Heval Şükrü’nün ardından...

İçlerinde hane ahalisinin yakından tanıdığı Heval Şükrü herkesin ilgi odağı oluyor. Yaşından dolayı yöre halkı ona Apê Şükrü derdi. Apê Şükrü’yü, en çok biz çocuklara bir asır ömre merdiven dayamış, ailemizin yaşlı ninesi Hezê anlatırdı.

Yıl 1991 yılının sonbaharı… Ağaçlar doğaya hüzünlü bir üryanlık bahşetmiş. Biz çocukların gözleri gaz lambasının loş ışığı altında siyah lastik ayakkabı ve sarı mekap giyen silahlı kişilerin adımlarını bekliyor. Neden bekliyoruz; aslında hiçbir fikrimiz yok. Çünkü o kadarına aklımız ermiyor. Gecenin bağrından dağlardan kopup da kimi geceler konuğumuz olan bu silahlı kişilere dair en ufak bir bilgimiz yok. Ama duygular var. Ondandır ki duygular daima bilmelerden daha da etkili olmuştur insan doğasında.

Kapımızda bekleyen Pêçal isimli köpeğimizin havlamasından küçük klanımıza ait olan mezramıza gelenlerin olduğunu anlıyoruz. Bizim de evimizin tahta kapısı çalınıyor. Silahları, endamları, gözlerimize şövalyeleri anımsatıyor. Çünkü onlar dilimizi inkar eden, varlığımızı yok sayan cellatların başlarına kurşun eritiyorlar. Çocuk da olsak bize yapılan zulmü, vahşeti biliyor, görüyor ve yaşıyorduk. O yüzden cellatlarımıza karşı direnenleri kutsuyoruz.

Tabii gerillaların içinde akrabalarımız da var. Çocukluk kahramanım olan Şehit Cemal, biz çocuklara önce sarılıyor, öpüyor ve kokluyor. Bizlerin büyüyüp de düştüğü insanlığın ilk ve en eski yolu olan patikasında yürüyeceğimizi biliyor olmalıydı.

İçlerinde hane ahalisinin yakından tanıdığı Heval Şükrü herkesin ilgi odağı oluyor. Yaşı diğerlerinden büyük. Fakat dinç ve güçlü bir iradeye sahip. Herkes onu tanıdığı için etrafında bağdaş kuruyor. Yaşından dolayı yöre halkı ona Apê Şükrü derdi. O da adını benimsemişti. Apê Şükrü’yü en çok biz çocuklara bir asır ömre merdiven dayamış küçük bir klan olan ailemizin yaşlı ninesi Hezê anlatırdı.

Yıl, iki bin on dokuz. Aradan 28 yıl geçmiş. Yine bir gece mangamın kapısı çalındı. Bu sefer tek bir arkadaş var kapıda. İçeri alıyorum hemen. Kokusu yabancı gelmiyor. Fakat yaşı ilerleyen bir arkadaş, hele yoldan gelmişse önce hizmet etme gereği vardır. Gerillalarda bu, dilsiz bir ritüel gibi bir yasadır. Kaş altında tatlı bir tebessümle beni süzdüğünü fark ediyorum.  Birden gülümseyerek bana ‘Dur heval, seni görmeye geldim’ diyor. Her zaman ki içgüdüm yanılmıyor. Durup ona bakıyorum. Zihnim, ‘Evet hatırlıyorsun. Bir de seni nereden tanıyor’ diye sordu. Ama konuğum birden ‘Ben Heval Şükrü’ dedi. Elimdeki işi hemen bırakıp ona tekrar sarıldım. Elim ayağım birbirine dolanmış, özlem bir kucaklamada erimiş, yerini anılara bırakmıştı. Yine de tek içeceğimiz olan “reşo”dan (gerillalar, isten simsiyah olmuş demliğe, kara anlamında ‘reşo’ der) çayı dolduruyorum. Çay aynı zamanda sohbet demek. Derin bir sohbete dalıyoruz.

Sonra ses kaydını açıyorum. Ondan yaşam mücadelesini dinliyorum. Hezê nineye dair bir anısını anlatıyor: “Bir gün ben ve Jiyan arkadaş ziyaret tepesinde nöbetçiydik. Bir baktık. Yaşlı bir nine bastonuna dayanarak zar zor adımlarla bize doğru geliyor. Hemen onu karşılamaya gittik. Bir baktık, bizim Pîra Hezê… Ona, “Bu öğlen saatinde burada ne arıyorsun” diye sorduk. O da; ‘Millet araziye asker çıktığını söyledi. Size bu durumu haber vermeye geldim’ dedi. Ben o an içimde bu yaşına rağmen bize bilgi getiriyorsa Kürdistan kuruldu dedim”.  

Bir süre daha sohbet ettik. Fakat yoldan gelmişti ve yorgundu. Ses kayıt cihazını kapattım. Sabah erken uyandık. Çünkü ayrılacaktık. Heval Şükrü aniden bana döndü ‘Dün gece sohbete daldık, sormayı unuttum. Sen şimdi ne yazıyorsun’ diye sordu. Ben de ona Botan savaş tarihimizi anlatan üç ciltten oluşan kitabı yazdığımı söyledim. Birden bana ‘Bence Komutanımız Heval Cemal’i yazmalısın’ dedi. Birkaç gün önce değerli komutanımız Ayten arkadaş da misafirim olmuş, Heval Cemal’in yaşamını yitirdiği operasyonu anlatmıştı. Ben de bir gün belki yazarım diye ses kaydına almıştım. Aslında Amed eyaletinde kalan bütün eski arkadaşlar o operasyonu yazmamı istemişti. Ona “Heval Şükrü, Ayten arkadaş bana operasyonu bütün ayrıntıları ile anlattı. Senin de anlatmanı isterim” dedim. O da ‘Bugün ayrılacağız fakat ben sana olayı bütün detayları ile yazacağım’ dedi. Hatır istedik ve ayrıldık. Onu bir daha göremeyeceğim aklımın ucundan dahi geçmezdi. Çünkü o en büyük kuşatmaları yarmış, nice yaralanmalara rağmen hep ayakta kalmıştı. Gözümde ölümsüz bir devrimciydi. Çünkü o Kürd’ün isyanının mayalandığı dağ gibiydi.   

Bir süre sonra elime bir not ulaştı. Heyecanla notu açtığımda Heval Şükrü’den geldiğini gördüm. Yaklaşık 80 sayfa kadar Heval Cemal’in yaşamını yitirdiği 96 yılındaki Atmaca operasyonunu yazmıştı. Bu iki noktaya değinmemin sebebi, bir devrimcinin adalet arayışı ve “yazacağım” dediği olayı kısa bir süre içinde yazmasıdır. Adalet duygusu ve sözüne olan bağlılığı aslında Heval Şükrü’nün devrimciliğinin de özü oluyor. O tek bir hakikatle yatıp kalkıyordu: Devrim…

Devrim, onun hayatının amacıydı. Yılmaz bir kişiliğe sahipti. Yaşamın onun için tek bir anlamı vardı; o da mücadele etmekti.

O yüzden bazı acı haberler dağdan kopan çığ misalidir. Zirveden dev bir kütle kopar ve zapt edilmez bir hızla insanın üstüne akar. Bu çığın altında kalırsın. Görünmeyen sesin şiddeti insana ait binlerce eylem etkisine sahiptir. Bir yiğitlik abidesi, alçakça bir şekilde dört kurşunla vurularak aramızdan gitmiştir Süleymaniye şehrinde.

Zamansız bir tabuta sığmak acı vericidir. Ama her toplumda nesillere yol gösteren yıldızlar gibi kahramanlar vardır. Heval Şükrü’de 45 yıllık devrimci yaşamıyla halkına yol gösteren bir kahraman oldu. Mezara dek süren yüce bir sadakatle davasında yürüdü. Her zorluğun ateşinde kavrulsa da gücünü halkına hizmet etme aşkında gördü. Gözlerinde betimlenmesi çok zor bir cesaretle son nefesine kadar haksızlığa ve sömürgecilere karşı hep savaştı.

En son Covid-19 hastalığına yakalanmıştı. Zayıf ve yaralı bedeni günlerce yoğun bakım ünitesinde hayata tutunma mücadelesi vermişti. Ve hastalığı yenmiş, taburcu olmuştu. O hayatını kavgasına adayan bir çilekeşti. Çileleri kendisi için değildi. Yok edilmek istenen halkına aitti. Her şeye rağmen halkı için emek verme en şiddetli şekilde yaşadığı tutkulu bir arzusuydu. O yüzden her Apocu devrimci gibi mert bir doğaya sahipti.

Hainler en çok mert ve yiğit insanların çevresinde yılan gibi dolanırlar. Türk MİT’i ve şerefsizlerin dünyasında gezen, ahlaksızların peşine takılan işbirlikçiler şunu bilsinler ki; Heval Şükrü her şeyi yok eden ateşler içerisinde daha da mükemmel bir şekilde yeniden doğan Anka kuşudur. Türk devleti çürümüş cesettir. İşlediği böylesi alçakça cinayetler, çürümüş ceset haline geldiğinin en somut gerçeğidir.

Heval Şükrü’nün şehadeti Kürt halkına intikam çağrısıdır. Kürt halkı ömrünü özgürlük mücadelesine adayan bu büyük devrimcinin anısına gerilla haline gelerek, Türk devletini ve işbirlikçilerini dünyanın her yerinde hedefleyerek cevap olacaktır. Heval Şükrü’nün yolunda el ele vererek devasa devrim yürüyüşüne geçme zamanıdır.