İstanbul’dan geri dönüşün hikâyesi: Körfez

Emre Yeksan’ın ilk uzun metraj filmi Körfez, imtiyazları elindem alınmış ve git gide proleterleşen orta sınıftan bir karakterin, mülkiyet, sınıf ve aidiyet ilişkilerini anlatıyor...

Emre Yeksan’ın ilk uzun metraj filmi Körfez, eski hayatını geride bırakmış Selim’in İstanbul’daki yalamını bırakıp İzmir’e dönüşü ve burada İzmir Körfezi’ni saran kötü koku ile hayatın tüm rutinin deyim yerindeyse alt üst oluşunu konu alıyor. Yeksan’ın senaryorsunu yazar Ahmet Büke ile kaleme aldığı Körfez, orta sınıf bir yaşam sürmekte olan Selim’in mülkiyet, gelecek ve sınıfsal bağlar üzerine kurulu hayatının beklenmedik bir yöne gidişini anlatıyor.

Dünya prömiyerini 74. Venedik Film Festivali’nin Eleştirmenler Haftası’nda yapan Körfez, 54. Ulusal Yarışma’dan En İyi Senaryo Ödülü ve 24. Uluslararası Adana Film Festivali'nden Jüri Özel Ödülü kazandı. Filmin Venedik’ten sonra uluslararası festival yolculuğu sırasıyla 25. Hamburg Film Festivali, 41. São Paulo Uluslararası Film Festivali ve 14. Sevilla Film Festivali ile devam etti. 17 Kasım’da açılış filmi olarak Wiesbaden’de 30. Exground Film Festivali’nde gösterildi.

“Orta sınıflar dünya genelinde edindiği imtiyazları yavaş yavaş kaybediyor. Türkiye özelinde de bir süredir süregiden bir yoksullaşmadan ya da daha doğrusu orta sınıftan bireylerin kendilerinin de proleter olduğunu keşfetmesinden bahsediyoruz” diyen Emre Yeksan ile Körfez filmini konuştuk.

Selim, anladığımız kadarıyla beyaz yakalı, boşanıp tüm yaşamını arkada bırakıyor ve memleketi İzmir’e dönüyor. Fakat bir ‘metropol’ yaşamı ve ilişkilerinden bir başkasına geliyor. Selim için bulunduğu toplumsal sınıf ilişkilerinde sıkışmış bir karakter demek mümkün mü?

Evet, mümkün. Selim parçası olduğu orta sınıfın dünyasında sıkışmış ve oradan ötesini görmekte zorlanan bir karakter. Yıllar önce bırakıp gittiği şehre bir yenilmişlik hissiyle ve yeniden bir şeylere başlama ihtimaliyle geri dönüyor fakat kendini oraya da yabancı hissetmekten kurtulamıyor. Çünkü nereye giderse gitsin dünyasının sınırlarını da onu içinde bulunduğu eylemsizliğe sürükleyen sınıfsal yargıları da beraberinde götürüyor. Onu sıkıştıran dünyanın sınırlarını aşmaya dair tahayyüle de ancak beklenmedik karşılaşmaların cezbediciliğine kendini bıraktığında ulaşıyor.

Bazı sahnelerde kamera Selim’in de sıkıldığını anladığımız ‘rutin’ konuşmalarda bir hizmetçinin ya da garsonun ardından gidiyor veya köprünün altından geçen tarım işçilerini taşıyan kamyonetin peşinden. Bu tekrarın bize anlattığı nedir?

Selim her ne kadar Körfez'in ana kahramanı olsa da kendini ele vermeyen, iç dünyasını izleyicinin tamamlaması gereken bir karakter. Bunun nedenlerinden biri de benim için insanı inşa eden, onun iç dünyasını da oluşturan temel şeyin etrafındaki toplumsal yapı olması. Selim'i içinde yetiştiği çevreden ve onun dünyasının dışında olan insanlarla olan karşılaşmaları ve yavaş yavaş onlarla kurduğu yeni ilişkiler üzerinden anlıyoruz. Kameranın belli noktalarda Selim'in olduğu mekanı terk edip Selim'le farklı sınıftan olan insanları takip etmesini hem filmin akışında bir kırılma yaratıp merkeze aldığımız orta sınıf dünyasının dışına çıkmak hem de filmin sonuna dair bir gönderme yapmak için kullandık.

Ve İzmir Körfezi’ne kokunun geri gelişi. Belki de İzmirlilerin kabusu gibi bir şey. Bu kabusun yarattığı distopik bir İzmir yaratıyorsunuz. Terk edilmiş bir kent... Özellikle kokunun artık olmadığı Bayraklı, İzmir’deki kentsel dönüşümün gözde mekanlarından. Ama kokunun olmadığı yerler de var. Bu koku neyi anlatıyor izleyiciye ve kentte kimlerin kabusu oluyor?

Körfez'in o eski kokusu İzmirliler için kötü bir anı gibi, dolayısıyla da gerçek bir olgu. Ama bir yandan da onun gibi kötü anıların tetiklediği bir nostalji hissi de oluyor. Biz şehri saran bu kokuyu neyi anlattığından ziyade insanların hayatında yarattığı etki üzerinden tasarladık. Hatta bunun metaforik okumalara açık bir öğe olduğunun farkında olduğumuz için de izleyicinin anlamlandırma potansiyelini mümkün mertebe geniş tutmaya çalıştık. Dolayısıyla koku bir şehrin insanlarını harekete geçiren herhangi bir olgunun yerine düşünülebilir. Körfez'de koku daha çok Selim'in çevresindeki orta sınıf topluluğu harekete geçiriyor olsa da aslında farklı kesimlerden insanların hayatını farklı biçimlerde etkiliyor.

Kokudan önce de Selim’in babasının işlerinin kötü gitmesi ya da Cihan’la karşılaştığı AVM’nin kapanacak olması ve Selim’in gelecek için bir kaygı duymaktan çok bunu askıya almış olduğunu izliyoruz. Aslında işler öncesinde de iyi gitmiyor gibi?..

Orta sınıflar dünya genelinde edindiği imtiyazları yavaş yavaş kaybediyor. Türkiye özelinde de bir süredir süregiden bir yoksullaşmadan ya da daha doğrusu orta sınıftan bireylerin kendilerinin de proleter olduğunu keşfetmesinden bahsediyoruz. Bu süreçte bir diğer refleks de eldeki imkanlara ve mülkiyete tutunmak şeklinde vuku buluyor. Körfez'de bu tutunma refleksinin yarattığı ruh halinden ve mülkiyetin nasıl varoluşsal bir yüke dönüştüğünden hareket etmek istedik.