Kandil operasyonu söyleminin perde arkası

Olası Kandil operasyonu TC’nin DAİŞ’e yaptırmak istediği ancak DAİŞ’in Kobanê’de yenilmesiyle sonuç alamadığı Kürt soykırım saldırısını bizzat yürütmeye başlamasının son halkasıdır.

Türkiye seçim sürecinde olduğu için siyasilerin birçok söylemini seçimlerle irtibatlandırmak yanlış olmaz. Bu işlerin tabiatı böyle; Siyasiler toplumu nasıl yönetime katacaklarını, ülke yönetimini daha fazla nasıl bölüşeceklerini, zenginliği ve refahı nasıl artıracaklarını anlatacak zihniyette ve programa sahip olmayınca pek tabi ‘bedava çay ve kek’ vaadinde bulunurlar.

Fakat seçim sürecinde dillendirilen ‘vaatlerden’ biri vardır ki kapsamı, getirisi ve götürüsü, hedefi ve amacı sadece seçimle ilgili olarak değerlendirilemez. Bu Kandil, Maxmur, Şengal operasyonları üzerinden dillendirilen Kürt halkına karşı savaş söylemidir.

Son otuz beş yılda Kürtlerle savaşarak iktidar olup bu iktidarını sürdürmek isteyen herkes yenildi ve yok oldu. Fakat Kürtleri halk olarak tanıyacaklarının sadece söylemini bile esas alanlar güçlendi. Türkiye halklarından büyük destek gördü. Özal’dan sonra bunun en iyi ispatı Erdoğan ve AKP’dir. Erdoğan’ın 2005’ten sonra giderek yükselen güçlenme trendinin, Amed’e ‘Kürt sorunu vardır. Bu benim de sorunumdur’ konuşmasıyla başlattığı politik söyleminin belirleyici etkisi olduğu kesindir. Bu yükselme trendinin 7 Haziran seçimleriyle birlikte düşmeye başlamasının da temel nedeni, Kürt halkına karşı açıktan ilan ettiği savaştır. Kürtlere karşı savaşın kalıcı ve büyük getirisi olsaydı, Efrîn işgali Erdoğan’ın nesine yetmezdi ki. Kürtlerle savaşıp katliamlarla bastırırsak kimse karşımızda duramaz diyen bu faşistler, Efrîn işgalinden sonra alelacele yapacakları seçimi kaybetmek üzerelerken neden Kandil ve diğer alanları gündem yapmış olabilirler? Hele bir de Xakûrkê’de her gün cenazeleri yerde kalıyorken.

Erdoğan ve AKP, Kürt soykırımını doğrudan ve açıktan üstlenip ‘bu işi ben tek başıma yaparım’ deyip gerçek yüzünü deşifre ettiği günden bu yana sürekli kan kaybediyor. Demem o ki saray ve saltanat hastası bir adamın Kürtlerle savaşta her şeyini kaybedeceğini bilmemesi mümkün değil. Peki buna rağmen tam da seçimler sürecinde neden savaşı tırmandıracağını söylüyor? Kuşkusuz ki bu söylemle oy almayı ve MHP’yi yanında tutmayı da hedefliyor.

Ancak Erdoğan’ın sadece seçim kazanmak için Kandil ve diğer yerleri hedefleyen operasyonları gündem yapmadığını, bu düzeydeki saldırganlığın daha derin stratejik hedefleri olduğunu bilmek gerekir. Bu saldırı ve işgal operasyonlarını seçim sürecinde dillendirmeleri asıl stratejilerinin üstünü örtmek içindir. Seçimi asma yaprağı olarak kullanıyorlar.

Bu stratejinin bir birine bağlı birden çok amacı vardır. Kürdistan Özgürlük Hareketine darbe vurmak dillendirdikleri başlıca amaçlarıdır. Ancak dikkatlerinizi diğer hedef ve amaçlara da çekmek istiyorum. Hatırlarsanız birçok defa Erdoğan ‘Lozan artık geçerliliğini yitirmiştir, Lozan pek başarılı bir anlaşma değildir’ demişti. Lozan’ın başarısızlığı ile demek istediği Misak-ı Milli sınırlarını yeniden tartışmaya açmaktır. Buda Kerkük ve Musul’un Osmanlı dönemi vilayet sınırları ile yeniden Türk devletine bağlamayı gündemleştirmek demektir. Musul denilen yer Süleymaniye de dahil bugün Başur hükümetinin denetimindeki alandır. Kerkük ise Irak merkezi hükümetine bağlı Başur topraklarının bir kesimidir. Yani bu saldırganlıkta Başur işgali gizli hedeftir.

Erdoğan ve şurekâsı DAİŞ üzerinden bir proje yürütüyorlar. Türk Gladio’sunun yürüttüğü bu projenin önemli bir ayağı da başta ABD olmak üzere diğer müttefiklerinin işini zorlaştırıp kendi çıkarlarına evet dedirtmektir. Türk Gladio’sunun Suriye’de attığı adımlar ABD’yi zorlayınca, ABD Kürtlere muhtaç hale geldi. ABD ve Rojava Kürtleri ilişkisinin nereye gideceği pek belli olmazsa da ABD ve Rojava Kürt özgürlük güçlerinin ilişkisi, Türk Gladio’sunun projesinin Suriye ayağını kesti. Irak’da da yenilgiye uğrattı. Tüm bu gelişmeler Erdoğan ve TC’yi bölge siyasetinden koparttı. Başta ekonomide olmak üzere her alanda ciddi sorunlar ortaya çıkartı. Erdoğan DAİŞ ile yaptıkları ortaklığın hesabını verecek noktaya doğru hızla ilerliyor. Çeteleri İdlib’e toplayıp Ruslara ve Suriye rejimine vurdurması, direk kendi elemanları olanlara Efrîn’i vermek istemesi kendisini kurtarmaya yetmeyecektir. Şimdi bunun Kandil operasyon söylemi ile ne ilişkisi var denilecek.

İlişki şu; ABD kuzey Kore ile yumuşak bir dönem başlattı. Bu gelişme aynı zaman da ABD Çin ilişkilerinin de yakınlaşacağı anlamına gelir. Çin’le işlerini yoluna koyan ABD, İran’ı daha fazla sıkıştıracak adımlar atacaktır. İran’ı daha da zorlayacak bu yeni süreçte TC’de İran kuşatmasında çok stratejik bir alan olduğunu düşündüğü Kandile doğru ilerleyerek bu saldırganlıkta yer alacağının mesajını vermektedir. Yani Erdoğan ve onun yönetimindeki devlet DAİŞ ile birlikte işledikleri suçlardan ötürü Kürtlerden aldıklarına inandıkları alanları ABD’ye satarak af isteyecekler.

Olası Kandil operasyonu TC’nin DAİŞ’e yaptırmak istediği ancak DAİŞ’in Kobanê’de yenilmesiyle sonuç alamadığı Kürt soykırım saldırısını bizzat yürütmeye başlamasının son halkasıdır. TC, Kürt halkının yeminli düşmanıdır. Erdoğan ve AKP, bu düşmanlığı İslam’ı istismar etmek suretiyle en geniş kesimleri katarak faşistliğin en çirkef ve barbar biçimiyle sürdürüp sonuç almak istemektedir. Bunlar Türk halkının bir kesiminin vicdanını ve ahlakını kirleterek katliamlara meşruluk kazandırmada bir mesafe aldıkları için devleti batırdıkları halde yine de başta tutulmak isteniyorlar. Genelkurmay başkanının ve Erdoğan’ın sözcüsünün A. Gül’ü cumhurbaşkanı adaylığından vazgeçirmesi de bu faşist kliği iktidarda tutmak için olmuştu.

Olup bitenlerden hareketle şu kararın verilmesi daha bir elzem olmuştur; Soykırımdan vazgeçip Kürtlerle barışarak bölgede ‘yumuşak gücünü’ büyüterek etkili olmuş bir Türkiye mi, yoksa Kürt soykırım saldırılarını artırarak kendisini batırıp Erdoğan ve kliğini bir süre daha iktidarda tutmak isteyen bir Türkiye mi? 24 Haziran seçimlerinin böyle bir sonucu belirlemede de önemli bir rolü olacaktır.

Kaynak: YEni Özgür Politika