Koçer: Kürtler öz gücüne dayanarak kazanabilir

TEV-DEM Yönetim Üyesi Hesen Koçer, "Suriye iki noktada yer alıyor: Ya demokratik bir sistem kurulacak ya da selefi bir sistem gelişecek" derken, Kürtlerin öz gücüne dayanarak kazanabileceğini söyledi.

TEV-DEM Yönetim Üyesi Hesen Koçer, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a tecrit, Türkiye’nin Kuzey Suriye'ye tehditleri ve ABD'nin Suriye’den çekilme kararına yönelik değerlendirmelerde bulundu.

Son zamanlarda, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik uygulanan tecride karşı eylemler giderek yayılıyor. Leyla Güven’in eylemi 50. gününe yaklaşıyor. Fakat Türk devleti bunu görmezden geliyor ve yine dünya kamuoyu ve devletleri de sessiz. Daha ne kadar tecride yönelik sessiz kalınabilir?

Önderlik üzerindeki tecridin asıl amacı, Önderlik şahsında Kürt özgürlük hareketini zayıflatmak ve etkisiz kılmaktır. Bu nedenle Önderlik üzerindeki tecrit daha da derinleştirildi. Bu eğer doğru bir şekilde yorumlanırsa, bu tecrit özgür Kürt ve özgür Kürt toplumuna karşı yapılan bir tecrittir. Bu tecrit sadece Türk devletinin eliyle yapılan bir tecrit değildir. Komplonun en başından bugüne kadar yer alan uluslararası devletlerin bu tecritte rolü vardır. Başta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve CPT bundan sorumludur. Türk devleti bunu tek başına yapamaz zaten. Başta amaçları Önderliği tecrit ederek toplumdan uzaklaştırmaktır. Bunun esas amacı budur. Bunu pratik olarak da yürütüyorlar. Bugün Kuzey Kürdistan üzerindeki saldırı bunun bir parçasıdır. Yine Başur üzerindeki saldırılar ve Azadi hereketi merkezlerinin kapatılması ve Erdoğan’ın Efrîn üzerindeki saldırıları ve işgal etmesi bu planın bir parçasıdır. Ve bugün Erdoğan-Amerika’nın anlaşması sonucu, Erdoğan’ın Fırat'ın doğusuna yönelik saldırıları ve Amerika’nın çekilmesi yine bu planın bir parçasıdır. Bizim bu tecridi iyi anlamamız gerekiyor. Burada halkların iradesi hedef alınıyor. Önderlik üzerindeki tecrit derinleştirildikten sonra Kuzey'de katliamlara başladılar. Kuzey Kürdistan’da şehirleri yıkmaya başladılar. Cizre, Şirnak, Sur’dan sonra Efrîn ve şimdi de Fırat'ın doğusunu hedef alıyor. Bunu tek sistem altında ve uluslararası devletlerin desteğiyle yapıyor.

Peki bu kadar geniş bir komplo ağına karşı Kürt toplumu ne yapmalı?

Elbette uluslararası devletler kendi siyasi, ekonomi, iktisadi çıkarları için komplolar yapacaklardır. Önemli olan bizim buna karşı nasıl tedbir alacağımız ve nasıl mücadele edeceğimizdir. Yani, hem Kürt toplumu olarak hem de bölgedeki halklar olarak biz bu komploya karşı nasıl direneceğiz ve bunu nasıl boşa çıkaracağız... Asılında komplo Önderliğin tutuklanmasının başından bugüne kadar kısmen boşa çıkarılmıştı. PKK’nin üç yöneticisi ile ilgili tutuklanma kararının çıkarılması komplonun boşa çıkarıldığını gösteriyor. Çünkü, Önderliğe karşı komplo düzenlediklerinde diyorlardı, 'özgürlük hareketi altı ay dayanamayacak.' Ama 20 yıldır direniyor. Bu da Önderlik felsefesinin yaşamsallaştığını gösteriyordu. Onlar da bunun önünü almak için bu sefer Kürdistan'ın parçalarına saldırmaya başladılar. Kuzey Kürdistan'a saldırdılar, Efrîn'e saldırdılar, şimdi Fırat'ın doğusuna saldırmak istiyorlar. Bunların hepsine geniş bakmak lazım ve bu büyük bir direniş gerektiriyor. Adeta Kürtler üzerinde varlık-yokluk savaşı yürütülüyor. Aynı zamanda Ortadoğu toplumları üzerinde bu savaş yürütülüyor. Bu nedenle bu komploya karşı bizim de varlık-yokluk mücadelesini vermemiz gerekiyor.  

Leyla Güven şahsında başlatılmış olan açlık grevi çok onurlu bir eylemdir ve bu komploya karşı duruştur. Kürdistan ve Avrupa'da da yayıldı. Bu komployu boşa çıkarmamız için eylemselliklerimizi büyütmemiz ve çeşitlendirmemiz gerekir. Önderliğin İmralı'daki direnişi onları boşa çıkarttı. Önderliğin İmralı'daki direnişi, yine dört parça Kürdistan'daki halkın direnişi ve Önder Apo’ya bağlı fedai güç bu komplonun boşa çıkarılmasını sağladı. Bu nedenle bu güçler komployu yeni bir tarzla uygulamaya başladılar. Bunlar Önderliğin projelerinin hayata geçirilmemesi için tuzaklar kuracaklardır. Özellikle Efrîn üzerine yapılan işgal saldırısı, coğrafik bir işgal harekatı değildi. Önderliğin, Ortadoğu halkları ve Kürt halkı içinde halkların kardeşliği ve demokratik ulus projesi çerçevesinde geliştirdiği sistemi yok etmek için bu saldırı yapıldı. Bu nedenle bugün dört parça Kürdistan ve Kuzey Suriye'de geliştirilen saldırılar, Önderliğin tecridiyle bağlantılıdır. Bu anlamda biz tecride karşı mücadeleyi ne kadar yükseltirsek ve boşa çıkarırsak, geliştirmek istediğimiz projelerimizin yaşamsallaştırılması da o kadar mümkün olur. Önderliğe karşı tecrit, demokratik ulus ve halkların iradesine karşı yapılan bir tecrittir. Bu nedenle tecridi sadece Türk devleti ile sınırlandırmak yanlıştır. Çünkü Amerika’nın sistemi uluslararası devletlerin sistemidir. Türkiye burada sadece gardiyanlık rolü yapıyor.

Uluslararası mahkemeler bile doğru yaklaşmıyor. CPT yine şimdiye kadar hiçbir şey yapmamıştır. Önderliğin yanına gidiyor, "işkence yok" diyor. Oysa tecritten daha büyük bir işkence yöntemi var mıdır! Bir insanı zindanda tutuyorsun ve ne ailesi ne de avukatları görebiliyor. Çünkü Türkiye onların ortağıdır ve onlar ortaklarından vazgeçmiyorlar. Onlar bu komplo ile Kürt halkının ve demokratik halkların iradesini kırmak istiyorlar. Fırat'ın doğusunda yaşanan durum yine bu gerçeği ortaya koyuyor.

DAİŞ’le mücadele son aşamasına gelirken ve diğer yandan Türk devletinin tehditlerini arttırdığı bir zamanda Amerika, güçlerini çekme kararı aldı. Amerika’nın bu ani kararını nasıl yorumluyorsunuz?

Amerika’nın buradaki siyaseti ve güçlerini buradan çekmesinin mesajı aslında şudur; 'ben sizin siyasi yönetiminizi muhatap almıyorum.' Mesajı iyi anlamamız gerekiyor. Diyor ki 'ben sizin demokratik projenizi kabul etmiyorum, Türk devletinin DAİŞ’e destek veren projesini; tüm dünya üzerinde tehdit oluşturan projeyi destekliyorum.' Türkiye’nin DAİŞ ile mücadelesine koordineli bir şekilde devam edeceğini söylüyor, Amerika. Türkiye kendisi DAİŞ, nasıl DAİŞ ile savaşacak! İnsanlık tarihinde Türkiye gibi örgütlü ve sistemli bir terör olmamıştır. DAİŞ’ten daha kötüdür. Türkiye devletinin Efrîn üzerindeki işgal saldırılarında yaptıkları göz önündedir. Yaptığı katliamlar, demografik yapıyı değiştirme, insanların dilini, kültürünü tasfiye etmesi; hepsi tüm dünya ülkelerinin kara lekesi olacaktır. Tüm dünyanın gözü önünde bir topluma her türlü saldırı gerçekleştiriliyor ve dünya buna sessiz kalıyor.

Bizim burada yapabileceğimiz tek şey, onurumuzu ve irademizi korumak için direnmektir. Türkiye Fırat'ın doğusuna yapacağı operasyonda DAİŞ’e karşı mı savaşacak? Buna zaten kimse inanmaz. Hâlâ Türkiye'nin şehirlerinde DAİŞ’in merkezleri var. Yine DAİŞ’e destek için Libya’daki çetelere silah götürürken geminin yakalanması. Yani kimse zaten inanmaz Türkiye'nin DAİŞ’e karşı savaşacağını.

Amerika’nın Suriye'deki stratejisi yeni bir aşamaya giriyor. DAİŞ stratejisini kapatıyor. Suriye'de yeni bir savaş stratejisini geliştirmeye çalışıyor. Ve bundan sonra Suriye savaşı uluslararası bir savaşa dönecektir. Amerika’nın Suriye’den çekilmesinin Suriye'ye müdahalesini yenilemesi ve tekrardan müdahale etmesi olarak değerlendirmek yanlış değildir. Amerika öyle rahat Suriye’den vazgeçmeyecektir. Amerika’nın projesi sadece Suriye değil. Amerika’nın projesi tüm Ortadoğu'dur. Amerika ile Türkiye arasında yapılan anlaşmanın sonucunda Türkiye'nin Fırat'ın doğusuna saldırması mümkündür. Çünkü, Amerika Rusya’yı sıkıştırmak istiyor. Aslında Türkiye'yi Fırat'ın doğusuna iten Rusya, Suriye rejimi ve İran'dır. Neden bunu yaptı Rusya? Çünkü, Rusya Amerika ile Türkiye arasında bir savaş çıkartarak, iki NATO üyesini birbirine savaştırarak NATO’yu zayıflatacaktı ve bu şekilde Suriye üzerinde etkisini arttıracaktı.

Rusya’nın ikinci hedefi de Suriye rejimini Fırat'ın doğusunda güçlü kılmaktı. Onlara göre Türkiye Fırat'ın doğusuna saldırırsa biz bu sefer Rusya ve rejime muhtaç olacaktık. Aslında Amerika’nın geri çekilmesi de bir anlamda bu politikaya cevap vermekti. Rusya’ya açık bir şekilde Türkiye ile aralarında bir savaş çıkaramayacağını, tam tersine Rusya ile Türkiye arasında savaşın yaşanacağı mesajını vermiş oldu. Bir anlamda Avrupa Birliği'ne de bir mesaj vermiş oldu. AB ülkelerinin çoğu Koalisyon üyeleri olmasına rağmen ancak pratikte askeri olarak DAİŞ’e karşı savaşmıyorlar. Onları da bu yükün altına alması gerekiyor. Onları da askeri olarak bu savaşa katmayı sağlamaya çalışıyordur. Böyle bir olasılık da mümkündür. Yine bazı noktalarda AB, Amerika’nın bazı siyasetlerini desteklemiyordu. Özellikle İran meselesinde, yine Türkiye ile yaşadığı sorunlarda ve bazı başka sorunları da var, bu noktalarda AB, Amerika’yı desteklemiyor. Bu anlamda AB’yi toplamak ve kendi siyaseti çerçevesinde kullanmak istiyor. Amerika’nın içinde de bazı kesimler onun bu siyasetini kabul etmedi. Görünen o ki Amerika yeni bir siyaset yapmaya çalışıyor ve birçok güç de onun bu siyasetini kabul etmiyor.

Amerika'nın tabii burada Türkiye devletine de bir mesajı oldu. Her ne kadar Türkiye ile bir anlaşma içinde yer alıyorsa da Türkiye'ye şu mesajı verdi; artık senin NATO’nun çerçevesi içerisinde hareket etmen gerekiyor. Sen çok fazla ileri gittin. Tüm bunları toparladığımız zaman görünüyor ki Suriye'de yeni bir siyaset süreci başlayacak. Bu yeni siyaset ve strateji nedir? Benim görüşüme göre, Amerika Ortadoğu stratejisini Suriye içinde dizayn etmeye çalışıyor. 2019 yılında Rusya’ya yakın güçleri sıkıştırmak, İran gibi ve onun bu siyasetine katılmayan güçleri ise tek bir tarafa toplamaya çalışıyor. Yine diğer bir noktadan da yorumlanabilir; Amerika NATO’yu da toparlamaya başlıyor. Çünkü, NATO güçleri dağınıktır.

Burada bölge halkının, özellikle Kürt halkının ne yapması gerekiyor?

Sonuç olarak Suriye’de yeni bir siyaset, yeni dengeler ve ittifaklar kurulacaktır. Bizim için önemli olan bunlar değil. Bizim için önemli olan, halklar olarak elde ettiğimiz bu demokratik kazanımları nasıl koruyacağız ve büyüteceğiz... Aslında Erdoğan, Fırat'ın doğusuyla bizi meşgul ederek Efrîn’i unutmamızı da sağlamaya çalışıyor. Biz Efrîn’i unutmayacağız. Şimdi diyor ki 'ben Efrîn'i aldım, sıra Fırat'ın doğusunda.' Fakat biz Efrîn’i unutmayacağız ve Efrîn'in özgürleştirilmesi için mücadele edeceğiz. Bu noktada tüm siyasi dengeler değişebilir. Türkiye şimdi korkuyor. Çünkü eğer, yabancı güçler çekilirse o zaman Türkiye’nin de çekilmesi gerekir. İkincisi ise bizim toplum olarak başka güçlere sırt bağlamamamız gerekiyor. Bizim dış güçler ile kendi toplumumuzun çıkarları doğrultusunda ilişkilerimiz gelişebilir. Eğer bizim toplumumuzun bir çıkarı yoksa bu ilişkilerde, biz de keseriz ilişkimizi. Kendi savaşımızı yaparız. Siyasi, askeri ve diplomasi yönünde çalışmalarımızı devam ettiririz. Çünkü, bir toplum eğer başka bir güce dayandırırsa kendi mücadelesini o toplum kaybetmiştir ve yok olur. Önderlik, savunmalarında belirtiyor. Diyor, 'eğer sen toplum olarak kendi savunmanı başka bir gücün eline bırakırsan, kedinin önüne ciğer atmak gibi olur.' Bir toplum bu tür şeylere inanmamalı. Toplumumuz kendi gücüne ve örgütlemesine güvenmelidir. Büyük bedel ve acılar çekeceğimiz mümkündür. Ama kendi gücümüze güvenmeliyiz.

Yine diplomatik olarak bölge ülkeleri ile bir diyaloğumuz olacak. Bundaki amaç ise toplumun daha fazla acı çekmemesi. Ama tüm umudumuzu ve inancımızı da buna bağlamamalıyız. Her yönden; ekonomi, siyasi, psikolojik olarak tüm kurumlarımız kendisini savaşa göre ayarlaması gerekiyor. Çünkü, Türk devleti saldıracaktır. Çünkü Türk devleti bu kazanımlarımızı kaybettirmeye çalışıyor. Ve bazı uluslararası devletlerin de bunun içinde olması mümkündür. Fakat biz Suriye toprakları üzerinde olan ülkelerle de diplomatik çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Ancak bunu da iyi biliyoruz ki bunlar dış güçlerdir ve halkların iradesini ve çıkarlarını esas almazlar. Bu anlamda onlara da güvenmeyeceğiz.

Suriye iki noktada yer alıyor. Ya demokratik bir sistem kurulacak ya da selefi bir sistem gelişecek. Dünya selefi bir sisteme hazır mıdır... Çünkü Türkiye saldırırsa o zaman Suriye'de selefi bir sistem gelişecek. Onlar ya Suriye'yi parçalayıp küçük parçalar halinde herkes bir şekilde kendini hakim olmaya çalışacak ya da demokratik bir sistem gelişecek Suriye'de.