KJK'den Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Bildirgesi

KJK, Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Bildirgesi yayınladı. Bildirgede, “Erkek ve devlet terörüne karşı sadece 25 Kasımlarda değil, yaşamın tüm anlarında ve mekanlarında sürekli kadın direnişini, örgütlülüğünü geliştirelim” denildi.

KJK Koordinasyonu, 25 Kasım Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Bildirgesi yayınladı. Bildirgede şunlar yer aldı:

“1960 yılında Dominik Cumhuriyetinde faşist diktatör rejime karşı direndikleri için tecavüz edilerek vahşice katledilen Mirabel kardeşleri saygı ile anıyoruz. Mirabel kardeşlerin şahsında dünyada, Ortadoğu’da, Kürdistan’da faşizm ve diktatörlüklere karşı direnen tüm kadınları, toplumsal özgürlük mücadele yürüyüşünde toprağa düşenleri saygıyla anıyoruz. Mirabel kardeşlerin direnişleriyle anlam bulan 25 Kasım günü vesilesiyle katliamlara maruz kalan genç kadınları, çocukları, anaları anıyoruz. Kadına, topluma şiddetin kaynağının ataerkil sistem olduğunu hiçbir zaman unutmadan mücadele edeceğimizi de bir kez daha dile getirmeyi önemli görüyoruz. Bu şiddet anlayışı sonucu milyonlarca kadın “namus cinayetleri” adı altında katledildi, intihar süsü verdirilerek öldürüldü, taciz ve tecavüzlerle kadınların özgür yaşam istemleri bitirilmeye çalışıldı. Fakat bunun karşısında hep bir kadın mücadelesi de yürütüldü. İşte bu direnişin örgütlü kadın mücadelesine dönüşmesi, öz savunmasını daha örgütlü kılmasıyla egemen erkek sisteminin şiddetti boşa çıkaracaktır. Bu temel de özgür yaşam, anda inşa edilecektir. Kadın hareketi olarak faşizme karşı direnerek özgürlüğü geliştireceğimizin iddia, kararlık ve sözünü yeniliyoruz.

SİSTEM KADIN KATLİAM VE SOYKIRIMLARIYLA ÖMRÜNÜ UZATMAYA ÇALIŞIYOR

Kapitalist-emperyalist sistemin özü kadın düşmanlığına, sömürüsüne dayanır. Bu sistemin temel ideolojik düşünce yapılanması cinsiyetçilik, dincilik, milliyetçilik, bilimciliktir. Devletler egemenlikçi ve sömürüye dayanan, ötekileştiren bu düşünce yapıları ile kadın cinsinin sömürgeleştirilmesi temelinde tüm toplumu hakimiyetleri altında tutmayı hedefler. Bu yönüyle şiddet politikaları stratejik bir yöntem olarak sistematik ve sürekli bir biçimde devrede tutulmaktadır. Zaten kadının doğal özgürlükçü, başkaldıran yapısı, direngenliği nedeni ile şiddet politikalarını uygulama olmazsa olmaz kabilindendir. Tarihte, Avrupa’daki Cadı Avları buna bir örnektir. Cadı Avları ile bilge kadınların diri diri kazıklara çakılarak yakılması kadınların özgür yaşamdan koparmak için uygulanmış bir yöntemdi. Bu dönem de ki kadının akıl gücü, özgür yaşam iradesi, toplumsal inisiyatifi bu yöntemlerle söndürülmek istenmişti. Ardından 19. ve 20. yüzyılda giderek geliştirilen ulus devlet modelinde devletin cinsiyetçi yönü belirgindir. Toplumun tümünün üzerine çöreklenen ulus devlet toplumsal cinsiyetçi yaşam formları kutsallaştırılmıştır. Kadına karşı devlet ve erkek şiddeti iç içe birbirini destekleyerek güçlendirerek şekilde yürütülmüştür.

Bugün ulus-devletlerin kendilerini küreselleştirmesi, hegemonik bir karakter kazandırması ile kadına yönelik şiddet vakaları kadın katliamları, soykırımlar düzeyine ulaşmıştır. Artık kadına dönük şiddet kadın kırımı olarak tanımlamak hiç de yanlış olmayacaktır.

Dünya’da her üç kadından birinin şiddet gördüğü bilimsel araştırma ve istatistiklerinin ulaştığı bir sonuçtur. Özellikle Ortadoğu, Afrika, Asya, Latin Amerika ülkelerinde neredeyse her kadın mutlaka fiziksel ve psikolojik şiddete uğramaktadır.

Gelişen toplumsal muhalefetin bastırılmasında, kadın özgürlük hareketlerinin gelişmemesi için kadına karşı şiddet uygulama yöntemi arttırılarak sürdürülüyor. Medya, kültür, sanat, alanlarında uygulanan politikalarla bu besleniyor. Küreselleşmiş ulus-devlet sistemleri, devlet ve erkek terörü kadın katliamlarını ve kadın kırımlarını geliştirerek ömrünü uzatmaya çalışıyor.

Dolayısı ile 1960 yılında Dominik Cumhuriyeti’nde Mirabel kardeşlerin vahşice katledilmeleri sonrası 1999 yılı gibi çok geç bir tarihte 25 Kasım’ın BM’de kadına karşı şiddetle mücadele günü olarak ilan edilmesinde kadın direnişi de oldukça belirleyici olmuştur. Alınan bu karar kadınların direnişlerinin yükselmesi ve örgütlülüğün gelişmesinin bir sonucudur. Yine Kadınlar için sadece 25 Kasım değil, her gün direniş ve mücadele günüdür.

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI KADININ YENİDEN DERİNLİKLİ SÖMÜRÜSÜNÜ HEDEFLEMEKTEDİR

Günümüzde Üçüncü Dünya Savaşı Ortadoğu merkezli olarak geliştirilmektedir. Bu savaşın karakteri Birinci ve İkinci Dünya savaşlarına benzememektedir. Bütün dünyayı kapsam ve içerik açısından etkileyen bir karaktere sahiptir. Burada sadece ticaret savaşları, diplomatik, siyasi savaşlar yürütülmüyor. En büyük savaş özgürleşmek isteyen kadınlara karşı açılmıştır. Üçüncü Dünya Savaşı’nın merkezinde kadınların yeniden daha derinlikli sömürülmesi vardır. Kadının bedeni, ruhu ve emeğinin en gelişmiş teknikler ve politikalarla hedef alınmaktadır. Şiddet politikaları bu temelde etkili kullanılmaktadır. Bu temel dünyadaki bir avuç egemen erkek tekelinin kendi zenginliklerine zenginlik katması hedefleniyor. Son yıllarda dünyada kadına yönelik şiddet oranlarının büyük artış göstermesi bununla bağlantılıdır. Kadına karşı şiddet politikaları küresel sistemin temel politikası olarak yaygın bir biçimde pratikleştiriliyor.

ÖZGÜR KADIN MÜCADELESİNE KARŞI ŞİDDETTE ERDOĞAN İKTİDARI BAŞI ÇEKMEKTEDİR

Ortadoğu coğrafyasında kadınlara yönelik uygulanan şiddetin biçimi ve düzeyi yayınlanan istatistiklerin, rakamların çok üzerindedir. Kuzey’de ve Rojava’da Kadın Özgürlük Hareketimize karşı büyük bir savaş sürdürülmektedir. Kürt kadınlarının özgürlük mücadelesi Ortadoğu ve Kürdistan’da yükseldikçe buna paralel saldırılar da artmaktadır. Kadına karşı şiddet, devlet ve erkek terörünün iç içeliğinde sürdürülmektedir. Kürdistan’da kadına yönelik uygulanan şiddet politikaları kadın katliamı ve kırımı düzeyine ulaşmıştır. DAİŞ’in Şengal’de gerçekleştirdikleri ile Türk devletinin Efrîn‘de gerçekleştirdiği kadın kaçırmaları, taciz ve tecavüz aynı mantık ve uygulamanın ürünleridir.

Kadına karşı şiddet politikalarının artması, İmralı da Önder Öcalan’a yaklaşımla yakından bağlantılı olmuştur. 2015 yılında İmralı’da Önderliğimizle görüşmelerin kesilmesinden bu yana kadına yönelik şiddet artarak sürmektedir. İmralı da Önderliğimize uygulanan baskı ve işkence sistemi derinleştirildikçe, Türkiye ve Ortadoğu da kadına yönelik şiddet uygulamaları da gözle görülür, hissedilir biçimde artmıştır.

Önderliğimiz kapitalist modernitenin kadına karşı geliştirdiği şiddet ve sömürü politikasına radikal bir tarzda karşı çıkmıştı. Uluslararası komplonun bir amacı da kadın sömürüsünün ve kadına yönelik şiddetin devamını da içermekteydi. Gün vesilesi ile tekrar belirtmek istiyoruz ki Önderliğimizin özgürlüğü, kadınların da özgürlüğüdür.

Türkiye ve Bakurê Kürdistan’da faşist AKP-MHP iktidarının, diktatör Erdoğan rejiminin temel hedefi özgürleşen kadın, özgürleşen toplumdur. Bu açıdan elde edilen kadın kazanımları bir bir gasp ediliyor. Binlerce kadın siyasetçi, aktivist, militan, taraftarlar, 85 yaşında analar gözaltında tutuldu, tutuluyor. Devlet terörü sonucu katledilenlerin, kaybedilenlerin ailelerinden oluşan Cumartesi Anneleri eylemleri yasaklandı. Kayıpların ailelerinin mücadelesi Cumartesi Anneleri’yle sembolleşmişti. Bu sembolik direnişe faşist devlet tahammül edemeyerek 700. mücadele haftasında yirmi yıl önceki gibi bir saldırı gerçekleştirdi. Bugün halen bu eylemler yasaklı ama buna rağmen analar direnişlerini süreklileştirmede ısrarcılar.

Türkiye devletinin anayasalarında kadına yönelik hukuksal kazanımlar yeniden ele alındı. Kadına yönelik şiddeti hafifletici cezalar gündeme konuldu. Kadına yönelik eşitsizliği, adaletsizliği geliştirecek kanunlar mecliste kabul edildi. Türkiye de faşist iktidar kadına karşı düşmanca politikaları başat politika olarak uygulamaktadır. Kadınların kendi hak ve taleplerini dile getirecek eylemlere vahşice saldırılmakta, Kadınların hiçbir biçim de söz söyleme, hak isteme zeminleri bırakılmamaktadır. Bu anlamı ile de kadına karşı şiddet kapsamlılaştırılıp, yaygınlaştırılıyor.

Buna paralel bir biçimde yaşamın her alanında kadınlar büyük bir saldırı altındadır. Toplumsal cinsiyetçilik hortlatılmıştır. Toplumsal cinsiyetçilik demek, devletin ve egemen erkeğin kadına karşı çeşitli biçimlerde günlük yaşamın her anında şiddet uygulaması demektir. Kadınların küçük yaşta evlendirilmesi, çok eşlilik, kadın sünneti, kadınların işsizleştirilmesi, kadınların eğitim ve sağlık haklarının geliştirilmeyişi, kadın emeğinin, analık emeğinin görmezden gelinmesi, kadınların ucuz emek gücü olarak kullanılması, kadınların fuhuşa-uyuşturucu almaya sevk edilmesi, kadının kıyafetlerine, seyahat etme hakkına karışılması, kürtajı yasaklama, nafaka hakkının elinden alınması, kadın karşıtı medya politikaları vb. tüm bu yapılanlar kadın düşmanı politikalarını yansıması olmaktadır. Toplumsal özgürlüklere düşman AKP, Erdoğan rejimi ulus-devletçi faşist politikalarını kadın düşmanlığını arttırarak sürdürmektedir. Ortadoğu’da kadına yönelik şiddet devlet ve erkek terörünün birleşik uygulamaları halinde en çok da Türkiye de gelişmektedir. Rojava’da ki kadın devrimi de bu temel de hedeflenmektedir.

İran ve Rojhilat’da kadınlar baskıcı rejime karşı direniş halinde. Kapitalist modernite kendi iç krizini aşabilmek için sürekli gündemde tuttuğu konuların başında zirvedeki güçle çatışan model devletler yaratıyor. Bu devletlerin başında da İran geliyor. Amerika ve İran arasındaki yaşanan çatışmaları biz kadınlar ne bir özgürlük mücadelesi ne de haklılık mücadelesi olarak görüyoruz. Her iki devlet de kadın karşıtı politikalarla toplumsallık karşıtıdır. Fakat yaşanan tüm bu çatışmalar içinde kadınlar ezilmekte, sömürülmekte ve nefessiz bırakılmaktadır. Buna karşı kadınlar sessiz de olsa direnişlerini sürdürmektedir. Eğer İran ve Rojhilat Kürdistanı’nda bir değişim yaşanacaksa bunun kadınlar eliyle olacağı gün gibi ortadadır. Çünkü kadınlar kapitalist sistemin nüvesinin egemen erkek olduğunun farkında. Tekil ve kollektif mücadelelerini de daha çok bu minvalde yürütüyorlar. İran devleti de bu nedenle kadınların tekil ve kollektif mücadelelerine aynı şiddette saldırıyor. Kocasına karşı çıkan kadınlar da zindanlara atılıyor, rejimin politikalarına karşı çıkan kadınlar da zindanlara atılıyor. İdam ediliyor. En son kocasının şiddetine maruz kalan bir kadının da idam edilmesi bunun somut sonucudur. İran ve Rojhilatlı kadınların, yürüttüğü onurlu mücadele örgütlendikçe büyüyecek ve başarıya ulaşacaktır.  

EFRÎN İÇİN TÜM KADINLAR AYAĞA KALKMALIDIR

Demokratik Konfederalizim,  Demokratik Ulus projelerinin kadın özgürlüğü, öncülüğü temelinde gerçekleşmesine karşı en büyük düşmanlığı faşist Erdoğan rejimi yapmıştır, yapmaktadır. Bunu yaparken kapitalist modernitenin kendisine biçtiği rol çerçevesinde geliştirmiştir. Efrîn Kantonu’na 2018 yılında gerçekleşen saldırı bu temeldedir. Efrîn’li kadınların çeteler tarafından kaçırılması, Şengal de DAİŞ çetelerinin uygulaması ile aynıdır.

Erdoğan politikaları ve DAİŞ politikaları arasında hiçbir farkın olmadığının en somut mekanı Efrîn’dir. Efrîn’e Türk devletinin saldırısı, Rusya’nın hava sahasını açması, Amerika’nın dolaylı desteği ile gerçekleşmiştir. Bu saldırı insanlığın özgürlük ideallerine, halkların birlikte yaşam kültürlerine, dünya da özgür kadın mücadelesine geliştirilmiş bir saldırıdır. Avesta ve Barinlerin şahsında büyük özgürlük inadı, tutkusu tüm dünya kadınlara mal olmuştur. YPJ Rojava Devrimi’nin öncü kadın öz savunma gücü olarak kadınların ve Kürdistan’ın savunmasını büyük evrensel insani ilkeler temelinde geliştirildi. Rojava Devrimi bir kadın devrimi olarak örgütlendi. Bu nedenle Efrîn’e saldırmak kadın özgürlüğüne saldırmak, halkların, kadınların devrimine saldırmak anlamına da gelmektedir. Türk devleti Efrîn’de kadın katliamı yaparken asıl hedefi evrensel özgür kadın mücadelesini hedeflemektedir.

Bu anlamı ile 25 Kasım 2018 yılında özel olarak Efrîn’li kadınlara uygulanan şiddet, kaçırma, tecavüz olaylarının tüm dünya da ki kadınlar tarafından gündemleştirilmesi önemlidir. Efrîn’de büyük bir katliamı, soykırım gerçekleştirilmektedir. Erdoğan faşizmini sadece Kürt kadınları değil, Arap, Türk, Fars, Ermeni, Alevi, Êzidî kadınların tümü, dünya kadınları hedeflemelidir. İşte tam da bu nedenle kadına karşı şiddeti durdurmak için öz savunma bilincimizi ve örgütlülüklerimizi, eylemliliklerimizi geliştirelim.

Tüm dünya kadınlarını, Ortadoğu kadınlarını kendi ülkelerinde kadına yönelik erkek ve devlet şiddeti protesto etmenin yanında Efrîn’de yaşanan kadın katliamlarını da gündemleştirmeye, bu temel de eylemler geliştirmeye çağırıyoruz. Kadın düşmanı faşist ulus-devletçi güçlere, erkek egemen sisteme karşı direnişi ortak mücadeleyi büyütmeye çağırıyoruz.

“EFRÎN İÇİN TÜM KADINLAR AYAĞA KALKMALIDIR” sloganını 25 Kasım günü alanlarda yükseltelim. 25 Kasım gününü kadına karşı şiddetle mücadele gününü tüm alanlarda, sokaklarda miting ve yürüyüşlerle protesto edelim. Kapalı mekanlarda değil. Sokaklarda bugünü karşılayalım. Pasif değil egemen erkek sistemine karşı radikal olalım. 25 Kasım günündeki eylem ve etkinliklere faşizme ve özel de Efrîn’li kadınlara yönelik soykırımlara bir cevap biçiminde geliştirelim.

Erkek ve devlet terörüne karşı sadece 25 Kasımlarda değil, yaşamın tüm anlarında ve mekanlarında sürekli kadın direnişini, örgütlülüğünü geliştirelim. Kadınlar olarak aklımızla, emeğimizle, kararlarımızla geleceğimizi yeniden yaratalım. Kadınlar olarak geleceği örelim.