Kürdistan dağlarının Yılmaz’ı: Mazlumê Me

Basıncı-gazeteci Mazlum, gerilla-savaşçı Yılmaz oldu. Genç yaşta meraklı gözlerle fotoğraflar çekiyor, Kürdistan’da ilk defa günlük yayın yapan Azadiya Welat gazetesini büyük bir heyecanla dağıtıyor...

Kimilerine göre Yılmaz Piling, kimilerine göre ‘Mazlumê Me’ yani ‘Bizim Mazlum’du. Başındaki beyaz yazmayı hiçbir zaman yere çalmayan ve onurla taşıyan Remziye Ana’nın, 1992 yılında Kürdistan’ın kalbinde dünyaya getirdiği Mazlum Erenci. Erdoğan faşizminin "Kadın da olsa, çocuk da olsa..." talimatı üzerine çocuk yaşta zindana atılan, ağır işkencelerle yüz yüze kalan, bizim Mazlum.

Basıncı-gazeteci Mazlum, gerilla-savaşçı Yılmaz oldu. Genç yaşta meraklı gözlerle fotoğraflar çekiyor, Kürdistan’da ilk defa günlük yayın yapan Azadiya Welat gazetesini büyük bir heyecanla dağıtıyor. Kapatılan Dicle Haber Ajansı muhabirliğini de yapmıştı. Ana dili Kürtçede haber yazıyor, yaşının genç ve meslek tecrübesinin bir o kadar az olmasına rağmen öylesine olması gerektiği gibi iş çıkıyor ki Mazlum’un elinden yaptığı işler, editörlerin okumasına gerek bile bırakmıyordu.

Sıcak ve sevimli yüzünde aniden beliriveren bir gülümsemeden söz edilemez çünkü hiç eksilmeyen bir parçası gibi asılı durur tebessüm yanaklarında. Çocuksu masumiyeti, atikliği, güler yüzü ve dünyaya karşı olan arayış ve merakının kendisini özgürlük sevdasına sürüklediği malum. Fakat Kürdistan özgürlük gerillasının Yılmaz’ı bu sevdayı zaten Kürdistan dağlarına çıkmadan tatmaya çalışanlardan biri olmuştu. Yetmemişti.

Toplumsal bir eylem-etkinlikte boynunda fotoğraf makinesi, kalemi-defteri ile vardı. Yetmemişti. En girilmez denilen çatışmaların olduğu bir sokakta belirir, en poz vermez denilen bir simaya ‘diz çöktürür’, bir kare pozunu alırdı. 2010 yılında daha çoğu için çıktığı özgürlük dağlarında önce Amed dağlarını adımladı. Ardından Dersim’e uzandı yolu. Bu da yetmemişti, ölümsüzleşmeyi tercih etti. 2011 yılının 29 Haziran’ında Dersim’de sonsuzluğa yürüyüşü bir pusu ile değil, özgürlük için yetmezliklerin tercihi oldu.

'HİÇ KİMSENİN GÖZÜNDEN BİR DAMLA YAŞ AKMASIN!'

Dersim’de Türk işgalci güçlerinin eline canlı geçmemek için fedaileşen Mazlum-Yılmaz’ın cenazesini almak için yola koyulan annesinin ağıtları, göz yaşları acısını dindirmedi. Fakat Türk işgalci güçlerini karşısında gören Remziye Ana’nın yanında bulunan herkese, "Hiç kimsenin gözünden bir damla yaş akmasın, düşmanın karşısında olduğunuzu unutmayın" uyarısı kulaklardan silinmedi.

Yaşadıklarını, gördüklerini tarihe not düşmeyi görev bilen Yılmaz-Mazlum, "Şimdilik bu sayfaya tarih atmayacağım, göreve gidip geri döndüğümde yazıma devam edeceğim ve o zaman tarih atacağım. İlk görevimin heyecanını, coşkusunu ve mutluluğunu bu güzel sayfalara nakşedip tarihe not düşeceğim...” diye not düşüyor günlüklerine. Bizim Mazlum, gittiği bu görevden bir daha hiç dönmüyor, daha büyük bir görevi ölümsüzlüğü tercih ediyor.

'BİZİ MEKANLAR DEĞİL, YÜREKLER BULUŞTURUYORDU'

Mazlum Erenci'nin (Yılmaz Piling) günlüğünden:

“Güzellikler şehri Amed’den özgürlük diyarı dağlara yol aldıktan ve gerillaya ulaştıktan sonra güzelliklerin bir başka şehri olan Dersim’e on-on beş gün süren bir yürüyüşün ardından ulaştık. Yolda tırnağım yüzünden bir hayli zorlandım, niye öyle oldu bilmiyorum ama ayak parmağımın tırnağı atmaya başlayınca verdiği acı yüzünden yürümekte epey zorlandım. Bu zorlanma beni yolumdan alıkoymadı, alıkoyması da mümkün değil zaten. Dersim’e ulaşınca buradaki arkadaşlar bizi büyük bir sevgi ve coşkuyla karşıladı. Öyle içten öyle samimi bir sarılışları vardı ki, sanki onları yıllardır tanıyormuşum hissine kapıldım. O zaman anladım, gerillada yoldaş olmanın sınırları yoktu. Bizleri birleştiren, buluşturan mekanlar, değil yüreklerdi.

Dersim coğrafyası olağanüstü bir güzelliğe sahip, derin vadileri, akarsuları, nefes kesen yüksek dağları ve yemyeşil coğrafyasıyla muhteşem bir yer. Pratik süreci Aliboğaz’ında geçireceğim, bakalım nasıl bir süreç yaşayacağız. Dersim’de sabahları iki defa arka arkaya 'rojbaş' çekiliyor. İlk rojbaşı arkadaşlar, ikinci rojbaşı ise dağ keçileri çekiyor. Bu durum adeta bir kural haline gelmiş. Dersiniz ki bizlerle dağ keçileri, ceylanlar güne hep beraber 'merhaba' diyoruz.

Yüksektir Dersim’in dağları, zirvelere ya da bir boğaza çıkana kadar kan ter içinde kalıyor insan, ben daha öğrenemedim yürümeyi, pat küt yere düşüyorum, düştüğüm zaman biraz kendi kendime söyleniyorum ama arkadaşların benim halime bakıp güldüklerini gördüğümde ben de onlara gülümsüyor ve yerden kalkıp yoluma devam ediyorum. Uzun yolculuğun sonunda boğaza ulaştığımızda rüzgar yüzüme vurduğunda bütün yorgunluğum rüzgarla birlikte gidiyor. Arkadaşlara bakıyorum, herkes biraz dalgın, Karadeniz’den gelen habere göre Bahoz Amed, Şexmus ve Sefkan arkadaşlar şehit düşmüşler. Bu arkadaşlarla birlikte kalan arkadaşların bu haberi duyduklarında gözlerinde beliren ifadeyi unutamam. Karadeniz’deki arkadaşları merak ediyorum. Karadeniz’de şehit düşen Seyit Rıza arkadaşı çok anlatıyorlar. 'Çok zeki ve yetenekli bir gerillaydı' diyorlar, keşke onu tanısaydım. Bazen arkadaşlar, şehit düşen arkadaşları anlattıklarında sanki onları tanıyormuşum hissine kapılıyorum ve keşke bir kere olsun onları görebilseydim, diyorum. Şehitler yüreklerimizde sonsuza dek yaşayacak ve her an bizimle olacaklar, yeter ki onların bize emanet ettiği yaşama sahip çıkalım.

NASIL SABREDEYİM?

Gerillaya katıldığım günden bugüne kadar arkadaşların yoğun ilgisiyle karşılaştım. Bu ilgili ve geliştirmeye çalışan yaklaşımlar hâlâ devam ediyor. Dikkatimi çeken bir diğer durum ise eski arkadaşların, genç arkadaşlara olan yaklaşımları oldu. Fazlasıyla korumacı yaklaşıyorlar, şunu kesinlikle itiraf etmeliyim ki ne kadın yoldaşlar ne de erkek yoldaşlar sevgi ve ilgilerini esirgemeden sunuyorlar. Eski arkadaşlar durmadan “gerillada yeni olmanın tadını çıkar, bizden söylemesi” diyerek bana takılıyorlar. Oysa katıldığım günden bugüne kaç ay geçti ama hâlâ günlük yaşam faaliyetleri dışındaki çalışmalara katmıyorlar. Arkadaşlarla birlikte eylem çalışmalarında yer almak istiyorum ama bırakmıyorlar. Çoğu zaman bu duruma kızarak tepki gösteriyorum, arkadaşlar; “yaşın henüz çok genç, önce gerillacılığı öğren, kendini korumayı öğren. Önünde uzun yıllar var, biraz sabırlı ol” diyorlar. Böyle söylediklerinde daha çok kızıyorum. Benim sabredecek gücüm yok, Önderlik esaret altındayken, Kürt halkına bu kadar zulüm uygulanırken nasıl sabredeyim? Zaten bunca zulme cevap olmak için katılmıştım. Şimdi ise bana, “biraz daha bekle, henüz çok erken” diyorlar. Polise taş attım diye beni çocuk yaşta zindana atan ve işkence uygulayan devletle mücadele etmek için geldim bu dağlara. Mezopotamya uygarlığın beşiği sayılır, ama biz o beşikte çocukluğumuzu yaşayamadık. Hayal kurmamız bile suç oldu. “Çocuk da olsa, kadın da olsa” diyenlere karşı sessiz mi kalmalıydık? Elbette hayır. Dağları tercih etmem bir cevaptı ama bu cevabı eylemlerimle büyütmek istiyorum ama arkadaşlar her defasında bana; “daha çok gençsin, biraz gerilla yaşamını öğren daha sonra katılırsın eylemlere” dediklerinde, ciddi ciddi etkileniyorum.

Bu konudaki kararlılığımla ilgili, örgüte bir rapor sundum. Biliyorum, yine aynı şeyleri söyleyecekler ama yine de bir umutla yazdım işte. Kim bilir, belki de önerim kabul edilir. Arkadaşların hassasiyetlerini anlayabiliyorum ama içimde biriken öfke ve intikam duygusunu dindiremiyorum. Benim gibi yüzlerce Kürt çocuğu, genci aynı işkence ve zulmü yaşadı. Ben onların sesi, yüreği ve intikam eylemcisi olmak istiyorum.

ALİBOĞAZI BENİ BÜYÜTÜYOR

Aliboğazı'na çok çabuk alıştım, aslında buranın arazi güzelliğinin yanı sıra gerilla da buraya farklı bir güzellik katıyor. Yılan Dağı’nın yamaçlarından süzülüp gelen sular Aşîtî Deresi'nde coşarak Tagar Suyu ile birleşiyor. Burada sanki tüm sular geçmişin acılarını, trajedisini anlatmaya yeminli gibiler. Burada bulunan şelalenin gözelerinden içtiğim her yudum su bana geçmiş tarihimizi hatırlatırken, direniş tarihimizden güç alıyorum. Dile kolay geliyor ama Aliboğazı bilir burada nice yiğitlerin yattığını, nice kahramanların kalesi olduğunu. Aliboğazı'nda olup da Sahan Ağa'yı, '38’i hissetmeden geçen insan var mıdır acaba? Aliboğazı beni her gün biraz daha büyütüyor, biraz daha hırçınlaştırıyor.

'KEŞKE ADIN MAZLUM OLSAYDI...'

Bu arada arkadaşlar sicilimi alırken basın çalışanı olduğumu öğrenmişler, bu nedenle bütün talimat ve görüşme notlarını bana okutmaya başladılar. Türkçeyi direkt Kürtçeye çevirerek okumam arkadaşların işini kolaylaştırdığından artık tüm görüşme notlarını ve talimatları direkt Kürtçeye çevirerek okuyorum. Bu arada garipsediğim bir şeyi yazmadan geçemeyeceğim; Amed üzeri katıldıktan kısa bir süre sonra arkadaşlarla beraber bir köye gitmiştik. Burada bizi karşılayan yaşlı amca ikide bir bana “Mazlum heval” diye hitap edince ona ismimin Yılmaz olduğunu söyledim ama amca ısrarla “Mazlum” diye seslenmeye devam etmişti. Sonra noktaya gelince arkadaşlardan birinin de “sen ismini Mazlum koysaydın keşke” dediği zaman şaşırıp kaldım. Adımın Mazlum olduğunu bilmeden “Mazlum” deyip durmalarına doğrusu çok şaşırmıştım. Beni şaşırtan bu olayı kimlikteki adımın Mazlum olduğunu bilmeyen Ladîn arkadaşa anlattığımda, bir kez daha şaşırmama neden oldu. Önce “yaşlı amca seni belki Mazlum adında başka bir arkadaşla karıştırmıştır” dedi. Hayır, orada Mazlum adında arkadaş yoktu dedim ve Amed’de bir erkek arkadaşın da bana; “keşke adını Mazlum koysaydın” dediğini belirtince, Ladîn yoldaş, “arkadaş doğru söylemiş. Mazlum ismi sana çok yakışıyor, bence de adın Mazlum olmalıydı. İnsan sana bakınca Mazlum heval diyesi geliyor” deyince şoke olmuş bir halde öylece yüzüne bakakaldım ve sonra gülümsedim. Heval Ladîn niye bu kadar şaşırdığımı anlamadı, bir önceki adımın Mazlum olduğunu bilseydi herhalde o da benim yaşadığım şaşkınlığı yaşardı. İşte böyle, sanırım bu duruma şaşırmakta haklıyım. Acaba kaç insana adını bilmeden senin adın bu olmalı diye değişik yer ve zamanlarda söylenmiştir, doğrusu bunu çok merak ediyorum.

EYLEM ISRARI

Alan gücümüz bu aralar eylem hazırlığı yapıyor, ne zamandır keşif çalışmaları yürütülüyordu. Eylem, Çemişgezek hattı tarafında gerçekleştirilecekti. Düzenlemeler yapıldı, tabii beni yine eylem grubuna katmamışlardı. O kadar çok etkilendim ki, eylemde yerimi almak için kalkıp önerimi yaptım. Benim gibi yeni olan başka arkadaşlar da vardı. Yeni arkadaşlar eyleme katılmak için ısrar ettiler çünkü onları da katmamışlardı. Sadece bir arkadaş hariç, diğerlerimiz eylemin dışında kalmıştık. İtirazlarımız sadece iki yeni arkadaş olarak koordinenin yanında kalmamızı sağlamıştı. Arkadaşlar, “bu işler böyle, önce koordinenin yanında kalırsınız, sonra adım adım ilerlersiniz” dediklerinde bunu kabullenmemiş olmamıza rağmen değiştiremedik. Noktada kalmaktansa eylemin gidişatını yakından izlemek daha iyi ama söylediğim gibi sadece izliyorsun işte. Saldırı grubuna koymuyorsanız bari ya savunma ya da pusu grubuna gireyim, diyorum ama nafile. Bu durum beni gerçekten etkiliyor, "ya arkadaş ben bu dağlara savaşmak için geldim, niye bırakmıyorsunuz" diye kızmama rağmen arkadaşların öyle gülümseyerek, "sabret, daha önünde uzun yıllar var" demeleri karşısında bir şey yapamıyorum. Arkadaşlara göre en az bir yıl daha beklemem gerekiyor. Tabii iş bu kadarıyla kalsa iyi; ne eylem keşfine, ne ön alanlara, ne de nokta dışında bir günden fazla süren görevlere, hiçbirine gitmeme izin vermiyorlar.

'MİRTOXA DÜNYANIN EN GÜZEL YEMEĞİ'

Ve nihayet Aliboğazı'na geldiğimden bu yana hatta Dersîm’e geldiğimden bu yana aylar sonra ilk görevime bugün gideceğim. Bu yüzden gerçekten mutluyum. Göreve gitmeden önce biraz sonra öğle yemeği için kalkıp mirtoxa yapacağım. Arkadaşlar bu kadar imkanın içinde ve bu sıcakta her defasında mirtoxa yapmama şaşırıyorlar. Mirtoxayı gerçekten çok seviyorum, bence dünyanın en güzel yemeği. Mirtoxa yapacağım dediğimde; “yola çıkacaksın, bu sıcakta yeme, belki seni rahatsız eder” diye beni uyarıyorlar. Ama dinlemiyorum, hatta geri döndüğümde tekrar yapacağım diyorum.

'TARİHE NOT DÜŞECEĞİM!'

Evet, artık bitirmem gerek, öğleden sonra saat ikide yola çıkacağız, bu yüzden hazırlanmalıyım. Bu arada aslında bugünkü görev düzenlemesinde yoktum, arkadaşlar iki gün önce planlamaları aktarmış, üç grup şeklinde değişik yerlere görevlendirmeler olmuştu. İki grup dün çıktı, bugün öğleden sonra ise üçüncü grup çıkacaktı. Şans işte, son dakika düzenlemesi ile üçüncü gruba dahil oldum. Grup sayısı çoğaltılınca beni ve TİKKO’lu Muharrem arkadaşı da göreve dahil ettiler. Grup Rojhat, Sinan, Muharrem, Zîlan, Faraşîn ve benden oluşuyor. İlk görevim Bozanlar yaylası olacak, bakalım nasıl geçecek? Şimdilik bu sayfaya tarih atmayacağım, göreve gidip geri döndüğümde yazıma devam edeceğim ve o zaman tarih atacağım. İlk görevimin heyecanını, coşkusunu ve mutluluğunu bu güzel sayfalara nakşedip tarihe not düşeceğim...”