OHAL hukuku ile katleden JİTEM, AKP hukuku ile aklanıyor

JİTEM ve türevlerinin uyguladığı vahşeti toplumsal hafızadan silmek için yargı mekanizmasını bir araç olarak kullanan AKP, işlediği benzer suçlara ve JİTEM ile geliştirdiği iş birliğine meşruiyet sağlamak için hukuki süreçleri devre dışı bırakıyor.

Demokratik açılımlar adı altında Kurdistan’da yaşanan acılar üzerinde '90’lardaki savaş koalisyonu ile iktidar mücadelesi yürüttüğünü iddia ederek halkı kandıran AKP, JİTEM ve türevlerinin Kurdistan’da insanlığa karşı işledikleri tüm suçları hukuk adı altında akladı. Kendi derin yapılanmasını kuran, JİTEM ve türevleriyle anlaşan AKP, büyük mücadeleler sonucu hukuk mecralarına taşınan faili meçhul cinayetlerin zaman aşımı adı altında hukuken sonuçlanmasını engelledi.
Bu dosya haberde, '90’larda JİTEM ve türevleri tarafından gerçekleştirilen bazı yargısız infazlar ve toplu katliamlardan örnekler sunularak, toplumsal hafızanın yenilenmesi ve hukuki süreçlerde aklanan JİTEM gerçekliğinin hatırlatması esas alınmıştır.

OHAL HUKUKU İLE VAHŞETİ GÜVENCE ALTINA ALINAN JİTEM!

15 Ağustos 1984 tarihinde PKK militanlarının Eruh ve Şemdinli baskınları ile başlayan çatışmalar Kurdistan’ın tümüne yayıldı. Gerilla güçleri karşısında inisiyatif kaybeden Türk devleti, 1987 tarihinde OHAL ile Kurdistan’a özgün savaş hukukunu ilan etti. 1990’larla birlikte Kurdistan’da kitlesel yürüyüşler, toplumsal hak talepleri bir ivme kazandı. Toplumun hak ve hukuk taleplerini kanla bastıran devlet, dilediği yerde, dilediği anda öldürme, sürme, yok etme hukukunu yani OHAL hukukunu hızlıca devreye koydu. Devlet OHAL hukuku ile JİTEM ve türevlerine şehir merkezlerinde sivil insanları hedef göstererek, her türlü öldürme hakkını tanıyarak, karanlık bir dönemin startını verdi. Direnen iş birliğini reddeden, şüpheli her sivil potansiyel bir düşman olarak değerlendirilip, sürgün, işkence, hapis ve öldürülmeyi hak eden hain olarak cezalandırılacaktı. Kentler ve köyler yakılıp yıkılacak, aileler topluca katledilecek ve bunlar hâkim medya da terörist unsur olarak değerlendirilecekti. Katledilen binlerce sivil insan kayıtlara faili meçhul olarak geçecekti. Oysa faili meçhul diye bir şey yoktu. Devlet onay veriyor. Devletin kolluk kuvvetleri yakıyor, yıkıyor, öldürüyor ve sürgün ediyordu. Kurdistan'ı kapsayan katliamlar, kamuoyunda sessizlikle karşılanması bir cinayet şebekesine dönüşen JİTEM için daha büyük katliamların onayı olarak kabul görecekti.  Kurdistan’da yaşanan vahşet kamuoyuna ana akım medya tarafından ters yüz edilip sunulacaktı. Bütün haberler savaşın bir parçası olarak değerlendirilip, devletin karanlık dehlizlerinde biçimlendirilip halka sunulacaktı. Kurdistan’da ölümler, yıkımlar, kayıplar OHAL hukuk ile devletin güvencesinde hayatın normal akışı haline getirilecekti.

JİTEM ve türevleri tarafından katledilen aile ve sivil insanların hikâyeleri:

6 FERDİ KATLEDİLEN TATU AİLESİ'NİN HİKÂYESİ

17 Ekim 1994 tarihinde Muş'un Hasköy ilçesine bağlı Zirkêt (Ortaç) köyünde yaşayan 61 yaşındaki Sadi Tatu, 59 yaşındaki eşi Gülnaz Tatu ile 57 yaşındaki eltisi Kadriye Tatu koyunlarını sağmak için yaylaya giderler. Sadi Tatu ve 3 kişi geri dönmeyince aile kaygılanıyor. Köy muhtarı vasıtası ile Hasköy Jandarma Komutanlığı’na başvuruyorlar. Nurullah isimli yüzbaşı o mıntıkanın operasyon bölgesi olduğunu belirterek, oraya gidemeyeceklerini söylüyor. Olayın 2’nci gününde tekrar karakola başvuran Tatu Ailesi yine eli boş döner. Bunun üzerine aile kayıplarını aramaya karar verir. Sadi Tatu’nun oğlu 26 yaşındaki Ferzende, Kadriye Tatu’nun eşi Halil Tatu (59) ve oğlu 30 yaşındaki Enver Tatu, yaylaya ailesini aramaya çıkar. Giden kişilerden de bir daha haber alınamıyor. Aile çaresizce tekrar karakola başvurmak zorunda kalıyor. Ancak karakol güvenlik gerekçesiyle oraya gidemeyeceklerini tekrar aktarıyor. Başvurmadık makam bırakmayan aile, hiçbir cevap almadan çaresizce bekliyor. Olayın 10'uncu gününde köye Karakol Komutanı Nurullah Yüzbaşı geliyor. Tatu Ailesi'ne, kayıp olan kişilerin PKK tarafından Çilingis (Çiringêz) Dağı’nda öldürüldüğünü söyler. Ancak köyden kimsenin öldürüldüğü iddia edilen kişilerin cenazelerini aramasına da izin verilmiyor.

 KÖYÜ KORUCULUĞA İKNA ETMEK İÇİN 6 KİŞİ KATLEDİLDİ

Olayın 20’nci gününde zorunlu askerlik görevinden izinli olarak gelen Ahmet Müslüm (Tatu) Sadioğlu, ailesinin akıbetini araştırırken, gözaltına alınıp işkenceye maruz kalıyor. Ona işkence yapan Nurullah Yüzbaşı, “Tüm köylülere ilet, ya korucu olacaklar ya da hepsinin akıbeti aynı olacak” diyerek, 6 kişiyi öldürdüklerini sözlü olarak itiraf ediyor. Muş ve Bitlis’in ilçeleri dahil olmak üzere tüm devlet kurumlarına yapılan başvurular sonuçsuz bırakılıyor. Tatu Ailesi Bursa’ya göç etmek zorunda kalıyor.

 Sadioğlu'nun, ailesinin akıbetini öğrenmek için yıllarca verdiği mücadele ancak 10 yıl sonra kayıtlara geçer. Muş ve Bitlis’teki tüm devlet kurumlarına yapılan müracaatlardan alınan tek cevap, “Böyle bir olay yaşanmadı” olmaktan öteye geçmedi. 2004 yılında 13 köy muhtarının resmi beyanı ile Muş Cumhuriyet Başsavcılığı’nda soruşturma açıldı.

 OLAĞAN AKIŞA DA AYKIRI YALANLAR

Jandarma Genel Komutanlığı ve Muş Valiliği, Meclis İnsan Hakları Komisyonuna verdiği bilgilerde katledilen aile hakkında önce PKK ile iş birliği içinde olduğunu öne sürdü. Daha sonra ise ailenin PKK tarafından kaçırıldığı savunuldu. Ancak rezalet bununla da bitmedi. Yine Muş Valiliği, 2005’teki başka bir yazışmada ailenin PKK'ye katıldığını ileri sürdü. Katliamlarını örtbas etmek için Valilik ve Jandarma Genel Müdürlüğü hayatın olağan akışına aykırı iddialarla kendilerini aklama yarışına girmişti. Sadi Tatu’yu PKK’nin küçük baş hayvanlarına çoban yapan Valilik, Kadriye Tatu’yu da PKK’nin aşçısı yapmıştı! Valilik, Enver Tatu’yu PKK’de aktif görevde gösterirken, Ferzende Kaya’nın da Türkiye’de olduğunu ancak akıbetini bilmediğini  resmi yazışmalarda belirtti.
Yapılan soruşturmalar neticesinde iç hukuk yolları tükendi, dava AİHM'e taşındı. AİHM ikinci dairede bekleyen dava daha sonuçlanmadı.

 8 GÜNLÜK BEBEK VE AİLESİNİN KATLEDİLMESİ

12 Ocak 1993 tarihinde Şırnak’ın Cizre ilçesine bağlı Güçlü köyü Kolgezer mezrasında Elgün’ün eşi ve 5 çocuğu uzun namlulu silahlarla taranarak öldürüldü. Yeni doğan 8 günlük çocuğu Murat ise silahların dumanından etkilenerek 2 gün sonra öldü.  Gece saat 20.00 sularında köye askeri araçlarla baskın düzenlendi.  Köye baskın düzenleyen JİTEM elemanları, Davut Elgün’ün evini sarıyor. 4 kişi ise ellerinde uzun namlulu silahlarla evin avlusuna girip tüm aileyi tarıyor.  8 yaşındaki Nezir, 21 yaşındaki Lokman, 4 yaşındaki Hacer, 20 yaşındaki Hıdır ve anneleri 42 yaşında Nesibe, uzun namlulu silahlarla vurularak katlediliyor. 8 günlük bebek ise iki gün sonra silahların dumanından etkilendiği için ölüyor. Elgün’ün gelinleri Hediye ve Azize ise silahlı taramada sürünerek, ahırda saklanıp kurtuluyor. Cizre’de görev yapan Aydın isimli bir binbaşının tehditleri sonucu aile dava açmıyor. İHD’nin girişimleri sonucu 2010’da zaman aşımına 5 gün kala dava açılıyor.  

YARBAY, KATLİAMI İTİRAF EDİYOR

Bu katliamı ise o dönemde Cizre’de görev yapan Binbaşı Aydın organize ediyor. Ailesi katledilen Davut Elgün, olaydan birkaç gün sonra Binbaşı Aydın ve bir yarbayın köye geldiğini belirterek, şunları aktardı: “Ben yanlarına gittim. Benim çocuklarımı niye öldürdünüz, dedim. Bana 'senin oğlun bizim panzere roket attı' dedi. Ancak benim oğlum o zaman Diyarbakır Cezaevindeydi. Sonra yarbay bana döndü, 'bizimkiler senin çocuklarını yanlışlıkla vurdu' dedi."

GÖZALTINA ALINDI, KARAKOLDA KAYBEDİLDİ

14 Temmuz 1993 tarihinde Aydın Ay, akşam saatlerinde mahalle bakkalına giderken, polisler tarafından gözaltına alınıyor. Sivil polisler tarafından zorla araca bindiriliyor. Ailesi Batman Emniyet Müdürlüğü’ne başvuruyor. Abisi Nizamettin Ay Emniyet’in kendilerine kardeşinin gözaltında olduğunu aktardığını belirterek, “Biz 14 gün boyunca her gün yemek götürdük emniyete kardeşim için. Gözaltına alındığı resmi olarak bize bildirildi. Bize bırakacaklarını söylediler. 15’inci günde yemek götürürken bize yemeği almayacaklarını söylediler. Biz kardeşimin burada gözaltında olduğunu söyledik. Ama onlar emniyete hiç gelmediğini söylediler. Bir daha da haber alamadık. Aramadığımız yer, başvurmadığımız resmi kurum kalmadı. Bir daha da haber alamadık” dedi.
Zaman aşımından dolayı hukuki bir sonuç alınamıyor.

DİRİ DİRİ YAKILAN HASAN...

7 Temmuz 1995 tarihinde Amed'in Hani ilçesine bağlı Kaladibek köyü Hörsel (Başak) mezrasına yüzleri boyalı özel tim elemanları baskın düzenliyor. Köylülere saatlerce işkence yapılıyor. 35 yaşındaki Hasan Yanan’ı yanlarına alan Türk askeri, köyün girişindeki bir ağaca Yanan’ı bağlayıp köylülerin gözleri önünde yakıyor. Köylülerin müdahale etmesine izin vermiyorlar. Müdahale eden kadınlara ateş ediliyor. Hüsniye Horan ve Fahriye Kılıç yaralanıyor. Hasan Yanan’ı diri diri yakan JİTEM elemanları, köylüleri ise 'PKK yaktı' diye tembihliyor  ve ölümle tehdit ediyorlar. Köylülerin cenazeyi dini merasimlere uygun şekilde defnetmesi üzerine tekrar köye gelen JİTEM elemanları, tanklarla köyü ateş altına alıp yakıyor. Köydeki bütün evleri top atışları ile yakıyorlar.

 EVİNDEN ALINIP KATLEDİLEN İZZET TUĞAL

Amed'de ikamet eden İzzet Tuğal, 17 Kasım 1995’te 10 ve 12 yaşlarındaki çocuklarını da yanına alarak Lice’nin köyünde ikamet eden ailesini ziyaret eder. Akşam saatlerinde gerilla kıyafetleri giyen 5 kişilik bir grup eve gelir. Ellerinde telsiz ve kalaşnikof silahlar var. İçeri girenler Tuğal’ın annesi, babası ve iki çocuğunun olduğu esnada oturup aile ile çay içip sohbet ediyor. Tuğal’a 1991 yılında Vedat Aydın’ın cenazesi törenine katılan ve polisler tarafından katledilen yeğeni Bahattin Turfan'ı sorarlar. Tuğal’ı alıp götürüyorlar. Annesine ise 'ifadesini alıp getireceğiz' diyorlar. İzzet Tuğal’ın babası arkalarından gider, Çavundur köyü ile Bene köyleri arasında, 2 zırhlı araç ve 2 askeri pikabın beklediğini görür. Bu araçların yanında 10 kadar askerin beklediğini görür. Oğlunu araca bindiren askerler uzaklaşırlar. Bir daha çocuklarından haber alamayan aileye, 20 Aralık’ta çocuklarının cesedinin köyün ilerisinde bulunduğu haberi gelir. Cesedi teşhis eden aile, oğullarının işkence ile öldürüldüğünü tespit eder. Tuğal, işkence edilerek, katlediliyor. Askerler cenazenin Amed ve Lice’ye götürülmesine engel olur. Devlet, hiçbir şekilde Tuğal’ın gözaltına alındığını kabul etmez.