Karasu: Komployu yenileyemeyecekler

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, Türk devletinin 1998’de olduğu gibi içinde bulunduğu krizden uluslararası destekle komployu yenileyerek çıkmak istediğini, ancak bunu başaramayacağını söyledi.

Kürt Halk Önderi Öcalan’ın çizgisinin halklar nezdinde geçerlilik kazanıp etkili olmasını kendileri açısından engel gören uluslararası güçlerin, Türkiye'yle birlikte Öcalan ve Kürt Özgürlük Hareketi üzerinde yeni bir komploya yöneldiğine dikkat çeken KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, “9 Ekim 1998 komplosuyla başlayan saldırıları püskürten Önder Apo ve Kürt Özgürlük Hareketi, bu komployu da boşa çıkaracak güçtedir. Uluslararası güçlerin ve Türk devletinin, bu saldırılarla Kürt halkının iradesini kırma, Özgürlük Hareketi’ni etkisizleştirme çabaları boşunadır” dedi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, kendi şahsında Kürt Özgürlük Hareketi ve Kürdistan halkına karşı yapılan uluslararası komplonun startının verildiği 9 Ekim 1998’de Ortadoğu’dan ayrılmak zorunda bırakıldı. Böylece 15 Şubat 1999’da Türk devletine teslim edilerek İmralı Adası’nda rehin tutulması sağlandı. KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, 9 Ekim’in 20. yıl dönümü vesilesiyle ANF’nin sorularını yanıtladı.

Devletlerarası komplonun 21. yılına girerken, öncelikle şunu sormak istiyoruz; neden Öcalan şahsında Kürt Özgürlük Hareketi böyle bir komploya maruz kaldı?

Komplonun 21. yılına giriyoruz. Önder Apo, 9 Ekim 1998’de Ortadoğu'dan uluslararası güçlerin baskısıyla çıkarıldı. Aslında bu komplo, ABD'nin müdahale ederek yeni bir Ortadoğu kurma amacını gerçekleştirmeyle bağlantılıdır. 1. Körfez Savaşı sonrasında Çekiç Güç kurulmuş, ABD Ortadoğu'da belli bir etkinlik sağlamıştı, ancak Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ortaya çıkan boşluklar doldurulmamıştı. Ortadoğu'da yeni bir düzen kurulmamıştı. Birçok sorun yaşanmaktaydı. ABD, bölgeye askeri, siyasi, ekonomik ve kültürel olarak müdahale edip tümden istediği doğrultuda dizayn etmek istiyordu.

Önder Apo’nun öncülük ettiği Kürt Özgürlük Hareketi, sadece Bakurê Kurdistan’da önemli gelişmeler sağlamamış, aynı zamanda Başûr, Rojava’da ve Rojhilat’ta Kürtler üzerinde önemli bir etki yaratmıştı. Önder Apo, bu temelde halkların kardeşliğine dayanan yeni bir Ortadoğu sistemi kurmayı hedefliyordu. Önder Apo’nun öncülüğünde PKK’nin mücadelesi aslında Ortadoğu'da uluslararası güçlerin işbirlikçiliğini yapacak tüm kesimleri zayıflatıyordu. İşbirlikçiliğe dayanmayan Ortadoğu düzeni kurmayı hedefliyordu. Bu durum tabi ki işbirlikçilerle Ortadoğu’da hakim olmak isteyen uluslararası güçleri ürkütmüştür.

Öte yandan PKK gibi güçlü bir hareketin varlığını bölgeye böyle bir müdahale açısından engel görmüşlerdir. Önder Apo’yu uluslararası komployla saf dışı edip PKK'yi etkisizleştirerek, Ortadoğu’ya engelsiz müdahale etmeyi hedefliyorlardı.

Türkiye'yi Ortadoğu’da kullanma amaçları da bu komplonun diğer bir yönüydü. Eğer Önder Apo esaret altına alınırsa Türkiye'yi daha rahat kullanacaklarını düşünüyorlardı. Bu komployla Önder Apo’yu esaret altına alarak Kürt halkıyla, örgütüyle ilişkilerini zayıflatmak; Kürt halkının güvenini sarsarak Önder Apo’yu ve PKK'yi etkisizleştirmek istiyorlardı. Bu temelde de hem kendine bağlı Kürt siyasi güçleri etkili kılmayı hem de Türkiye'ye daha fazla rol vermeyi amaçlıyorlardı. Çünkü Kürt Özgürlük Hareketi’nin mücadelesi Türkiye'yi zayıflatıyor, Ortadoğu’da rol oynamasını engelliyordu.

Kürt Halk Önderi, Türkiye’ye getirildiğinden beri İmralı Adası’nda tutulmakta, özellikle son dönemde ağır bir tecrit altında ve hiçbir haber alınmamakta. AİHM geçen hafta işkence başvurusunu da Türkiye tezlerine dayanarak reddetti. İmralı sistemi de bu uluslararası komplonun bir parçası mı?

İmralı zindan düzeni de bu amaç temelinde uluslararası komplocuların kurduğu bir düzendir. Türkiye'ye sadece gardiyanlık rolü verilmiştir. AİHM’nin Önderliğe yapılan işkence başvurusu karşısında İmralı’daki baskı düzenini normalleştiren ve meşru gören bir tutum içine girmesi, aslında İmralı düzenin kimler tarafından korunduğunu göstermektedir. İmralı’daki baskının meşrulaştırılması, açıkça Türk devletine bu baskıları sürdürebilirsiniz, anlamına gelmektedir. Türk devletinin yakın zamanda İmralı’da Önder Apo’ya disiplin cezasının verilmesi ve 6 ay görüşmeye çıkarılmayacağı kararı, aynı zamanda Kürt halkına yönelik bir saldırıdır. Önder Apo’nun üzerindeki fiziki ve psikolojik saldırının açıkça Kürt halkına yöneltilmesidir. Kürt halkının moral düzeyini düşürme ve iradesini kırmaya yöneliktir. Böyle bir saldırıya yönelmeleri elbette dışardaki Kürt halkına yönelik saldırıyla bağlantılıdır. Öte yandan AKP iktidarının hem siyasi olarak içerde ve dışarda sıkışması hem de ekonomik krize girmesinin ortaya çıkardığı bir saldırıdır. Bu saldırıyla AKP iktidarı kendisini kurtarmaya çalışmaktadır. Türk devleti 1998’de olduğu gibi askeri, ekonomik ve siyasi olarak zorlanmaktadır. NATO’nun üyesi olarak çok zor bir durumla karşı karşıyadır. Nasıl ki 1998’de Türkiye'yi bu durumdan kurtarmak için uluslararası güçler destek vermişse AİHM de kararıyla bu desteği vermiş oluyor. Son zamanlarda Erdoğan’ın Avrupa’da karşılanması, ABD'yle ilişkileri düzeltme çabaları, aslında NATO üyesi ve sistem içi müttefikleri olan Türkiye'nin içine girdiği sıkıntı ve krizle ilgili bir durumdur.

Bu durum neyle bağlantılıdır, uluslararası komplonun yenilenmesinden mi söz ediyorsunuz?

Bu durum, PKK'nin Önder Apo çizgisinde Türkiye ve Ortadoğu, hatta dünyada etkili bir ideolojik, siyasi güç haline gelmesiyle bağlantılıdır. Şu anda dünyada kapitalizm ve modernitesinin krizi yaşanıyor. Bunu her gün daha yakıcı bir biçimde görüyoruz. PKK, Önder Apo çizgisiyle bu krizlere alternatif hale gelmiş. Nitekim Ortadoğu’da halklar, Önder Apo’nun düşüncelerine sarılmakta. Krizden çıkışı, Önder Apo çizgisinde arama arayışı giderek güç kazanmakta. Bu da uluslararası güçleri Türkiye'yle birlikte Önder Apo ve Hareket üzerinde yeni bir komploya yöneltmiştir.

Bu mümkün mü, başarabilirler mi?

9 Ekim 1998 komplosuyla başlayan saldırıları püskürten Önder Apo ve Kürt Özgürlük Hareketi, bu komployu da boşa çıkaracak güçtedir. 9 Ekim uluslararası komplonun bilinci, Kürt Özgürlük Hareketi’ni ve Kürt halkını, komploya karşı mücadelede daha deneyimli ve bilinçli hale getirmiştir. Kürt halkı, Önder Apo’ya ve Özgürlük Hareketi’ne yönelik bu saldırıların anlamını biliyor. Uluslararası güçlerin, Türk devletinin bu saldırılarla Kürt halkının iradesini kırma, Özgürlük Hareketi’ni etkisizleştirme çabaları boşunadır. Önder Apo, Kürt Özgürlük Hareketi ve Kürt halkı, bu çabalar karşısında mücadeleci duruşunu sürdürerek komployu boşa çıkaracaktır.

Komplonun gerçekleştirildiği süreçte ‘Güneşimizi Karartamazsınız!’ şiarıyla başlatılan direnişler vardı. Komploya karşı mücadelede bu direnişlerin rolü neydi?

Şunu kesinlikle söyleyebiliriz; eğer Önder Apo esaret altına alındıktan sonra komploya karşı güçlü mücadele geliştiyse, komplo boşa çıkarıldıysa, Önder Apo, Hareket ve halkımız da komploya karşı büyük bir mücadele yürüttüyse bunda kesinlikle ‘Güneşimizi Karartamazsınız!’ şiarıyla gerçekleştirilen direnişlerin belirleyici rolü vardır. Önder Apo’ya yönelik komplonun başlamasıyla birlikte cezaevinde Halit Oral arkadaşın yaptığı eylem sonrası bütün cezaevleri, Bakurê Kurdistan ve Kürdistan'ın tüm parçaları, Türkiye, Avrupa ve dünyadaki Kürtlerin katıldığı bu direniş, tarihte ender görülen direnişlerden biridir. Hiçbir siyasi lidere sahiplenilmeyen bir sahiplenme gerçekleştirilmiştir. Bu da uluslararası komployu daha baştan sarsmış, Önder Apo esaret altına alınmış olsa da komploya karşı mücadelenin yürütülmesinin moral zemini olmuştur. Önder Apo defalarca ‘Güneşimizi Karartamazsınız!’ eylemleriyle şehit düşenleri anmış ve onların anısına bağlılığın gereği olarak mücadelesini yürüteceğini söylemiştir. Kürt Özgürlük Hareketi ve halkımız da bu kampanyada şehit düşen, gazi olan insanlarımıza bağlılık gereği olarak mücadeleyi sürdürmüştür. ‘Güneşimizi Karartamazsınız!’ şiarıyla halk aylarca ayakta olmuş, Önder Apo’yu sahiplenmiş, büyük bir sahiplenme örneği ortaya koymuştur. Bu, dünyadaki herkesi etkilemiş ve şaşırtmıştır. Dönemin ABD Dışişleri Bakanı ’bu kadarını da beklemiyorduk’ diyerek bu direnişin etkisini ve gücünü ortaya koymuştur.

Şunu da söyleyebiliriz, bu direniş aynı zamanda Kürdistan'ın dört parçasını birleştiren bir direniş olmuştur. Hatta Kürdistan'ın dört parçasındaki mücadeleyi ruhsal olarak birleştirmede bu direniş çok belirleyici bir öneme sahiptir. Dört parçadaki Kürtlerin duygularını en büyük düzeyde ilk defa ortaklaştıran bu direniş kampanyası olmuştur. Bu bakımdan bu kampanyada şehit düşenleri ve gazileri bir daha minnet ve saygıyla anıyoruz. Onlar bize çok büyük bir moral güç verdiler. Hareketimizin, halkımızın, Önder Apo’nun en zor döneminde bizlerin moral ve güç kaynağı oldular. Bu direnişle komploya gereken cevabı daha ilk günde verdiler. Bu komplonun başarılı olamayacağını bu direnişte ödedikleri bedellerle gösterdiler.

O günler unutulamaz, halkımızın ayağa kalkışı unutulamaz. Kürtler kadınıyla, genciyle, çocuğuyla, yaşlısıyla öyle bir sahiplenme ortaya koymuşlardır ki, bu sahiplenme aynı zamanda Kürt’ün Önder Apo çizgisinde nasıl bir özgürlük iradesine kavuştuğunun da kanıtı olmuştur. Bu yönüyle bu kampanya her zaman anılacaktır, anılmaya devam edecektir.

Son zamanlarda Öcalan’ı sahiplenme eylemleri artıyor. Almanya’da Kürt genci Ümit Acar bedenini ateşe verdi…

Önder Apo’ya sahiplenme eylemlerinin giderek artması, artacağının görülmesi aslında ‘Güneşimizi Karartamazsınız!’ kampanyasında şehit düşenlerin etkisiyledir. Batmanlı bir gencimizin Avrupa’da kendini yakarak şehit düşmesi, yine bu kampanyanın, direnişin parçası olarak görülmelidir. Kuşkusuz Önder Apo, benim için böyle eylemler yapmayın, demiştir. Bu tür yakma eylemlerini doğru görmemiştir. Bu tür eylemler Önder Apo’yu gerçekten vicdanen çok zorlamakta ve üzmektedir. Ancak gençlerin, kadınların, halkımızın bu tür eylemleri de Önder Apo’nun Kürt toplumu ve tarihi açısından ne anlama geldiğini ifade etmektedir. Kürt halkı içinde Önder Apo’nun nasıl bir derin etkisinin olduğunu ortaya koymaktadır. Önder Apo’ya bağlılık gençleri, kadınları, Kürt insanını bu tür eylemlere sürüklemektedir. Doğru bulmasak da bu eylemlerin nedenini anlıyoruz. Bu temelde de kendini yakan Batmanlı genç Ümit Acar’ın ailesine, yakınlarına ve tüm Kürt halkına bir daha baş sağlığı diliyoruz.

Kürt Halk Önderi, komploculara karşı direnip entelektüel mücadele de verirken nasıl bir alternatif paradigma geliştirdi, etkisi ne oldu?

Önder Apo’nun İmralı’da geliştirdiği savunmaları, bu savunmalarda ortaya koyduğu çözümlemeler, sadece Kürt halkı açısından değil, Ortadoğu ve dünya halkları açısından özgürlük ve demokrasi mücadelesinin önünü açmıştır. İktidarcı, devletçi ve onun son temsilcisi olan kapitalist modernist sisteme karşı iktidarcı ve devletçi olmayan kadın özgürlükçü, ekolojik ve demokratik toplum paradigmasıyla halkların özgür ve demokratik yaşamını kazanacağı bir demokratik sistem ortaya koymuştur. Artık halkların elinde, iktidarcı devletçi sisteme ve onun bugünkü temsilcisi kapitalist moderniteye karşı alternatifi vardır. Örgütlü demokratik topluma dayanan demokratik konfederalist örgütlenme modeli, demokratik sosyalizm teorisini daha etkin pratikleşir hale getirmiştir.

Halklar, son 200 yılda kapitalizme karşı sosyalizm özlemi içinde yaşadı. Özellikle 20. yüzyılda bu özlemle dünyanın birçok yerinde mücadele ederek, iktidarları değiştirerek gerçekleştirdi. Ancak iktidarcı, devletçi zihniyet aşılamadığı için tamamen alternatif bir sistem haline gelip kapitalist sistemi etkisizleştirememişti. Şimdi bunun imkanları artmış bulunmaktadır. Zaten artık kapitalist sistem yoğun bir kriz içine girmiş, kendini sürdüremez hale gelmiştir. Sosyal demokratlar ve liberaller, kapitalizmin olumsuzluklarını giderememektedir. Kapitalizmi toplumlar için katlanılabilir bir hale getiren politikalar artık işlemez durumdadır. İşte bu gerçeklik ortamında Önder Apo’nun ortaya koyduğu kadın özgürlükçü, demokratik ve ekolojik toplum paradigması ve buna dayanan demokratik modernite, kapitalist modernite karşısında güçlenmiştir.

Rojava Devrimi de bunun sonucu mu?

Bunun tabi ki en somut ifadesi Rojava Devrimi’dir. Rojava Devrimi, sadece Kürtler açısından bir özgürlük ve demokrasi sistemi ortaya çıkarmamıştır. 5 bin yıllık devletçi sistemin ortaya çıktığı Ortadoğu'da halkların umudu olan alternatif bir sistem haline gelmiştir. Zaten 1998’de de Önder Apo esaret altına alınarak Özgürlük Hareketimizin Ortadoğu'da yarattığı etki kırılmak istenmiştir. Ama komplonun 21. yılına girdiğimiz bugünlerde Önder Apo’nun milyonları zindana tıkamazsınız düşüncesi kanıtlanmıştır. Şu açıktır; düşünceler zindana atılamazlar. Düşünceler baskı ve zorla önlenemezler. Tarih bunun en önemli kanıtıdır. Yeter ki bu düşünceler toplumların özgür ve demokratik yaşamı için alternatif olsun. Böyle bir düşünce ortaya çıktığı andan itibaren hiçbir duvar, hiçbir baskı, hiçbir zulüm dinlemeden akışını sürdürür ve kendini insanlığın gerçekliği haline getirir. Nasıl ki bir dönemler Hristiyanlık her türlü baskıya rağmen gelişmişse, İslamiyet gelişmişse, Avrupa’da rönesans, reform gelişmişse, 20. yüzyılda sosyalizm fikri bütün dünyayı sarmışsa ve engellenememişse günümüzde de Önder Apo’nun düşünceleri önlenememektedir. Belki hala tümüyle kendisini sistemleştirememiş, tüm dünya halkları tarafından tanınmamış olsa da Önder Apo’nun ortaya koyduğu fikirler bugün dalga dalga yayılmakta, insanlığın özgürlük, demokrasi ve sosyalizm umudu haline gelmektedir. Eğer dünyanın her tarafından Rojava’ya gidilerek mücadele ediliyorsa, Rojava’da birçok demokrat, sosyalist şehit düşüyorsa bu zaten Önder Apo’nun ortaya koyduğu düşüncelerinin nasıl bir etkide bulunduğunu ve hızlı gelişebileceğini ortaya koymuştur.

Bir ada içinde dört duvara sıkıştırılmış bir kişiye neden ekstra baskılar yapılıyor, tecrit ve psikolojik tazyik süreklileştiriliyor; bunun Öcalan’ın zihinsel üretimi, toplumla kurduğu bağ ve oluşturduğu kültürün toplumsallaşmasıyla ilgisini anlatır mısınız?

Uluslararası güçler, Önder Apo’nun Ortadoğu’da geliştirmek istediği halkların kardeşliğine dayalı demokrasi ve özgürlük çizgisinin tasfiye edileceğini düşünüyordu. Türk devleti de Kürt halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesinin Önderliğin olmadığı, esaret altına alındığı koşullarda tasfiye edileceğini hesaplıyordu. Buna inanmışlardı. Çünkü onlara göre Önder Apo esaret altına alınınca, geliştirmek istediği düşünce ve mücadele de etkisizleşirdi. Ancak Önder Apo, daha komployla İmralı zindan sisteminin içine alınmadan önce ’ben öyle bir halk yarattım ki, nerde olursam olayım, isterse mezarda olayım bu hükmünü icra edecektir’ demiştir. Yarattığı düşüncenin, ortaya çıkardığı halk gerçekliğinin her koşulda varlığını sürdürebileceğini, gelişebileceğini söylemiştir. Çünkü Önder Apo’nun düşünceleri, devrimci tarzı ve mücadelesi sadece herhangi bir iktidara, sisteme karşı siyasal mücadele olmamıştır. Daha ilk çıkışından itibaren bu düşünceleri bir toplumsal kültür haline getirme biçiminde mücadeleyi geliştirmiştir. PKK'nin öncülük ettiği mücadele sadece bir program etrafında halka çağrı olmamıştır. Sadece şöyle bir siyasal hedef kuracağım, gelin katılın, dememiştir. Bu mücadeleyi en başta da kadroda, toplumda zihniyet değiştirerek özgür ve demokratik yaşamı, örgüt ve toplum yaşamı haline getirerek, gelecek her türlü saldırı ve komployu boşa çıkaracak bir gerçeklik ortaya çıkarmıştır. Önder Apo’nun devrimci önderliği, bizzat mücadelesiyle her türlü saldırıyı boşa çıkaracak tedbiri ortaya çıkarmıştır. Bu tedbir, herhangi bir askeri güç değildir, herhangi bir para gücü değildir, hatta örgüt gücü de değildir. Düşünceler, toplum yaşamı olduğu takdirde yenilmezler, yenilmeleri mümkün değildir. Tarihte topluma mal olmuş düşüncelerin önü alınamamıştır. Bu bakımdan tabi ki zindanda olan birisinden çok fazla bir çaba beklenemez. Çok fazla bir şeyler yapması beklenemez. Eğer düşünceleri gerçekten topluma mal olmuşsa o kişiyi zindana da atsanız, yaşamını da ortadan kaldırsanız düşünceleri önünde hiçbir engel duramaz. Bu yönüyle Önder Apo’nun İmralı’da yaptığı çözümlemeler ve duruşu, her türlü saldırıyı boşa çıkaracak direniş değerlerini, direniş temellerini ve kültürünü ortaya çıkarmıştır.

Zaten bu korku nedeniyle Önder Apo zindana düşer düşmez ağır bir tecrit altına alınmıştır. AKP iktidarının politik nedenlerle çatışmasızlığı, ateşkesi kendi çıkarına gördüğü dönemler hariç İmralı’da ağır tecrit uygulanmıştır. Avukatlarıyla, ailesiyle görüştürülmemiştir. Öyle ki, bir adada tek kişilik cezaevine konulmuştur. Böyle bir yerden artık hangi etki, umut beklenebilir. Tabi normal düşünenler açısından, devletler açısından Önder Apo’nun konumu bu durumdaydı. Hatta Önder Apo’nun kendisinin de belirttiği gibi, ’benim durumum umutsuz vaka olarak görülüyor, bu nedenle örgütün tasfiye edilebileceği, halkın mücadelesinin durdurabileceği düşünülüyordu. Ben sadece o günkü birey değildim, sadece zindana atılmış bir kişiyle sınırlı değildim; ben bir manaydım, tarih içinde oluşturduğum değerlerle var olmuş bir gerçekliktim’ demektedir. Bu tabi ki dört duvar arasına sığdırılamaz, diyerek kendi duruşunun, İmralı’da varlığının nasıl bir mücadele olduğunu ya da her türlü mücadeleye nasıl bir kaynak olduğunu defalarca ifade etmiştir. Artık Önder Apo tarihe, topluma, insanlığa mal olmuştur. Bir mücadele kültürü, duruşu, özgürlük ve demokrasi duruşu haline gelmiştir. Bu bakımdan da en ağır esaret koşullarında tutulduğu halde bunlar soykırımcı sömürgeciler ve uluslararası güçler açısından yetmemektedir. Baskıyı, psikolojik savaşı İmralı’da yoğun olarak sürdürmektedirler. Bu gerçeklik bile zindana atılıp ağır tecrit uygulamanın, Önder Apo’yu dünyadan soyutlamanın yeterli olmadığını, sonuç vermediğinin itirafı olmaktadır. Ne kadar tecrit altında olursa olsun Önder Apo etkisi durdurulamadı. Bu gerçekliği sadece Türk devleti değil uluslararası güçler de kapitalist modernite güçleri de görüyor. Bu nedenle de Türk devletinin yürüttüğü baskı ve zulme sessiz kalıyorlar, onaylıyorlar ve destekliyorlar.

İmralı koşullarında bir kişiye uygulanan bu politika bu Önderliğin gücünü ve etkisini ortaya koymaktadır. Zaten Ortadoğu’da bırakalım Kürtleri, Araplar ve birçok halk bile Önder Apo’nun düşüncelerini, yaşanan kaos ve kriz ortamında umut olarak görüyorsa İmralı’daki tecridin, baskının ve umutsuz görülen bu ortamın çok da fazla bir anlam ifade etmediğini gözler önüne sermektedir.

Kürt Halk Önderi, komployu değerlendirirken bir Kürt bireyinin kendini dışarda özgür sanarak yaşaması büyük bir yanılgıdır; yanılgı ve yalanın egemenliği altında geçecek bir yaşam kaybedilmiş ve ihanete uğramış bir yaşamdır, diyor. Bugünkü koşulları dikkate alarak, bu sözleri izah edebilir misiniz?

Kuşkusuz zindanda olmamak, özgür ve demokratik yaşamak anlamına gelmiyor. Zindanda olmamayı, özgür ve demokratik yaşam olarak anlamak yanılgıdır. Hatta bugün dünyada sahte bir özgürlük anlayışı geliştirilmiştir. Kapitalizm bireyciliği geliştirerek, toplum yaşamından kopuk yaşamı özgürlük olarak sunarak toplumu ve insanları aldatmakta ve egemenliğini sürdürmektedir. Tüm insanlar için özgürlüğü böyle anlamak yanılgı olduğu gibi Kürtler açısından daha büyük bir yanılgıdır. Kürt bireyi şunu düşünecek; dünya Kürtlere nasıl bakıyor? Kürtlerin evrensel ölçülerdeki konumu nedir? Buna bakarak kendi durumunu değerlendirebilir. Kürtler, Kürdistan özgür müdür, değil midir? Eğer dünya halkları gözünde hala Kürtler özgür değilse, Kürdistan özgür değilse, hala egemenlik altındaysa, hala bir soykırım kıskacında yaşıyorsa o zaman hiçbir Kürt bireyi kendini özgür sanmamalı. Kendini özgür sanan Kürt, kendini kandıran Kürt’tür. Toplumu ve ülkesi özgürse birey özgür olabilir. Bunun dışında özgürlük ancak soykırımcı sömürgecilerin yarattığı yanılgı, aldatma olabilir. Soykırımcı sömürgecilik altında yaşamayı normalleştiren soykırımcı sömürgeci politikaların etkisinde olmaktır. Soykırım kıskacı altında olan bir yaşam özgür olabilir mi? Bu yönüyle soykırım altında yaşanan bir yaşamı özgürlük saymak gerçekten kendini inkar etmektir, kendine ihanettir. Aslında yaşanmayan bir yaşam içinde olmaktır. Bu Kürtler için gerçekten kesin bir durumdur. Kürt toplumu ve Kürdistan özgürleşmeden de hiçbir Kürt bireyi bu yargının dışında kendisini ele alamaz. Önemli olan bizim kendimizi nasıl değerlendirdiğimiz değildir. Dışımızdaki dünyanın, insanların bizleri nasıl değerlendirdiğidir. Dünyadaki özgürlük ölçülerine göre konumumuzun ne olduğudur. Yoksa bireyin soykırımcı sömürgecilik altında, psikolojik savaş altında kendini kandırarak yanılgılı biçimde özgür sanmasının hiçbir anlamı yoktur.

Kaldı ki bugün Kürdistan'daki durum çok çok farklılaşmıştır. Belki çatışmasızlık dönemlerinde, belirli bir biçimde şiddetin ve baskının azaldığı dönemlerde böyle bir yanılgı yaşanabilirdi. Zaten yaşandı da. Eğer AKP-MHP faşizmi önlenemediyse bugün bu kadar yoğun bir baskı yürütüyorsa bunun nedeni çatışmasızlığın olmadığı koşullarda Kürt toplumunun göreceli olarak da olsa özgür yaşadığı yanılgısıdır. Gerçekten de çatışmasızlık ortamında bir kısım Kürtler açısından büyük bir yanılgı yaşandı. Çatışmasızlık ortamı doğru ele alınacağına, bunun mücadele için bir fırsat olduğu görüleceğine sanki gerçek yaşam öyleymiş, Kürtler sanki özgür yaşama kavuşmuş gibi kendini aldatan durumlar ortaya çıkmıştır. Tabi bu kendini aldatma durumu AKP-MHP faşizmi saldırdığında çok iyi görülmüştür. Öte yandan kolay koşullarda özgürlüğün elde edilebileceğinin sanılması durumu, zor koşullar ortaya çıktığında, saldırı koşulları ortaya çıktığında mücadelesiz kalınan ve mücadele edilemeyen bir durum ortaya çıkmıştır. Bu durum, tabi ki kendini aldatma ve gaflettir. Bu gafletin sonucu da AKP-MHP faşizmi saldırılarını sürekli artırmış ve bugün görüldüğü gibi sadece Kürdistan'da değil tüm Türkiye'de faşist, soykırımcı ve baskıcı bir düzen kurmuştur. Eğer AKP iktidarının durumu doğru anlaşılsaydı, çatışmasızlık durumu doğru ele alınsaydı ne Kürtler ne de demokrasi güçleri bu duruma düşerdi. Bu duruma düşülmesi özgürlüğün kolay yollardan kazanılabileceği gibi bir yanılgının sonucudur. Artık bu yanılgıdan kurtulmak lazım. Kürdistan'da kolay koşullarda özgür ve demokratik yaşam kazanılamaz. Ortadoğu'da kolay yollardan özgür ve demokratik yaşam kazanılamaz. Kürdistan'da özgürlüğün kanunu zor koşullarda direnip başarmaktır. Zor koşullarda direnip başarmayı göze almayanlar Kürdistan ve Ortadoğu'da özgür ve demokratik yaşama kavuşamazlar. Bu açıdan özgür ve demokratik yaşamı kazanmak, AKP-MHP faşizmini yenilgiye uğratmak, koşullar, baskı, zor ne kadar ağır olursa olsun mücadeleyi göze alıp örgütlenmekten geçmektedir. Örgütlenerek mücadeleye atılmaktır. Bunun dışında özgür ve demokratik yaşama ulaşmak mümkün değildir.

AKP-MHP yönetimindeki Türk devleti, neden komployu yenilemek istiyor?

Komployu tazelemek isteyen Türk devleti, AKP faşist iktidarı zayıflamıştır. Zayıf olduğu için bu kadar ağır saldırılar yürütmektedir. Kendisini güçlü hissetseydi Cumartesi Anneleri’ne bu kadar saldırmazdı. Kendini güçlü hissetseydi üniversitede bir öğrencinin konuşma yapmasına, tepki göstermesine saldırmazdı. Kendini güçlü görseydi insanların sokakta bir basın açıklaması yapmasına engel olmazdı. Bu gerçeklikler gösteriyor ki bu iktidar zayıf konumdadır. Nasıl ki 1998’de Türk devleti çok zayıf duruma düştüğü, çökmek üzere olduğu için uluslararası komploya başvurup saldırılarını artırdıysa bugün de aslında çok zayıf bir duruma düştüğü için uluslararası komployu kendine göre yenilemek, içine düştüğü siyasal, ekonomik çıkmazdan kurtulmak istiyor. Bu nedenle Kürdistan’ı ve Türkiye'yi bir zindan haline getirmiştir. Böyle bir zindan yaratmayla kendini yaşatmak istiyor.

Zindan yaşamını kabul etmemek için ne yapılmalı?

Zindan yaşamı kabul edilemez; özgür olmayan yaşamdır. Hadi geçmişte kendini yanılgıyla özgür sananlar vardı ama şu anda özgürlük yanılgısı yaşanmayacak düzeyde tüm Kürdistan ve Türkiye bir zindan haline getirilmiştir. Bu gerçeklik bile özgürlüğün var olmadığını gösteriyor. O zaman özgür yaşam yoksa bütün toplum özgürlüğü elinden alınmış biçimde zindandaysa buna karşı da bu zindan duvarlarını yıkmak gerekmektedir. Zindanlardaki tutsakların özgürlüğü nasıl ki zindanların boşalmasıyla, zindandan çıkmasıyla sağlanıyorsa ya da öyle düşünülüyorsa o zaman Türkiye ve Kürdistan'daki özgürlüğü sağlamak için de zindan duvarlarının yıkılması gerekir. Türkiye ve Kürdistan zindan haline getirilen bu durumdan çıkarılıp gerçek anlamda özgür ve demokratik yaşamın olduğu bir Türkiye ve Kürdistan'ın yaratılması gerekmektedir. Bu da tabi ki ancak örgütlü toplum ve mücadeleyle olacaktır.