HDP: Sebep olanlar faturayı ödesin

AKP’nin ekonomik planına karşın toplumsal ihtiyaçları baz alan bir program sunan HDP, "Krizin faturasını emekçiler ve halk değil, sebep olanlar ödesin" diyor.

HDP Emek, Ekonomi ile Sosyal Politikalardan Sorumlu Eşbaşkan Yardımcısı Günay Kubilay, yaşanan krizin hem iktisadi hem de siyasi olduğuna işaret ederek, şunları ifade etti: "Erdoğan rejimi 16 yıl boyunca zorbalıkla bir sermaye birikimi kurmak istedi. Şimdi hem böyle bir sermaye birikim modelinin hem de tek adama dayalı ve zor kullanarak ilerleyen siyasi iktidarın iflasıdır. Keskin bir dönüş yapmaksızın bu krizden çıkılamaz. Tüm askeri harcamaları, kaynakları ve güçlerini Kürtler bölgede bir statü elde etmesin üzerine kurmuş. Bunlara son verilmeli. Erdoğan da siyasi bir bedel ödemeksizin bu krizden çıkmak istediği için daha çok iktisadi imgeler yerine siyasi imgelerle konuşuyor."

Erdoğan rejimi, ekonomik kriz ile mücadele için geçtiğimiz hafta yeni sistemin ekonomik modelini açıkladı. Damat Berat Albayrak’ın açıkladığı model paydaş olarak sıkça vurguladığı sermaye açısından rahatlatıcı olsa da kur piyasası aynı görüşte değildi. TL’nin döviz karşısında hızlı düşüşü bir şekilde halka fatura edilerek bazı güvenlik önlemleri alınsa da henüz ekonomide etkili bir politika hâkim değil. Erdoğan’ın ekonomik kurtuluş savaşı ve seferberlik çağrıları, yeni sistemin ekonomik ideolojisi kimler için ve kimin kurtuluşuna hizmet ediyor?

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Emek, Ekonomi ile Sosyal Politikalardan Sorumlu Eşbaşkan Yardımcısı Günay Kubilay, ortaya koyulan yeni modelin 2001 krizindeki önlemlerden farklı olmadığını ve faturanın halka kesileceğini söylüyor. HDP olarak ‘kim yediyse o ödesin’ dediklerini belirten Kubilay ile bu yaptırımlara karşı partisinin programını ve mücadele perspektifini konuştuk.

AKP yakın zamanda yeni sistemin ekonomik modelini açıkladı. Öncelikle Berat Albayrak’ın açıkladığı bu model somut ya da yeni ne vadediyor ve HDP bu program üzerine ne düşünüyor?

Bakan Albayrak’ın hazırlayıp sunduğu şey, aslında yeni bir model değil. Bu 2001 krizinde adeta paraşütle getirilen Kemal Derviş’in krize reçete olarak sunduğu, sıkı para ve maliye politikasının yeni koşullara uyarlanmış bir biçimi. Dolayısıyla burada krizden çıkış, emekçiler, işçiler ve kadınlar ile genel olarak ücretli çalışanlar açısından hiçbir pozitif yönü olmayan bir reçete sunuldu. Albayrak’ın esas olarak yaptığı şey, kendilerinin organik olarak bağlı olduğu tekelci sermaye ile mali çevrelere ve dolayısıyla genel olarak borsalara, piyasalara bir güven verme çabasıydı. Fakat o gün bile piyasalar için inandırıcı bir şey yoktu. Dolar toplantıdan önce 6.15 civarındayken sonrasında 6.60 seviyesini bile geçti.

Zaten AKP, 16 yıllık iktidarı dönemi boyunca bir ahbap- çavuş kapitalizmi kurdu. Ortada bir Erdoğan kabilesi var, etraflarında da kenetlenmiş yandaş sermaye grupları duruyor. Kendi kaynakları olmayan ve dışarıdan borçla sürdürülen bir iktisadi politika izlediler yıllarca. Bu ekonomiye bir isim verilecek olursa bunun adı israf ekonomisidir. Aldılar paraları betona gömdüler. Dönüşü ve yeni girdileri olmayan, bu sistem açısından dahi bakıldığında artı değer üretmeyen ya da kalıcı bir istihdam sağlamayan bir modeldi bu. Adeta saray ekonomisi oluşturdular ve paraları çarçur ettiler. Şimdi de kalkıp “Kusura bakmayın biz yedik içtik ama faturayı da yemeyen içmeyenler ödesin” demeye getiriyorlar. Biz de HDP olarak diyoruz ki; faturayı kim yediyse o ödesin. Bunu bu kadar net söylüyoruz ve bu yüzden de kimse aynı gemide falan değil. Buradaki kriz hem iktisadi hem de siyasidir. Erdoğan rejimi 16 yıl boyunca emeğin yağmasına, kadınların yoğun sömürüsüne, doğanın talanına dayanan bir sermaye birikimi kurmak istedi. Zaten 2010’dan bu yana Erdoğan’ın bütün siyaseti tekeline aldığı bir başkanlık sistemi vasıtasıyla da bunu zaman zaman manipülasyonlarla OHAL’le zaman zaman da devletin aygıtlarını kullanarak zor yoluyla sürdürdü. Bu hem böyle bir sermaye birikim modelinin hem de tek adama dayalı ve zor kullanarak ilerleyen siyasi iktidarın iflasıdır. Yaşanan zaten bir ödemeler dengesi krizidir yani borç krizi. Borcu alanlar da kendi kasasından ödemek istemiyor. Erdoğan da açıkladı bunu ‘Bugün paramız yok ama yarın olacaktır’ diyor.

Yani yeniden borçlanarak mı para elde etmeyi düşünüyor Erdoğan?

Evet, zaten bu iktisadi mantıkla devam edilirse yeni borç kaynakları bulacaklar. Misal son açıklamasında ABD ile yaşanan krize istinaden “Onların Iphone’u varsa öbür tarafta Samsung var, bizde Venüs var, Vestel var” diyor. Emperyalist bloklar arasında başka eksene kayacağını söylüyor. Ama bunun ücretli çalışan için bir faydası yok. Bugün dolar açmazına giriyorsak yarın bunun yerini Rus rublesi ya da Çin’in parası alacak.

Peki, HDP bu modelin iflası ve önlemler karşısında nasıl bir formül ortaya koyuyor?

Bu zamana kadar tekelci sermaye ile finans çevrelerinin ihtiyaçlarını temel alan neoliberal, yağmacı ve piyasacı politikalardan çıkıp toplumsal ihtiyaçları temel alan, toplum için üretim yapan, emeğin haklarını koruyan; yoksulluğu ortadan kaldıracak ekolojik, cinsiyetçi olmayan iktisadi politikalara ihtiyaç vardır. Bugün mesela toptan işten çıkarmalar başladı, özellikle tekstil alanında ve ilk olarak burada kadınlar çıkarılıyor, bu yüzden cinsiyetçi olmayan diyoruz.

Orta vadede böyle keskin bir dönüş yapmaksızın bu krizden çıkılamaz. Bunun siyasi ayağında bir yandan da izlenen savaş ve şiddet politikası ile askeri harcamalar var. Özal’dan bu yana Türkiye bütçesini çok büyük oranda askeri harcamalara ayırdı. O zamanlardan bu yana Ortadoğu’da bir güç merkezi eğilimi vardı zaten. Geçmişte de oralar Osmanlı toprağıdır vs. diyerek yayılmacı bir politika izleniyordu. Fakat şöyle bir şey var; kapitalist ekonominin kurallarına göre orada söz sahibi olmak için gidip orada rekabet gireceksiniz; oraya ucuz mal götürüp iç pazarı elde edeceksiniz. Türkiye’nin böyle bir kapasitesi yok, o yüzden bunu ancak militarist politikalarla yapmaya çalıştı. Şu an için baktığımızda sorunun merkezinde Suriye duruyor ve orada da Kürtlerin statü elde edip edemeyecekleri var.

Tüm askeri harcamaları, kaynakları ve güçlerini Kürtler bölgede bir statü elde etmesin üzerine kurmuş. Efrîn işgali de dâhil Suriye’ye yönelik operasyonlarda 100 milyarlarca dolar harcandığını ifade ediyorlar. Bunlar çok büyük kaynaklar. Siyasal olarak bunlara son verilmesi ve barışçıl politikalara dönülmesi gerektiği vurgusunu yineliyoruz. Ortada bir gerçek var ki bu yaşadıklarımızın sorumlusu Erdoğan’dır. Erdoğan da siyasi bir bedel ödemeksizin bu krizden çıkmak istiyor.

AKP ya da Erdoğan bedel ödemek istemediği gibi Albayrak’ın modeli açıklarken sıkça vurguladığı ‘paydaşlar’ da bedel ödemeyecek gibi duruyor krize yönelik önlemlerde. Erdoğan kendi sermaye grubunu da kendisiyle birlikte kurtarıyor diyebilir miyiz?

MÜSİAD zaten yandaş sermayedir ama TÜSİAD da artık mecbur ve çaresizdir. Doğan Medya’nın başına gelenlerden Sabancı da dahası da ders aldı ki Erdoğan onları da tehdit ediyor; B ve C planları var diye. 3 milyar dolarlık bir vergi affı oldu bunun için de Sabancı da var yandaşı da var. Zaten var olan kaynaklar da böyle gitmiş oldu. Ama ücretli çalışan emekçilerin maaşlarından vergi peşin kesiliyor. Bir ücretli çalışan dolaylı vergileri eklediğinizde yüzde 60 ile 70 arasında devlete vergi veriyor. Zaten adil bir vergi sistemi yok. Kriz çözülecekse bir servet vergisine geçiş yapılıp dolaylı vergilerin kaldırılması gerekiyor. Öte yandan bu affedilmiş vergilerin de derhal tekrar tahsil edilmesi gerek.

Vergi kısmı bir yana bedel ödeme kısmında ise mali kriz derinleşiyor ve sanayi tam kapasite üretim yapamayacak noktaya gelecek. Bu da şu demek; işten çıkarmalar daha da artacak ve işsizlik ve enflasyon artacak. Haliyle bunun çıkmaza sürüklenmesi ve yapısal krize dönüşme riski çok yüksek. Yani bedel halkın üzerine bırakılacak. İlk yapılacak şey bu ahbap- çavuş kapitalizmden hızla çıkmaktır. Erdoğan şimdi kurtuluş savaşı veriyoruz, herkes yastığının altındakileri çıkarsın, diyor. Önce kendisi kutulardakini çıkarsın. Man Adası’ndaki offshore hesapları getirsinler. Kıyak geçtikleri vergileri toplasınlar, bahsettiğim adil servet vergisi alsınlar bir bakalım tablo ne oluyor. Bütün bunları yapmaksızın bir kurtuluş savaşı veriyoruz anti-emperyalizm bilmem ne yapıyoruz ya da Nazım’dan şiirler okumakla bu halkı manipüle etmeye çalışmak sadece hamaset yapmaktır. Bu yüzden de Erdoğan daha çok iktisadi imgeler yerine siyasi imgelerle konuşuyor.

Bu ilerde toplumda daha büyük kırılmalara neden olacak faşizme karşı nasıl bir politika izlemeyi düşünüyorsunuz?

Zaten biz esas görevimizi iki düzeyde tarif ediyoruz. Birincisi bu iktisadi gerçekleri bütün politik yönleriyle birlikte gün ışığına çıkarmak. İkincisi bunu halka anlatmak. Çünkü biz bunların yağmacı, talancı politikaların sonucu olarak görmez ve öyle anlatmazsak halk ikinci kurtuluş savaşı veriyormuş duygusuna kapıldığında kriz onların sırtına yıkılacaktır. Bu bakımdan görev sadece HDP’ye düşmüyor. Toplumsal muhalefet, Erdoğan’ın milliyetçi, şoven, yapay bir şekilde saflaştıracak demagojilerine itibar etmemeli. HDP ile kenetlenmeli, omuz omuza olmalıdır. AKP’nin tabanındaki yoksuların da aynı şekilde. Onlara yapılan sosyal yardımlar da bir süre sonra kesilecek. Misal yakında sağlıkta ciddi sıkıntılar çıkacak, kanser ilaçlarını alamayacak seviyeye geleceğiz.

Sanılmasın ki her yoksunluktan demokratik bir muhalefet türer. Vaktiyle Salazar döneminde Portekiz’de, Mussolini döneminde İtalya'da ve Hitler döneminde Almanya’da da faşizmin tabanını oluşturan işçiler, emekçiler ve yoksullar olmuştur. Çünkü o dönem de iktisadi gerçekler manipüle edilmiştir. Erdoğan da ekonomik gerçeklerle işçiler, emekçiler arasına çok yüksek bariyerler ördü, sırf bunlar görülmesin diye. Çünkü kriz dediğiniz şey sadece metaları değersizleştirmez, aynı zamanda onun üreticisi ve kaynağı olan insanı da değersizleştirir. Türkiye’de insan hayatı çok değersizleşti. Günde 5-6 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitiriyor. Bunlar artık rakamsal değer olmaktan bile çıktı. Dolayısıyla siz bu kadar değersizleşmiş insana milli duygular ve manevi değerlerle seslenerek değer veriyorsunuz. Erdoğan işte bunu yapıyor. Bu yanılgıdır. Zaten kurumsallaşma düzeyine girmiş faşizmin tabanının da bu hamaset ve ideolojik ajitasyon oluşturacaktır. Bunun için bizim bunu günışığına çıkarmak gibi bir temel görevimiz var. Gerçeği görmeyen, yanlış gidişin niye olduğunu bilmeyen insanlar buna tepki göstermezler. Bu kapsamda en son yaptığımız MYK toplantısında Meclis'i acil toplantıya çağırıyoruz.

Nedir acil çağırma talepleriniz?

Öncelikle şunu söylemeliyim, biz çağrıda bulunurken Sayın Kılıçdaroğlu’nunki gibi bir gerekçeyle yapmıyoruz. Yaşanan çok yönlü krizin faturasının; işçilere, yoksullara, gençlere, kadınlara ödetilmemesi için acil bazı yasaların çıkarılması gerek. Meclis acil olarak yasama görevini yerine getirmelidir. Acil taleplerin bazıları şöyle:

* Derhal işten atmaların yasaklanması gerekiyor. Bu arada atılmış olanların da derhal işe iade edilmeli.

* Zamlara son verilmeli, yapılmış olanlar da geri çekilmeli.

* Ücretli çalışanlar açsından ücretler çok eridi, enflasyon karşısında reel ücretler buna uygun hale getirilmeli.

* Kiraları dondurmak, asgari ücreti vergi dışı bırakmak gerekli.

Esas olarak çözüm şurada, başta da söylediğim gibi bu ülkenin öz kaynaklarını kimler çarçur ettiyse, kimler betona gömdüyse ve kendi kabilesine peşkeş çektiyse onlar ödemeli faturayı.

Bunların yapılmayacağı belli değil mi?

Elbette bunları söylediğimizde Erdoğan’ın yapmayacağını biliyoruz. O yüzden bundan zarar gören halkın kenetlenmesi ve bir araya gelmesi lazım. Bir direniş hattı oluşturma çabasındayız. Burada emek ve demokrasi güçlerine daha özgün bir görev düşüyor. HDP ortak mücadeleye hazır ve zaten gerekli çalışmalara da başladı. Bu alanda ne yapılacağını belirleme ve ortak mücadele yürüteceklerle bir araya gelişlerimiz oluyor. Yaşadığımız kriz sınıfsal çıkarlar etrafında gerçekleşiyor. Onların paydaşlarına ve yoksullaşmaya karşı emekçileri, kadınları, işçileri ve gençleri ortak mücadeleye çağırıyoruz.