Haberlerde üç kadın arkadaşın şehit düştüğünü okurken içimden adın geçiyordu ama 'Umarım değildir, sadece bir histir belki de’ deyip durdum.
Çıkmıyorsun aklımdan; gün boyu ne iş yaptıysam da etkisiz, yine sana geliyorum. Akşam haberlerinin sesini duyar duymaz işimi bırakıp oturuyorum.
Sen, Stêra ve Tara arkadaşların resmine takılıyor gözüm.
Duymuyorum bir süre sesleri.
Bilirsin, donuyordum bazen.
Bir süre sonra yola çıkmam gerektiğini söylüyorlar. Birçok şeyi unutup arabaya yetişiyorum. Dağlara ve yıldızlara takılıyor gözüm.
Başlıyorum en sevdiğin şarkıyı söylemeye...
‘NÎWÊ ŞEWÊ DİNYA XAMÛŞ’
Sen ve Nazım, ardı ardına birbirini kaçırmayan kareler gibi gözlerimin önündesiniz. Nazım'la son Newroz'da olan kucaklaşmamız ve son konuşmamız, seninle son sarılışımız, yürüyüşlerimiz, şarkılarımız...
Nazım’a birlikte yazmıştık dağdayken, sonra Nazım da sana cevap verecekti o aralar; bunu bilmiyorum.
Yol ilerlerken, burayı terk etmeden aklıma geliyor. Arkadaşlar sürekli şikeft yaptıklarından güçsüz kalmışlar. Hava açık olduğundan doğru dürüst bir şey de kalmamış, enerji alalım diye. Seninle önceden bırakılan bir tepeye süt tozu vardır diye gidiyoruz.
Nokta uzun süredir gelinmediğinden nemli, ıslak ve soğuk. Hava hareketliliği olduğundan bekliyoruz bir süre. Sonra bu gece burada kalacağız gibi görünüyor. Uygun bir yer olmadığından, tünel içeriden daha sıcak geliyor bize.
Karanlıkta el ele tutuşarak yanımızda getirdiğimiz bir iki şeyi de giyip, ekmek ve suyla açlığımızı gideriyoruz. Sabaha kadar taşlı ve topraklı bir zeminde sırt sırta verip yarı uyanık uzanıyoruz.
Gün ağarınca önce benim yükümü yapıyorsun, sonra seninkini yapıp yola koyuluyoruz. Yolda mevsimin son böğürtlenlerini toplayıp avuçlarıma dolduruyorum. Bir avuç sana, diğer avuç bana.
Noktaya varmadan büyük bir ağacın altında oturuyoruz. Yine ‘Mamle’ mırıldanıyoruz. “Nazım nasıldır acaba” diye konuşuyoruz. Yine yola koyulup noktaya varıyoruz.
Bende her görev ve sohbet sonrası uyandırdığın duygu şu: 'Ararat zor zamanların arkadaşıdır.' Her seferinde yaşıyorum bunu seninle.
Şimdi seslerin var Ararat, birlikte türküler söylemiş, gülmüşüz.
Senden ayrıldığım sonbahardan sonra Newroz'da da Nazım yoldaşla karşılaşıyoruz. Çok soğuk olduğundan Nazım elimi alıp ısıtıyor. Bol bol gülüyoruz.
Newroz alanından kendimi onun olduğu tarafa atıyorum. Basından arkadaşlar çay koymuşlar ateşe. Nazım yoldaşla sohbet ettikten sonra, 'Bir fotoğraf çekelim mi?' deyince arkamıza karlı dağları alıp iki fotoğraf çekiyoruz ve telefon kapanıyor.
Sonradan çok aradım fotoğrafı ama bulamadım.
İkiniz de Serhad çocuğunun en güzel, en sıcak yoldaşları olarak kaldınız içimde.
Tam tarihini bilmiyorum ama ikiniz de Cihan yoldaşla beraber, bekletmediniz birbirinizi. Hep koşarak ve neşenizi yitirmeden çalıştınız.
Dün gece ulaştıktan birkaç gün sonra, içimde olan tek şeyi yapmak için yola koyuluyorum. Şehitliğe varıp karanlıkta bulmaya çalışıyoruz Nazım ile Cihan arkadaşı.
Yanımda olan Xwezan arkadaş bulmadan, Nazım'ın gülerek çektiği fotoğrafı buluyorum.
Toprağı ıslaktı, arkadaşlar iyi bakıyor yani. Başımı taşına taslayıp her şeyi anlattım kısa kısa. Dinliyordu ve hissediyordu. Bunu o kadar derin hissediyordum ki.
Sonra diğer arkadaşların da taşlarını öpüp çıkıyorum.
‘İyi ki bu mücadele var diyorum’ Xwezan'a. ‘Olmasaydı, bu kadar güzel olmayacaktı dünya’ diyorum.
Her yoldaş daha derin, daha güzel sevgi ve aşklar bağışladı bize. Önderlik bize, doğru, acı ve güzeli hissetmeyi öğretti diyorum kendime.
Dolunay birkaç gündür belirgin. Her baktığımda, arazide kaldığımız gece hatırımda ve sen de oradasın. Biliyorum, görüyorsun. Görüyorsunuz ve gülümsüyorsunuz.
Her şey bu sayede daha katlanır oluyor yani.
Her şey daha değerli.