Güney Kürdistan ne kadar özgür?

Değil özgür olmak, bugün Güney Kürdistan faşist TC devletinin adeta işgali altındadır ve de bir sömürgesi konumundadır.

Güney Kürdistan’da 30 Eylül günü seçim yapılacak. Tuhaf ama, geçen yıl ki sonuçsuz kalan referandumun birinci yıl dönümünde bu sefer Kürdistan Bölge Yönetimi seçilecek. Söz konusu seçimle güya halk kitleleri kendi demokratik yönetimini seçecek. Ancak gerçekten ne kadar demokratik bir seçim olacak? Çok açık ki, bu durum belli değildir. Görünüşte demokrasinin kuralları işliyor gibi olacak, fakat pratikte KDP’nin istediği ve YNK ile anlaştığı şeyler gerçekleşecek. Çünkü bir demokratik seçim yapacak kadar Güney Kürdistan özgür değildir. Bir yerde ne kadar özgürlük varsa, demokrasinin gerçek kuralları da o kadar işler.

Diğer yandan, 12 Mayıs günü yapılan Irak seçimlerinin sonuçları daha yeni işlemektedir. Meclis yeni toplanıp başkanını seçmiş, ancak henüz yeni Irak Cumhurbaşkanı’nı seçememiştir. Bilindiği gibi, Irak Anayasası’na göre cumhurbaşkanı Kürtlerden seçilmektedir. Şimdiye kadar Kürdistan Bölge Başkanlığının KDP’de olmasına karşılık, Irak Cumhurbaşkanlığı da YNK’de olmaktaydı. Geçen yılki referandum ardından Bölge Başkanlığı’nın da işlemez hale gelmesi, şimdi Irak Cumhurbaşkanı’nın hangi partiden olacağı sorusunu ve çekişmesini de ortaya çıkardı. Kısaca bir yandan 30 Eylül’de yapılacak yönetim seçiminin yol açtığı mücadele sürerken, diğer yandan Irak Cumhurbaşkanı’nın hangi partiden olacağı mücadelesi de sürmektedir.

Burada söz konusu partisel çekişme ortamında Kürtlerin Irak Cumhurbaşkanlığı’nı kaybetme ihtimali bile ortaya çıkmaktadır. Çünkü birçok kesim bu anayasal kuralın değişmesini istemektedir. Eğer KDP ile YNK kendi arasındaki çekişmeyi aşamazsa, o zaman söz konusu ihtimal güçlenebilir ve öne çıkabilir. Bunu önlemek için, Behrem Salih’in yeni Irak Cumhurbaşkanı olması formülünde anlaşılmaya çalışılmaktadır. Behrem Salih’in yeniden YNK’ye katılımı ve cumhurbaşkanı olması sağlanmak istenmektedir. Kişiliğinden bağımsız olarak, Behrem Salih’in Irak Cumhurbaşkanı olmasını istemek gerekir. Çünkü, eğer böyle bir çözüm bulunmazsa, o zaman partiler arası çekişme nedeniyle Kürtler Irak Cumhurbaşkanı’nı seçme hakkını kaybedebilir.

Bütün bunlar, yani 30 Eylül Bölge Yönetimi seçimi ile Irak Cumhurbaşkanlığı seçimi, Güney Kürdistan’ın ne kadar özgür olduğu ve demokrasisinin ne kadar gelişmiş bulunduğu sorusunu bir kez daha gündeme getirmektedir. Bir kere adil ve eşit bir yarışın olmadığı açıktır. Söz konusu seçim tamamen KDP’nin isteği doğrultusunda ve baskısı altında yürümektedir. Örneğin, Irak yasalarına göre resmiyeti olan Tevgere Azadî hareketi 30 Eylül seçimine sokulmamaktadır. Seçime katılmak için yaptığı başvuru, KDP ve YNK’den oluşan Yüksek Seçim Kurulu tarafından reddedilmiştir. Böylece toplumun önemli bir kesimi seçim dışı tutulmuş ve seçimi boykot etmeye zorlanmıştır.

Bu konuda KDP ve YNK başta olmak üzere Güney Kürdistan’da var olan partilerin tutumu ilginçtir. Çünkü benzer bir sorun 12 Mayıs’ta yapılan Irak seçiminde de yaşanmış, Tevgere Azadî Hareketi Yeni Nesil Partisi ile ittifak yapmaya zorlanmıştır. Ardından da “Niçin Yeni Nesil Partisi gibi bir güçle ittifak yaptın” diye suçlanmıştır. Halbuki Tevgere Azadî Hareketi’nin başta Goran, YNK ve Behrem Salih’in grubu olmak üzere KDP dahil Güney Kürdistan’daki tüm partilere seçimde ittifak yapma biçiminde teklifi olmuştur. Söz konusu partilerin tümü bu teklifi reddetmiş, sonrasında ise Yeni Nesil Partisi ile neden ittifak yaptın diyerek Tevgere Azadî Hareketini suçlamıştır.

Şimdi de yaşanmakta olan, bunun bir benzeridir. Tevgere Azadî Hareketinin tüm ittifak teklifleri reddedilmiş, ardından da boykot ediyor denerek suçlanmaya başlanmıştır. Böyle bir baskı altında Tevgere Azadî Hareketi “Demokrat gördüğü adayları destekleme” kararı almıştır. Başlı başına bu durum bile Güney Kürdistan demokrasisinin ne kadar zayıf olduğunu ve 30 Eylül seçiminin gerçekte demokratik bir yarış olmadığını göstermek için yetmektedir.

Çünkü bir yerde demokrasi olabilmesi için, orada özgür düşünce ve iradenin olması gerekir. Mevcut haliyle Güney Kürdistan’ın ne kadar özgür olduğu konusu ciddi biçimde tartışmalıktır. Sadece Tahran Zirvesi ardından İran Devletinin Koye’deki HDK ve PDK-İ merkezlerine yaptığı saldırı bile Güney Kürdistan’ın özgür olmadığını, tersine komşu devletlerin atış poligonu konumunda bulunduğunu göstermek açısından yeterlidir. KDP ve YNK’nin, Güney Kürdistan Yönetimi’nin kendilerinin tahsis ettikleri yere ve korumaları altında olan güçlere yönelik böyle vahşi bir saldırının yapılabilmesi bile ortada bir Güney Kürdistan  Hareketi hiç iradesinin olmadığını ortaya koymaktadır. Söz konusu güçlerin böyle bir saldırıdan habersiz olmaları mümkün değildir. Eğer böyleyse, o zaman durum daha da vahim demektir. Eğer habersiz olsalardı, o zaman ciddi bir tepki gösterir, İran devletini uluslararası alanda teşhir ederlerdi. Fakat dikkat edilirse ne ciddi bir tepki göstermişler, ne de İran devletinin saldırganlığını uluslararası kurumlara taşımışlardır. İradesiz bir biçimde İran saldırganlığına boyun eğmişlerdir.

Söz konusu güçlerin mevcut tutumları kendini en çok TC devletinin saldırganlığı karşısında göstermektedir. Örneğin 15 Ağustos günü TC devleti Şengal’e saldırı yaparak Êzîdî Kürt Önderi Zeki Şengali’yi katletmiş, ancak Güney Kürdistan Yönetimi’nden ve KDP’den ciddi bir tepki ortaya çıkmamıştır. 2018 Yılı başından bu yana faşist Türk Ordusu Bradost Bölgesine yönelik havadan ve karadan askeri saldırıda bulunmakta, Güney Kürdistan Yönetimi’nden buna karşı da herhangi bir tepki gelişmemektedir. Türk Ordusu “Tampon Bölge” adıyla 5-10 kilo metre derinliğinde Güney Kürdistan sınırının içine girmiştir, Güney Kürdistan Yönetimi’nden buna karşı da herhangi bir tepki gelmemiştir.

Dahası Güney Kürdistan’ın dağları ve vadileri faşist Türk ordusunun atış poligonu gibidir. Her gün yirmi dört saat boyunca Türk keşif uçakları yer tespit etmeye çalışmakta; savaş uçakları, helikopterleri, tankları ve topları ise tespit edilen bu yerlere yönelik saldırıda bulunmaktadır. Güney Kürdistan köylüleri bu nedenle köylerine gidememekte ve bahçelerinde çalışamamaktadırlar. Başta Neçirvan Barzani olmak üzere bazı KDP sözcüleri bu konuda gerçeği saptırmaktadır. Köylülerin “PKK varlığı” nedeniyle köylerine gidemediği yalanı tam bir saptırmaca olmaktadır. Köylüler esas olarak TC uçaklarının saldırıları, katliamları, dağı-taşı yakıp yıkması nedeniyle üretim yapamamaktadırlar. Ayrıca başta Başika, Bamerni, Şeladizê, Amediye, Diyana gibi yerler olmak üzere Türk ordusunun onlarca merkezde askeri kampı ve buralarda on binlerce askeri gücü bulunmaktadır. MİT çetelerinin Güney Kürdistan’ın her yerinde örgütlü olduğunu günlük basın organları ifade etmektedir.

Peki böyle bir alan nasıl özgür olabilir ki, demokratik bir seçim yapabilsin ve de demokratik bir halk yönetimi ortaya çıkartabilsin? Bunun mümkün olamayacağı açıktır. Değil özgür olmak, bugün Güney Kürdistan faşist TC devletinin adeta işgali altındadır ve de bir sömürgesi konumundadır. Faşist AKP-MHP iktidarı ne isterse onu yapmakta, ona göre davranmaktadır. Adeta TC ve İran devletlerinin askeri atış alanı haline gelmiştir. Böyle bir boyun eğmecilik ve işbirlikçilik altında Kürdistan’ın diğer parçalarını ve diğer Kürt örgütlerini kendi çıkarları için pazarlar bir noktaya ulaşmıştır. Bunun için Kürdistan Ulusal Kongresi’nin toplanması ve Kongre temelinde Kürt demokratik-ulusal birliğinin sağlanmasını engellemektedir. Kuşkusuz böyle bir zihniyet ve politika kötüdür ve de çok tehlikelidir. Güney Kürdistan halkının bu gerçeği bilince çıkarması ve 30 Eylül seçimini bu zihniyet ve siyasetten hesap sorma seçimi haline getirmesi en doğrusudur.

Kaynak: Yeni Özgür Politika