Bayık: ABD, Türkiye'nin Kürt soykırımını destekliyor

DAİŞ çetelerine karşı mücadelede en ağır yükü Kürtlerin omuzladığını söyleyen KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, koalisyonda yer alan ABD'nin çekilme kararı ile Türkiye’nin Kürt soykırımını desteklediğini vurguladı.

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, Almanca yayın yapan Lower Class dergisine konuştu. Bayık, dergiye verdiği röportajın birinci bölümünde ABD’nin Rojava’dan çekilme ve Kürt özgürlük hareketi lider kadroları hakkında aldığı kararı ile Türkiye’nin Rojava’ya yönelik işgal saldırılarını değerlendirdi.

ABD’nin çekilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Acaba bu ABD’nin bölge siyasetinde yaşanan bir değişim midir? Öyleyse, bu değişimin amacı nedir?

Aslında 1990/91 körfez krizi ve savaşı ile birlikte dünyada ve Ortadoğu bölgesinde önemli değişlikler ve yeni gelişmeler ortaya çıktı. Sovyetler Birliği'nin çözülüşü, ABD’nin yeni dünya düzeni ve yeni bir strateji ile dünyaya yaklaşımı gelişti. Bu çerçevede küresel düzeyde ABD belli planlar dahilinde bazı politikalar yürüttü. Fakat bu politikaların merkezinde hep Ortadoğu oldu. Körfez savaşıyla birlikte Ortadoğu’yu denetim altına almaya çalıştı. Aynı zamanda bu Güney savaşıyla Kürdistan Özgürlük Mücadelesi'ni Güney Kürdistan’a engellemekle birlikte geldi. Bu süreçte ABD dünyanın diğer yerlerinde daha aktif politika yürüttü.

11 Eylül El Kaide saldırısından sonra Afganistan ve ardından gelen Irak savaşlarıyla Ortadoğu’da yeni bir yönelim gerçekleşti. Bu doğrudan bir müdahaleydi. Afganistan ve Irak gibi en çelişkili ve çatışmalı sahaları ABD doğrudan kontrolüne almayı hedefliyordu. Böyle bir dönemde 90'lı yıllarda Kürdistan özgürlük mücadelesini Güney Kürdistan’a sokmayan, Kuzey’de kuşatmaya çalışan ABD politikası, Önder Abdullah Öcalan şahsında uluslararası komplo saldırısına ve böyle bir saldırı ile PKK’nin, Kürdistan Özgürlük Hareketi'nin tasfiye edilip Kürt soykırımını tamamlaması siyasetine dönüştü.

DAİŞ İLE KÜRT SOYKIRIMI GERÇEKLEŞTİRMEK İSTEDİLER

Bu temelde yoğun saldırılarla karşı karşıya geldik. Fakat bunların bazı bakımlardan başarılı olsa da birçok bakımdan başarısız kalması, Ortadoğu’daki yeni gelişmeler, ABD’nin istediği gibi siyaset yürütmesine fırsat vermedi. Sonuçta 2010’dan itibaren Arabistan’daki halk ayaklanmaları ile bu gelişmeler yeni bir sürece evrildi. Sudan’dan, Mısır’dan başlayıp tüm Arabistan’a yayıldı. Sonuçta Suriye’de odaklandı. Önemli bir çatışma durumu Suriye zemininde yaşandı. Aslında 2011’den itibaren ABD’nin, Türkiye’nin, diğer bazı güçlerin Suriye müdahaleleri, özellikle İhvani Müslim denilen ve kendisini ÖSO olarak örgütleyen güçlere dayanarak yürütmeye çalıştıkları politikalar sonuç vermedi. Başarı getirmedi. Dahası kendi içerisinde parçalandı.

Çatışmalı, çelişkili duruma girdi. Böyle bir süreçte DAİŞ saldırıları denen yeni bir saldırı grubu ortaya çıkartıldı. Hedefinin Irak’ı ve Suriye’yi üçe bölmek olduğu söylenen bir saldırıydı. Musul’da saldırılar başlatıldı, Bağdat’ı tehdit eder hale getirildi. Suriye’de Reqa’ya saldırtıldı, Şam’ı tehdit etmeye yönlendirildi. Sonuçta Bağdat ve Şam’a ilerlemekten alıkonularak bu gücün yönü Kürdistan’a çevrildi. Güney Kürdistan’da Şengal’e, Maxmur’a, Hewlêr’e, Kerkük’e yöneltildi. Arkasından Rojava Kürdisanı’na, 15 Eylül 2014 tarihinden itibaren Kobanê’ye yöneltildi. Böyle bir güçle Kürt soykırımı sonuca götürülmek istendi.

İNSANLIĞIN BAŞINA BELA EDİLEN DAİŞ İLK YENİLGİSİNİ KOBANÊ'DE ALDI

Buna karşı PKK öncülüğünde Şengal’de, Maxmur’da gerilla hareketi önemli bir direniş geliştirdi. Bu direniş 15 Eylül’den itibaren Kobanê’ye dönük saldırılarda bir savunma seferberliği haline geldi. Bütün Kürdistan’da, Kürt halkını, Rojava devrimini savunma direnişine dönüştü. PKK, Şengal’de, Maxmur’da DAİŞ saldırılarını kırınca Kobanê’de belli bir zorlanma yaşandıysa da sonuçta saldırıların sonuç almasına fırsat verilmeyince, DAİŞ saldırıları durdurulunca bunun yeni bir durum olduğu değerlendirilerek ABD arkasından birçok güç böyle bir direniş etrafında DAİŞ’e karşı ortak bir koalisyon oluşturma, söz konusu direnişi destekleme tutumunu geliştirdi.

Biz hareket olarak bunu anlamlı ve değerli bulduk. Böyle bir çerçevede oluşan geniş bir koalisoyonu faşizm karşısında bir ortak duruş olarak değerlendirdik. Rojava Özgürlük Güçleri bunu dikkatli politikalarla bir ittifaka dönüştürmeyi başardılar. Böylece DAİŞ karşıtı koalisyon denen, gerçekten de tarihin en geniş antifaşist koalisyonu olarak tanımlayacağımız bir ittifak ortaya çıktı. Bu ittifak 2015 Ocak ayında Kobanê merkezini kurtardı. 2015 Mayıs’ında Kobanê’nin kırsal alanını DAİŞ’ten kurtardı. İnsanlığın başına bela edilmiş olan DAİŞ faşizmi ilk yenilgisini burada aldı.

ABD 2015 YILINDAN SONRA İKİLİ OYNAMAYA BAŞLADI

Koalisyon harekatını sadece Kobanê ile sınırlı tutmadı. DAİŞ’i tümden yenilgiye uğratmak üzere Rojava Kürdistan’ın ve Doğu Suriye’nin diğer sahalarına da yaydı. 18 Ekim 2017 tarihinde DAİŞ “başkentim” dediği Reqa’da yenilgiye uğratılarak aslında siyasi, askeri etkinliğini kaybetti. Böyle tarihi öneme sahip bir başarı bu koalisyon tarafından sağlandı. Kürtler koalisyona önem verdiler, değer biçtiler. Gerçekten de dikkatli, duyarlı yaklaştılar. Böyle bir mücadelenin en ağır yükünü omuzladılar. Kürdistan’ın ötesinde, Arap sahalarının DAİŞ faşizminden kurtarılması için evlatlarını seferber ettiler.

Binlerce kız, erkek, genç evlatlarını böyle bir mücadelede şehit vermekten geri durmadılar. Fakat tarihi gelişim içerisinde sadece 2014’ün sonunda DAİŞ’e karşı koalisyonun sonucu ABD buraya katıldı. Fakat ABD aynı çizgide devam etmedi. 22 Temmuz 2015’te ABD, TC ile anlaşma yaptı. Güya TC’yi de DAİŞ karşıtı koalisyona kattı. Fakat Türkiye Cumhuriyeti devleti hiçbir zaman Rojava Kürdistan ve Suriye’de DAİŞ’e karşı savaşan koalisyona katılmadı. ABD ile ikili bir anlaşma yaptılar; sözde DAİŞ’e karşı ikinci bir koalisyon oluşturdular. ABD aslında o tarihten itibaren ikili oynamaya başladı.

TÜRKİYE, DAİŞ'E KARŞI DİRENEN GÜÇLERİ VURDU

Türkiye ile anlaşmaları bir DAİŞ karşıtı koalisyon değildi. PKK’ye karşı saldırıları gerçekleştirmek için Türkiye’nin önünü açmaktı, Türkiye’ye destek vermekti. Nitekim 24 Temmuz 2015 günü Türk savaş uçakları havalandılar, Türk hükümeti DAİŞ’i vuruyoruz diye dünyaya ilan etti ama uçakların hepsi PKK mevzilerine vurdular. Kürdistan’ı bombaladılar, DAİŞ’e karşı direnen güçleri vurdular. Böylece bir sahte durum o zamandan itibaren ortaya çıktı. Yalancı bir DAİŞ karşıtı koalisyon oluşturdular. Başka bir güç buna itibar etmedi.

Bu ABD ve TC ittifakı olarak ortaya çıktı. Daha sonra Ekim 2017 tarihinde Reqa kurtarılınca, DAİŞ o zeminde yenilgiye uğratılınca artık giderek DAİŞ’e karşı savaşla oluşan koalisyon zayıflamaya başladı. ABD DAİŞ’e karşı savaşan koalisyonu esas alıp orada derinleşmek yerine, görünüşte DAİŞ karşıtı, gerçekte ise PKK’ye karşı oluşturulan koalisyonu önemsedi, o ilişkileri öne aldı. Türkiye Cumhuriyeti devleti bu süreçte Kürdistan’da yürüttüğü katliamları, PKK’ye yönelik saldırıları zaten ABD desteğiyle yürüttü. Bu tarihten itibaren ABD’den daha fazla destek almak için birçok taviz vermeye yöneldi. Dahası İran ve Rusya ile var olan ilişkilerini bir şantaj olarak kullandı. Bu durumda ABD’nin geri çekilme kararı biraz da buna dayanıyor. Aslında 2015 yılından itibaren başlayan bir süreç.

Cemil Bayık, Duran Kalkan ve Murat Karayılan hakkındaki karar “Kürt halkına ihanet” midir veya daha büyük bir stratejinin parçası mıdır? Bu kararı da nasıl değerlendiriyorsunuz?

ABD hiçbir zaman tek yanlı hareket etmedi. Böyle bir alternatifi gündemde tuttu. Şimdi Suriye’den çekileceğiz açıklamasında bulundu. Bu çok mesele değil. ABD aslında DAİŞ’e karşı direnişten dolayı Suriye’ye girdi, Suriye’de bir etkinliği yoktu. Kürt direnişi Suriye’de ABD etkinliğini var etti. Hukuki olarak herhangi bir durumu yok zaten. Suriye’de öyle bir askeri gücü de yok. Karadan her hangi bir hareket yürüttüğü söylenemez. Hava gücü ile savaşa katıldı. Karadan savaşı yürüten, savunmayı yürüten Demokratik Suriye Güçleri'dir. Onun içerisinde YPG ve YPJ olarak somutlaşmış, alan hakimiyetini sağlayan Kürt direniş güçleridir.

Bu anlamda ABD’nin sanki bir alanı tutuyor da çekilince orada boşluk oluşacakmış gibi bir durum söz konusu değil. O çekilince yerini kim dolduracak? TC, AKP-MHP iktidarı ben dolduracağım diyor. Öyle bir durum söz konusu değildir. Burada söz konusu olan şu; ABD hava desteği ile koalisyona katıldı, burada koalisyonda kalacak mı kalmayacak mı, daha doğrusu ABD iki koalisyon oluşturdu, hangisinde yürüyecek, bu çekilme aslında Avrupa ve Kürt güçleri ile oluşturduğu gerçekten de DAİŞ’e karşı savaşan ve yenilgiye uğratan koalisyon ile ilişkilerini sınırlandırıp sahte DAİŞ karşıtı koalisyon olarak tanımlanan TC ile ilişkilerini geliştirmeyi ifade ediyor.

PENTAGON KAYGILI

ABD Ortadoğu’da önemli bir güçtür, öyle çekilemez. Kendi içindeki çatışmalar özellikle askeri kanattan geldi. Onlar şu açıdan tehlikeli buldular; böyle bir durumda ‘biz Fırat’ın doğusundaki etkinliğimizi kaybederiz, askeri bakımdan koruyamayız’ düşüncesi öne çıktı. Çünkü TC’nin askeri tutumunu iyi biliyorlardı. Böyle olursa Ortadoğu’daki askeri etkinliğimizi sürdüremeyiz diyen Pentagon kaygılı. ABD başkanlığı ise daha çok politik düşünüyor. Onun öncelikleri farklı, iç politikayla ilgili. Kasım 2018’deki ara seçimleri kaybetti. 2 yıl sonra seçimler var, böyle giderse başkanlık seçimlerini kaybedecek, ona dönük politika yürütüyor.

Asker çekiyorum diyerek ABD toplumu içerisinde önemli bir etkide bulunuyor. Daha çok seçimi kazanma ile ilgili bir boyutu var. İkincisi daha çok TC ile var olan koalisyonu öne çıkarıyor. TC ile ilişkilerini güçlendiriyor. Rusya TC, ABD çelişkisini derinleştirdi, yarattı. Bu ABD’yi biraz zorladı. Rusya’nın bu politikasını boşa çıkartmayı, Türkiye ile ilişkilerini daha çok güçlendirmek istiyor. Tabi bunun için 22 Temmuz 2015’teki gibi 4-5 Kasım 2018’te Türkiye, Amerika ittifakı oldu. ABD Dışişleri Bakanlığı Türkiye’de görüşmeler yaptı. O temelde İran’a karşı ambargoyu güçlendirme kararı aldılar.

ABD ÇEKİLMİYOR ORTADOĞU POLİTİKALARINDA DEĞİŞİKLİK YAPIYOR

İşte PKK’ye, yönetimine karşı tutuklama kararı aldılar. Bu Türkiye ile ittifakı içeriyordu. Böylece ABD Türkiye ilişkilerini güçlendirerek, Türkiye ve Irak’ı yedekleyerek Kürtleri de buna katarak aslında İran’a karşı baskı politikalarını artırmak istiyor. Bunun için AKP-MHP’nin faşist, Kürt düşmanı siyasetine destek ve taviz veriyor. Onunla uzlaşmaya yöneliyor. Türkiye Cumhuriyeti devleti de, özellikle günümüzdeki bu Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli yönetimi de bunu fırsat bilerek tarihi Kürt karşıtı, Kürt düşmanı soykırımcı siyasetini pratikte daha etkili uygulamaya çalışıyor. Kuzey Kürdistan’da, Güney Kürdistan’da Medya Savunma Alanları dediğimiz bölgelerdeki halka, gerilla güçlerine dönük askeri saldırılarını daha çok boyutlandırırken, aynı zamanda Rojava Devrimini ezmek üzere QSD’yi terörist ilan edip tasfiye etmek üzere.

20 Ocak 2018’de başlattığı Efrîn’i işgal saldırısına benzer yeni işgal saldırılarını Minbic’e, Kobanê’ye, Girê Spî’ye, Rojava Kürdistanı’na yöneltmek istiyor. ABD’nin bu yaklaşımlarını fırsat biliyor, ondan bu biçimde faydalanmak istiyor. Bu anlamda ABD’nin Suriye’den çekildiği, ABD’nin Ortadoğu’dan çekildiği söylenemez fakat ABD politikalarında değişiklik oluyor, buralardan çekilmiyor, DAİŞ karşıtı, DAİŞ’i yenilgiye uğratan koalisyondan çekiliyor. Onunla ilişkilerini zayıflatıyor, tersine DAİŞ’e karşı mücadele eden Kürtlere saldırmış AKP-MHP iktidarıyla ittifak yapmayı, o koalisyonla daha çok ilişkilerini güçlendirmeyi esas alıyor. Böyle bir politika değişikliği yapıyor.

AVRUPA DEVLETLERİ DE ÇEKİLME KARARINA TEPKİ GÖSTERDİ

Geçen süreçte buna dönük eleştiriler geldi. Avrupa devletleri tepki gösterdiler; Almanya, Fransa İngiltere, böyle koalisyon ortaklığı olmaz dediler. ABD içinde tepkiler geldi; Pentagon’dan geldi, dışişlerinden geldi, istifalar oldu, Senato’dan geldi. DAİŞ karşıtı koalisyon, DAİŞ’i yenilgiye uğratan mücadeleyi takdir eden açıklamalar, tutumlar oldu ki bunlar Kürtlerin on binden fazla şehit vererek yürüttüğü mücadeleyi takdir eden açıklamalardır. Bu belli bir baskı oluşturdu, bunun üzerine yeni açıklamalar geldi; koruyacağız, bilmem yavaş çekileceğiz gibi ABD’nin aldatıcı tutumları gelişiyor. Tutarsızdır, istikrarsızdır. Her gün farklılık arz ediyor.

ABD bu politikalarla inandırıcılığını çok fazla kaybetmiş durumda. Gerçekten de DAİŞ karşıtı koalisyona katılımı ile, Kürt direnişi ile ittifak yaparak geçen 3 yılda yürüttüğü mücadele ABD’ye belli bir itibar kazandırmıştı; hem Kürtler nezdinde, hem Ortadoğu nezdinde, hem uluslararası kamuoyu nezdinde. Mevcut yaklaşımları ile bunu tümden kaybetti. Çok çıkarcı, çok çelişkili, bir gün sonra ne yapacağı belli olmayan bir zikzak çiziyor. İttifaka, dostluklara uymuyor, kendi başına kararlar alıyor. Bir de her eğilimle birleşebiliyor.

ABD VE TC KARŞILIKLI BİRBİRLERİNİ KULLANIYORLAR

Mesela AKP-MHP iktidarı ile bu düzeyde uzlaşması demek aslında DAİŞ ve El Kaide ile ittifak yapması demektir. Çünkü DAİŞ’i Türkiye besledi, Suriye’de ki El Kaide AKP-MHP’nin örgütlemesidir. İşte İdlip’te El Nusra cephesi yönetimi ele geçirdi, El Kaide’nin Suriye koludur. AKP-MHP tarafından korunmakta, beslenmektedir. Onlar tarafından İdlib’e egemen kılındılar. ABD’de onlarla ittifakı öne çıkarıyor.

Sözde daha önce Kürtlerle ittifak halinde bu DAİŞ ve El Kaide gibi çete güçlerine karşı mücadele ediyordu, şimdi onlarla ittifak yapıp, TC ile ittifak yapmış oluyor, o zaman El Kaide’ye, DAİŞ’e destek verir konuma geliyor, El Kaide’ye, DAİŞ’e karşı savaşmış Kürtlere karşı savaşır pozisyona geliyor. Türkiye’nin Kürt soykırımını destekler oluyor. Bu konuda ABD’nin Türkiye’yi İran’a karşı kullanmak için böyle yaptığı söyleniyor. Bunun karşıtı olarak TC devleti ABD’yi Kürt soykırımında kullanmak istiyor. Karşılıklı birbirini kullanmaya dayalı çıkar ilişkisidir.

ABD tercihini bu yönde yapmış gibi gözüküyor. Bu tabi ki Ortadoğu’daki gelişmeler açısından yanlıştır, tehlikelidir. Değişimin yönü açısından tehlikelidir. Bu tutumla Ortadoğu’da savaş sona ermez, faşizm yenilgiye uğratılamaz, Ortadoğu’ya demokratik siyaset ve zihniyet hakim olmaz. Tersine soykırım, savaş, çelişki ve çatışma hakim olur. Eğer böyle ısrar ederse insan şu sonuca varabilir: ABD savaş sona ersin istemiyor, istikrar istemiyor, tam tersine çelişkiler devam etsin, derinleşsin, çatışma yürüsün, savaş olsun, kriz-kaos devam etsin, ben de bu kriz-kaosla egemenliğimi sürdüreyim çizgisi izliyor denebilir.

Ayrıca, Suriye’den çekiliyormuş gibi görünürken, ABD’nin İran’a karşı retoriği daha da agresif bir hal almış. Siz bu retoriği nasıl değerlendiriyorsunuz? ABD, İran’a karşı, başka bir savaşa mı hazırlanıyor? Öyleyse, Özgürlük Hareketi’nin bu konudaki tutumu ne olacak?

Şimdi ABD daha önceden İran’ı ve Suriye’yi şer ekseni olarak ilan etti. Bunu hepimiz biliyoruz. Bu şer eksenine karşı mücadele etmek için Türkiye ve Irak’ı müttefik haline getirmek ve Kürtleri de buraya katmak istedi. 2006 Kasım seçimleri ardından Cumhuriyetçi ve Demokrat partiler bir komisyon oluşturdular. O komisyon böyle bir strateji ortaya çıkarttı. Bu temelde de bu stratejinin önünde engel olacak güçleri ve politikaları yok etmeye yöneldiler. Bir güç Türkiye genelkurmayı idi; Yaşar Büyükanıt ve İlker Başbuğ çizgisiydi. Onlar Irak’la, dolayısıyla Güney Kürdistan’la ittifaka karşı çıkıyorlardı. PKK ile çatıştırarak onları etkisiz kıldılar. Diğer taraftan PKK’den korkuyorlardı. PKK’yi Kürtlerin böyle bir ittifaka istendiği gibi katılmasına engel görüyorlardı. PKK’yi geriletmek istediler fakat 2008 savaşında bu başarılamadı. Tersine PKK daha güçlenerek çıktı.

Ardından Suriye çatışmaları gündeme geldi, öne geçti. Aslında ABD, Suriye’de Kürtleri tercih etmedi. Baştan dikkatle izlenmeyince yanlış anlamalar ortaya çıkıyor. Başta tercih ettikleri güç İhvani Müslim’di. Bir taraftan ABD, bir taraftan Türkiye ittifak halinde İhvani Müslim denilen güçleri ÖSO olarak örgütlemeye yöneldi. Birlikte hareket ettiler, fakat İhvani Müslim’in Mısır kolu ABD politikalarına karşı aktif bir mücadeleye yönelince ve Mısırı ABD’ye karşı bir politika alanına getirmeye çalışınca ABD o zaman politika değişikliğine gitti. Mısır’da İhvani Müslim’e karşı askeri darbeyi gündeme getirdi, gerçekleştirdi. Suriye’de ki politikalarını değiştirdi. İhvani Müslim’e dayalı Baas yönetimine karşı yürütülen politikanın sonuç vermeyeceğini gördü, bu biçimde TC ile politikaları çelişti.

ZORUNLU İTTİFAK YAPMAK DURUMUNDA KALDILAR

Tayyip Erdoğan’ın politikaları İhvani Müslim’le aynıdır. Politika olarak da, zihniyet olarak da. Çok güçlü birlik halindedirler. Tayyip Erdoğan, Mursi’yi de kendi kardeşi olarak görüyor. Suriye’nin İhvani Müslimcilerini de kendi kardeşi olarak görüyordu. Tayyip Erdoğan yönetimi de İhvani Müslimi destekledi. Böylece ABD ile TC politikaları çelişti. Bu çelişki birlikte örgütledikleri ÖSO’nun ezilmesine götürdü. Birçok güç onlara yöneldi, ezildi. O politika boşa çıktı. Ondan sonra İhvani Müslim gerileyince El Kaide ortaya çıktı.

El Kaide’ye karşı da DAİŞ müdahalesi gelişti. DAİŞ daha aktif oldu, DAİŞ’e karşı, El Kaide’ye karşı Kürtler direnince, bunların ilerlemesini durduracak bir Kürt direniş cephesi ortay çıkınca 20014’ün sonunda Kürt direnişi ile ABD bir antifaşist ittifaka, koalisyona yöneldi. Yapabilseydi başka güçlerle işlerini yapacaktı. Başarılı olabilseydi kendi çıkarlarını onlarla yürütecekti. Fakat öyle olmayınca DAİŞ ve El Kaide karşısında sadece Kürt direnişi ayakta kalınca, karşı durunca, zorunlu olarak onlarla ittifak yapmak durumunda kaldı.

SURİYE'DE ÇÖZÜMÜ TÜRKİYE ENGELLİYOR

Şimdi Rusya oldu, İran oldu, Suriye’nin mevcut durumu karışık hale geldi. Fakat belli bir askeri durum ortaya çıktı. Şu an Suriye üçe bölünmüş durumda. Bir taraftan Beşar Esad güçlerinin denetimi altındaki Suriye toprakları var, bir taraftan Demokratik Suriye Güçleri’nin denetimi altında Fırat’ın Doğu'su denilen alan var. Bir de TC ordusunun denetimi altındaki Suriye toprakları var; işte Cerablus, Bab, Efrîn, İdlib gibi DAİŞ, AKP, MHP, El Kaide kolu var. Bunlar ortaktırlar. Kendi içlerinde belli çelişkileri var ama dışarıya karşı ortak bir cephe konumundadırlar ve burada beyin güç AKP-MHP’dir. Esas olan ise MHP’dir.

Bu esas olarak ittihat ve terakkiden gelen çizgidir. Birinci Dünya Savaşı’ndan bu yana gelen çizgi oluyor. Şimdi Suriye bu pozisyona gelince bir çıkış bulamadılar. “Suriye’de çözüm bulacağız” diye “savaşı tırmandıracağız” dediler olmadı. Bir sürü Astana görüşmeleri, Soçi görüşmeleri, Cenevre görüşmeleri, görüşme üzerine görüşme yaptılar sonuç çıkmadı, çıkmaz zaten. Bunun üzerine şimdi Suriye’de de çözümü geliştirmek üzere ABD de İran’a yöneltiyor. İran’ı engel olarak görüyor.

Tabi İran Suriye’de önemli bir aktör. Özellikle Rusya ile geliştirdiği ilişkilerle bunu daha da güçlendiriyor. Dolayısıyla Suriye’de ABD’nin istediği gibi çözüm olacaksa İran’ın geriletilmesi lazım. Fakat Suriye’de çözümü engelleyen sadece İran değil. Bu bir yanılgı. Esas TC’dir. ABD onu görmüyor. NATO müttefikiyim diyerek ya da ikili ilişkilerine dayanarak TC ile ittifakı daha öne çıkarıyor. TC’ye dayanarak İran’ı geriletmek istiyor. Güya Suriye’de çözümü engelleyen tek gücü İran’mış gibi görüyor, İran’a karşı mücadeleyi öne çıkartmak istiyor. Dolayısıyla kendi çevresini Suriye’de de daha ileriye gitmek için İran’ı geriletmesi gerektiği tezine inandırıyor.

İRAN'DA DARBECİ YAKLAŞIMLAR GÜNDEME GELEBİLİR

Mevcut durumda 5 Kasım 2018’de ilan edilen ambargoların İran üzerinde güçlendirilmesi baskıyı artırmayı ifade ediyor. ABD İran üzerindeki baskıları artıracak. Fakat Suriye’de yapıldığı gibi, Mısır’da yapıldığı gibi, diğer ülkelerde yapıldığı gibi olamaz. İran’ın koşulları farklı, İran’a dönük ABD müdahaleleri farklı yöntemlerle gelişir, gelişiyor, daha çok ekonomik ambargolar öne çıkıyor. Her halde istihbarat faaliyetleri öne çıkacak. Darbeci yaklaşımlar İran’da da gündeme gelebilir. Artık hangi yöntemler öne çıkar bilemeyiz ama şimdi ABD, İran’a karşı mücadeleyi öne çıkartmak istiyor ve herkesin kendisinin İran’a karşı aldığı tutuma katılmasını istiyor. Bu Kürtlerin çıkarına değildir. Böyle bir durumda TC’yi değerlendirmek istiyor, TC’ye dayanmak istiyor, TC’ye tavizler veriyor.

AKP-MHP iktidarı da bundan güç alarak Kürt katliamını, soykırımını boyutlandırmak istiyor. Bu politika Kürtleri vuruyor. Dolayısıyla bugün Kürtlerin önceliği AKP-MHP faşist diktatörlüğünü yıkmaktır. Çünkü bu diktatörlük DAİŞ’i, El Kaide’yi ayakta tutuyor. Bu diktatörlük demokrasi düşmanıdır, Kürt düşmanıdır, dünyayı tehdit ediyor, Avrupa’yı, Amerika’yı DAİŞ ile El Kaide ile tehdit ediyor. En gerici, en tehlikeli güç AKP-MHP diktatörlüğüdür. Bu Kürtler için böyle, aslında insanlık için de böyle. Avrupalı siyasetçiler iyi biliyorlar. DAİŞ ve El Kaide saldırılarından tehlikeyi gördüler. ABD yönetimi buradan sapıyor, bundan kopmaya çalışıyor. Böyle olmadığını göstermek istiyor. İran’ı öne çıkartmak istiyor.

DAİŞ, EL KAİDE ÇETELERİNİ AKP-MHP FAŞİST İKTİDARI BESLİYOR

Bu Ortadoğu halklarının da, Kürtlerin de, Avrupalı toplulukların da, insanlığın da çıkarına değil. Çünkü böyle bir politika TC’yi, AKP-MHP faşist diktatörlüğünü güçlendiriyor. O da DAİŞ, El Kaide gibi faşist saldırı güçlerini daha fazla kuvvetlendiriyor, güçlendiriyor. Bu bakımdan Kürt direnişi diyor ki; tehdit DAİŞ’tir, El Kaide’dir, bunların akıl hocası olan, komutası olan AKP-MHP’dir. Dolayısıyla DAİŞ karşıtı koalisyon AKP-MHP karşıtı koalisyon olmalıdır. DAİŞ ve El Kaide’ye karşı mücadele AKP-MHP’ye karşı mücadele olarak devam ettirilmelidir. ABD’de de diyor ki hayır İran’a karşı mücadele etmeliyiz, öncelik İran olmalı ve böyle bir mücadelede de benim en iyi dostum Erdoğan’dır, AKP-MHP faşist diktatörlüğüdür. Ben onlarla ittifak yapacağım diyor.

Böyle olunca şunu söyleyebiliriz; İran’ın konumunu zihniyet olarak da, siyaset olarak da, özellikle de Kürt siyasetine, Kürtlere karşı duruşundan biliyoruz. Tarihsel olarak da, güncel olarak da bunu bilmeyen bir güç değiliz çünkü Kürtler bu tarihi yaşadılar. Günümüzde de bu gerçeği yaşıyor Kürtler. Nasıl tarihin Kürt direnişleri Osmanlı-İran ittifakıyla ezildi, nasıl Türkiye İran ittifakı ile 20. yy direnişleri ezildi. Şimdi de Türkiye ve İran yönetimleri başka hiçbir konuda anlaşamazlarsa bile Kürt karşıtı politikalarda birleşiyorlar. İran Ortadoğu için, Kürtler için bir tehdit konumunda fakat şu an güncel olarak en birinci tehdit, en çok saldırgan olan DAİŞ ve El Kaide gibi en azgın çete güçlerini besleyen iktidar AKP-MHP faşist iktidarıdır. Dolayısıyla birinci hedef AKP-MHP iktidarı olmalıdır.

PKK'NİN KÜRT VARLIĞI VE ÖZGÜRLÜĞÜ İÇİN İDEOLOJİK BİR DURUŞU VAR

İran’a karşı şöyle bir tutum olsun olmasın, o konuda bir şey demiyoruz, İran’a karşı mücadele edilir edilmez o konuda bir şeyimiz yok. Fakat önceliğin İran’a verilmesini ve böylece AKP-MHP’nin güçlendirilerek Kürt soykırımının yapılmasını tabi ki doğru bulmuyoruz. Böyle yapan bir güç ne İran’daki gerici zihniyet ve siyaseti yenilgiye uğratabilir ne Ortadoğu’nun diğer alanlarında. Tam tersine gericiliği besler, o bakımdan yanlıştır. Onun için öncelik AKP-MHP faşizmine karşı mücadele olmalı. Biz mücadele önceliğimizi böyle tanımlıyoruz. Bazı Kürt güçleri var, aradadırlar, ideolojik, stratejik bakışları yok, günlük çıkarlar nereden geliyorsa ona göre savruluyorlar. ABD’nin, İran’ın etkisine giriyorlar. Oraya, buraya savruluyorlar. Onlar tehlikeli.

KDP’nin, YNK’nin buradaki politikalarını görelim. Öyle bir stratejik duruşları yok. Ne Kürtlerin varlığı ve özgürlüğü için bir stratejik yaklaşımları var, ne Ortadoğu’nun demokrasisi için bir stratejik yaklaşımları var. Ama PKK öyle bir Kürt gücü değildir. PKK’nin Kürt varlığı ve özgürlüğü için ideolojik ve stratejik bir duruşu var. Bunun demokratik Ortadoğu ile sağlanacağına dair çok güçlü bir teorisi ve stratejisi var. O bakımdan da bu stratejik duruşun gereklerine göre hareket ediyor, bu stratejiye göre güncel planda birinci tehdit AKP-MHP faşist diktatörlüğüdür. Bu diktatörlüğün geliştirdiği sömürgeci, soykırımcı saldırılardır. Topyekun, faşist, soykırımcı saldırılar yürütüyor.

TC DÜNYANIN GÖZÜ ÖNÜNDE EFRÎN'DE SOYKIRIM YAPTI

Kuzey Kürdistan toplumuna yönelik katliamlar gerçekleştirdi. Hiçbir hukuk kural dinlemedi. Milletvekillerini, belediye başkanlarını hapse atıyor. Bütün seçilmiş Kürt yönetimlerini ortadan kaldırdı. On binlerce Kürt siyasetçi hapistedir. Her gün onlarca katliam yapıyor. Buna karşı şimdi açlık grevi direnişleri yapıyorlar. Güney Kürdistan’ı uçakları ile, NATO’nun verdiği silahlarla her gün bombalıyor. Efrîn’i 20 Ocak 2018 tarihinden itibaren başlattığı işgal saldırısı ile ezdi, şimdi bütün nüfusu Kürt olan Efrîn’de Kürt kalmadı.

Dünyanın gözü önünde soykırım uyguladı, Efrîn’de Kürtlüğü yok etti. Bunu Rojava Kürdistan’ın diğer alanlarına da taşırmak istiyor. Bütün ordusunu sınıra yığdı her gün tehdit ediyor. Bombalıyor, tankla vuruyor, işgal edeceğim diyor. Böyle bir saldırı gücü, bu gerçeklik görülmeli. Böyle bir durumda Kürtler bu TC’ye ittifak yapıp da İran’a karşı mücadeleyi öne alalım diyebilirler mi?

Zaten kaç defa ateşkes ilan ettiler. Türkiye ile demokratik çözümü geliştirmeye çalıştılar. Bunu ret eden mevcut AKP-MHP yönetiminin kendisi oluyor. Bu yönetim Kürdü ezmeyi kendisine görev olarak koymuş. Bu durumda ABD böyle bir yönetimle birleşirse Kürt karşıtı ve düşmanı bir çizgiye girer, öyle bir stratejik plana elbette Kürtler destek veremezler, katılamazlar.

SÖYLEŞİNİN DEVAMI ÖNÜMÜZDEKİ HAFTA YAYINLANACAK