor. Kararlar avukatlara gönderilmiyor, gizleniyor. Hatta talebe rağmen verilmiyor ve bu şekilde sadece yazışma yapılarak kararlar kesinleştiriliyor. Ve bu kararlar bu şekilde Anayasa Mahkemesi ve AİHM denetiminden de çıkarılmış oluyor. Yani hukuksal olarak hakkını arayabileceğiniz tüm kanalları da bu şekilde kapatan bir sistem kurulmuş. Bu bir işkence ve kötü muamelenin rejimidir, bunun başka bir tamamlaması söz konusu değil.” 

CPT’NİN GİTMEMESİ BİR TERCİHTİR

CPT’nin uzun zamandır İmralı’ya gitmediğini de hatırlatan Avukat Özgür Erol, uluslararası kuruluşlar bakımından meseleyi şöyle ele aldı: “Hem Bakanlar Komitesi hem de AİHM önündeki dosyalarda CPT’nin hazırlamış olduğu raporları birinci derece referans olarak kabul ediyor. Bu açıdan CPT'nin raporları ve tespitleri önemli. Geçmişte İmralı'ya dair önemli tespitleri de var. Ama maalesef şu an uluslararası konjonktürün gelmiş olduğu durum, 20. yüzyıldan kalan insan hakları kurum ve mekanizmalarının gerçek bir kriz halini yansıtıyor. Bu sadece Kürtlere özgü bir durum mudur? Daha farklı yönleri var mıdır? Bu ayrı bir tartışma konusu ama yaşadıkları bir kriz hali var ve kuşkusuz bu Türkiye'deki Kürtler ile diğer siyasal muhalefetin sorunlarına yaklaşımlarına da yansıyor. 

Özellikle CPT ve AİHM açısından özellikle İmralı gerçeğinden mümkün olduğunca kaçmaya ve sıyrılmaya çalışan; onu görmekle, izlemekle birlikte ona dokunmamaya, ona sirayet etmemeye çalışan bir tarz var. CPT raporunu açıklayabilir ama üç yıldan bu yana 2021’deki bir tek bir aile görüşü dışında, İmralı’yla hiçbir temas olmadığı ve bunu da çok iyi bildikleri halde buraya geldiklerinde oraya gitmemeyi tercih ettiler. Bunların hepsi bir tercih. En son gerçekleştirdiği ziyaret, yanlış hatırlamıyorsam 2019’daydı ve o dönem açlık grevleri, ölüm oruçları sonrasında birkaç avukat görüşmesi olmuştu. Adaya erişim kapatıldığı anda bu karara gönüllü ya da gönülsüz artık hangi sebepten kaynaklanırsa kaynaklansın, bir vesileyle uyuyorlar. Burada dikkat çeken tavır budur. 

CPT kuşkusuz bizim açımızdan etkili birer hukuk yolu olarak değerlendirilmek durumunda ama daha farklı uluslararası mekanizmaları da değerlendirmekle karşı karşıyayız. Ki bunların başına da ve bizce bu dönem itibarıyla Birleşmiş Milletler İnsan Hakları mekanizmaları geliyor. Bunlara dönük başvurularımıza da bu süreç itibariyle başlamış bulunuyoruz. Henüz başvuru aşamasındayız. Bazı temaslar, çalışmalar ve raporlama faaliyeti özellikle son bir yıl içerisinde gerçekleşti. Fakat resmi başvuruyu henüz geçtiğimiz ay yaptık. Dolayısıyla bunun sonuçlarını biraz daha izleyeceğiz.”