Türkiye’nin Kürdistan’daki su politikası: Savaş ve talan

Türkiye Fırat ve Dicle üzerine inşa ettiği barajlarla Suriye ve Irak’ta su sorununa sebep olurken içeride ise barajları PKK'ye karşı özel savaş yöntemi olarak kullanıyor.

FIRAT’TAN BASRA’YA EKOLOJİK KIRIM-3

 

Dosyamızın ilk iki bölümünde Erzincan ve Ağrı’da faaliyet gösteren siyanürlü altın madenlerinin çevreye verdiği zarar ve etkileri, siyanürlü altın aramayı ve bu tekniği kullanan iki firmayı mercek altına aldık. Özellikle Fırat Nehri’ni ciddi biçimde etkileyecek ve su kaynakları ile insan sağlığı, tarım arazileri, biyoçeşitliliğe zarar verecek bu iki madenin geniş bir alanda yaratacağı tahribatın etkileri sınırların ötesine kadar taşınıyor.

Bu iki madene devletin verdiği olumlu ÇED raporları, vergi afları ve desteklerin yanı sıra bu bölümde, devletin 10 yıllardır Kurdistan’da uyguladığı çevre politikalarını, özellikle su sorunu ve bunları üzerinden geliştirilen politikalar ve de savaşla olan bağlamını ele alacağız.

TÜRKİYE’NİN FIRAT VE DİCLE’DEKİ İLK POLİTİKASI

Öncelikle Fırat ve Dicle nehirlerinin hem Türkiye, Irak ve Suriye açısından nasıl kullanıldığına bakacağız. İkinci Dünya Savaşı sonrası Mezopotamya’da bulunan devletlerin bazı ortak girişimleri ile Kuzey Kurdistan’da doğan Fırat ve Dicle nehirleri üzerinde büyük su yapılarının kurulması kapsamında küçük projelerin başlaması söz konusuydu. Irak ve Suriye’deki bağımsızlık ilanları sonrası bu ülkeler, Türkiye ile bu anlamda irtibata geçti ve 1947’de Irak ile Türkiye bir protokol imzaladı. Protokole göre su ve başka konularda anlaşmazlık söz konusu olduğunda BM Güvenlik Konseyi’ne gidilecekti. 70’lere kadar Fırat ve Dicle üzerindeki yapıların çoğu Irak ve Suriye devletlerine aitti. 80’lerde Türkiye’nin büyük baraj projeleri ile üç devlet arasında su sorunu başladı. Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) kapsamında kurmaya başladığı mega barajlar, 2020’de Hasankeyf’i de sular alında bıraka Ilısu Barajı’nın da tamamlanmasıyla Suriye ve Irak için Fırat havzasında sulama projelerin sadece yarısı bitmesine rağmen akan suda yüzde 40 civarı kesinti oldu.

TÜRKİYE BİLDİĞİNİ OKUDU

Yıllar içinde ne Irak ne de Suriye Türkiye’ye karşı bu anlamda etkili bir politika yürütemedi. Nihayetinde savaşlar ve Türkiye’nin doğrudan Suriye’de savaşan aktörlerden biri haline gelişi buradaki su politikalarının da seyrini değiştirdi ve belirledi.

Bu su politikalarına ilişkin Mezopotamya Ekoloji Hareketi’nde Ercan Ayboğa’nın kaleme aldığı “TC ve Irak Cumhuriyeti devleti arası Su Sorunu” başlıklı yazı Türkiye’nin nasıl bir politika izlediğini gözler önüne seriyor:

“2000’li yılların sonuna doğru Türkiye ile Suriye ve Irak ile 60’lı yıllardan sonra ilk defa düzenli bir şekilde Dicle ve Fırat nehirleri uzman ekipler düzeyinde görüşmeye başladı. Ilısu Barajı’nın finansı Avrupa devletlerine bağlı olduğu için de bu adımı atan Türkiye’nin asıl amacı Suriye ve Irak’ı oyalamaktır. (…) 2011’de Suriye’de halk isyanı ve savaşı başlayınca Türkiye görüşmeleri durdurdu ve bildiği politikasına devam etti. (…) Suriye Esad Rejimi zaten Türkiye ile fiili savaş halinde ve su konusunda anlaşma mümkün değil. Ama Türkiye’nin 2016 yılından itibaren Fırat suyunu ilkbahar ve yazında debiyi 250 saniyeden metreküpe indirmesine karşı hiçbir şekilde ne açıklama yaptı, ne de girişimde bulundu. Bu su kesintisinden, Rojava’nın da parçası olduğu ve kendi öz yönetimini kurmuş Kuzey ve Doğu Suriye daha çok etkilense de Deyr Ez Zor’da kendi hâkimiyeti altındaki büyük bir bölge de etkileniyor. Hâlbuki Türkiye’nin suç işlemesini gündemleştirebilir çünkü halen her yıl Türkiye suyu ciddi oranda art niyetli şekilde kesiyor. Maalesef Suriye Esad hükümeti ırkçı ve antidemokratik yaklaşımını su konusunda da gösteriyor. (…) 2019 yılında Türkiye ve Irak arasında bir Su Alanında Mutabakat Zaptı iki devletin parlamentosuna sunuldu. Bu metin son yıllarda iki devlet arası yürütülen görüşmelerin sonucunu yansıtıyor. Ekonomik çıkarlar ve teknik işbirliği ön plandayken nehirler boyunca yaşayan halkların hakları hiçbir şekilde dile getirilmiyor.”

Ercan Ayboğa’nın özellikle Rojava’ya ilişkin bir politik silah olarak kullanıldığını işaret ettiği barajlar 2020’de Tişrin Barajı’nda gözle görülür bir kuraklığa neden oldu. Demokratik Suriye Meclisi’nin Eş Başkanı İlham Ahmed, 1 Temmuz 2020’de Twitter’da paylaştığı bir görüntü ile Fırat Nehri üzerine kurulan barajların Suriye’de nasıl kuraklığa yol açtığına dikkat çekti. Aynı şekilde Tişrin Barajı yönetimi, Türkiye’nin Fırat Nehri’nin debisini düşürmesi nedeniyle Rojava’ya elektrik verilme sürelerini düşürmek zorunda kaldıklarını duyurdu.

ÖZEL SAVAŞIN BİR PARÇASI

Türkiye’nin Fırat ve Dicle nehirlerinin üstüne inşa ettiği barajlar sınır ötesinde diplomatik bir silah gibi kullanılırken bir yandan diğer nehirleri de içeride PKK ile savaşın özel bir ayağı olarak kullanıyordu. Yangınlar, yol yapıp vs. ile doğa talanını da savaşın bir parçası haline getiren Türkiye’nin yöntemlerinin başında yine barajlar geliyordu. Çevre ve Orman Bakanlığı Devlet Su İşleri Müdürlüğü 2007 Faaliyet raporunda yapılan çalışmalar “sınır güvenliği” ibaresiyle yapıldığı açıkça ifade ediliyor: “2007 yılında yatırım programına etüt-proje kapsamına sınır güvenliği sebebiyle alınan Su Şişirme Bentleri adı altında 11 adet barajın kati proje yapımı ihale edilmiş ve tamamlanmıştır.
Bunlar; 1. Şırnak-Silopi Barajı Proje Yapımı, 2. Şırnak Barajı Proje Yapımı, 3. Şırnak-Uludere Barajı Proje Yapımı, 4. Şırnak-Ballı Barajı Proje Yapımı, 5. Şırnak-Kavşaktepe Barajı Proje Yapımı, 6. Şırnak-Musatepe Barajı Proje Yapımı, 7. Şırnak-Çetintepe Barajı Proje Yapımı, 8. Şırnak-Çocuktepe Barajı Proje Yapımı, 9. Hakkâri-Gölgeliyamaç Barajı Proje Yapımı, 10.Hakkâri-Beyyurdu Barajı Proje Yapımı, 11.Hakkâri-Aslandağı Barajı Proje Yapımı.”

Bu güvenlik barajları 380 km civarı uzunluğundaki Türkiye-Irak sınırından PKK gerillalarının geçişini zorlaştırma amacıyla üç bölgede yoğunlaşıyor. 2008’de bu barajların kamuoyuna yansıması TMMOB’un 2009’de buralara dair eleştirileri raporu ve toplumsal baskı sonucunun da akabinde barajların 7’si 2012’de “güvenlik barajı” statüsünden çıkarıldı ve hidro-elektrik santrali (HES) olarak tanımlandı. Barajlar da iskân politikasının bir ayağını oluşturdu. Sadece Ilısu Barajı yapımında 1000 köy boşaltıldı. Halk göçe zorlandı.

18 Mayıs 1977 tarihinde imzaya açılan ve 5 Ekim 1978 tarihinde yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler Çevresel Modifikasyon Sözleşmesi (ENMOD) yaygın, uzun ömürlü veya ciddi etkilere sahip çevresel modifikasyon yaratacak askeri tekniklerin kullanımını yasaklıyor. Türkiye ise bu anlaşmayı imzalasa da onaylamayanlar kısmında yer alıyor. Türkiye  “askeri veya diğer düşmanca amaçlar” ile “barışçıl amaçlar” arasındaki farkın öznel değerlendirmeleri önlemek için daha açık bir şekilde tanımlanması gerektiğini ileri sürüyor. 1925’ten bu yana isyan bastırmak, Şark Islahat Planı gereğince bölgeyi başta Kürtler ve Ermeniler olmak üzere diğer halklardan arındırmak üzere; orman yangınları, baraj yapımları gibi birçok faaliyet yürüten Türkiye “askeri veya diğer düşmanca amaçlar” tanımını kendi politik bekası çıkarlarıyla ters düştüğü için 46 yıldır onaylamıyor.
DEVAM EDECEK