Kanaat önderleri: Tecrit kaldırılmalıdır

Demokratik inanç grupları ve kanaat önderleri: Tecridin kaldırılması için bir an önce harekete geçilmelidir.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik uygulanan ağırlaştırılmış tecridin kaldırılması talebi ile düzenlenen açlık grevi direnişlerine dikkat çekmek amacıyla toplanan demokratik inanç grupları ve kanaat önderleri, "Ulusal ve uluslararası bütün hukuk, insan hakları ve demokratik kurum ve kuruluşları Türkiye Cumhuriyeti devletinin kendi Anayasa ve yasalarına bağlı kalarak tecridi sonlandırması için harekete geçmeye çağırıyoruz" dedi.

Demokratik inanç grupları ve kanaat önderleri, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecride ilişkin başlatılan açlık grevi gündemiyle Halkların Demokratik Partisi (HDP) Diyarbakır il binasında bir araya geldi. Toplantıya, HDP Milletvekili Musa Farisoğulları, TJA ve Barış Anneleri Meclis üyeleri, din alimleri yanı sıra çok sayıda sivil toplum kuruluşu temsilcisi katıldı.

FARİSOĞULLARI: BİR AN ÖNCE HAREKETE GEÇİLMELİ

Toplantı öncesi konuşan HDP Milletvekili Musa Farisoğulları, tecridin kaldırılması için toplumun tüm kesimlerinin üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesi gerektiğini ve AKP’nin de bu anlamda adım atması gerektiğini ifade etti. Farisoğulları, şunları söyledi: “Mücadelemiz kadın öncülüğünde oldu. Yaklaşık 6 ayı geride bıraktık. 7 bine yakın arkadaşımız açlık grevini zindanlarda omuzladılar. Bu süreçte daha fazla bir araya gelmeli pratikte eksiklikler var. 8 arkadaşımız yaşamını yitirdi. Bu sessizliğe bozmak için kendilerini feda ettiler. Çocuklarımızı, yoldaşlarımızı savunmalıydık fakat pasif kaldık. Demokrasi güçleri olarak özeleştirilerimizi vermeliyiz. Konuştuklarımız konuşmayla sınırlı kalmasın. Artık sessizlik ve uzak durmak doğru değildir.”

Farisoğulları, Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi (CPT) ve Avrupa Konseyi’ne de çağrıda bulundu. Toplantı, daha sonra basına kapalı bir şekilde devam etti. Toplantı sonrası ise alınan kararlara ilişkin deklarasyon yayınlandı.

‘MUTLAK TECRİT İNSANLIK SUÇUDUR’

Deklarasyonda şu ifadelere yer verildi: “Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı ve Hakkari Milletvekili sayın Leyla Güven 172’nci gününde gündür süresiz ve dönüşümsüz açlık grevi eylemini sürdürmektedir. Sayın Leyla Güven’in temel talebi 1999'dan beri İmralı özel cezaevinde tutuklu bulunan Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan’ın üzerinde uygulanan tecridin kaldırılmasına yöneliktir. Sayın Öcalan, 2011 yılından itibaren avukatları ile, 2015’ten beri de ailesi ve görüşmecileri ile ilgili tüm hukuki, yasal ve anayasal hakları keyfi bir biçimde askıya alınarak mutlak tecrit kategorisine tabi tutulmaktadır. Mutlak tecridin insanlık suçu olduğunu belirten Sayın Leyla Güven’in kendi iradesi ile başlattığı süresiz ve dönüşümsüz açlık grevi eylemi cezaevleri başta olmak üzere dünyanın birçok yerinden binlerce insanın başlattığı açlık grevi direnişi ile yaygınlaştı. Açlık grevi direnişçilerinin ortak talebi TC devletini, kendi yasalarına ve anayasasına bağlı kalarak mutlak tecride son vermesidir. Bu talep insani, ahlaki, hukuki ve meşru bir taleptir.

Açlık grevi eylemcileriyle dayanışmak ve destek için çok farklı kesimlerden hükümete sağduyu ve sorunun çözümü için adım atması, tecridi sonlandırması çağrısı yapıldı. Birçok aydın, yazar, siyasetçi ve gazeteci talebin meşru ve hukuki bir talep olduğunu, tecridin bir insanlık suçu olduğunu, bu tür uygulamaların toplumsal barışa ve huzura darbe vurduğunu belirterek, talebin bir an önce karşılanması için hükümete ve yetkililere çeşitli biçimlerde ve farklı zamanlarda ulusal ve uluslararası toplum kesimleri tarafından çağrılar yapıldı. Sayın Leyla Güven’in ve diğer açlık grevi eylemcilerinin taleplerinin meşru ve haklı olduğunu ve açlık grevi eylemi konusunda kamuoyuna yapılan çağrıların yetersiz kaldığını düşünen ve Sayın Leyla Güven’i desteklemek için cezaevlerinde ve dünyanın çok farklı yerlerinde aralarında HDP milletvekilleri Dersim Dağ, Tayyip Temel ve Murat Sarısaç’ın da bulunduğu binlerce insan bedenini açlığa yatırdı.

Açlık grevlerinin başladığı günden bu yana bu eylemlere yapılan orantısız ve şiddet odaklı müdahaleler ise tarihte ve halkların hafızasında, yerini almıştır. En masum ve insani eylem biçimi olan, eylemcinin sesini duyurmak için kendi bedenine uyguladığı bir hukuk olarak açlık grevlerine yönelik bu hukuksuz yaklaşımlar kabul edilemez. Elbette açlık grevi eylem biçimi hukukun kalmadığı, sesin duyulmadığı ve en küçük hakların bile çiğnendiği zamanlarda insanların en son başvurduğu eylem biçimidir. Gelinen aşamada sorunun çözülmesi için atılan adımların yetersizliğini ve kamuoyundaki sessizliği protesto etmek için 9 insanımız yaşamını yitirdi. Yitirdiğimiz canlar, daha fazla insanın yaşamını kurtarmak ve hepimizi adım atmaya zorlamak için kendi canlarını feda ettiler.

Bir ülkenin kendi yasa ve anayasasını uygulaması için insanların açlık grevlerine girmek zorunda kalması, bu yetmiyormuş gibi insanların cezaevinde yaşamını sonlandırması büyük bir utançtır. Bunu kabul etmek mümkün değildir. Yetkililerin bu konudaki sessizliği anlaşılacak bir durum değildir. Mutlak tecridin devam etmesi, buna yönelik süresiz ve dönüşümsüz sürdürülen açlık grevlerinin geldiği aşamayı bir arada düşündüğümüzde toplumsal barışın ve huzurun ciddi oranda zara gördüğü ve sürecin istismar edildiği açıktır. Bu yaklaşım daha fazla gerilim, daha fazla ölüm daha fazla can kaybı daha fazla toplumsal tahribat demektir. Bu süreci bu şekilde kabul etmemiz insani, ahlaki ve hukuki olarak bu aşamadan sonra mümkün değildir. Tüm yetkililere çağrımız özellikle cezaevleri başta olmak üzere daha fazla can kaybı yaşanmadan acil bir şekilde harekete geçilmesi ve bu sürecin bitirilmesi için gerekli hukuki ve yasal adımların atılması ve mutlak tecridin sonlandırılması yönündedir.

Hukuki hakların yanı sıra bir konuya daha vurgu yapmak ve tarihsel bir hatırlatmada bulunmak istiyoruz. Bizler Anadolu ve Mezopotamya halkları olarak asırlardır bir arada yaşamayı başarmış, yaşadığımız sorunların birçoğunu şiddete başvurmadan diyalog ve müzakere yolu ile çözmüş ve bu konuda zengin deneyimlere sahip olan bir kültürden geliyoruz. Hem hukuken hem de kültürel olarak temel alacağımız referanslar bize yürüyeceğimiz yolda ışık tutmaktadır. Dolayısıyla yetkilileri tarihe, kültüre ve çağdaş hukuka dönüp, pozitif ve toplumu kapsayıcı adımları atmaya, bu noktada mutlak tecrit ile ilgili yasal ve hukuki prosedürlerin bir an önce yerine getirilmesi gerektiğini vurguluyor ve uyarıyoruz. Hükümetin ve ilgili kurumların sorunun çözümü için adım atmasını sağlamak adına barolar ve insan hakları kuruluşları başta olmak üzere bütün demokratik sivil toplum örgütlerini açlık grevi direnişçilerinin taleplerini sahiplenmeye ve destek vermeye çağırıyoruz. Aynı zamanda mutlak tecridin uluslararası toplumun bir sorunu olduğu gerçeğinden yola çıkarak CPT başta olmak üzere Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamentosu, BM ve benzeri kurumların insan hakları evrensel beyannamesi ve sözleşmeleri çerçevesinde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin adım atmasını sağlamak için acil girişimlerde bulunmaya çağırıyoruz."

Açıklama şu maddelerle sona erdi:

"* Açlık grevi direnişçilerinin taleplerinin, taleplerimiz olduğunu belirtiyor;

* Yaşamın her alanında aktif bir şekilde bu taleplerin karşılanması için açlık grevi direnişçileri ile dayanışma içerisinde olacağımızı belirtiyoruz.

* Buna bağlı olarak, tüm demokratik kurum, kuruluşları ve toplumun tüm kesimlerini açlık grevi direnişçileri ile dayanışmaya çağırıyoruz.

* Bilinmelidir ki, özgür ve demokratik bir toplumsal yaşamın gerçekleşmesi ile Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki mutlak tecridin kırılması arasında son derece önemli bir bağ vardır.

* Ulusal ve Uluslararası bütün hukuk, insan hakları ve demokratik kurum ve kuruluşları Türkiye Cumhuriyeti devletinin kendi Anayasa ve yasalarına bağlı kalarak tecridi sonlandırması için harekete geçmeye çağırıyoruz.

* Devleti ve ilgili devlet organlarını yasalarının ve anayasasının gereklerini yerine getirerek sorunu acil bir biçimde çözmeye çağırıyoruz.”