Cemil Bayık: 15 Ağustos bir diriliş destanıdır

''Büyük zorluklar çekerek, büyük çabalar ve fedakârlıklar gösterilerek gerilla mücadelesi geliştirilmiştir. Her gelişme şehadetlere ve şehitlerin fedailiği üzerine dayanmıştır. Her kazanım çok değerlidir. Bedeller verilerek kazanılmıştır.''

Türk devletinin Kürdistan’da uygulanan özel savaşa göre şekillendiğini; bir özel savaş devleti olduğunu belirten KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, 15 Ağustos Atılımı sonrası yeniden boca edilen ve 90’larda tüm kirliliğiyle süren özel savaşa dikkat çekti. ”Türkiye’nin zaten temel bir politikası vardır, o da Kürtleri soykırıma uğratmaktır, Kürdistan’ı Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirmektir. Bu açıdan özel savaş süreklidir” diyen Bayık, ancak direnişlerin sürdüğü dönemlerde biraz daha arttırıldığını ve yoğunlaştırıldığını kaydetti. Bayık, ”Türk devletinin bütün ekonomik, toplumsal, eğitim ve kültür politikaları Kürtleri soykırıma uğratmayı amaçlayan bir özel savaş anlayışıyla şekillendirilmiştir” dedi.

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, 15 Ağustos Atılımı’nın yıl dönümü vesilesiyle Yeni Özgür Politika gazetesinin sorularını yanıtladı.

Söyleşinin birinci bölümü şöyle:

15 Ağustos Atılımı’nın 34. yıl dönümünü, 15 Ağustos neyi yıktı, neyi kurdu, 34 yılda nasıl bir savaş verdiniz?

15 Ağustos Atılımı, 12 Eylül faşist askeri darbesinin tüm toplumu susturduğu, her türlü muhalefeti ezdiği, bu temelde yeni anayasa ve yasalar yaparak Türkiye’de 50 yıl sessizliğin sağlanacağı ve bu ortamda da Kürt soykırımının tamamlanacağı düşünülen bir dönemde gerçekleşti. Soykırımcı sömürgecilik 12 Eylül faşizminin her türlü muhalefeti susturduğu ve Kürtleri soykırıma uğratarak Kürdistan’ı Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getireceğine inandığı, hesapların ve planlamaların böyle olduğu bir dönemde gerçekleşti. Zaten 12 Eylül faşizminin yaptığı anayasa bir soykırım anayasası olmuştu. O güne kadar uygulanan soykırım politikaları 10-15 yılda tamamlanacak, Türk devleti Kürtleri tamamen soykırıma uğratarak bu sorundan kurtulacaktı.

Türk devleti böyle düşünürken Kürt halkında da önemli düzeyde bir yılgınlık ortaya çıkarmıştı. Her ne kadar 14 Temmuz Zindan Direnişi toplumdaki umutların devam etmesine yol açtıysa da bu umudun ve direnişçi ruhun zindan dışında da pratikleşmesi gerekiyordu. Çünkü PKK, 1980’deki askeri darbesinden sonra kadrolarını geri çekmişti. Önemli kadroları cezaevine girmişti. Çok küçük irtibat birimleri dışında Bakurê Kurdistan ve Türkiye’de bir faaliyet yürütülmüyordu. Diğer Kürt örgütleri zaten tümden yurt dışına çıkmış ve mülteci haline gelmişlerdi. Türkiye’deki devrimci, demokrasi güçleri ise ezilmişti. Çok küçük bazı gruplar dışında Türkiye’deki devrimci hareket tarihinin en büyük darbelerinden birini yemişti. Bu ortam soykırımcı sömürgeci devleti rahatlatmıştı. Nitekim uzun yıllar bu sessizliği sürdüreceklerini düşünüyorlardı. Yeni bir Türkiye ortaya çıkaracaklardı. Kürtlerin tümden soykırıma uğratıldığı, muhalefetin tümden susturulduğu, demokrasi güçlerinin ezildiği, İslamcı çevrelerin de devlet içine alındığı, Kürtlerin tamamen yalnızlaştırıldığı bir ortam yaratılmıştı.

Bu açıdan 15 Ağustos Hamlesi, herşeyden önce 12 Eylül faşizminin bu hesaplarını yıkmıştır, alt üst etmiştir. 14 Temmuz’da ideolojik yenilgiye uğratılan 12 Eylül faşizmine 15 Ağustos’ta da büyük bir askeri ve siyasi darbe vurulmuştur. Belki hemen bir askeri ve siyasi yenilgi yaşatılmamıştır ama kısa sürede siyasi yenilginin yaşatılacağı bir mücadele başlatılmıştır.

Bir daha ayağa kaldırılamaz denilen Bakurê Kurdistan’da tarihi bir direniş hamlesi başlatmıştır. Böylece sadece 12 Eylül faşizmine karşı büyük bir darbe vurulmamış, aynı zaman Kürt halkında yaratılan umutsuzluk da yerle bir edilmiştir. 15 Ağustos Hamlesi geliştikçe, yayıldıkça, büyüdükçe Kürt halkının geleceğe olan umudu ve güveni artmıştır. Özellikle PKK kadroları, militanları, gerillaları şahsında öz güce dayanılarak da özgürlük ve demokrasi mücadelesi verileceğine olan inanç pekiştirilmiştir.

O güne kadar Kürtler içinde işbirlikçi zihniyet çok fazladır. Varlığını, özgürlüğünü tamamen işbirlikçiliğe ve dış güçlere bağlayan bir anlayış vardır. Dış güçlere dayanmadan, işbirlikçilik yapmadan soykırımcı sömürgeciler karşısında hiçbir şey yapılamayacağını düşünen anlayışlara da 15 Ağustos Hamlesi’yle büyük bir darbe vurulmuştur. Bu devlete karşı mücadele edilemez yaklaşımıyla köklü mücadele içine girmek yerine reformist, teslimiyetçi yaklaşımlarla birşeyler kazanmayı düşünen anlayışlarda 15 Ağustos’la yerle bir edilmiştir.

12 Eylül faşizmi Kürdistan’ı özgürleştirmek isteyenlere, yurtseverlere, herkese mücadelenin nasıl yürütülmesi gerektiğini açıkça göstermiştir. Bu devlete karşı ciddi bir örgüt, militan ve kadrolar yaratılmadan bu temelde öz savunmaya, gerillaya dayalı bir mücadele yürütülmeden gelişmelerin sağlanamayacağını bizzat düşman politikaları ortaya koymuştur. 12 Eylül faşizmi Kürt halkına çok şey öğretmiştir. Bu temelde de 15 Ağustos Hamlesi reformist ve teslimiyetçi anlayışları yıkmış, ancak militan mücadeleyle gelişmeler yaratılabileceğini bir daha gözler önüne sermiştir.

15 Ağustos Hamlesi, mültecilik eğilimlerine de büyük darbe vurmuştur. Mültecilikle yurtseverlik yapılamayacağının, mültecilik koşullarında özgürlük ve demokrasi mücadelesinin verilemeyeceğinin, mülteciliğin tamamen soykırımcı sömürgeciliğe teslim olmak anlamına geldiğini 15 Ağustos Hamlesi açık biçimde ortaya koymuştur.

15 Ağustos Hamlesi’yle birlikte Apocuların ilk tarih sahnesine çıktıkları günden itibaren söyledikleri öz güç kavramı, öz gücüne dayanarak mücadele etme anlayışı Kürt toplumunda, kadrolarda geliştirilmeye çalışılmıştır. Çünkü 15 Ağustos, tamamen öz güce dayalı olarak ve her türlü zorlukları göğüsleyerek geliştirilen bir gerilla hamlesi olmuştur. Nitekim Önder Apo Kürdistan dağlarına giden gerillalara, yoldaşlarına gidip savaşacaksınız, belki birçoğunuz şehit düşecek ama halkın kuruyan yaşam damarlarına kan olacaksınız, öz suyu olacaksınız, demiştir. 

Kuşkusuz gerilla mücadelesi çok zor koşullarda, sıkıntılı gelişmiştir. Halk geçmiş dönemlerde yaşanan direniş ve isyanların yenilgisiyle zorluk ve sıkıntı yaşadığı ve her isyan daha sonra toplumda umutsuzluk içinde sonuçlar ortaya çıkardığı için ilk başlarda halk beklemeye girmiştir. Bu savaşın sürekli olacağını görmek istemiştir. Kuşkusuz Kürt yurtseverliğinin en yüksek ve gelişkin olduğu Botan’da mücadeleye önemli bir katılım eğilimi de ortaya çıkmıştır. PKK gerillaların yaşamları, duruşu şahsında bu mücadeleye inanç oluşmuştur. PKK kadroları, militanları şahsında PKK’ye çok büyük bir inanç ve bağlılık gelişmiştir. Zaten zorluklar biraz da halkın bu yaklaşımıyla ve verilen desteğin moraliyle atlatılmıştır. Eğer gerillanın başladığı dönemde halkın bu desteği ve ilgisi olmasaydı zor koşullarda gerilla mücadelesini yürütmek ve sürdürmek kolay olmazdı. Gerilla ilk başta Botan’da başladı. Sadece Botan’la sınırlı kalsaydı gerilla gelişemezdi. Ama bütün zorluklara dayanarak gerilla Amed’den Dersim’e, Serhat’a, Ağrı’ya, Bingöl’e, Fırat’ın batısında Adıyaman, Maraş, Malatya, Sivas ve Antep alanına kadar yaygınlaştırılmıştır. Birçok yerde arkadaşlar gidip zorluklara katlanarak, aç susuz kalarak imkânsızlıklar içinde yeni üslenme alanlarına yerleşmişler ve gerilla mücadelelerini başlatmışlardır. Öyle sanıldığı gibi gerilla mücadelesinin başlatıldığı alanlarda her türlü alt yapı ve imkan yoktu. Gerilla gidip hemen hazır bir temele oturarak mücadeleyi geliştirmedi. Aksine bilmedikleri, görmedikleri ve ilişkinin bulunmadığı alanlara giderek bizzat kendileri ilişki ve imkan yarattılar. Kendileri her türlü ilişkiyi, irtibatı ve imkanı ortaya çıkararak mücadeleyi geliştirdiler. Böyle bir mücadele tarzını oturtmak ve böyle bir mücadele tarzıyla gerillanın eylemlerini geliştirmek kolay değildir. Ama Önder Apo’nun verdiği ruhla gerillalar hiçbir imkân ve ilişki olmadan, sadece inançlarına, iradelerine dayanarak bir çok alana gitmiş, üstlenmişler ve gerilla mücadelesini başlatmışlardır.

Büyük zorluklar çekerek, büyük çabalar ve fedakârlıklar gösterilerek gerilla mücadelesi geliştirilmiştir. Her gelişme şehadetlere ve şehitlerin fedailiği üzerine dayanmıştır. Her kazanım çok değerlidir. Bedeller verilerek kazanılmıştır. Bu yönüyle gerilla mücadelesinin 34 yıl sürmesi her yerde yaygınlaştırılması, soykırımcı sömürgeciliğe karşı 34 yıl kahramanca mücadele verilmesi, NATO’nun ikinci büyük ordusu karşısında ayakta kalınması, askeri olarak tümden yenilgiye uğratılmasa bile Türk devletinin ideolojik, siyasi ve toplumsal olarak yenilgiye uğratılması gerçek anlamda bir diriliş destanını ifade etmektedir. 15 Ağustos bir diriliş destanıdır. Zaten bu nedenle ‘Diriliş Bayramı’ denilmektedir.

Kürdistan’ın son iki yüz yılı hep isyanlar tarihidir. 15 Ağustos ise hedefleri planlı olan bir savaşın başlangıcıydı. PKK’yi geçmiş Kürt isyanlarından ayıran nedir?

Önder Apo, 1972’de Mahir Çayanlar’ın katledilmesi sonrası yapılan okul boykotu nedeniyle zindana atılmıştı. 7 ay kadar zindanda kalmıştı. Devrimci hareketlerin 12 Mart askeri darbesi karşısında büyük darbe yemeleri, Önder Apo açısından önemli deneyim olmuş ve derslerle doludur. Zindandayken ‘öyle bir hareket başlatmalıyız ki, bizim istediğimiz zamanda ve koşullarda olsun, sürekliliğiyle başarıya ulaşsın’ demişti. Sürekli olan bir direnişi daha 1972 zindanındayken düşünmüştür. Bu açıdan da bir direniş nasıl uzun süreli başarılı olur konusunda yoğunlaşmış ve daha ilk sözünden başlayarak uzun süreli mücadelenin temellerini atmış ve hazırlığını yapmıştır. Bu açıdan da en başta Kürt toplum gerçeğini tanımayı esas almış, bunun yanında da mücadele vereceği soykırım sömürgeci Türk devletinin karakterini kapsamlı öğrenmeyi önüne koymuştur. Savaş iki taraflı olacağından hem Kürt gerçeğini hem de Türk devletinin gerçeğini derinlikli ve kapsamlı inceleyerek başarılı bir mücadeleyi nasıl vereceğinin hesabını ve planlamasını yapmıştır.

En başta da Kürt gerçeğini tanımaya yönelmiştir. Kürdistan’da isyanlar niye uzun süreli olmamıştır, niye çabuk yenilmiştir; bunu kapsamlıca değerlendirmiştir. Yine düşman gerçeği nedir, hangi araçları kullanıyor, hangi politikaları yürütüyor; bunları da kapsamlı irdelemiş ve bu temelde ilk sözcükten itibaren mücadelesini dikkatli, tedbirli ve başarıyı getirecek biçimde yürütmüştür.

Kürdistan toplumunun en başta da dost ve düşman tanımını doğru yapmadığı, klasik isyancı tarzı aşmadığı yaklaşımıyla en başta da dost ve düşman tanımını iyi yapma arayışı içinde olmuştur. Kürt toplum gerçeğiyle ilgili ciddi eleştiriler getirmiştir. Şunu görmüştür; o güne kadar Kürt gerçeğinde, toplumunda ve Kürt isyanlarında var olan eksiklikler ve Kürt egemen sınıfların konumu gerçekçi biçimde ortaya konulmamıştır.

Öte yandan geçmişteki isyanlar daha çok aşiret yapısını ve bir bölgeyi esas alıyordu. Yine belli tarikatlara dayanıyordu. Özgücüne fazla güvenmediğinden dış güçlerin etkisine fazla giriliyordu ya da dışarıdaki desteklerden medet umuluyordu. Önder Apo bütün isyanların bu zayıflıklarını kapsamlıca irdelemiş ve herşeyden önce toplumu, düşmanı analiz eden, yeni toplum arayışı içinde olan, toplumun eksikliklerini gideren, toplumun önüne yeni hedefler koyan bir düşünce gücünün olmasını esas almıştır. Kürt’ü güçsüz bırakan ve her türlü toplumsal gerilikleri eleştiri temelinde yeni düşünce gücüyle Kürt’ün öz gücüne dayalı bir mücadeleyi, enerjiyi ve potansiyeli açığa çıkaran öncülük gerçeğini ortaya çıkarmıştır. Önder Apo herşeyden önce ‘Kürt şimdiye kadar kendisi için düşünmemiş ve çalışmamış, özgürlüğü için mücadele ederken hedefsiz ve plansız olmuş’ diyerek en başta da düşünce gücüyle mücadelenin kazanılması gerektiğini ortaya koymuştur. Düşünce gücü ve yeni yaşam anlayışı olmadan başarının gelmeyeceğini söylemiştir. Herşeyden önce mücadele eden halk güçlerinin başarmak istiyorsa mücadele ettiği güçlerden daha doğru, çağdaş, daha ileri bir düşünceye sahip olması gerektiğini söylemiş. Yine mücadele yöntem ve araçlarında düşmanı aşacak, boşa çıkaracak bir biçimde bir mücadele tarzının tutturulması gerektiği bilinciyle hareket etmiştir.

Bu açıdan Önder Apo’nun önderlik gerçeği, tüm Kürdistan’daki önderlik gerçeklerinden farklıdır. Bir kere bütün isyanlardan ayıran Önder Apo’nun önderlik tarzıdır. Kürt toplumunu birleştiren, ikna eden Kürt toplumu üzerinde düşüncesi, tarzı ve tutumuyla bir otorite oluşturan güçlü bir önderlik çıkmadığından tüm direnişler, isyanlar bir süre sonra tıkanmıştır. Sorunları aşan çözümleyici bir güç ortaya çıkaramamışlardır. Bu açıdan Önder Apo’nun önderlik tarzını, gücünü, bütün isyanlardan farkını özellikle vurgulamak gerekiyor. Tüm önceki isyanlardan en büyük fark, önderlik gerçeği farkıdır.

Önder Apo, bu mücadeleyi başlatırken diğer taraftan çağdaş düşünceye dayanmak istemiştir. O günün en ileri düşüncesini mücadelenin düşünce gücü ve doğrultusu olarak benimsemiştir. 20. yüz yıldaki isyanlarda Kürtler, düşmanın siyasal, toplumsal projelerini aşan, onları boşa çıkartan bir düşünce gücü ve toplumsal yaşam projesi ortaya koyamamışlardır. Böyle olunca da yenilgileri kaçınılmaz olmuştur. Bu açıdan Önder Apo düşünce gücüyle, yeni yaşam anlayışıyla, mücadele tarzıyla daha baştan düşmanın önünde yürümüştür. Başarısı da en başta bundan ileri gelmiştir.

Diğer isyanlar hep parçalıydı, sadece bir bölgeyle sınırlıydı. Önder Apo bunu da görmüş, bunu aşamayan, sadece bir bölgeyle sınırlı kalan anlayış ve zihniyetleri de aşmıştır. Bunu da esas olarak Kürt egemen sınıflarına, herhangi bir tarikata dayanmadan yapmıştır. Çünkü Kürdistan’da farklı aşiretler, farklı inanç grupları vardır. Bunların hepsini birleştirmek için aşiretçiliği, tarikatçılığı, bölgeciliği ve mezhepçiliği aşan bir önderlik çizgisi gerekmektedir. Bunu da Önder Apo gerçekleştirmiştir. En göze çarpan olarak belirtirsek Kürdistan’daki direnişlerde ilk defa Şafisiyle, Sünnisiyle, Alevisiyle, Êzîdîsiyle bütün Kürtleri ortak bir mücadeleye yönelten tek Önderliktir, tek Özgürlük Hareketi’dir. Bu bile başlı başına zaten bu Önderlik gerçeğinin, bu Özgürlük Hareketi’nin gerçeğinin nasıl bir karakterde olduğunu ortaya koyar. Gerçek bir demokratik ulusallık Önder Apo çizgisiyle yaratılmıştır.

Demokratik Ulus teorisiyle Ortadoğu halklarının sorunlarına çözüm olunacağını vurgulamıştır. Önder Apo aslında bu anlayışını daha ilk çıkışından itibaren ortaya koymuştur. PKK aslında Demokratik Ulusun prototipi olmuştur. Bütün toplumsal kesimleri kapsamıştır. Egemenlere, bir bölgeye, bir aşirete ve bir mezhebe dayanmamıştır. Kürdistan’ın özgür ve demokratik yaşamından çıkarı olan bütün halk kesimlerini bu mücadelenin etrafında birleştirmiştir. Bu da tabi ki bu mücadeleyi güçlü kılmıştır.

Bütün bunların yanında Önder Apo, ilk günden itibaren düşmanın zalimliğini bildiğinden, Kürdistan’ın, Ortadoğu’nun göbeğinde, dünya dengelerinin oluştuğu bir yerde olduğundan bu mücadele zorlu geçecektir, demiştir. Bütün kadrolarını ve örgütü zorlu bir mücadeleye hazırlamıştır. Zaten 14 Temmuz’da zorun zoru koşullarında PKK’nin önder kadroları direniş yapmış, başarıya ulaşmışlardır, 12 Eylül faşizmini ideolojik yenilgiye uğratmışlardır. İşte 15 Ağustos Hamlesi de zor koşullarda mücadele edip de başarmanın tarzını esas almış ve bu karakteriyle de diğer isyanlardan farklı olmuş, her türlü zorluklar karşısında ayakta kalarak bugün olduğu gibi 34 yıldır mücadeleyi kesintisiz sürdürmüştür.

Kürdistan’da koruculuk, köy yakmalar, zorunlu göç ettirmenin 15 Ağustos sonrası devreye konulduğunu görüyoruz. O dönem Hareketinize karşı nasıl bir özel harp uygulandı?

İlk önce şunu vurgulamak gerekir; Kürdistan’da uygulanan her zaman özel savaş olmuştur. Hatta Türk devleti Kürdistan’da uygulanan özel savaşa göre şekillenmiştir. Türk devleti bir özel savaş devletidir. Türkiye’nin zaten temel bir politikası vardır, o da Kürtleri soykırıma uğratmaktır, Kürdistan’ı Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirmektir. Bu açıdan özel savaş süreklidir. Ancak direnişlerin sürdüğü dönemlerde biraz daha arttırılmış ve yoğunlaştırılmıştır. Direnişlerin açıkça görülmediği dönemlerde ise biraz daha örtülü yürütülmüştür. Yoksa özel savaş hiçbir zaman bırakılmamıştır. Türk devletinin bütün ekonomik, toplumsal, eğitim ve kültür politikaları Kürtleri soykırıma uğratmayı amaçlayan bir özel savaş anlayışıyla şekillendirilmiştir.

15 Ağustos Hamlesi’yle gerillanın gün geçtikçe gelişebileceği görülünce Türkiye tarihindeki bütün özel savaş uygulamaları en yoğun biçimde gündeme konulmuştur. Köy koruculuğu hemen canlandırılmıştır. Geçmişte olduğu gibi Kürtler arası çatışma yaratmak için her yol ve yöntem denenmiştir. Koruculuğun gerillanın önünde engel olabilecek bir güç olmadığı görüldüğünden 90’ların başından itibaren Kürdistan’ı tamamen Kürtsüzleştirmeyi hedefleyen, gerillanın dayandığı tüm toplumsal yapıyı ortadan kaldıran bir saldırı başlatılmıştır. Gerilla savaşının geliştiği alanlardaki bütün köyler boşaltılmış, yakılmış ve yıkılmıştır. Kürt halkı binlerce yıldır yaşadıkları topraklardan koparılmıştır, göçertilmiştir. Bu zorunlu göçle milyonlarca Kürt metropollere Türkiye’nin diğer illerine savrulmuştur. 4 bin civarında köy ve mezra ortadan kaldırılmıştır. Bu dünya tarihindeki en büyük soykırımlarından biridir. Türkiye, NATO üyesi olduğu, Avrupa, İsrail ve ABD desteklediği için bu uygulamaları tepki görmeden kolaylıkla yapmıştır.

Kürdistan’ın birçok şehrine; Elazığ başta olmak üzere, Urfa’ya, Van’a, Serhat alanlarına birçok yerden göçmenler getirilip yerleştirilmiştir. Farklı ülkelerden gelen Türk kökenliler yerleştirilmiştir. Fırat’ın batısının tümden Kürtsüzleştirilmesi konusunda her türlü yol ve yöntem denenmiştir.

Olağan Üstü Hal koşullarında özel savaş kirli hale getirilerek yoğunlaştırılmıştır. Binlerce faili meçhul cinayetler işlenmiş; öyle ki Kürdistan yaşanamaz hale getirilmiştir. ‘Suyu kurut, balığı öldür’ misali gerillanın bütün nefes aldığı alanlar ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. Sadece köyler yakılıp yıkılmamıştır. Ormanlar da yakılıp yıkılmıştır, on binlerce insan zindanlara atılmıştır.

Gerilla, Kürt toplumu tarafından benimsendiği ve desteklendiği için böyle ağır bir özel savaş saldırısı izlenmiştir. Devlet o dönemde koruculuğu yaygınlaştırdığı gibi Kürt halkının dini hassasiyetlerini de istismar ederek Refah Partisi gibi partiler devlet tarafından desteklenmiştir. Eğer Refah Partisi’nin 1990’lı yıllardan sonraki gelişimi izlenirse aslında Türk devletinin Kürt halkının özgürlük mücadelesine desteğini azaltmak, özellikle de metropollerde Kürtleri özgürlük mücadelesinden koparmak, bu yönüyle metropollerde Kürtlerin eylemlerinin, direnişinin, Türk devletini sarsmasının önüne geçmek için özellikle Refah Partisi’nin önünü açtığı görülür. Refah Partisi’nin 1990’lı yıllarda oylarını artırması, iktidar ortağı olması ve Necmettin Erbakan’ın başbakanlık yapması, 2002 seçimlerinde AKP’nin kurularak iktidara gelmesi Kürt halkının özgürlük mücadelesine karşı siyasal İslamcı çevrelerin önünün açılması sonucudur. Çünkü Türk devleti açısından önemli olan Kürtleri soykırıma uğratmaktır. Kürtleri soykırıma uğratmak için Türk devleti komünist de olabilir, şeriatçı da olabilir, her türlü ideolojik politik sistemi de kabul edebilir. Yeter ki Kürtler üzerindeki soykırım politikası yürütülsün, Kürtler Türkleştirilsin. Bunu hangi araç ve yöntemlerle yapabileceklerse onu deneyen ve uygulayan soykırımcı sömürgeci bir devlet vardır.

15 Ağustos’un temel hedefi savaşan bir halk gerçeği yaratmaktı. Bu hedefe ulaşıldı mı?

Apocu grubun ilk tarih sahnesine çıkışıyla birlikte en temel hedefi özgürlüğü için savaşan bir halk gerçekliği yaratmaktı. Kürt halkında özgürlük, demokrasi isteğini ve bunun için mücadele iradesini ortaya çıkarmaktı. Temel amaç buydu. Çünkü tüm diğer amaçlara ulaşmanın yolu böyle bir halk gerçekliği yaratmaktan geçerdi. Önder Apo ‘umut zaferden daha değerlidir’ derken esas olarak da Kürt gerçeğinde umut yaratmanın ne kadar önemli olduğunu ortaya koyuyordu. Bu umut, Apocular ve PKK ile birlikte yaratılmış, 15 Ağustos’la birlikte bu umuda inanç yükselmiştir. Halk şunu görmüştür; PKK Önderliği, PKK militanları kesinlikle verdikleri sözlere bağlılar, verdiği sözlerin gereklerini yerine getirecek bir yaşamları, militanlıkları ve fedakârlıkları var. Halk bunu gördükçe bu mücadeleye daha fazla destek vermiş; ilk önce duygu ve düşüncesiyle destek vermiş, gerillaya her türlü desteği vererek tutumunu ortaya koymuş, daha sonra da meydanlara dökülerek PKK’nin öncülük ettiği özgürlük mücadelesini desteklediğini açıkça göstermiştir.

90’lı yıllardan başlayan serîhildanlarla birlikte Kürt halkının örgütlenme içine çekilmesi, ERNK’nin kuruluşu aslında savaşan halk gerçekliğinin ortaya çıkması açısından önemli bir adım olmuştur. Daha sonra gerilla ve serîhildanlar temelinde Kürt halkında ortaya çıkan uyanış ve gerçekleşen demokratik, toplumsal ve kültür devrimi, Kürt toplumunu örgütlü kılan, özgürlüğü ve demokrasi için mücadele eden bir halk konumuna ulaştırmıştır. Hem illegal hem de legal alanda toplumsal ve kültürel örgütlenmeler gelişmiştir. 1990’larda bütün saldırılara rağmen meydanlara çıkılması, 90’lı dönemlerde kirli savaşlarla halkın iradesinin kırılmak istenmesine rağmen halkın PKK’ye desteğinin sürmesi, gençlerin gerilla saflarına katılarak Türk devletinin tüm saldırı politikalarını boşa çıkarması halkı bu sert mücadele içinde daha da güçlendirmiştir. Gerilla mücadelesinin diğer isyanlarda olduğu gibi altı ay, bir yıl değil de yıllarca sürmesi ve her yıl Kürt toplumunun yeni değerlerle bezenerek güçlenmesi; Kürt’ün duygusunun, düşüncesinin güçlenmesi demokratik, toplumsal ve kültürel devrime dayalı yeni bir ulusal ve halk gerçekliğinin ortaya çıkması, özgürlüğü için savaşan halk gerçekliğine önemli oranda ulaşılmasını sağlamıştır.

2000’li yıllara gelindiğinde toplumda her türlü saldırıya karşı direnme iradesi ortaya çıkmıştır. Ancak 2010’lu yıllarda gerçekleşen çatışmasızlık ortamı özellikle bazı çevrelerde kolay yollardan özgür ve demokratik yaşamın kazanılabileceği gibi bir yanlış algı ortaya çıkarmıştır. Bu durum aslında onlarca yıldır yürütülen mücadelenin yarattığı savaşan halk gerçekliğinde, her türlü bedeli ödeyerek mücadele eden halk gerçekliğinde bazı yıpranmalar ve geriye çekmelere neden olmuştur.

Şunu bir daha vurgulayalım; PKK tüm Kürdistan’da savaşan bir halk gerçekliği ortaya çıkarmıştır. Savaşan halk gerçekliğini ortaya çıkarmada çok büyük gelişmeler yaratmıştır. PKK’nin tarih sahnesine çıkmadan önceki halk gerçekliği ile PKK’nin onlarca yıllık mücadele sonucu ortaya çıkardığı halk gerçekliği arasında önemli farklar bulunmaktadır. Kürt halkında özgür ve demokratik yaşam özlemi güçlenmiştir. Özgürlük tutkusu geliştirilmiştir. Bu zaten savaşan halk gerçekliğinin temeli olmaktadır.

Kürt halkının özgür ve demokratik yaşam özlemi güçlendiği için her türlü bedeli göze alarak mücadelesini bugüne kadar sürdürmüş ve çok önemli gelişmeler sağlamıştır. Bugün, geçen dönemdeki çatışmasızlık dönemlerinde ortaya çıkan yanlış eğilimlerin yarattığı sonuçların gevşemeleri olsa da bir bütün olarak düşünüldüğünde aslında Kürt halkı savaşan halk gerçekliğine ulaşmıştır. Çünkü özgürlük ve demokrasi özlemi güçlenmiştir, düşmanı tanımıştır ve bu düşmanın da ancak bedeller ödeyerek yenilgiye uğratılacağı bilincine varmıştır. Bunlarında Kürt halkının özgür ve demokratik yaşamı açısından çok önemli bir bilinç olduğu açıktır.

SANKİ DÜNYAYA BUNUN İÇİN GELMİŞTİ

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, 15 Ağustos’un komutanı Mahsum Korkmaz (Agit) ile ilki Batman’da, sonuncu sınır hattında olan üç görüşmesini hatırlatarak, ”Son görüşmemizde gerilla savaşının başlatılması konusunda kendisine verilen sorumluluğun heyecanını yaşıyordu. Kendine büyük bir inanç ve güven vardı. Sanki dünyaya bu gerilla savaşını başlatmak için gelmişti” dedi.

Bayık, Mahsum Korkmaz (Egid) ile nasıl tanıştığını ve görüşmelerini paylaştı:

İlk tanışmam 1978 yılında Batman’da oldu. Batman, Kürdistan devrimcilerinin, yani Apocu grubun ilk geliştiği yerlerdendi. Mazlum Doğan yoldaş burada çalışarak Mahsum Korkmaz ve birçok kadroyu ortaya çıkarmıştı. Bu kadrolar da Apocu çizgide bir militanlıkla Batman’da kısa sürede büyük gelişmeler sağlamışlardı. Halkı, gençleri ve işçileri kazanmışlardı. Batman’daki mücadelenin gelişmesinde Agit yoldaşın çok büyük bir emeği vardır. Mücadeleyi iyi takip ediyor ve karakterini her yönüyle öğrenmeye çalışıyordu. Bu nedenle PKK’nin ideolojik duruşu ve örgütlenmesi üzerinde yoğunlaşıyordu. Bu temelde bana örgütlenmeyi nasıl geliştireceğimiz konusunda sorular sormuştu. Bunun üzerine kendisiyle bir konuşma yapmıştık. Daha o zaman bu ilgisi dikkatimi çekmişti. Bu örgütün gerçek bir militanı ve kadrosu olmak istediğini ortaya koymuştu. Yüzeysel bir katılım göstermediği her halinden belliydi. Bu açıdan Mahsum Korkmaz’ın Batman’daki mücadelenin gelişmesi ve 15 Ağustos Hamlesi’ni başlatmadaki rolü anlaşılır bir durumdur. Bir militanın devrime yaklaşımı ve tarzı başarısının temelidir. Agit yoldaş bu özelliğe sahip olduğu için ilk Filistin grubunda yer almasını beraberinde getirmişti.

İKİNCİ GÖRÜŞME

Filistin’den ülkeye dönüşünde kendisiyle ikinci defa görüşmüş oldum. Aldıkları eğitim ve bunu ülkeye nasıl taşıracakları konusunda tartışmıştık. Kendisi Önder Apo’nun hangi zorluklar içinde eğitimle ilgilendiğini ve kendilerini eğittiğini heyecanla ortaya koymuş, bu eğitimden güç aldığını, bu emeğe layık olmak için her şeyini ortaya koyacağını belirtmişti. Agit arkadaşla uzun süre kalmasam bile bu kısa süreli birlikteliklerimiz Agit yoldaşın özgürlük mücadelesinde büyük rol oynayacağını göstermişti. Ülkeye dönüşte Qamişlo’da kaldığı üç gün içinde ülkeye dönüp gerilla mücadelesini başlatma heyecanını yaşıyordu.

ÜÇÜNCÜ GÖRÜŞME

Agit yoldaşla üçüncü görüşmemiz ise 1980 sonrası İran sınırındaydı. Agit yoldaş ikinci defa Önderliğin yanına gitmiş, eğitim görerek İran üzeri ülkeye geçecekti. Önderliğin gerilla savaşını başlatma konusundaki değerlendirmelerini ve savaşın nasıl yürütülmesi gerektiği üzerine kendisiyle konuşmalarını anlattı. Kendisinin de savaş hakkındaki düşüncelerini Önderlikle paylaştığını belirtti. Gerilla savaşının başlatılması konusunda kendisine verilen sorumluluğun heyecanını yaşıyordu. Kendine büyük bir inanç ve güven vardı. Sanki dünyaya bu gerilla savaşını başlatmak için gelmişti. İran sınırından Zap’a doğru giderlerken yolda Irak Komünist Partisi’nin pususuna düştüler. Bu yol sürecinde İdris, Riyad, Ozan Sefkan arkadaşlar şehit düşmüşlerdi. Kendisi diğer arkadaşlarla birlikte sağ salim Heftanin’e ulaştı. Zaten gerilla savaşı başlatması için hazırlık içine girdiler. Daha sonra diğer arkadaşlarla birlikte 15 Ağustos Hamlesi’ni başlatma çalışmaları yürüttüler.

DÜN GİBİ HATIRLIYORUM

İran sınırındaki görüşmemiz son görüşmemizdi. Ancak üç görüşmeyi de dün gibi hatırlıyorum. Kişiliği, etkileyici ve çarpıcı olduğu için onunla yaşayan herkes yapılan diyalogları ve yaşanılan anıları unutmaz. Bu vesileyle Agit yoldaşı bir daha sevgiyle ve saygıyla anıyorum. Tüm Kürdistan halkının, gençlerin ve kadınların Agit’i öğrenmesi ve anlamasını öneriyorum. Böylece yurtseverliğin de devrimciliğin de halk ve ülke sevgisinin de ne olduğu ve nasıl olması gerektiği daha iyi anlaşılır. Arkadaşın zaten günlükleri nasıl bir karakterde olduğunu tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermektedir.