Tecride karşı mücadele Ortadoğu gericiliğine karşı mücadeledir  

Mustafa Karasu: Tecride karşı mücadele AKP-MHP faşizmine karşı mücadele olduğu kadar tüm Ortadoğu’daki gericiliğine karşı da mücadeledir. Tecridin kaldırılması Ortadoğu halklarının demokrasi ve özgürlük mücadelesinin önünü açma mücadelesidir.

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, “Tecridi kıralım, faşizmi yıkalım, Kürdistan’ı özgürleştirelim” hamlesi başta olmak üzere gündemdeki gelişmelere ilişkin ANF’nin sorularını cevapladı.

Açlık grevi direnişçilerinin AKP-MHP faşizmine karşı başlattığı hamle güncel ve tarihsel olarak ne anlama gelmektedir?

Açlık grevleri AKP-MHP faşizminin geriletilmesi amacıyla başlatılmış ve sürdürülmektedir. Çünkü AKP-MHP faşizminin temeli İmralı’daki tecrit sistemine dayanmaktadır. İmralı tecridi ekseninde yürütülen politika AKP-MHP faşist ittifakını ve onun Kürt halkına her yerde saldırmasını ortaya çıkarmıştır. İmralı’da tecrit uygulayarak Kürt halkı üzerinde soykırım politikasına yönelmiştir. İmralı’daki tecritle Kürt halkı üzerinde uygulanan soykırım politikası arasında doğrudan bir bağ vardır. Önder Apo’ya yönelik komplo esas olarak Kürt halkını talepli kıldığı ve örgütlü kılıp mücadeleye sevk ettiği için gerçekleştirilmiştir. Türkiye Önder Apo’ya yönelik bu nedenle bir saldırı içine girmiş ve uluslararası komployu dayatmıştır. Öte yandan Önder Apo’nun öncülük ettiği Kürt Özgürlük Hareketi Ortadoğu’da egemenlik sürdüren güçlerin Ortadoğu politikalarını sarstığı için bu komplo gerçekleştirilmiş ve İmralı tecrit sistemi kurulmuştur. Önder Apo önderliğinde Kürt Özgürlük Hareketi 20. yüzyılda Kürt soykırımı üzerine kurulan dengeleri ve bu temelde oluşan Ortadoğu siyasi düzenini sarstığı için uluslararası komployla karşılaşmıştır. Bu komployu gerçekleştirmede Türk devletinin amacıyla 20. yüzyılda Kürt soykırımına dayalı siyasi düzeni korumaya çalışanların çıkarları örtüşmüştür.

Ortadoğu’da Kürt soykırımı üzerine kurulan siyasi düzen hala değişmediği için Türk devleti bugün de bu gerçekliğe dayanarak Kürt soykırımında ısrar etmektedir. Her ne kadar 20. yüzyılda Kürt soykırımına dayalı Ortadoğu düzeni sarsılmış olsa da, Kürt soykırımı üzerine kurulu siyasi düzeninin köklü değişmesi biçiminde bir siyasi irade ve dengeler ortaya çıkmamıştır. Bu nedenle de Türk devleti Kürt soykırım politikasını yürütmekte ve bu politikayı tüm uluslararası güçlere ve bölge ülkelerine dayatmaktadır. Önder Apo’nun ideolojik-politik çizgisi temelinde yürütülen mücadele Türk devletinin soykırım politikalarını zorlamaktadır. Yine Ortadoğu’da Kürt soykırımına dayalı siyasal dengeleri ve onun ortaya çıkardığı siyasal anlayışı giderek geriletmekte ve anlamsız hale getirmektedir. İşte soykırımcı Türk devleti böyle bir ortamda telaş içinde bütün imkanlarını kullanıp Kürt halkının özgürlük mücadelesini ezerek Kürt soykırımına dayalı 20. yüzyıldaki Ortadoğu düzenini 21. yüzyılda da sürdürmek istemektedir. Bunun için 20. yüzyıl düzenini ve Kürt soykırım sitemini sarsan Özgürlük Hareketi tasfiye etmek istemektedir. Bu politikanın temeli de İmralı üzerinde uygulanan tecrittir. İmralı üzerindeki tecrit temelinde bu politikalarını yürütmektedirler. Soykırım politikasından vazgeçilmediği için Kürt Özgürlük Hareketine önderlik yapan Önder Apo üzerinde ağır tecrit ve büyük bir baskı politikası yürütülmektedir. Kürt halkının özgürlük mücadelesine Bakur’da, Rojava’da, Başur’da ve dünyanın her tarafında saldırgan politika yürütmesi bu nedenledir.

Kürt halkı üzerindeki soykırım politikası ve bu politikanın gereği Kürt halkı üzerinde yürütülen ağır baskı ve tecritle Önder Apo üzerindeki tecrit arasındaki bağ her geçen gün daha net ortaya çıkmaktadır. Nitekim bu gerçekliği Hareketimiz çok açık biçimde görmüştür. ‘Tecridi kıralım, Faşizmi yıkalım, Kürdistan'ı özgürleştirelim’ devrimci hamlesi bu anlayışla ortaya çıkmıştır. Zaten Özgürlük Hareketimiz her zaman Önder Apo’ya yaklaşımı savaş ve barış gerekçesi olarak ele almıştır. Leyla Güven’in tecridin kırılması için süresiz-dönüşümsüz açlık grevi başlatması tecritle Kürt halkı üzerindeki soykırım politikasını derin bir yurtseverlik ve politik duyarlılıkla görmesiyle bağlantılıdır. Leyla Güven derin yurtseverlik ve demokratik siyasetçi duyarlılığıyla bu gerçekliği çok yakıcı biçimde hissetmiştir. Leyla Güven’in bu sonuca varması Kürt Özgürlük Hareketi’nin tecritle Kürt soykırımı arasındaki bağı görüp tecridi kırma temelinde AKP-MHP faşizmini geriletme hamlesi başlatmasını öğrenmeden bu eyleme yönelmesi bu gerçekliğin ifadesidir. Özgürlük Hareketimizin tecridi kırma, faşizmi yenilgiye uğratma ve Kürdistan'ı özgürleştirme kararının Leyla Güven şahsında zindanlarda anlaşılması ve harekete geçilmesi özgürlük tutkusunun ve bu temelde gelişen Kürdistan'da özgürlük mücadelesinin nasıl ortak duygular ortaya çıkardığını gözler önüne sermiştir. 1980’lerde 14 Temmuz direnişçilerinin Kürt Özgürlük Hareketi’nin faşizme karşı mücadelesinin çok önemli bir dönemden geçmesini görüp zindanda faşizmi ideolojik yenilgiye uğratacak bir hamle başlatmasına çok benzemektedir. 14 Temmuz direnişçilerinin dışarıyla hiçbir bağları olmadığı halde o dönemde büyük ölüm orucuna girerek faşizmi yenilgiye uğratmak istemeleri, bu temelde Kürt halkının özgürlük mücadelesine hamle yaptırmaları tarihi önemde bir gelişme yaratmıştı. Leyla Güven ve zindandaki yoldaşlarımızın başlattıkları ve büyük bir kararlılıkla sürdürdükleri süresiz-dönüşümsüz açlık grevi de benzer biçimde AKP-MHP faşizminin geriletilmesinde büyük bir rol oynamıştır ve oynamaktadır.

Tecridi kıralım faşizmi yenilgiye uğratalım direnişinin AKP-MHP faşizmini geriletmede oynadığı rolü biraz daha açabilir misiniz?

Leyla Güven ve zindandaki tüm yoldaşlarımızın, Avrupa’daki yoldaşlarımızın, Başûrê Kurdistan’da ve dünyanın her tarafında açlık grevine giren eylemcilerin yürüttüğü direniş Kürt halkında büyük bir duyarlılık ortaya çıkarmıştır. Kürt halkının duyarlılığını AKP-MHP faşizmine yöneltmeyi sağlamıştır. En ağır baskının olduğu bir dönemde Kürt halkına AKP-MHP faşizmine karşı mücadele çağrısı olmuştur. Nasıl ki 14 Temmuz direnişi 12 Eylül faşizmi koşullarında tarihi bir devrimci eylemle mücadeleyi yükselterek Kürt halkına, Özgürlük Hareketine en zor koşullarda mücadele etme ve mücadeleyi başarıya götürme çağrısı olmuşsa, benzer biçimde bugünkü direnişçilerin çağrısı da en zor koşullarda direnip mücadeleyi başarma çağrısı olmaktadır. Nitekim süresiz-dönüşümsüz açlık greviyle birlikte Kürt halkının AKP-MHP faşizmine karşı mücadelede duyarlılıkları artmıştır. AKP-MHP faşizmine karşı tepkileri, öfkeleri daha üst bir düzeye sıçramıştır. Bu devrimci hamlenin seçim sürecine denk gelmesi de Kürt halkının bu seçimde de AKP-MHP faşizmine karşı tepkisini, öfkesini ortaya çıkarmasını sağlamıştır. Eğer 31 Mart seçimlerinde bütün baskılara rağmen Kürdistan'da AKP-MHP faşizmi geriletilmiş, kayyumlar kovulmuşsa, yine Türkiye’nin metropollerinde Türkiye’nin ekonomik, siyasal, toplumsal ve kültürel yaşamını belirleyen Marmara, Ege, Çukurova bölgesi ve Ankara’da AKP-MHP faşizmi geriletilmişse bunda ölüm orucunun Kürt halkında yarattığı duyarlılık, AKP-MHP faşizmine karşı yükselttiği öfkenin ve tepkinin rolü büyüktür. Halkımız demokrasi güçleriyle birlikte büyük bir öfkeyle AKP-MHP faşizmini seçimde yenilgiye uğratmıştır.

 AKP-MHP faşizminin Önder Apo üzerinde, Kürt halkı üzerinde baskı ve tecrit uygulaması, Kürdistan'ın tüm parçalarına yönelik saldırgan politika izlemesi, Kürtlerin tüm kazanımlarını ortadan kaldırma saldırısı yürütmesi, soykırım politikasında ısrar etmesi halkımızı AKP-MHP faşizmine karşı mücadeleye sevk etmiştir. Kuşkusuz baskılar çok ağırdır. AKP-MHP faşizmi Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki Kürt halkı ve Türkiye halkları üzerindeki baskı politikalarının tümünü kendinde sentezlemiş ve bütün bu baskı politikalarının tecrübesiyle bugün baskısını çok boyutlu biçimde yürütmektedir. Hiçbir dönemde görülmeyecek şekilde bir Kürt inkarcılığı yapılması, Kürt soykırım politikasının açıkça dillendirmesi ve pervasızca yürütmesi halkımızdaki öfkeyi büyütmüştür. Büyüyen bu öfke de AKP-MHP faşizmine karşı mücadelenin yükseltilmesi açısından yeni bir dönem başlatmıştır. Bu direnişin, bu yeni dönemin ilk önemli başarısı ise 31 Mart seçimlerinde ortaya çıkmıştır.

Öte yandan Kürt halkı, kadınları ve gençleri her fırsatta AKP-MHP faşizmine karşı tepkilerini ortaya koymaktadır. Nasıl ki gerilla savaşı 1984 başladıktan sonra giderek halkın soykırımcı sömürgeciliğe karşı tepkisi ve öfkesi artmışsa; gerilla direnişi halkın tepkisini ve öfkesini artırarak serhildanların ortaya çıkmasını sağlamışsa; bugün de gerilla direnişinin bütün zorluklara rağmen sürdürülmesi, yükseltilmesi ve tüm saldırıları boşa çıkarması, yine zindandaki yoldaşlarımızın, Avrupa’daki ve Kürdistan'ın her yerindeki halkımızın AKP-MHP faşizmine karşı mücadeleyi yükseltmesi adım adım yeni serhildanların gelişmesini ve halkımızın AKP-MHP faşizmini geriletme mücadelesini yükselmesini beraberinde getirecektir. Nitekim bu mücadele daha şimdiden çok önemli siyasal sonuçlar ortaya çıkarmıştır.

AKP EN ZAYIF DÖNEMİNİ YAŞAMAKTADIR

Şunu vurgulamamız ve herkesin bilmesi gerekir; AKP iktidarı en zayıf dönemini yaşamaktadır. 16 yıllık iktidarı boyunca hiçbir zaman bu düzeyde zayıf bir durumda olmamıştır. AKP’nin MHP’lileşmesi zaten ne düzeyde zayıfladığının kanıtı olmaktadır. AKP iktidarı on yıl önce toplumun çok geniş kesimlerinden destek alıyordu. Çeşitli liberal kesimlerin, bazı aydın demokrat çevrelerin, bir kısım Kürtlerin, yine Avrupa Birliği’nin desteğini alıyordu. AKP iktidarı Türkiye'de değişim yaratacağını iddia ederek hem içerde hem de dışarda destek alıyordu. Öyle ki, bu destekle Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ve Türkiye'de hiçbir biçimde olacağı düşünülmeyen birçok generalin, askerin tutuklanmasını sağlamıştır. Ve böylelikle kendi iktidar alanını genişletme ve kendi iktidarını pekiştirmeye çalışmıştır. İçerde ve dışarda aldığı destekle de devlet içine önemli düzeyde kendisini yerleştirmiştir. Ancak ne demokratik karakterde ne Kürt sorununa çözüm getireceği ne de Türkiye'nin demokratikleşmesinde rol oynayacak bir iktidar olmadığı görülünce ya da böyle bir karakteri olmayınca içerde toplumsal desteğini kaybetmeye başladığı gibi dışarda da değişim iddiasıyla destek aldığı çevrelerden yeterince destek almama durumu ortaya çıktı.

Buna karşı başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi güçlerinin ciddi bir tutumu gelişti. Demokratik karakteri olmayan, Kürt sorununu çözme politikası olmayan AKP iktidarı Kürt halkı ve demokrasi güçlerinin direnişi karşısında iktidarını kaybetmemek için Kürt ve demokrasi düşmanı güçlere sarıldı. MHP’ye sarıldı. Hatta iktidarını pekiştirmek ve devlet içine yerleşmek için cezaevine attığı Ergenekon denen çevreleri de serbest bırakarak iktidarını ayakta tutmaya çalıştı. Bu aslında AKP iktidarını her gün daha da zayıflatan, artık sadece baskı ve zorla ayakta kalan bir iktidara dönüştürdü. İşte bu zayıf iktidara karşı Leyla Güven öncülüğünde gelişen direnişler bu iktidarın daha da geriletilmesiyle sonuçlandı. Son aylarda AKP iktidarının içerde ve dışarda çok fazla teşhir olmasını sağladı. Bugün AKP-MHP faşist iktidarı içerde ve dışarda çok fazlasıyla teşhir olmuş, daralmış ve kuşatılmış hale gelmiş bulunmaktadır.

AKP-MHP İTTİFAKI TEMELDEN SARSILMIŞTIR

Baskıyla, zorla, hileyle, her türlü yol ve yöntemlerle iktidarını sürdüren AKP-MHP ittifakı şu anda temelden sarsılmıştır. Yıkılamayacağı düşünülen bu ittifakın, bu iktidarın yıkılabileceğini hem Türkiye halkları hem de dış dünya görmüştür. Bu da AKP-MHP iktidarını güçsüzleştirmiştir. Çünkü yakın zamana kadar AKP-MHP faşizmi tüm alternatiflerini ezerek, yok ederek herkesi kendi iktidarına muhtaç hale getirmişti. Türkiye’yi masaya sürerek, Türkiye’nin tüm diplomatik, siyasi, ekonomik ve toplumsal gücünü ortaya koyarak herkesi kendi iktidarına muhtaç hale getirmeye çalışıyordu. İktidarını böyle ayakta tutmayı amaçlıyordu. Ancak şimdi Türkiye'de bırakalım tek iktidar alternatifi olmayı artık geleceği olmayan bir iktidar olduğunun görülmesi AKP iktidarının hem içerde hem dışarda otoritesini sarsmıştır. Böylelikle iktidarının psikolojik düzeyde de geriletilmesi sağlanmıştır. Kendine güvenen değil kendine güvenmeyen; kendini tek alternatif olarak gösterme imkanını kaybeden bir AKP-MHP faşist ittifakı ve bunlara dayalı faşist iktidardan söz ediyoruz. Şu açığa çıkmıştır; bu iktidara karşı demokrasi güçleri bir araya gelir mücadele ederlerse bu iktidarı yenilgiye götürmek mümkündür. Açlık grevi direnişleri hem AKP-MHP faşizminin gerçek yüzünü ortaya çıkarmış hem de Kürt halkıyla Türkiye demokrasi güçlerini birleşmeye, ortak hareket etmeye sevk etmiştir. Tecridi kıralım, faşizmi yıkalım direniş kampanyası Türkiye'deki siyasal gelişmelere yön vermiştir. Kürt halkının özgürlük mücadelesiyle Türkiye halklarının demokrasi mücadelesinin fiili ortaklaşmasını sağlama ve bu temelde de AKP-MHP faşizmini geriletmede tarihi bir rol oynamıştır.

İmralı’daki tecridin sadece Kürt ve Kürdistan'a yönelik bir tecrit olmayıp tüm Ortadoğu halklarına ve demokrasi güçlerini de içine alan bir tecrit olduğunu vurguluyorsunuz. Bu çerçevede tüm demokrasi güçlerinin bu tecride yönelik tutum ve eylemsellikleri nasıl olmalıdır?

Önder Apo’ya tecrit Kürt halkına tecrit olduğu gibi bütün Ortadoğu halklarına da tecrittir. Önder Apo sadece Kürt halk önderi değildir; Ortadoğu halklarının önderidir. Ortadoğu halklarının özgür ve demokratik yaşamının nasıl olması gerektiğini ortaya koyan önderliktir. Ortadoğu tarihi ve toplumsal gerçeğini Önder Apo kadar doğru çözümleyen ve doğru çözüm yolları gösteren başka bir ideolojik ve siyasi önderlik yoktur. Bu yönden Önder Apo bir Ortadoğu halklar önderidir. Ortadoğu’nun savunulması önderliğidir.

Ortadoğu üzerinde 200 yıldır uluslararası güçlerin egemenlik mücadelesi var. Daha önce de Osmanlı İmparatorluğu’nun Ortadoğu halkları üzerinde egemenliği vardı. Önder Apo Ortadoğu’nun tarih boyu demokratik uygarlığa öncülük yaptığını, insanlığın tüm temel kültürel değerlerinin kök hücrelerinin burada olduğunu ve sınıfsal uygarlığın da çıktığı yer olduğunu çok kapsamlı bir biçimde ortaya koymuştur. Ortadoğu bugün niye tarihine uygun olmayan bir ekonomik, toplumsal ve siyasal gerilik içindedir, bunları da çok kapsamlı çözümlemeye tabi tutmuştur. Bu temelde de Ortadoğu halklarına çıkış yolunu göstermiştir. Bu açıdan hem bölge gericiliği hem de Ortadoğu’da egemen olmak isteyen uluslararası güçler Ortadoğu halklarını ayağa kaldıracak, Ortadoğu sorunlarının çözümünü sağlayacak bu Önderliğin özgür çalışır ve yaşar koşullara sahip olmasını istemiyorlar. Ortadoğu halklarının bu Önderliğin düşünceleri doğrultusunda kendi sorunlarına çözüm bulmasını istemiyorlar. Bu nedenle Önder Apo üzerinde ağır tecrit uygulanıyor. Türk devleti zaten hem Kürt halkını soykırıma tabi tutmak hem de Ortadoğu halkları üzerinde egemenlik kurmak için Önder Apo üzerinde tecridi sürdürüyor. Önder Apo özgür çalışır koşullara sahip olduğunda Ortadoğu’nun siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültürel sorunlara getireceği çözüm önerileriyle halkların önünü açacağını görüyorlar. Türk devleti Ortadoğu halklarının Önder Apo’nun çizgisinden güç alarak yayılmacı, egemenlikçi olan kendisine karşı örgütlenmesini ve mücadele etmesini istemiyor. Uluslararası güçler de Önder Apo’nun ideolojik siyasi çizgisinin çözüm projelerini kendi egemenlikleri açısından engel görüyorlar. Kendi egemenliklerinin kurulmasına zorluk çıkaracağını düşünüyorlar.

Aslında Önder Apo sistemlerin iç içe mücadele edebileceğini, demokratik zeminde mücadele etmeleri gerektiğini savunuyor. Sovyetler Birliği’nde olduğu gibi ‘demir perde’ oluşturulmasını doğru bulmuyor. Ülkeler arasında, toplumlar arasında ekonomik, siyasi ve kültürel ilişkinin olmasını savunuyor. Reel sosyalizmin yarattığı birbirinden kopuk bir dünya ortaya çıkarmanın arızi bir durum olduğunu, tarih boyu ülkelerin ve halkların birbirlerinden beslendiğini, bu açıdan da ideolojik ve siyasal mücadelenin cepheleşerek değil de demokratik zeminde mücadele edilerek yürütülmesi gerektiğini öngörüyor. Önder Apo halkların haklılığının, doğru ideolojik ve siyasi çizgisinin her türlü güç karşısında başarı kazanacağına inanmaktadır. Halkların örgütlü topluma dayalı demokratik iradesinin her türlü baskı ve sömürüyü püskürteceğini, dünya üzerinde karşılıklı birbirlerinin iradesini tanıyan demokratik ilişkilere ve demokratik zemine dayalı bir mücadele sisteminin var olabileceğini düşünmektedir. Ancak Ortadoğu’da halklar üzerinde siyasi, ekonomik, toplumsal ve kültürel hakimiyet kurmak isteyen soykırımcı sömürgeci güçler gibi bölgede hakim olmak isteyen uluslararası güçler de halkları örgütlü kılarak özgür ve demokratik yaşama kavuşturmak isteyen Önder Apo çizgisini kendileri için tehlikeli buluyorlar.

TECRİDE KARŞI TÜM ORTADOĞU HALKLARI MÜCADELE ETMELİ

Bu gerçeklik dikkate alındığında Önder Apo üzerindeki tecride karşı tüm demokrasi güçlerinin, Ortadoğu halklarının mücadele etmesi gerekmektedir. Yine dünya demokrasi güçlerinin, demokratik kurumların tecride karşı durmaları gerekmektedir. Bugün zindanlarda, Avrupa’da, Kürdistan’ın her yerinde tecride karşı bir mücadele başlatılmıştır. Fedaice bir mücadele yürütülmektedir. Bu mücadele aynı zamanda sadece Türkiye’de değil Ortadoğu’da da demokrasi düşmanlarını geriletmek anlamına gelmektedir. Ortadoğu’da demokrasi ve özgürlüğün önünü açmak anlamına gelmektedir. Gerçekten de Ortadoğu’da demokrasi ve özgürlük önündeki en temel engel güç Türk devletidir. Türk devleti Kürt soykırımı temelinde Türkiye'yi otoriter faşist bir ülke konumunda tuttuğu gibi tüm Ortadoğu’da da her türlü demokratik gelişmeye karşıdır. Ortadoğu’daki tüm demokratik gelişmeleri kendi faşist rejiminin ölümü olarak görmektedir. Ortadoğu’da demokratikleşme gelişirse faşist diktatörlüğünü sürdüremeyeceğini bilmektedir. Bu açıdan sadece Türkiye’de değil Suriye’de de demokrasi düşmanlığı yapmaktadır. Irak’ta da, İran’da da, tüm Ortadoğu’da da her türlü demokratik gelişmeye karşıdır. Bunun için de Ortadoğu’daki tüm gerici güçlerle ilişki kurmaktadır. Ortadoğu’daki tüm gerici güçleri ayakta tutan da Türk devletidir. Ama bu gerici gerçekliğin yükseldiği temel de Kürtler üzerindeki soykırım politikasıdır ve bunun en somut ifadesi olan Önder Apo üzerindeki tecrittir. Önder Apo’ya yaklaşım Kürt halkına yaklaşımdır, Kürt halkına yaklaşım Önder Apo’ya yaklaşımdır. Bu açıdan Önder Apo üzerindeki tecride karşı mücadele aynı zamanda Kürt halkı üzerindeki soykırım politikasına ve Türkiye’deki demokrasi düşmanlığına karşı mücadeledir. Eğer tecrit kırılırsa AKP-MHP ittifakının faşist diktatörlüğünü sürdürmesi kolay olmayacaktır ya da bu faşist ittifak ve diktatörlük geriletildiği için Önder Apo üzerindeki tecrit kalkmış olacaktır. Şunu bir daha vurgulamalıyız ki; tecride karşı mücadele AKP-MHP faşizmine karşı mücadele olduğu kadar tüm Ortadoğu’daki gericiliğine karşı da mücadeledir. Önder Apo’nun üzerindeki tecridin kaldırılması mücadelesi sadece Türkiye’nin değil aynı zamanda Ortadoğu halklarının demokrasi ve özgürlük mücadelesinin önünü açma mücadelesidir. Bu yönüyle tecride karşı mücadeleye başta Türkiye demokrasi güçleri olmak üzere Ortadoğu’daki tüm demokrasi güçlerinin destek vermesi gerekmektedir.

Tecride karşı mücadele AKP-MHP faşizmini geriletmede önemli rol oynamaktadır. Bu açıdan bu direnişleri sahiplenmek, bu direnişleri destekleyerek Önder Apo’ya karşı uygulanan tecridi kırma temelinde AKP-MHP faşizmini yenilgiye uğratmak tarihsel bir görev olmaktadır. Tabi ki eylemlilikler sadece tutum almakla olmamalıdır. Tüm demokrasi güçleri, sivil toplum ve insan hakları örgütleri, halklar, sendikalar, demokratik siyasal partiler birçok yol ve yöntemle tecride karşı mücadele etmeleri gerekir. Tutumlarını eylemlilik biçiminde ortaya koymaları önemlidir. Bu açıdan tabi ki siyasi güçlerin, demokratik kurumların, toplumsal kesimlerin tek tek mücadele etmeleri ve tutum koymaları da yetmez. Hem Türkiye’de hem Ortadoğu’da demokrasi güçleri bir araya gelerek Önder Apo üzerindeki tecridin aynı zamanda kendilerine yönelik bir tecrit ve saldırı olduğunu ortaya koyup en geniş kesimleri mücadele içine çekmeleri gerekir. AKP-MHP faşizmi bu direnişler temelinde sadece Türkiye'de değil, dünyada da önemli bir teşhiri yaşamaktadır. AKP-MHP faşist iktidarı ilk defa bu düzeyde teşhir olmaktadır. İlk defa bu düzeyde meşruiyetini kaybetmiş bulunmaktadır. AKP-MHP faşist iktidarı zayıflatılmışsa, meşruiyeti zayıflamışsa, mücadele edildiği takdirde bu iktidarın geriletileceğini ve yenilgiye uğratılacağını göstermektedir. Bu açıdan tecride karşı mücadele bir demokrasi mücadelesi, Ortadoğu halklarının özgürlük ve demokrasi mücadelesi olarak görülüp AKP-MHP faşizmini geriletmek ve yenilgiye uğratmak için kendisine demokratım, yurtseverim diyen ve özgürlükten yana olan herkesin üstüne düşen sorumlulukları yerine getirmesi gerekmektedir.  

31 Mart yerel seçimlerinde AKP-MHP faşizmi ciddi bir gerileme yaşadı. Bu seçimleri kazanan muhalif güçler oldu. Fakat AKP hala bazı belediyeleri kaybetmeyi hazmetmeyip yeni oyunlar peşinde, bu gerçeklik dikkate alındığında demokrasi güçleri bundan sonrası için nasıl tavır takınmalıdır?

Bilindiği gibi bu seçimleri AKP-MHP faşizmi bir referandum haline getirdi. Çünkü AKP-MHP faşizmi içerde ve dışarda zayıf konuma düşmüştü. Bu nedenle yerel seçimleri beka demagojisi altında referanduma dönüştürüp meşruiyetini güçlendirmeyi hedefledi. Bu açıdan bu seçim bir yerel seçim olmadı. Bir genel seçim oldu. Gerçekten de tamamen AKP-MHP faşizmi açısından bir referandum oldu. Ama sonuçlar AKP-MHP faşizminin düşündüğü gibi olmadı. Türkiye’nin bir beka sorununun olduğunu, bu seçimi kendileri almazsa Türkiye'nin bekasının tehlikeye gireceğinin propagandasını yaptı ama buna rağmen Türkiye halkları AKP-MHP faşizminin beka sorunu diyerek referandum haline getirdiği yerel seçimde AKP-MHP faşizmini yenilgiye uğrattı. Türkiye’nin siyasal, ekonomik, toplumsal ve kültürel yaşamını belirleyen Marmara, Ege, Çukurova bölgesi ve Ankara’nın kaybedilmesi bu iktidarın kaybetmesi anlamına gelmektedir. Buraları kaybedenin Türkiye’de yönetimi sürdürmesi zordur. Zaten Türkiye’de iktidara gelmek için bu alanları kazanmak gerekmektedir. Şu anda AKP iktidarı bu alanları kaybetmiştir. Ancak AKP-MHP faşizmi iktidarı bırakmak istemiyor. Seçimle iktidardan gitmek istemiyorlar. Bu yönüyle de bu seçimi sulandırmak, bu seçimdeki kaybetmelerinin üstünü örtmek, seçimleri kaybetmediklerini göstermek için ilk günden bugüne birçok oyun peşine düşmüşlerdir. Türkiye tarihinde ilk defa seçim sonuçları bu kadar uzun sürmüştür. 17 gün bu seçimdeki yenilgisini kabul etmemiştir. İstanbul belediye başkanına mazbatasını 17 gün sonra verdiği gibi Kürdistan’da hala HDP’nin kazandığı birçok belediyeyi ele geçirme çabası içerisindedir. Tüm bunlar aslında yenilgisini örtmek amaçlıdır. Hem içeriye hem dışarıya yenilgiye uğramadığını göstermek, kendi toplumsal tabanına ve kadrolarına moral vermek, devlet içindeki etkisini sürdürmek için seçim sonrasını bu düzeyde muğlaklaştırmıştır.

Bu gerçeklik şunu göstermektedir; muhalifler seçimi kazansa da AKP-MHP iktidarı siyasal, toplumsal ve ekonomik yaşamda faşist diktatörlüğünü sürdürmek isteyecektir. Muhaliflerin kazandıkları belediyeleri çalıştırmamak ve zor duruma düşürmek için her türlü yol ve yöntemi deneyecektir. Bu açıdan önümüzdeki dönem AKP-MHP faşist ittifakıyla demokrasi güçleri arasında büyük bir mücadele içinde geçecektir. AKP-MHP iktidarının hem Türkiye’nin en temel alanlarında seçimi kaybetmesinden dolayı hem de Türkiye'nin hiçbir sorununa çözüm bulamamasından dolayı iktidarda kalmasının siyasi ve toplumsal zemini kalmamıştır. Meşruiyetini kaybetmiştir. Gelinen aşamada Türkiye’nin demokratik bir yönetime ihtiyacı vardır. Türkiye bu faşist iktidarla yan yana yaşayamaz. Çünkü hem bu faşist iktidar meşruiyetini kaybetmiştir, yenilgiye uğramıştır hem de Türkiye’nin hiçbir sorununa çözüm bulacak politikası yoktur. Aksine sorunları daha da ağırlaştırmaktadır. İçerde ve dışarda sorunları ağırlaştıracaktır. Bu yönüyle Türkiye’nin yeni bir demokratik yönetime ihtiyacı vardır. Sadece belediyeleri aldık ve bu belediyelerde yönetim olalım, demek mevcut Türkiye gerçeğine uygun değildir. Mevcut Türkiye gerçeğinde AKP-MHP iktidarının yönetimde kalması halk güçleri ve demokrasi güçleri açısından ağır bir yük haline gelecektir.

HALK AKP-MHP FAŞİZMİNE KIRMIZI KART GÖSTERDİ

AKP-MHP faşizmi meşruiyetini kaybetmiş, iktidardan düşmüş, Türkiye’de iktidar olamayacağı görülmüş ama seçim sonuçlarına itiraz ederek belediye başkanlarının mazbatalarını vermeyerek, gündemi saptırarak bu gerçekliğin üstünü örtmeye çalışmaktadır. Bu açıdan demokrasi güçleri, tüm muhalif güçleri ve Kürt demokrasi güçleri AKP iktidarının ortaya çıkan gerçeği muğlaklaştırmasına ve bu temelde iktidarını sürdürmesine fırsat vermemelidir. Demokrasi güçlerine düşen görev budur. Halk bu mesajı vermiştir. HDP’ye de, CHP’ye de bu mesajı vermiştir. Tüm AKP-MHP karşıtı güçlere bu mesajı vermiştir. Artık yeni bir demokratik yönetime ihtiyaç vardır. Halk AKP-MHP faşist ittifakını, buna dayanan yönetimi ve iktidarı kabul etmiyoruz, demişlerdir. Bu gerçeklik demokrasi güçlerine ve tüm muhalefete -tabi ki içinde HDP de var- artık AKP-MHP iktidarını kabul etmeme, reddetme, alternatif bir yönetim ortaya çıkarma sorumluluğu yüklemiştir. Bu yönüyle hemen bu güçlerin bir araya gelerek bir demokratik ittifak kurmaları, seçimde oluşan halkların ittifakını, demokratik ittifakı tamamen bir siyasi ittifaka, demokrasi ittifakına dönüştürüp AKP iktidarını iktidardan çekilmeye zorlamaları gerekmektedir. Bu halk hareketleriyle olur, seçimle olur, birçok yol ve yöntemle olur ama artık AKP iktidarını kabul etmek mümkün değildir. AKP iktidarının sürmesine göz yummak aslında halkın verdiği görev ve sorumluluktan kaçmaktır. Halk bu seçimde sadece belediye başkanlıkları vermedi, bir referandum oldu; beka sorunuyla kendi iktidarını sürdürmek isteyen AKP-MHP faşizmine futbol deyimiyle kırmızı kart gösterdi. Artık iktidardan çekil dedi. Bu yönüyle de demokrasi güçlerinin ittifak içinde AKP iktidarına karşı demokratik mücadeleyi, halkların mücadelesini geliştirerek iktidardan düşürüp yerine tüm demokrasi güçlerinin içinde olduğu bir demokratik halk yönetimi, bir demokratik cumhuriyet yönetiminin oluşturulması gerekmektedir. Şu anda demokrasi güçleriyle muhalefet güçlerine düşen temel görev budur.

YSK’nın aldığı son karara göre Kürdistan illerinde HDP’nin kazandığı belediyelere mazbatalar verilmiyor ya da sürüncemede bırakılıyor. KHK ile ihraç edildikleri gerekçesiyle 5 belediye başkanlığının da seçimde ikinci olan parti adayına mazbatanın verilmesi kararı alındı. HDP bunu siyasi komplo olarak değerlendirdi. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

AKP-MHP faşist iktidarı için her zaman Kürdistan'da hakim olmak önemlidir. AKP iktidarı ilk 12-13 yılda Kürt halkını en iyi ben oyalarım diye iktidarda kalmıştır. Sonradan da en iyi ben ezerim diye iktidarını ayakta tutmaya çalışmıştır. Soykırımcı politikalar izleyerek Kürt ve demokrasi düşmanlarının desteğini almıştır. Böyle ayakta kalmıştır. Zaten şu anda Kürt halkına karşı bir soykırım politikası yürütmektedir. Türkiye'de faşist iktidar Kürt düşmanlığı üzerinden, soykırım politikası üzerinden iç ve bölge gericiliğinin desteğini alarak ayakta kalmaya çalışmaktadır. Bu açıdan aslında seçim sürecinde Kürdistan’da baskılarını çok artırdı. HDP’yi çalışamaz hale getirdi. Neredeyse HDP’lilerin aday çıkaramayacağı bir biçimde tutuklamaları yoğunlaştırdı. Eğer bu kadar tutuklama olmasaydı belki de şu anda Kürdistan’daki belediye başkanlarının çoğunluğu tutuklanmış isimlerden olacaktı. Böyle bir gerçeklik bulunmaktadır. Zaten seçim sonuçlarında görüldüğü gibi özellikle Şırnak’ta ve sınır kesimlerinde belediyelere el koyarak bu alanları savaş üssü haline getireceklerini, buralara dayanarak hem Medya Savunma Alanlarına hem Kürt halkının özgürlük mücadelesine karşı savaşı tırmandıracaklarını ortaya koymuşlardır. Yine birçok yerde HDP seçimi kazanmışken çeşitli hile ve oyunlarla belediye AKP’lilere teslim edilmiştir. Halfeti ve Malazgirt gibi bazı yerlerde de özel savaş politikası ve Kürt halkına karşı yürütülen savaş gereği belediyelere el konulmuştur. Ancak Kürt halkının AKP-MHP faşizmine karşı tepkisi, öfkesi o kadar büyüktür ki, her yerde belediyelere el koyamamışlardır. Çünkü buralarda açık ara HDP’nin gücü ortaya çıkmıştır. Amed, Batman, Van, Mardin, Hakkari gibi yerlerde halkın iradesi ve tutumu net olduğu için ne kadar hile ve baskı yapsalar da gasp edememişlerdir.

Gasp edemedikleri yerde bu defa başka oyunları devreye koymuşlardır. İşte Amed’in en önemli ilçesi Bağlar, Van’ın en önemli ilçesi Tuşba gibi beş altı yerde KHK’den atılmış diye belediye başkanlıkları AKP’ye verilmiştir. Bu açıktan açığa komplodur. Çünkü bunların adaylıkları YSK tarafından onaylanmıştır. Hem onaylayıp hem de daha sonra belediye başkanı olamazsınız, demek açıkça kurulmuş bir tuzaktır, bir komplodur. Hukuki bir engel varsa en kötü ihtimalle buralarda seçimin ertelenmesi gerekirdi. Çünkü burada hata adaylarda değil YSK’dadır. YSK onay vermiştir. Herkes aday olur ama onaylayacak makam YSK’dır. Bu açıdan YSK’nın yanlışlığı halka yada siyasi partilere mal edilemez. Bu açıdan seçimin iptal edilmesi gerekirdi. Kaldı ki bu da yanlıştır. Orada bu adaylar seçilmiştir. Çünkü adaylıkları onaylanmıştır. Şimdi burada belediyeler gasp ediliyorsa yapılması gereken en başta bu belediyelerin meşruiyetini kabul edilmemesi, partili kayyumları çalıştırılmaması, hatta halkın örgütlü iradesiyle buraların bizimdir denilerek belediyelere el konulması gerekiyor. Biz irademizle buraları aldık, devlet zoruyla el konulamaz denilerek halkın buraları işgal etmesi gerekiyor. Halk kendi iradesinin gasp edilmesine seyirci kalamaz. Ya da oraların sanki normal seçilmiş belediyeler gibi AKP’li kayyumlar tarafından yönetilmesine rıza gösteremez. Rıza gösterirse en başta kendi iradesine sahip çıkmamış olur, kendisine saygısızlık yapmış olur. Bu bakımdan Kürt halkının ve demokrasi güçlerinin bu partili kayyumlara karşı harekete geçerek müdahale etmesi gerekir. Hiçbir biçimde meşru kabul etmemesi, bu kayyumlara karşı sürekli mücadele içinde olması, onları çalıştırmaması gerekir. Aksine oralara el koyarak kendi belediyeciliklerini, kendi belediye yönetimlerini oluşturmaları haklarıdır ve doğru olandır. Yapılması gereken budur. Bu onların meşru haklarıdır. Meşruiyet her zaman her şeyin temelidir. Meşruiyet sahibi olanlar her türlü mücadele yöntemini kullanarak gasp edilen haklarını ele geçirebilirler.  Bunun önünde engel yoktur. Hatta böyle bir mücadele hem yerelde hem uluslararası alanda destek görür. Nitekim uluslararası alanda KHK’li denilerek belediyelerin kazananlara teslim edilmemesi hukuk dışılık olarak görülmektedir. Türkiye içinde hem siyasi çevrelerde hem hukuk çevrelerinde KHK’li denilerek belediyelerin gasp edilmesi doğru görülmemektedir. Bu açıdan biz en doğru yolun ve yapılması gerekenin halkın kendilerine ait olan bu belediyelere el koymasını ve seçilenlerle birlikte yönetmesinin doğru olduğunu düşünüyoruz.

31 Mart yerel seçimleri de geride kaldı. Bu seçim sonuçları AKP-MHP faşist iktidarının dış politikasına, özellikle Suriye politikasına nasıl etkide bulunacak?

31 Mart yerel seçimlerinde AKP-MHP faşist iktidarının kaybetmesi dış politikada da zayıflaması anlamına geliyor. Dışa yönelik AKP’nin izlediği politika; tüm alternatiflerini ez, yok et, Türkiye’de siyasi alternatif bırakma ve herkesi kendine muhtaç et politikasıydı. Bu nedenle Türkiye’yle ilişki sürdürmek isteyen herkes AKP-MHP faşist iktidarına boyun eğiyordu. Onun uygulamalarına fazla ses çıkarmıyordu. AKP-MHP faşist iktidarının suçlarına ortak oluyorlardı. Ancak 31 Mart seçimlerinden sonra AKP-MHP faşist iktidarının dış politikada eski desteği alamayacağını, dış ilişkilerde bazı sorunlar yaşayacağı açıktır. Çünkü Türkiye’de demokratik bir ittifakın ucu görülmüştür. Bu yönüyle Türkiye’de demokratikleşme isteyen, Türkiye’nin mevcut politikalarından rahatsız olan çeşitli güçler AKP-MHP iktidarına eskisi gibi destek vermeyeceklerdir. Hatta AKP iktidarının alternatifi olan siyasal güçlerin güçlenmesini isteyeceklerdir.

Türkiye’nin iç politikası dış dengelerden çok fazla etkilenmektedir. Coğrafyası Türkiye'de böyle bir siyasi diyalektik ortaya çıkarmaktadır. Bu açıdan AKP iktidarından rahatsız olan güçlerin bundan sonra AKP iktidarına eskisi gibi destek vermemeleri AKP iktidarını sadece dışarda değil içerde de zor duruma düşürecektir. Herhalde AKP iktidarı eskisi gibi şuraya buraya şantaj yapamayacaktır. Kuşkusuz dış politikada devletler çıkarları gereği ilişki kuruyorlar. Dış ilişkilerde insan hakları, demokrasi, hak, adalet, eşitlik öncelikli değerler değildir. Kuşkusuz günümüz dünyasında demokrasi ve özgürlük bilincinin gelişmesi, binlerce yıldır ortaya çıkan düşünce birikimi, demokratik bilinç, bunlar dış politikayı da belli düzeyde etkilemektedirler. Ama hala dış politikada esas olan çıkarlardır. Bu yönüyle çeşitli güçler Türkiye içindeki iktidarların karakteri ne olursa olsun onlarla ilişki kurarlar, desteklerler. Kuşkusuz Avrupa’da demokratik kamuoyunun dış politika üzerinde kimi etkileri vardır. Ama Rusya ve ABD açısından bunlar fazla söz konusu değildir. Rusya ve ABD’nin esas olarak kendi çıkarlarını esas aldıkları geçmiş pratiklerinden bellidir. Hatta Rusya Türkiye’nin içerdeki zayıflıklarını, dışarıyla yaşadığı sorunları kullanarak Türkiye’yi kendi politik ilişkilerinde kullanmaktadır. Son yıllarda Türkiye-Rusya ilişkileri tamamen siyasi ahlak dışında ilişkiler olmuştur. Özellikle de Efrîn işgalinde bunu gördük. Yine ABD de benzer bir politik yaklaşım içindedir. Rojava’da Kürtler, Araplar, Süryaniler DAİŞ’e karşı büyük mücadele yürütüp on binden fazla şehit verdikleri halde ABD Türkiye’nin hassasiyetlerini, ilişkilerini düşünen, bu temelde de Rojava’da Kürtler üzerinde baskı yapan bir politik yaklaşım içindedir. Özcesi dış ilişkilerde devletlerin çıkarları her zaman öne çıkmaktadır. Ancak yine de AKP iktidarının içerde toplumsal tabanının zayıflaması onu dış ilişkilerinde zayıf konuma düşürecektir.

AKP-MHP faşist iktidarı 31 Mart seçimlerinde beka, beka, diyerek şovenizmi şahlandırıp toplumun desteğini almayı hedefledi. 31 Mart seçimlerinde alacağı bu desteği ilişkide olduğu tüm dış güçlerin önüne koymak istedi. Bakın bizim beka sorunumuz var, Suriye beka sorunumuzdur, Rojava, Irak beka sorunumuzdur, diyerek kendi saldırganlığına verilen toplumsal desteği ileri sürecekti. Bugün bu beka politikası boşa çıkmıştır. Beka sorunu diyerek Kürt halkına, Rojava halkına, Ortadoğu’da Kürtlerin kazanımlarına saldırmak isteyen AKP-MHP faşist iktidarına toplumsal desteğin verilmediği görülmüştür. Bu açıdan Türkiye’nin, AKP-MHP faşizminin şovenizmi şahlandırarak içerde destek alıp Rojava, Suriye halklarına eskisi düzeyde düşmanlık yapması kolay olmayacaktır. Kuşkusuz bu politikaları bırakmayacaktır. Çünkü faşist iktidarlar dış düşman yaratarak ekonomik, toplumsal ve siyasal sorunların üstünü örterek ayakta kalmaya çalışırlar. AKP-MHP faşist iktidarı bundan sonra da bu politikaları sürdürecektir. Ancak bu politikanın eskiye göre temellerinin zayıf olacağı, eski güçte olmayacağı; hem içerde hem dışarda bu saldırgan politikasında bazı sorunlar yaşayacağı açıktır. Suriye politikasını ne kadar etkiler, şu anda bir şey söylemek mümkün değildir. Çünkü Rusya’yla, ABD'yle ilişkileri o devletlerin çıkarlarıyla bağlantılıdır. Bu açıdan devletlerin buz gibi soğuk çıkarlarını görmek ve buna göre yaklaşmak gerekir. Ama genel olarak söylersek de AKP-MHP faşizminin iç ve dış politikasında toplumsal desteği zayıf hale gelmiştir. Bunun da ortaya çıkaracağı sorunlar ve zayıflıklar olacaktır.

Suriye’de DAİŞ askeri alanda yenilgiye uğratıldı. Bu savaş sonrasında 2 bine yakın DAİŞ’li esir alındı. Bunların yargılanması süreci tartışılıyor. Yargılama süreci nasıl olmalıdır, kimler bu yargı sürecinde yer almalıdır?

Suriye’de DAİŞ’in askeri alan hakimiyetine son verildi. Buna tabi ki Suriye Demokratik Güçleri 10 binden fazla şehit vererek son verdiler. Ancak DAİŞ’in askeri alanda yenilgisi, hakim olduğu toprak alanının kalmaması ideolojik olarak ve toplumsal olarak yenildiği ve tümüyle tasfiye edildiği anlamına gelmiyor. Çünkü DAİŞ’i ortaya çıkaran siyasal, toplumsal, ekonomik koşullar vardır. Bunlar da on yıllara, hatta son 200-300 yıla dayanan koşullardır. Ortadoğu halklarının, özellikle de Arap halkının yaşadığı toplumsal, siyasal, ekonomik sorunları çözülmediği müddetçe DAİŞ’in kökünün kazınması düşünülemez. Aksine DAİŞ’i ortaya çıkaran koşullar sürdüğü müddetçe DAİŞ’in toplumsal tabanı da ideolojik etkisi de var olacaktır. Örgüt gücü de siyasi etkisi de var olacaktır. Her şeyden önce bu gerçekliğin bilinmesi gerekiyor. Bu yönüyle DAİŞ’e karşı mücadelenin süreklileştirilmesi gerekiyor. En başta da ideolojik ve siyasi düzeyde mücadelenin sürdürülerek toplumsal tabanının ortadan kaldırılması gerekiyor. Bunun için de halkların kardeşliğine ve örgütlü demokratik topluma dayalı demokratik bir Ortadoğu’nun hedeflenmesi önemlidir. Demokratik Suriye’nin, demokratik Irak’ın, demokratik Türkiye’nin, demokratik Mısır’ın, demokratik Arabistan’ın yaratılması, mezhep ve etnik çatışmaların son bulması gerekiyor. Halk üzerinde baskı ve sömürü yapan güçlerin etkisizleştirilmesi, halkın demokratik iradelerinin ortaya çıkarılması gerekiyor. DAİŞ’in askeri alanda yenilgisi ancak böyle anlamlı hale getirilebilir ve kalıcılaştırılabilir.

Kuşkusuz DAİŞ insanlığa karşı suç işlemiştir. Arap halkına, Kürt halkına, Suriye, Irak ve Ortadoğu halklarına karşı suç işlemiştir. Tüm dünyaya, insanlığa karşı suç işlemiştir. İnsanlık tarihinde görülmedik biçimde sivil ölümleri hedefleyen; kadın, çocuk, genç, yaşlı demeden sivil öldürmeyi bir eylem tarzı haline getiren insanlık dışı bir çete, bir organizasyon vardır. Bunların kesinlikle yargılanması gerekiyor. Hak, adalet, vicdan, insan hakları temelinde yargılanması ve mahkum edilmesi gelecek açısından çok önemlidir. Bu tür zihniyetlerin Ortadoğu halkları içinde de dünya halkları içinde de taraftar bulmaması, var olmaması için bunlar yargılanmalı ve mahkum edilmelidir. Bu zihniyet mahkum edilmeden insanlık rahata kavuşamaz. Bırakalım başka inançları, halkları kendisi gibi düşünmeyen Müslüman toplulukları da katletmektedir. Camileri bombalamaktadır. Başka İslam mezhebinden olanlara yönelik katliamlar yapmaktadır. Böyle bir zihniyet gerçekten de insanlık dışı ve insanlık düşmanıdır. Bu açıdan yargılanması gerekiyor.

DAİŞliler bütün insanlığa karşı suç işlemişlerdir ama asıl suçu ise Suriye ve Ortadoğu halklarına karşı işlemişlerdir. Bu açıdan Suriye’de yargılanmaları anlaşılır bir durumdur. Kürt halkına karşı da suç işlemişlerdir. Arap halkına, Süryani halkına karşı suç işlemişlerdir. Ama bu yargılama sadece Kuzey Suriye halklarının üzerine yüklenemez. Çünkü burada suç işleyenler, DAİŞ’i oluşturanlar sadece Suriyeliler değildir. Irak’tan, Tunus’tan, Suudi Arabistan’dan, Fransa’dan, Belçika’dan, Almanya’dan, Hollanda’dan, İngiltere’den, Rusya’dan, Çin’den gelmişlerdir. Dünyanın her tarafından gelmişlerdir. Bu yönüyle de bu yargılamaya bütün dünya insanlığının katılması gerekiyor. Bütün ülkelerin Suriye’deki yargılamalara destek vermeleri gerekiyor. Hem bu yargılamaların hukuki ve tekniki yapısı hem DAİŞ’lilerin cezaevlerinde tutulması, kaçmalarının engellenmesi ve onları cezaevinde tutmanın ortaya çıkardığı masrafların karşılanması konusunda sorumluluk üstlenilmesi gerekiyor. Hatta güvenlik konusunda da gereken desteğinin verilmesi önemlidir. Çünkü bu yargılamalar bir insan hakları yargılamasıdır. Bütün insanlığa karşı işlenen suçların yargılanmasıdır. Asıl yargılanma yerleri Lahey Adalet Divanıdır. Çünkü Fransa’da, İngiltere’de, Almanya’da, Belçika’da, Avrupa’nın bir çok yerinde suç işlediler. Avrupa’nın bunları yargılama hakkı var. Bütün dünyada DAİŞ’ten zarar görenlerin yargılama hakları var. En başta da Kürtlerin yargılama hakkı var. Suriye ve Ortadoğu halklarının yargılama hakları var. Ama bu yargılama bir uluslararası yargılama olmalıdır. Uluslararası güçlerin bu yargılamaların sorumluğunu üstlenmeleri gerekmektedir. Herkes hukuki sorumluluğunu, teknik altyapı sorumluluğunu üstlenirse o zaman gerçekten tüm insanlık adına bir yargılama olur.

DAİŞ İNSANLIK ADINA YARGILANMALI 

DAİŞ’i yargılama insanlık adına yargılama olmalıdır. Yoksa şu ülkenin, bu ülkenin, şu toplumun yargılaması olamaz. Tüm insanlık adına yargılanır. Kuşkusuz Kürtler daha fazla müdahil olmalıdır, Êzidî Kürtler daha fazla müdahil olmalıdır. Araplar, Süryaniler daha fazla müdahil olur. Çünkü en fazla zararı onlar görmüşlerdir. Zarar gören bütün halklar, bütün ülkeler bu davada müdahil olabilirler. DAİŞ’lilerin yargılanmasını isteyebilirler. Êzidîler tam bir soykırıma uğratıldı. Hala kurtarılmayan Êzidî kadınlar, erkekler, gençler ve çocuklar var. Tabi ki Êzidîler bunların uluslararası mahkemelerde yargılanıp cezalandırılmasını isteyeceklerdir, istemeleri gerekiyor. DAİŞ’lilerin bu yargılama süreci uluslararası alanda tartışılıyor. Birçok devlet bu konuda tutumlarını açıklıyor. Bazı güçler biz ülkelerimize almayız, burada yargılamayız diyorlar. Böyle olabilir mi? Hem ülkelerine almayız diyecekler hem de bu yargılamalar konusunda, hukuki, tekniki ve maddi anlamda sorumluluk almayacaklar. Bu insanlık adına kabul edilemez. Ta oralardan gelmişler, dünyanın başka ucundan gelmişler Kürtleri, Arapları, Süryanileri katletmişler. Bırakalım Avrupa halklarına yönelik herhangi bir suç işlenmesini, onların ülkelerinden gelip Ortadoğu halklarına karşı suç işlemişlerdir. Bu açıdan tabi ki böyle bir yargılamaya destek vermeleri gerekiyor. Böyle bir yargılamayı yapacak olanlara gereken her türlü katkıyı sunmaları gerekiyor. Biz tabi ki süreci takip ediyoruz. Bu yönlü tartışmaları takip ediyoruz. Umarız bu tür zihniyetlerin bir daha Ortadoğu ve insanlık içinde var olmayacak bir biçimde yargılanması, ahlaki, vicdani, hukuki, her biçimde mahkum edilmesi sağlanır.