'Güven’in eylemine sahip çıkmak, tecride karşı çıkmaktır'

HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli: Tecrit çok kapsamlı bir iktidar saldırısıdır. Leyla Güven’in eylemine sahip çıkmak, tecride karşı çıkmaktır. Bunun tek yolu Türkiye halklarının faşizme karşı omuz omuza mücadelede yan yana gelmesidir.

HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, Mersin'de "Tarladan Tabağa, Üretimden Yönetime Alternatif Bir Tarım Mümkün mü" başlığı ile düzenlenen Tarım Sempozyumu’na katıldı.

Sempozyumda konuşan Temelli, özetle şu hususlara dikkat çekti:

“Sözlerime bugün açlık grevinin 25’inci gününde olan Leyla Güven’e saygılarımı yollayarak başlamak istiyorum. Sevgili Leyla Güven’in açlık grevi eylemi büyük bir itirazdır. Bedeniyle bu itirazı dillendirmektedir. Bu eyleme milletvekillerimiz çeşitli illerde, tutsak yoldaşlarımız da cezaevlerinde destek vermektedir. Bu güçlü bir itiraz ve önemli bir eylemdir. Bütün bu sorunların, krizin gelip dayandığı yer de, Türkiye’de 5 Nisan 2015’ten beri uygulanan tecrit politikasıdır. Leyla Güven bu tecrit politikasına itirazını dile getirmektedir.

BU EYLEME SAHİP ÇIKIN

Bütün Türkiye kamuoyuna seslenmek istiyorum. Bu eyleme sahip çıkın, bu eyleme sahip çıkmak için açlık grevinin 60’ıncı gününe ulaşmasını beklemeyin. Leyla Güven’in eylemine sahip çıkmak, tecride karşı çıkmaktır. Eğer tecride karşı çıkmazsak, bu iktidar savaştan ve yoksulluktan beslenmeye, yoksulluğu yaymaya devam edecektir. Bundan da en çok etkilenecek olan emekçilerdir, çiftçilerdir, kadınlardır. Tecrit bu anlamıyla çok kapsamlı bir iktidar saldırısıdır. Tecrit bu anlamıyla Suriye halklarına, Ortadoğu barışına, Türkiye demokrasisine yönelik bir saldırıdır.

İnanıyorum ki çok yakında bu açlık grevi de, bu tecrit de sonlanacak. Bunun tek yolu Türkiye halklarının faşizme karşı omuz omuza mücadelede yan yana gelmesidir. Faşizm her yeri kuşatırken sadece Kürt meselesi kapsamında değil, Türkiye’nin her yerinde ve herkese sirayet ediyor. İnsanların en temel haklarını gasp etmeye devam ediyor. Nerede başlamıştı diye dönüp baktığımızda; AKP 2002’de neoliberal politikalarla hayatımıza girdi. O günden beri bütün yaşam alanlarımızı gasp etti. Neoliberal talan düzeni bugün ülke ekonomisini içinden çıkılmaz bir yere sürüklerken, bu düzeni sürdürmek uğruna ülke rejimi her geçen gün daha da otoriterleşti, faşizmin kurumsallaşması yönünde adımlar atmaya devam etti. Bu iktidar toplumu ayrıştırarak, nefret söylemini olağanlaştırarak Kürt düşmanlığı üzerinden çok ciddi sorunlara neden olmaktadır. Tüm bu sorunlardan bir çıkış yolu arıyoruz ve diyoruz ki, "tek çıkış yolu demokrasi". Ya faşizm ya demokrasi. Demokrasi diyenleri yan yana gelmeye çağırıyoruz.

YEREL SEÇİMLERİ FIRSATA ÇEVİREBİLİRİZ

Şimdi önümüzde bir fırsat var. Yerel seçimlere gidiyoruz. Yerel seçimleri fırsata çevirebiliriz. Sadece HDP olarak değil, Tüm toplumsal muhalefeti, tüm emek ve demokrasi güçlerini, kadınları, gençleri büyük bir buluşmaya davet ediyoruz. Eğer bunu başarabilirsek 31 Mart’tan sonra Türkiye uçurumdan sürüklenmek yerine, yeni bir umuda kavuşacaktır. Bu umut demokrasi umududur, yeni yaşam umududur. Bu umut insan haklarına, hukuka saygılı bir ülkede yaşama umududur.

SESSİZ KALANLAR ÖZGÜRLERİNDEN VAZGEÇİYORLAR

Öyle bir noktaya geldi ki bu ülke, AİHM’in kesin hükmündeki kararına uymayacak kadar hukuk tanımaz bir ülkeye dönüştü. İktidar “AİHM kararını tanımıyorum" diyecek kadar pervasızlaşmıştır. Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi de iktidarın bu pervasızlığına uymuştur. Oysa karar açık; Selahattin Demirtaş tahliye edilmelidir. Ama bunu yapmak yerine kararlı bir kepazeliğe devam edilmiştir. Bu sadece Selahattin Demirtaş’ın özgürlüğü meselesi değildir, bir ülkenin özgürlüğü meselesidir. Leyla Güven’in açlık grevine de Selahattin Demirtaş’ın tahliye kararının uygulanmamasına da sessiz kalanlar, bizzat kendi özgürlüklerinden vazgeçiyorlar.

Bu iktidarı besleyen bu anlayıştan bir an önce kurtulmalıyız. Yoksa faşizm açık bir diktatörlüğe dönüşecektir. Biz de diyoruz ki tehlikenin farkında mısınız? Gelin bu gidişatı durduralım…

DÜNYA HIZLA TÜKENİYOR

Geçmiş 50 yıldan bugüne kadar olan gelişmelere baktığımızda, dünyanın ne denli hızlı tükendiğini görüyoruz. Eğer bu hızla devam edilirse 50 değil 30 yıl sonra doğanın kendisini yenileme olanağı tümden ortadan kalkacak. Felaket kapımızı çalmış durumda. Biz tüm insanlığın kurtuluşunu özgürlükçü bir ekolojik anlayışta görüyoruz. Bunun ekonomi politiğini de tarım politikaları belirleyecek. Ekolojik değerlere saygı duyan, emeğin haklarını gözeten bir politika üretmek başlıca hedeflerimiz arasında. Bu çalışmaları bir siyasi söylemin ötesine taşımak gerek. Bu sadece bir politik tasarımla sınırlı kalmamalı, toplumsallaşmalıdır. O yüzden de eğer tarım alanında bir adım atacaksak ve bu adım özgürlükçü ekolojik bir perspektifle hayata geçecekse bunun örgütlenmesinde söz sahibi olmalıyız. Bunun örneği dünyada var mı? Var, hem de çok yakınımızda; Rojava’da. Rojava’dan öğrenecek çok şeyimiz var.

KAYYUMLARI SÜPÜRÜP ATACAĞIZ

Tabi her şey sihirli bir değnekle değişmeyecek, ama değiştirme konusunda atacağımız her adım o büyük dönüşüm için güçlü adımlar olacaktır. HDP olarak bu güçlü adımları atmak için tüm Türkiye'ye çağrı yapıyoruz. Çok yakında kayyum coğrafyasındaki belediyelerin hepsini geri alacağız, kayyumları süpürüp atacağız. Bu konuda o denli çaresizler ki Diyarbakır Belediye Başkan Adayı, kayyum. Halka verecek hiçbir şeyleri kalmamış, sadece kayyumları kalmış. O kayyumların hepsi merkez valisi olacak. Ama sadece göndermek yetmez, kayyumdan sonra yerel demokrasi ve yerinden yönetim anlayışımızla, geçmişten gelen birikimimizle yerellerde büyük bir dönüşümü başlatacağız. Katılımcı demokrasi ve katılımcı bütçe çerçevesinde bu büyük dönüşümün en önemli ayağını tarım politikalarımız oluşturacak. Tarım coğrafyası olan Kürt illerimizin bu coğrafyaya uygun bir üretim planlamasına kavuşması çok önemli.

EN MAĞDURU KÜRT İLLERİ

Bu sürecin en büyük mağduriyetini Kürt illeri yaşadı. Güvenlik gerekçesiyle ormanları yaktılar. Meracılığı yasakladılar, et ithal ediyorlar. Güvenlik barajı denilen betonlar döktüler, çiftçiliği ve hayvancılığı bitirdiler. Tüm yaşamı bitirmek için topyekun saldırı başlattılar. Bu nedenlerden dolayı çok yaygın bir yoksulluk ve işsizlik var. İşsizler, yoksullar göç ettiler. Göç etmeyenlerin evlerini başlarına yıktılar. 10 kenti yerle bir ettiler. Göç edenler köle emeği koşullarında çalışmaya başladılar. Onlarcası 3. Havalimanı inşaatında öldü, o uçak pistlerinin altında işçilerin cenazeleri var. Yüzlercesi işinden çıkarıldı, evlerine dönecek paraları yok. Bu işçilere dair iktidar, “bunlar zaten bölücü” diyor. İktidarın zihniyeti bu. İnsanları yerinden yurdundan eden, köle emeğiyle çalışması için her türlü baskıyı yapan bu zihniyet Cizre’de nasıl insanlara “bölücüsünüz” diyorsa 3. Havalimanı’nda da aynı şeyi söylüyor. Esas bölücü olan bu zihniyet.

KARADENİZ İLLERİ DE O KADAR YOKSUL

Biz de buna inat diyoruz ki, “bir arada yaşama irademizle, ortak vatanımızda demokratik cumhuriyeti hep birlikte var edeceğiz.” Bu yüzden çağrımız herkese. Bu yüzden Tüm Türkiye’ye çağrı yapıyoruz. Karadenizlilere de çağrı yapıyoruz. Kürt illeri ne kadar yoksulsa Karadeniz illeri de o kadar yoksul. Kürt illeri ne kadar göç veriyorsa Karadeniz illeri de o kadar göç veriyor. Kürt illerinde ormanları yakıyor, Karadeniz’de yeşil yol bahanesiyle ağaçları kesiyorlar. GAP projesini hala bitirememiş, enerji maliyetleri yüksek, elektrik faturalarını ödeyemeyen çiftçiyi tutukluyorlar. Dönüp bakıyorsunuz Karadeniz’de çay üreticisinin, fındık üreticisinin hali Kürt çiftçisinin halinden farksız. Aksaray’da pancar üreticisi de aynı tabloyu yaşıyor.

TALAN DÜZENİNE SON

Kendi yaşamına sahip çıkıp bu iktidara karşı geleceğini, hakkını savunmak yerine siyaset yapmaya geldiğinde herkes birbirinin karşısında. Sen bölücüsün, sen Kürtsün, Ermenisin, Alevisin. Biz de diyoruz ki evet; biz Aleviyiz, Türküz, Êzidîyiz, Ermeniyiz, Kürdüz, Pomakız, Müslümanız. Ama bir arada yaşamaya devam edeceğiz. Demokratik bir cumhuriyette bir arada yaşamak için mücadele edeceğiz. Bir arada yaşama irademizi ortaya koyarsak bu sömürü ve talan düzenine son veririz. “