Bir cinayet olarak devletin ‘hasta tutsak’ politikaları…

Şuan cezaevlerinde bulunan 357’si ağır 1025 hasta tutuklu var. Bunlar resmi raporlarını ulaştırabilmiş olanlar. Pek çok ağır hastanın daha adının bilinmediği gerçektir.

“Hasta tutsak yaşamını yitirdi”…

Son zamanlarda bu cümleyi ne çok duyar olduk. Hasta tutsakların yaşamını yitirmesi gittikçe sıradan bir hal almaya başladı. Geçen 2 ay içinde bile 2 siyasi tutsak yaşamını yitirirken, durumu ağır olan ve mutlaka tedavi edilmesi gerekirken keyfi olarak bekletilen hasta haberlerini okuyoruz.

Celal Şeker, Nihat Baymış, Ahmet Bayar, Lütfü Taş, Aram Akyüz… Ve daha yüzlerce isim!

Bu adlar bize en ağır, en kabul edilemez ve insan onurunu zedeleyen bir ölüm halini hatırlatıyor. Diğer yönden de baş eğmedikleri için şerefli bir anmayı…

Devlet öldürmeden bırakmıyor. Bunu bir kâr olarak görüyor. Bunu belirtmekten de çekinmiyor. Örneğin 2017 yılındaki bir araştırmaya göre son beş senede ağır hasta olduğu Adli Tıp Kurulunca belirlenmesine karşın, ceza tehir işlemleri gerçekleştirilmeden hayatını kaybeden mahpus sayısı 451’e ulaştı… Burada ATK yani Adli Tıp Kurumu’na ayrıca değinmek lazım.

Bu kurum hasta tutsakların ölümlerini meşrulaştıran, bir istatistiğe, sıradan bir veriye çeviren ideolojik bir saldırı kurumudur. Keyfiyet üzerinden siyasi olana saldırır. Asla bırakmaz. Örneğin Celal Şeker “Hapishanede kalamaz, yüzde 96 ağır özür” raporu olmasına rağmen bir türlü tahliye edilmediği Diyarbakır D Tipi Kapalı Hapishanesi’nde kalp krizi geçirdi ve hastaneye kaldırıldıktan bizlere veda etti geçtiğimiz ay.

Bugün mevcut yasalar aslında hasta tutsak düzenlemesi içeriyor ama buna aldıran pek yok.
İnfaz Yasası’nın “Hapis cezasının infazının hastalık nedeni ile ertelenmesi” başlığını taşıyan 16’ncı maddesinde 24.1.2013 tarihinde 6411 Sayılı Yasa’yla birlikte bir değişik yapılmış. Bu değişiklikte şöyle bir hüküm yer alıyor: “Maruz kaldığı ağır bir hastalık veya engellilik nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremeyen ve toplum güvenliği bakımından tehlike oluşturmayacağı değerlendirilen mahkûmun cezasının infazı üçüncü fıkrada belirlenen usule göre iyileşinceye kadar geri bırakılabilir” diyor. Yani tekrar altını çizmek gerekirse:
“hayatını yalnız sürdüremeyen mahpusların cezasının infazının ertelenmesi gerekiyor.”

Fakat ATK bırakmıyor. Cezaevinde kalabilir diyor. Şuan Menemen R Tipi cezaevinde kalan Ergin Aktaş’ın iki eli de yok. Ama ATK diyor “kendi işini görebilir, çıkamaz”…

Yine daha önce aldığı bir karar da şu: “Bırakırsak bu durum dışarıda moral olur. Örgüt moral bulur” diyebilmiş ve vermesi gerekirken raporu sumen altı etmiş ahlaksız bir durumdur.
ATK birini bırakıyorsa onun durumunun gerçek manada kritik olduğunu kesinkes bilmesindedir. Ve zindanda değil de dışarıda yaşamını yitirirse bizim yüzümüzden olmaz mantığı var.

Geçtiğimiz aylarda tahliye edilen ve tahliyeden neredeyse bir ay sonra yaşamını yitiren Ahmet Bayar’ın hikâyesi bununla ilgilidir. Diyarbakır’da 15 Şubat 2011 tarihinde bir protesto gösterisine katıldığı için “Örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek” iddiasıyla hakkında açılan davada cezası onaylanan 52 yaşındaki akciğer kanseri hastası Ahmet Bayar, 31 Mart'ta tutuklanarak cezaevine konuldu. 5 ay boyunca Diyarbakır D Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutulan Bayar, şuurunu kaybedince ailesinin 22 Ağustos’ta Diyarbakır D Tipi Kapalı Cezaevi önünde oturma ve açlık grevi eylemi başlatması üzerine tahliye edildi. Ve tahliyeden kısa süre sonra yaşamını yitirdi.

Yine hatırlanacak olursa 2015 yılında, 15 gün içerisinde 4 siyasi tutsak zindanda yaşamını yitirmişti. 31 Aralıkta, Lütfi Taş ve Haşem Arduçlu. (Lütfü Taş 2009'da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın çağrısı üzerine Kandil'den gelen Barış Grubu üyesiydi), 8 Ocak'ta Abdulmecit Arslan ve 12 Ocak’ta da Mehmet Canpolat isimli hasta tutsak ATK'nin keyfi bir şekilde verdiği "cezaevinde kalabilir" raporları yüzünden yaşamını yitirmişti.

Şuan cezaevlerinde bulunan 357’si ağır 1025 hasta tutuklu var. Bunlar resmi raporlarını ulaştırabilmiş olanlar. Pek çok ağır hastanın daha adının bilinmediği gerçektir.

Türkiye’deki zindanlar faşizan boyutta değişim dönüşüm geçiriyor. Bu dönüşüm gittikçe şiddetleniyor ve bugün itibariyle vardığı yer canice, aleni cinayet diyebileceğimiz “ölümler” oluyor.

Nitelik ve nicelik olarak yeni bir konsept ile karşı karşıyayız. Bu konsept 12 Eylül dönemini de kat be kat aşıyor. Birkaç veriye bakarsak bile bu durum net olarak görülür. Misal Türkiye’de 2005 yılına kadar mahpus sayısı 50 bin kadardır. 12 Eylül darbesinde bu sayı 79 bine fırlar. Bu sayının o zaman ülke nüfusuna oranı  % 0.18’dir. Fakat bu darbe sonrası artış sonraki yıllarda tekrar azalarak denge oturdu geçmiş yıllarla. 2000 yılında 49 bin, 2005’te 55 bin 870 olan mahpus sayısı düzenli bir artış ile Nisan 2016’da 187 bine ulaştı. Türkiye’de mahpus sayısında 10 yıllık zaman dilimi içinde 3 katı aşan bir artış gerçekleşti. AKP ile beraber hem zindan sayısı hem de mahkûm sayısı çok fazla arttı. TC tarihinin en yüksek rakamlarına şuan varılmış durumda.

İşgalci Türk devletinin zindan politikasından en çok etkilenen ise en başta PKK’li tutsaklar olmak üzere şüphesiz siyasi tutsaklar. Zindana dair neredeyse alınan her karar, her yeni rehabilite çalışması PKK’li tutsaklar göz önüne alınarak yapılır. Bu bilinen bir gerçektir. O anlamda her bir siyasi Kürdü, direk zarar verilmesi, iradesi teslim alınması gereken bir “esir” olarak görüyor.

Hastalık durumu ise kendi içinde özgün ve ahlak kurallarının da yerle bir edildiği, düşman için de koz olan bir durumdur. Bugün zindanda bu kadar hasta tutsak arkadaşın şehadete varması tesadüf değildir, hepsi politik bir adımdır ve göz göre göre, maddi manevi zarar vermek üzere yapılmıştır. Çünkü hasta olan arkadaşların durumunu en iyi idare bilir.

Adalet Bakanlığı resmi verilerine göre son 8 yılda hapishanelerde 2 bin 300 tutuklu hayatını kaybetti. Bakanlığın resmi verileri güvenilir değildir. Çünkü daha fazla olduğu bir gerçektir. Şuan yaklaşık 250 bin insan ülkede zindanda. Artan zindan sayısına rağmen sağlık hizmeti düşüyor. Şuan yaklaşık bin kişiye ancak bir doktor düşmektedir. Böyle bir durumda da hizmet verilemeyeceği aşikârdır.

Buradan çıkan şey şu: Zindanda hizmet yok. Ya teslim ol ya da öl…
İşin özünde yaptığı, uyguladığı şiddet ve beklenti budur…
Hasta tutsak politikası, adım adım cinayet politikasıdır.
Bu kadar insanın göz göre göre ölüme gitmesi de bunun açık kanıtıdır.