Bir Rojava hikayesi: Jiyan

Yönetmen Haluk Ünal, Rojava’daki kadın devrimi ve anayasayı 'Jiyan'ın Hikayesi' isimli belgeseliyle anlatıyor. Belgeselin 8 Mart’ta Efrîn’de galası yapılacak. Ünal, 'Jiyan' için 'kadın devrimini anlatan bir sinema yapıtı' diyor.

Yönetmen ve Senarist Haluk Ünal, uzun süredir üzerinde çalıştığı Jiyan'ın Hikayesi belgeselini bitirdi.

Rojava Devrimi'nin anlatıldığı belgeseli, devam eden 68’nci Berlinale’nin yoğunluğunun içerisinde izleme fırsatını buldum. Gerek konusu gerek ise sinematografik yönüyle başarılı bir yapıt. Kurgu, kamera ve konu itibarıyla oldukça etkileyici olan belgesel, Efrînli YPJ komutanlarından Jiyan Tolhildan şahsında Rojava’daki kadın devrimi, onun geçtiği süreç ve Rojava’nın anayasasını irdeliyor. 'Jiyan'ın Hikayesi' belgeseli, Efrîn, Kobanê, Qamişlo ve Güney Kürdistan dağlarında röportaj ve görüntülerden oluşuyor. 100 dakikalık belgesel toplam 7 ayda çekilmiş, post prodüksiyon ile birlikte toplam 3 yıl süren belgeselin dünya galası, 8 Mart’ta Efrîn’de yapılıyor.

Yönetmen Haluk Ünal, filmin galasının Efrîn’de yapmasına ilişkin ise “Filmin ilk kitlesel gösterimini Rojava’da yapmak ve büyük perdede Jiyan Tolhildan ve oradaki insanlarla birlikte izlemek istiyorum. Bu benim ısrarım” diyor.

Haluk Ünal ile 'Jiyan'ın Hikayesi'ni, Rojava’daki kadın devrimi ve kültür- sanattaki gelişmeler üzerine konuştuk.

‘HAYAT BULAN BİR KADIN DEVRİMİ…’

Sizi Rojava’ya film yapmaya iten neydi…

2014 yılı kışında birkaç proje üzerinde çalıştığımız sırada Kobanê işgali başladı. Bizim de gündemimize çok yoğun biçimde Rojava girdi. Bu arada iki bilgiye ulaştım. Biri, Rojava’daki 'kadın devrimi' adının verildiği süreç. İkincisi ise Rojava Anayasasının metni. Anayasayı okuyunca inanamadım.

Niye?

Çünkü uygulamada olan sosyalist bir anayasayla karşı karşıyaydım. Bu iki bulgu geçmiş hafızamla birleşince artık yerimde duramaz oldum. Mutlaka gitmeli ve bu iddialar ne kadar gerçek, anlamalıydım. Bir sinemacının anlama biçimi de vizörden bakarak oluyor.

Sanat insana bakar, insanı anlamaya çalışır ve insana hayata dair güçlü sorular sorar. O güne kadar kapitalizm altında, 'barış' içindeki insana bakmıştım hep. Şimdi bir davası olan, söz ettiğim anayasa için savaştığını iddia eden kadınlara bakma zamanıydı.

Ne buldunuz peki?

Hayat bulan bir kadın devrimi, onunla birlikte demokratik, özgürlükçü bir yaşam.

Kobanê’de DAİŞ’i yenen Kürt kadınları aniden batı dünyasının da ilgi odağı oldu...

Batı dünyası ve medyası bizden çok sonra fark etti bu gelişmeyi. Bu da çok doğal, Rojava kapı komşumuz. Kürtler karındaşlarımız. Mezopotamya, Anadolu çocuklarıyız. Ama batı medyası ve savaşçı kadınlara bakan birçok haber, belgesel vb. ile benim filmim arasında kategorik bir fark var.

Nedir bu?

Batı basını kadının savaşçı halinden çok etkilenmişlerdi. Batılı anlamda da magazinsel bir yaklaşım içindeydiler. Benim filmim ise kadın devrimi temasına bakan ilk film.

Film, YPJ savaşçısı kadınlar ve DAİŞ çetelerinin görüntüleriyle başlıyor. Buradaki amacınız nedir?

Filmin izleyiciye vadettiği hikayenin önsözüdür, bu sahne. Bütün dünyanın kabusu olan IŞİD’i yenen bu kadınların asıl önemli yönü, kadın devrimi iddialarıdır. Şimdi bu iddianın izini birlikte süreceğiz…

'JİYAN TORHİLDAN'IN MİZAH VE ZEKASINDAN ETKİLENDİM'

Bu yolda, Jiyan’ın izine nasıl rastladınız?

Biliyorsunuz, ister belgesel, ister kurmaca, biz hikaye anlatıcıları, her temayı bir insan tekinin izinde anlatırız. Ondan dolayı gider gitmez Yekitiya Star yöneticileriyle hikayenin kahramanını aramaya başladık. Öyle biri olmalıydı ki, onun hikayesine baktığımızda kadın devriminin hikayesini de görebilelim. Yani bir kanıt değeri taşısın hayatı. Tanıştığım kadınlar içinde Jiyan Tolhildan amaca en uygun kişiydi. YPG/YPJ’nin merkez komutanlarındandı. Hayatımda tanıdığım mizah ve nükte duygusu en gelişkin, en zeki, en donanımlı ve en güçlü kadınlardan biriydi. Efrîn’de şu an çok şiddetli çatışmalara sahne olan Raco ilçesinin Memala köyünde doğmuştu. Onun hikayesini anlattığım için de filme Jiyan’ın hikayesi dedik. Zaten siz biliyorsunuz, bilmeyene söyleyelim, Kürtçede Jiyan dişi bir kelimedir ve hayat anlamına gelir.

'DEVRİM BAKUR'DA BAŞLAMIŞ'

Rojava’da ortaya çıkan sistem son 6 yılda mı oldu, yoksa bunun bir geçmişi var mı?

Şahsen gördüklerim itibarıyla ki bunu filme de gerektiği kadar yansıtmaya çalıştım, kadın devrimi Rojava’da başlayan bir süreç değil. Önce Bakur’daki gerilla kamplarında 1995’ten itibaren çok sert bir iç mücadeleyle başlamış. Kadınlar, omuz omuza savaştıkları erkeklerin egemenlik zihniyetiyle mücadele etmek, olmadı buna karşı örgütlenmek zorunda kalmışlar. Bu, benim Rojava’da orta yaş üstü erkek gerillalardan dinlediğim, kadınların da zaten övünçle anlattığı hikayelerin bilgisi. Bu da benim için zor bir eşikti. Başlayan bir hikayeyi anlatmaya gittiğinde, aslında çoktan başlamış olan bir hikayenin ortasında olduğunu keşfetmek gibi.

KADININ ROLÜ

Bu devrimde kadının rolü nedir?

Bu devrimde benim anladığım, önce fikren, sonra da pratik olarak kadının rolü belirleyici ve merkezi. Fikren, geleneksel sol olarak birkaç yüzyıldır terennüm ettiğimiz ezberimizin bozulduğu bir yaklaşımla karşı karşıyayız. Nedir ezberimiz? İşçi patron, emek sermaye çatışması, temel çatışmadır. Oysa kadınları dinlemeye başladığında bundan çok daha eski ve kadim, sınıfsal bir temel çatışmanın erkek kadın arasında olduğunu anlıyorsun.

O günden sonra bulabildiğim sayısız kaynaktan bu fikirlerin sağlamasını yaptım. Ve geleneksel sosyalizme getirilmiş en temel eleştirinin bu olduğuna ikna oldum. Elbette bu tez ilk kez 1990’larda dile getirilmedi, radikal feministler çok daha önceden bu tezi ortaya koymuştu. Ama onlar da sosyalist feministler de bu hipotezi bütün mantıksal sonuçlarına taşımamıştı. Öcalan ve Kürt Kadın Özgürlük Hareketi bu hipotezi mantıksal sonuçlarına taşımışlar. Bu öyle bir nokta ki, böyle düşündüğünüz anda artık merkeziyetçilikte ısrar edemezsiniz, devletçilikte ısrar edemezsiniz, endüstriyalizmde ısrar edemezsiniz, tekçilikte ısrar edemezsiniz. Geleneksel sosyalizmin bütün kurgusu ve ezberi bozulur.

Marks’ın, Engels’in hipotezleri kısmen doğrulansa da bir bütün olarak, yani bir 'izm' olarak doğrulanamadı. Şimdi Kürt Özgürlük Hareketi bize 21. yüzyılda yeni bir komünist hipotez sunuyor, bence. Bu hipotezin test edilmesi Bakur’da başlamış, şimdi Rojava’da başka bir kapsamda güncellenmeye çalışılıyor. Hakeza Başur ve Rojhilat’ta da bu böyledir sanıyorum.

‘BENİM İÇİN BİR DÖNÜM NOKTASI OLDU’

Rojava’da kaldığınız sürece nelerle karşılaştınız?

Rojava yaşantım benim hayatımda da bir dönüm noktası. Bir okul. Rojava halkı da öğretmenim oldu. Devrim, direniş, vb. bir literatürle 16 yaşından beri ilgilenen biri olarak, bu kavramlara dair bilgilerimizin pratik karşılıkları bakımından çok farklı bir hayatı gözledim. Bunu sindirme çabası filmin kurgu sürecinde de devam etti. Yoksullar, ücretliler, tarım işçileri, küçük arazi sahipleri, kapitalizmi dönüştürmeye çalışıyor. Ve bunun bu kadar coşkulu, bir şölen gibi yapılabilmesi çok şaşırtıcı, hayranlık verici. Yokluk ve yoksulluk ise anlatılır gibi değil.

Ama dayanışma da anlatılabilir gibi değil. Ben daha önce örgütlü halk nedir, nasıl bir gerçektir, gerçekten hiç bilmiyormuşum.

Filmin çekim ve prodüksiyon süreci ne kadar sürdü?

Filmi yapmaya Ekim 2014'te karar verdim. Aralık 2014'te Rojava’ya geçtim ve 2015 Ocak’ta çekimlere başladım. Standart ön araştırma yapma şansı olmayan bir konuydu. Gidip savaş ortamında ön araştırma yapıp, dönüp masa başı hazırlık yapıp, sonra yeniden gidip çekmeye başlayacak bir konu değildi yani. Bu neden araştırmayı vizörden bakarak yapmış oldum. Bu da toplam üç kantonda 7 ay yaşamamı gerektirdi.

'SANAT İNSANİLEŞTİRİR'

Belgeselin, verdiği bilgilerle birlikte sinematografik yönü de oldukça ağır basıyor… Her iki yanı bir dengede tutmanın avantaj ve dezavantajları neler?

Bence sanatın doğası bilimle ve felsefeyle bir yönden özdeştir. Hepimiz, insan kimdir, bu hayatın anlamı nedir, sorularının peşindeyiz.

Bilim, felsefe, politika, bu sorulara yanıt da vermek, hatta çözüm de üretmek zorundadır.

Sanat ise böyle bir zorunlulukla hareket etmez. Biz çok güçlü, ezber bozan sorular sormaya çalışırız. Bu soruları gündelik yaşamın mikro kosmosundan, kılcallardan üretiriz. Ürettiğimiz enformasyonu da estetik kurallar içinde sunarız.

Sanat denilince ben bunu anlarım. Sanat tarihini de böyle okuyorum.

Bu nedenle sanat, 'insanın insanileşme' serüveninde öncü olmayı başarmıştır, bence.

Bütün filmlerimi bu bakış açısıyla gerçekleştirmeye çalıştım. Bu filmdeki çabam da aynı yönde oldu.

8 MART’TA EFRÎN’DE GÖSTERİLECEK

Rojava’da kültür, sanat özellikle de sinema faaliyetleri ne durumda?

Ben oradayken en çok dikkatimi çeken, algıda seçicilik diyelim, bu oldu. '95'te başlayan teorik değişim, henüz kültür cephesine ulaşmamıştı. Sanat üretimi hala '90'lar perspektifiyle yürütülmeye çalışılıyordu. Ya da arkadaşların deyimiyle 'yeni paradigma'nın kültür programı henüz yazılamamıştı. Şimdi galaya gittiğimde en çok merak ettiğim konulardan biri de bu olacak.

Neden 8 Mart ve Efrîn?

Aslında mesele 8 Mart'ta değil, filmin kahramanı olan Jiyan'la birbirimize verdiğimiz bir söz bu. Filmin ilk kitlesel gösterimini Rojava’da yapmak ve büyük perdede birlikte izlemek. Filmin bütün stüdyo işlemleri Aralık başında bitti ve önümüzdeki aylar bakımından 8 Mart da filmin anlamına çok uygun bir tarih olacak.

Efrîn gösterimi ise benim ısrarım. Bir Türk sanatçısı olarak filmin galasını kendi vatanımda yapamayacağım çok açık. Rojava’da olup bitenleri insanlığın geleceği açısından, Ortadoğu barışı açısından değerli buluyorsanız, sınırın Türk tarafında devlet düşmanısınız anlamına geliyor.

Ayrıca fikirleri ne olursa olsun, bir halkın topraklarına bir başka ülke göz dikmiş ve etnik temizlik girişimi başlatmışsa, sanatçının, aydının görevi orada olmaktır.

Ben bütün dünya aydınlarını ve sanatçılarını da bu lanetli girişime karşı, marifetleriyle, ürünleriyle birlikte, buraya çağırıyorum.

Sinema seyircisi bu belgeseli ne zaman görecek?

Amacım bu baharda Avrupa turnesi yapabilmek. Ama her an her şeyin bu kadar değiştiği bir dünyada önümüzdeki sonbahara da kalabilir. Sinema turnesinden sonra TV’lerde gösterilmeye başlayacak. Sonra da internette.